Rashibal Günlüklerim
One Piece Rpg :: Rp Dışı :: Sanat
1 sayfadaki 1 sayfası
Rashibal Günlüklerim
Şu başlık şurada dursun. ilerleyen zamanlarda anlatmaya fırsat bulamadığım Rashibal maceralarımı buraya yazarım belki. İnanıyorum ki biricik hocam İzumi'yi ve diğer 29 arkadaşımı sizler de çok seveceksiniz
Misafir- Misafir
Geri: Rashibal Günlüklerim
Yakın bir zamanda Şişko Pagan'ın bir ayı tarafından kaçırılmasını anlatacağım.Bu hikayeyi anlatmadan önce hikayedeki birkaç arkadaşımı tanıtayım.
İlk önce Zacc abiden başlayayım. Zacc , grubumuzun en büyüğüydü. Eğitimimiz ilk başladığında 16 yaşında olduğunu hatırlıyorum. Bu da demektir ki şu an 24 yaşında... Acaba şu an neler yapıyordur? Umarım hayattadır.
Her neyse, Zacc'ın en belirgin fiziksel özelliği turuncu saçlı olmasıydı. Geniş omuzları vardı. Yüzü çiziklerle doluydu. Sinirlendiği zaman ürkütücü bir suratı olurdu.
Tek hayali güçlü olmaktı. Sürekli İzumi Sensei'ye meydan okur ve her seferinde de dayak yediğiyle kalırdı. Yine de bu durum onu mutlu ediyor gibiydi. Sadece Sensei ile kalsa yine iyi, bazen kendisine yakın güçte olduğunu düşündüğü arkadaşlarına da meydan okurdu. Yine de bana ve Mellony'e çok iyi davranırdı. Bazen Mellony ile gaza gelip ona meydan okurduk. Her seferinde başımızı okşayıp henüz güçsüz olduğumuzu ve büyüdüğümüz zaman severek meydan okumamızı kabul edeceğini söylerdi.Bu yüzden onu çok severdim. Umarım bir gün onu tekrar görebilirim. Böylece ona büyüyüp kocaman olduğumu ve güçlendiğimi gösterebilirim.
Hazır ismi geçmişken Mellony'den devam edeyim.
Bu Mellony. Çok tatlı değil mi? Yine de siyah saçlarına, mavi gözlerine, ikide bir kızaran yanaklarına bakıp onu kız sanmayın sakın. Mellony erkek. Benimle aynı yaştaydı ve çok iyi arkadaştık.En iyi arkadaşımdı diyebilirim. Her zaman birlikte takılırdık. Ayrıca aramızda kalsın ama benden hoşlanıyordu sanırım. Rashibal'den ayrılacağımız zaman ileride mutlaka buluşacağımıza söz vermiştik. Aradan 8 yıl geçmesine rağmen ondan en ufak bir haber alamadım. Tıpkı diğer arkadaşlarımdan da haber alamamam gibi...
Her neyse, Şişko Pagan'dan devam edeyim. Kocaman bir gözlüğü, yeşil bir pelerini vardı. Suratı o kadar çirkin sayılmazdı; fakat kocaman göbeği yüzünden sürekli dalga konusu olurdu. İlk başlarda arkadaşlık kurmakta zorlansa da yetenekleri sayesinde 29 kişilik grubumuzda bayağı popüler biri olmuştu. Duyuları muhteşemdi. Özellikle çok uzaktaki kokuları bile hissedebiliyordu. Bu da yokluktan kırılan bir adada nasıl göbek yaptığını açıklıyordu tabi.
Şimdi onu anlatmaya devam edebilirim. Kevın abi çok ilginç biriydi. Aşırı tembeldi ve eğitim yapmadığımız zamanlarda sürekli uyurdu. Her ortamda rahatlıkla uyuyabiliyordu. Aşırı zeki idi. Sanırım bu kadar zeki olması, daha fazla tembellik yapmak amacıyla sürekli pratik çözümler üretmeye çalışması yüzündendi. Ayrıca masum görüntüsünün aksine oldukça güçlüydü de. Zacc abi sürekli ona meydan okurdu. Yine de Kevın onu sakinleştirir ve dövüşten kaçardı. Kevın abi de böyle biriydi. Bana kalırsa o adam üşengeçlikten dolayı Rashibal'i terk etmemiştir. Ehehe.. çok uzattım sanırım. Hikayedeki son kişiye geçeyim hemen.
Ron abi de Zacc abi gibi 16 yaşındaydı. İzumi Sensei, sürekli Ron'u favori öğrencisi olarak gösterirdi. Bu durum Zacc'ı çıldırtsa da o da Ron'a saygı duyuyordu. Ron,Zacc ve İzumi sensei öncü grubumuzu oluşturuyordu. İkisi avlanmadaki en tehlikeli kısımlarda sensei'ye yardım ederdi.
Ron abi bizle çok az konuşurdu. Eğitim olmadığı zamanlarda ortalıktan kaybolurdu. Eğitim zamanı ise birden ortalıkta belirirdi. Nereye kaybolduğunu hiçbir zaman öğrenemedim. Sormaya da korktum açıkçası. Gerçi onu hiçbir insana zarar verirken görmedim; ama bilirsiniz, korkutucu biriydi işte... İlerde yeniden karşılaşırsak bu sefer çekinmeden onla sohbet edebilmek isterdim.
İlk önce Zacc abiden başlayayım. Zacc , grubumuzun en büyüğüydü. Eğitimimiz ilk başladığında 16 yaşında olduğunu hatırlıyorum. Bu da demektir ki şu an 24 yaşında... Acaba şu an neler yapıyordur? Umarım hayattadır.
Her neyse, Zacc'ın en belirgin fiziksel özelliği turuncu saçlı olmasıydı. Geniş omuzları vardı. Yüzü çiziklerle doluydu. Sinirlendiği zaman ürkütücü bir suratı olurdu.
- Spoiler:
Tek hayali güçlü olmaktı. Sürekli İzumi Sensei'ye meydan okur ve her seferinde de dayak yediğiyle kalırdı. Yine de bu durum onu mutlu ediyor gibiydi. Sadece Sensei ile kalsa yine iyi, bazen kendisine yakın güçte olduğunu düşündüğü arkadaşlarına da meydan okurdu. Yine de bana ve Mellony'e çok iyi davranırdı. Bazen Mellony ile gaza gelip ona meydan okurduk. Her seferinde başımızı okşayıp henüz güçsüz olduğumuzu ve büyüdüğümüz zaman severek meydan okumamızı kabul edeceğini söylerdi.Bu yüzden onu çok severdim. Umarım bir gün onu tekrar görebilirim. Böylece ona büyüyüp kocaman olduğumu ve güçlendiğimi gösterebilirim.
Hazır ismi geçmişken Mellony'den devam edeyim.
- Spoiler:
Bu Mellony. Çok tatlı değil mi? Yine de siyah saçlarına, mavi gözlerine, ikide bir kızaran yanaklarına bakıp onu kız sanmayın sakın. Mellony erkek. Benimle aynı yaştaydı ve çok iyi arkadaştık.En iyi arkadaşımdı diyebilirim. Her zaman birlikte takılırdık. Ayrıca aramızda kalsın ama benden hoşlanıyordu sanırım. Rashibal'den ayrılacağımız zaman ileride mutlaka buluşacağımıza söz vermiştik. Aradan 8 yıl geçmesine rağmen ondan en ufak bir haber alamadım. Tıpkı diğer arkadaşlarımdan da haber alamamam gibi...
Her neyse, Şişko Pagan'dan devam edeyim. Kocaman bir gözlüğü, yeşil bir pelerini vardı. Suratı o kadar çirkin sayılmazdı; fakat kocaman göbeği yüzünden sürekli dalga konusu olurdu. İlk başlarda arkadaşlık kurmakta zorlansa da yetenekleri sayesinde 29 kişilik grubumuzda bayağı popüler biri olmuştu. Duyuları muhteşemdi. Özellikle çok uzaktaki kokuları bile hissedebiliyordu. Bu da yokluktan kırılan bir adada nasıl göbek yaptığını açıklıyordu tabi.
- Spoiler:
- Spoiler:
Şimdi onu anlatmaya devam edebilirim. Kevın abi çok ilginç biriydi. Aşırı tembeldi ve eğitim yapmadığımız zamanlarda sürekli uyurdu. Her ortamda rahatlıkla uyuyabiliyordu. Aşırı zeki idi. Sanırım bu kadar zeki olması, daha fazla tembellik yapmak amacıyla sürekli pratik çözümler üretmeye çalışması yüzündendi. Ayrıca masum görüntüsünün aksine oldukça güçlüydü de. Zacc abi sürekli ona meydan okurdu. Yine de Kevın onu sakinleştirir ve dövüşten kaçardı. Kevın abi de böyle biriydi. Bana kalırsa o adam üşengeçlikten dolayı Rashibal'i terk etmemiştir. Ehehe.. çok uzattım sanırım. Hikayedeki son kişiye geçeyim hemen.
- Spoiler:
Ron abi de Zacc abi gibi 16 yaşındaydı. İzumi Sensei, sürekli Ron'u favori öğrencisi olarak gösterirdi. Bu durum Zacc'ı çıldırtsa da o da Ron'a saygı duyuyordu. Ron,Zacc ve İzumi sensei öncü grubumuzu oluşturuyordu. İkisi avlanmadaki en tehlikeli kısımlarda sensei'ye yardım ederdi.
Ron abi bizle çok az konuşurdu. Eğitim olmadığı zamanlarda ortalıktan kaybolurdu. Eğitim zamanı ise birden ortalıkta belirirdi. Nereye kaybolduğunu hiçbir zaman öğrenemedim. Sormaya da korktum açıkçası. Gerçi onu hiçbir insana zarar verirken görmedim; ama bilirsiniz, korkutucu biriydi işte... İlerde yeniden karşılaşırsak bu sefer çekinmeden onla sohbet edebilmek isterdim.
Misafir- Misafir
Geri: Rashibal Günlüklerim
ŞİŞKO PAGAN'IN KAÇIRILMASI(ilk kısım)
Aslına bakarsanız o gün de diğer günler gibi sıradan bir gündü. İzumi sensei, her gün yaptığı gibi gün doğumunda bizi kaldırdı. Ardından da Draak Dağı'nın içindeki ormana doğru yürümeye başladık. Bazı günler dağın içindeki ormana girmezdik; fakat her sabah dağa kadar yürürdük. Bu yürüyüşümüz yaklaşık 3 saat sürüyordu. İlk zamanlar 3 saat yürümekte çok zorlanıyordum. Küçücük ayaklarımın sürekli su topladığını hatırlarım. Yine de sensei hepimize güç vaat ediyordu. Ayrıca onun becerileri sayesinde karnımıza yemek giriyordu. Bu yüzden ne derse yapmaya çalışıyordum. Zaten 1 ay kadar sonra sabahın köründe kalkıp yürümeye alışmıştım.
Her neyse, dağın içindeki ormana girdikten sonra bir yarım saat kadar dinlenirdik. Ardından da sensei hepimizi bir araya toplayıp bir şeyler anlatırdı. Bu bazen tarihi hikayeler olurdu, bazense matematik bilgileri… En çok da gördüğü değişik adaları anlatırdı. Uçsuz bucaksız uzanan okyanuslardan, on binlerce insanın yaşadığı kalabalık adalardan bahsederdi. O zaman nispet yaparcasına bunları anlattığını düşündüğümden ona kızardım; fakat şimdi düşünüyorum da bunları anlatmasının amacı bizi denize açılmaya teşvik etmekti sanırım…
Tüm bunlardan sonra öğlen vakti gelirdi. Hep birlikte ormanın iç kısmına doğru ilerleyip avlanmaya çıkardık. Yakaladığımız şeyleri hep birlikte yedikten sonra da ormanı terk edip kaldığımız çadırlara geri dönerdik. O gün de 2 tane kocaman geyik ve birkaç tavşan yakalamıştık. Daha sonra da bunları pişirip yemeye başlamıştık.
Herkesin afiyetle yemeğini yediği sırada birden ayağa fırlayıp elini belindeki kılıca atan İzumi sensei: ‘’Hey, hepiniz arkama geçin çabuk!’’ diye bağırdı. Hepimiz senseinin arkasına geçmiştik ve ne olduğunu anlamaya çalışan gözlerle ona bakıyorduk. Tam o sırada bir ayı üzerimize doğru koşmaya başlamıştı. Sensei belindeki kılıcı kabzasından çıkardı. Ayı biraz daha yaklaştığında kafasını koparmayı planlıyor olmalıydı; fakat ayı ona iyice yaklaştıktan sonra bir anda sağa doğru saptı ve hala yemek yemekle meşgul olan Pagan’ı kapıp ormanın içine doğru koşmaya başladı. Ayı, Pagan abinin: ‘’Ne oluyor amına koyayım!’’ çığlıkları eşliğinde ormanın derinliklerinde kayboldu.
Herkes şaşkındı ve ne yapacaklarını öğrenmek için senseiye bakıyordu. İzumi sensei bir süre düşündükten sonra grupları ormanın çeşitli yerlerine doğru yönlendirdi ve yarım saat sonra tekrardan burada buluşacağımızı söyledi. Eğer ayıyı görürsek müdahale etmememiz ve gelip haber vermemiz gerektiğini de ekledi. Ardından da Zacc ve Ron abi ile birlikte ormanın içine doğru gittiler.
Bizim de belli bir yere gitmemiz gerekiyordu; fakat Kevın, tüm gruplar gittikten hemen sonra yattı ve uyumaya başladı. Baştan şaka yaptığını sanıp bir süre bekledik; fakat ciddi ciddi uyumuştu. Bir insan böyle bir ortamda nasıl uyuyabilirdi ki? Hemen Mellony ile birlikte omuzlarından tutup onu sarsmaya başladık.
Binbir çaba sonucunda onu uyandırabilmiştik. Yattığı yerden kalkmadan : ‘’Hey, neden beni uyandırdınız?’’ diye sordu. Bu soruya Mellony ile birlikte bağırarak ‘’ Asıl sen neden uyuyorsun!’’ cevabını verdik.
Bu cevap üzerine Kevın biraz dikleşip sırtını bir ağaca dayadı. Ardından da iki elini boynunda birleştirerek farklı bir tembelleme pozisyonuna geçti. İkimize birden ürkütücü bir şekilde baktıktan sonra: ‘’Hala anlamadınız mı?’’ dedi. ‘’Pekala ,anlayabileceğiniz şekilde anlatayım. Ayı, ormanın iç kesimlerine doğru yöneldi. O zaman neden sensei diğer 9 grubu ormanın dış kesimlerindeki tehlikesiz yerlere gönderdi?’’
Kevın’ın bu sorusunu Mellony cevapladı: ‘’ kendisinin de dediği gibi ayı farklı yerlere saparsa görüp haber vermemiz için değil mi?’’
Kevın ise: ‘’Hayır, onu sizi oyalamak istediği için söyledi. Ron ve Zacc ile birlikte ayıyı öldürmeyi amaçlıyor. Diğer kişilerin ayak bağı olmasını istemediği için onları ormanın tehlikesiz yerlerine postaladı.’’ dedi.
Böyle konuşmasına çok sinirlenmiştim. Daha önce hep birlikte ayı avladığımız olmuştu. Neden bu sefer bizi arkada bırakıyordu ki? Bu düşüncelerimi Kevın abiye de söyledim.
Biraz düşündükten sonra : ''Emin değilim; fakat size de garip gelmiyor mu? Normalde ayının Pagan’ı öldürmesi gerekirdi; fakat onu kaptığı gibi başka yere koştu. Bize saldırmadı bile. Çok saçma bir düşünce ama sanki akıllı bir insan gibiydi’’ dedi. Bu sözlerinden sonra uzunca esnedi ve: ‘’Ulan amma konuşturdunuz ha, ben uyuyorum. Siz de beni anladıysanız burada oturup bekleyin.Saçma bir şey yaparsanız sadece onlara ayak bağı olursunuz.’’ dedi.
Mellony ısrar edeceği sırada onu susturdum ve Kevın’a dönüp: ‘’Anlıyoruz o zaman yapacak bir şey yok.’’ dedim. Mellony bana meraklı bir şekilde baktığında da gülümsemekle yetindim. Gülümsememi görünce o da gülümsedi. Sanırım ne planladığımı anlamıştı. Sen konuşmasan bile ne düşündüğünü anlayan arkadaşlarının olması güzel bir şey…
Biraz bekledikten sonra Kevın abi uykuya dalmıştı. Uyuduğundan tamamen emin olduktan sonra Mellony ile birlikte kalkıp İzumi senseinin gittiği güzergahtan ormanın içine doğru yürümeye başladık.
Aslına bakarsanız o gün de diğer günler gibi sıradan bir gündü. İzumi sensei, her gün yaptığı gibi gün doğumunda bizi kaldırdı. Ardından da Draak Dağı'nın içindeki ormana doğru yürümeye başladık. Bazı günler dağın içindeki ormana girmezdik; fakat her sabah dağa kadar yürürdük. Bu yürüyüşümüz yaklaşık 3 saat sürüyordu. İlk zamanlar 3 saat yürümekte çok zorlanıyordum. Küçücük ayaklarımın sürekli su topladığını hatırlarım. Yine de sensei hepimize güç vaat ediyordu. Ayrıca onun becerileri sayesinde karnımıza yemek giriyordu. Bu yüzden ne derse yapmaya çalışıyordum. Zaten 1 ay kadar sonra sabahın köründe kalkıp yürümeye alışmıştım.
Her neyse, dağın içindeki ormana girdikten sonra bir yarım saat kadar dinlenirdik. Ardından da sensei hepimizi bir araya toplayıp bir şeyler anlatırdı. Bu bazen tarihi hikayeler olurdu, bazense matematik bilgileri… En çok da gördüğü değişik adaları anlatırdı. Uçsuz bucaksız uzanan okyanuslardan, on binlerce insanın yaşadığı kalabalık adalardan bahsederdi. O zaman nispet yaparcasına bunları anlattığını düşündüğümden ona kızardım; fakat şimdi düşünüyorum da bunları anlatmasının amacı bizi denize açılmaya teşvik etmekti sanırım…
Tüm bunlardan sonra öğlen vakti gelirdi. Hep birlikte ormanın iç kısmına doğru ilerleyip avlanmaya çıkardık. Yakaladığımız şeyleri hep birlikte yedikten sonra da ormanı terk edip kaldığımız çadırlara geri dönerdik. O gün de 2 tane kocaman geyik ve birkaç tavşan yakalamıştık. Daha sonra da bunları pişirip yemeye başlamıştık.
Herkesin afiyetle yemeğini yediği sırada birden ayağa fırlayıp elini belindeki kılıca atan İzumi sensei: ‘’Hey, hepiniz arkama geçin çabuk!’’ diye bağırdı. Hepimiz senseinin arkasına geçmiştik ve ne olduğunu anlamaya çalışan gözlerle ona bakıyorduk. Tam o sırada bir ayı üzerimize doğru koşmaya başlamıştı. Sensei belindeki kılıcı kabzasından çıkardı. Ayı biraz daha yaklaştığında kafasını koparmayı planlıyor olmalıydı; fakat ayı ona iyice yaklaştıktan sonra bir anda sağa doğru saptı ve hala yemek yemekle meşgul olan Pagan’ı kapıp ormanın içine doğru koşmaya başladı. Ayı, Pagan abinin: ‘’Ne oluyor amına koyayım!’’ çığlıkları eşliğinde ormanın derinliklerinde kayboldu.
Herkes şaşkındı ve ne yapacaklarını öğrenmek için senseiye bakıyordu. İzumi sensei bir süre düşündükten sonra grupları ormanın çeşitli yerlerine doğru yönlendirdi ve yarım saat sonra tekrardan burada buluşacağımızı söyledi. Eğer ayıyı görürsek müdahale etmememiz ve gelip haber vermemiz gerektiğini de ekledi. Ardından da Zacc ve Ron abi ile birlikte ormanın içine doğru gittiler.
Bizim de belli bir yere gitmemiz gerekiyordu; fakat Kevın, tüm gruplar gittikten hemen sonra yattı ve uyumaya başladı. Baştan şaka yaptığını sanıp bir süre bekledik; fakat ciddi ciddi uyumuştu. Bir insan böyle bir ortamda nasıl uyuyabilirdi ki? Hemen Mellony ile birlikte omuzlarından tutup onu sarsmaya başladık.
Binbir çaba sonucunda onu uyandırabilmiştik. Yattığı yerden kalkmadan : ‘’Hey, neden beni uyandırdınız?’’ diye sordu. Bu soruya Mellony ile birlikte bağırarak ‘’ Asıl sen neden uyuyorsun!’’ cevabını verdik.
Bu cevap üzerine Kevın biraz dikleşip sırtını bir ağaca dayadı. Ardından da iki elini boynunda birleştirerek farklı bir tembelleme pozisyonuna geçti. İkimize birden ürkütücü bir şekilde baktıktan sonra: ‘’Hala anlamadınız mı?’’ dedi. ‘’Pekala ,anlayabileceğiniz şekilde anlatayım. Ayı, ormanın iç kesimlerine doğru yöneldi. O zaman neden sensei diğer 9 grubu ormanın dış kesimlerindeki tehlikesiz yerlere gönderdi?’’
Kevın’ın bu sorusunu Mellony cevapladı: ‘’ kendisinin de dediği gibi ayı farklı yerlere saparsa görüp haber vermemiz için değil mi?’’
Kevın ise: ‘’Hayır, onu sizi oyalamak istediği için söyledi. Ron ve Zacc ile birlikte ayıyı öldürmeyi amaçlıyor. Diğer kişilerin ayak bağı olmasını istemediği için onları ormanın tehlikesiz yerlerine postaladı.’’ dedi.
Böyle konuşmasına çok sinirlenmiştim. Daha önce hep birlikte ayı avladığımız olmuştu. Neden bu sefer bizi arkada bırakıyordu ki? Bu düşüncelerimi Kevın abiye de söyledim.
Biraz düşündükten sonra : ''Emin değilim; fakat size de garip gelmiyor mu? Normalde ayının Pagan’ı öldürmesi gerekirdi; fakat onu kaptığı gibi başka yere koştu. Bize saldırmadı bile. Çok saçma bir düşünce ama sanki akıllı bir insan gibiydi’’ dedi. Bu sözlerinden sonra uzunca esnedi ve: ‘’Ulan amma konuşturdunuz ha, ben uyuyorum. Siz de beni anladıysanız burada oturup bekleyin.Saçma bir şey yaparsanız sadece onlara ayak bağı olursunuz.’’ dedi.
Mellony ısrar edeceği sırada onu susturdum ve Kevın’a dönüp: ‘’Anlıyoruz o zaman yapacak bir şey yok.’’ dedim. Mellony bana meraklı bir şekilde baktığında da gülümsemekle yetindim. Gülümsememi görünce o da gülümsedi. Sanırım ne planladığımı anlamıştı. Sen konuşmasan bile ne düşündüğünü anlayan arkadaşlarının olması güzel bir şey…
Biraz bekledikten sonra Kevın abi uykuya dalmıştı. Uyuduğundan tamamen emin olduktan sonra Mellony ile birlikte kalkıp İzumi senseinin gittiği güzergahtan ormanın içine doğru yürümeye başladık.
Misafir- Misafir
Geri: Rashibal Günlüklerim
2.kısım
1,5 saat boyunca ilerlememize rağmen karşımıza hiçbir şey çıkmamıştı. İzumi senseinin ekibini bulmak bir yana, bir tane hayvan bile görmemiştik. Hava çoktan kararmış, ayın cılız ışığı dışında önümüzü aydınlatan bir şey kalmamıştı. Kabul etmek istemesek de kaybolmuştuk. Hafiften korkmaya başlamıştım. Mellony’de korktuğumu hissetmiş olacak ki elini omzuma atıp: ‘’Korkma ben yanındayım’’ dedi. Omzuma attığı eli korkudan titriyor olmasa ve sesi her zamankinden daha ürkek çıkıyor olmasaydı ikna olabilirdim; fakat onun da korkuyor olması korkumu daha da arttırmıştı. Ah zavallı Mellony, benim yüzümden nerelere sürüklenmişti böyle. Mel’e geri dönmeyi teklif edeceğim sırada sol tarafımızdan şiddetli bir ses duyduk. Bir şey hızla bize doğru geliyordu. Mellony hemen önüme geçti ve cebindeki küçük bıçağını çıkarıp sese doğru tuttu. O an gerçekten de o bıçakla vahşi bir hayvanı öldürebileceğini düşünüyor muydu bilmiyorum. Yine de bu hareketi hoşuma gitmişti.
Sol tarafımızdan büyük bir vahşi hayvan gelmesini beklesek de gelen kişi Zacc abiydi. Yanımıza geldikten sonra biraz soluklandı. Ardından ikimize de esaslı birer tokat atıp bağırmaya başladı: ‘’ Niye Kevın’ın yanından ayrılıyorsunuz lan? Sizi bulana kadar canım çıktı. Bir dünya işin arasında bir de siz ikinizi bulmakla mı uğraşacağım ben? O kevın denen tembel herifi de iyi benzettim. Neden sizi bırakıp uyuyor ki. Of ulan of!’’ . Zacc abi tüm gücüyle tokatı yapıştırdıktan sonra canım çok acımıştı. Üstüne azar işitince de gözüm dolmuştu. Neredeyse ağlayacağımı fark ettiğinden bağırmayı kesti. Usulca eğilip ikimizin de başını okşadıktan sonra normal bir ses tonuyla konuşmasına devam etti: ‘’Sizi tekrardan geri götüremem sensei beni bekliyor. Benimle birlikte gelin, yolda neler olduğunu anlatacağım.’’
Zacc abi, ormanda yürümeye devam ederken neler olduğunu anlattı: ‘’ Bir süre koştuktan sonra bir mağaranın dibine geldik. Sessizce içeri göz attığımızda Pagan’ı baygın bir şekilde yerde yatarken gördük; fakat yanında bir ayı yoktu. Yanındaki kişi kahverengi sakallı iri yarı bir adamdı. Birini bekliyor gibiydi. Senseiye içeri dalmayı teklif ettiğimde teklifimi reddetti. Adamın kimi beklediğini görmesi gerektiğini söyledi. Ardından da beni yemek yediğimiz noktaya geri yolladı. Ben de çoktan dönmüş olan çocuklara neler olduğunu anlattım ve çadırlara postaladım. ‘’ Burada konuşmasını kesip bize doğru bakarak: ‘’ Sonra da hemen geri dönmeyi düşünüyordum. iki tane kıçık kırık veledin beni yavaşlatacağını bilmiyordum tabi.’’ dedi. Bu sözlerine korkudan cevap veremedik. Bir tokat daha yemek istemiyorduk çünki.
Her neyse, bir süre daha yürüdükten sonra Zacc abinin bahsettiği mağaraya geldik; fakat mağaranın çevresinde kimse yoktu. Biz de sessizce içeri girmeye karar verdik. İçeriye girdiğimizde gördüğümüz şey karşısında şoka uğradık.
Yer de yüzüstü yatan iki tane çelimsiz adam vardı. Ron abi ise bu adamların üstüne oturmuş bir vaziyette bekliyordu. İki omuzu da kanlar içindeydi. Sağ tarafında ise baygın bir şekilde yatan Pagan vardı. İzumi sensei ve Zacc’ın bahsettiği kahverengi sakallı adam ise ortalıkta yoktu.
Zacc telaşla Ron’un yanına koşup : ‘’Hey Ron ne oldu? İyi misin? İzumi sensei nerede? Konuşsana!’’ diye bağırdı.
Ron abi yavaşça kafasını Zacc’a çevirdi ve o erkeksi sesiyle: ‘’Nanimo Wakatta’’ dedi. Bir süre konuşmayı kestikten sonra devam etti: ‘’Sizi bekliyordum. Şimdi beni iyi dinleyin’’
1,5 saat boyunca ilerlememize rağmen karşımıza hiçbir şey çıkmamıştı. İzumi senseinin ekibini bulmak bir yana, bir tane hayvan bile görmemiştik. Hava çoktan kararmış, ayın cılız ışığı dışında önümüzü aydınlatan bir şey kalmamıştı. Kabul etmek istemesek de kaybolmuştuk. Hafiften korkmaya başlamıştım. Mellony’de korktuğumu hissetmiş olacak ki elini omzuma atıp: ‘’Korkma ben yanındayım’’ dedi. Omzuma attığı eli korkudan titriyor olmasa ve sesi her zamankinden daha ürkek çıkıyor olmasaydı ikna olabilirdim; fakat onun da korkuyor olması korkumu daha da arttırmıştı. Ah zavallı Mellony, benim yüzümden nerelere sürüklenmişti böyle. Mel’e geri dönmeyi teklif edeceğim sırada sol tarafımızdan şiddetli bir ses duyduk. Bir şey hızla bize doğru geliyordu. Mellony hemen önüme geçti ve cebindeki küçük bıçağını çıkarıp sese doğru tuttu. O an gerçekten de o bıçakla vahşi bir hayvanı öldürebileceğini düşünüyor muydu bilmiyorum. Yine de bu hareketi hoşuma gitmişti.
Sol tarafımızdan büyük bir vahşi hayvan gelmesini beklesek de gelen kişi Zacc abiydi. Yanımıza geldikten sonra biraz soluklandı. Ardından ikimize de esaslı birer tokat atıp bağırmaya başladı: ‘’ Niye Kevın’ın yanından ayrılıyorsunuz lan? Sizi bulana kadar canım çıktı. Bir dünya işin arasında bir de siz ikinizi bulmakla mı uğraşacağım ben? O kevın denen tembel herifi de iyi benzettim. Neden sizi bırakıp uyuyor ki. Of ulan of!’’ . Zacc abi tüm gücüyle tokatı yapıştırdıktan sonra canım çok acımıştı. Üstüne azar işitince de gözüm dolmuştu. Neredeyse ağlayacağımı fark ettiğinden bağırmayı kesti. Usulca eğilip ikimizin de başını okşadıktan sonra normal bir ses tonuyla konuşmasına devam etti: ‘’Sizi tekrardan geri götüremem sensei beni bekliyor. Benimle birlikte gelin, yolda neler olduğunu anlatacağım.’’
Zacc abi, ormanda yürümeye devam ederken neler olduğunu anlattı: ‘’ Bir süre koştuktan sonra bir mağaranın dibine geldik. Sessizce içeri göz attığımızda Pagan’ı baygın bir şekilde yerde yatarken gördük; fakat yanında bir ayı yoktu. Yanındaki kişi kahverengi sakallı iri yarı bir adamdı. Birini bekliyor gibiydi. Senseiye içeri dalmayı teklif ettiğimde teklifimi reddetti. Adamın kimi beklediğini görmesi gerektiğini söyledi. Ardından da beni yemek yediğimiz noktaya geri yolladı. Ben de çoktan dönmüş olan çocuklara neler olduğunu anlattım ve çadırlara postaladım. ‘’ Burada konuşmasını kesip bize doğru bakarak: ‘’ Sonra da hemen geri dönmeyi düşünüyordum. iki tane kıçık kırık veledin beni yavaşlatacağını bilmiyordum tabi.’’ dedi. Bu sözlerine korkudan cevap veremedik. Bir tokat daha yemek istemiyorduk çünki.
Her neyse, bir süre daha yürüdükten sonra Zacc abinin bahsettiği mağaraya geldik; fakat mağaranın çevresinde kimse yoktu. Biz de sessizce içeri girmeye karar verdik. İçeriye girdiğimizde gördüğümüz şey karşısında şoka uğradık.
Yer de yüzüstü yatan iki tane çelimsiz adam vardı. Ron abi ise bu adamların üstüne oturmuş bir vaziyette bekliyordu. İki omuzu da kanlar içindeydi. Sağ tarafında ise baygın bir şekilde yatan Pagan vardı. İzumi sensei ve Zacc’ın bahsettiği kahverengi sakallı adam ise ortalıkta yoktu.
Zacc telaşla Ron’un yanına koşup : ‘’Hey Ron ne oldu? İyi misin? İzumi sensei nerede? Konuşsana!’’ diye bağırdı.
Ron abi yavaşça kafasını Zacc’a çevirdi ve o erkeksi sesiyle: ‘’Nanimo Wakatta’’ dedi. Bir süre konuşmayı kestikten sonra devam etti: ‘’Sizi bekliyordum. Şimdi beni iyi dinleyin’’
Misafir- Misafir
Geri: Rashibal Günlüklerim
Son Kısım
Ron konuşmaya başladı: ''Siz gittikten hemen sonra, şu an üstünde oturduğum iki eleman geldi ve iri yarı olan kahverengi sakallı adamdan geç kaldıkları için özür dilediler. Kahverengi sakallı adam onları biraz azarladıktan sonra acele etmelerini söyledi. Eğer geç kalırlarsa Helen-san adındaki kişi onları cezalandırırmış. İki adam Pagan'ı bir çuvala yerleştirdiler. Ardından kahverengi sakallı adam onlara gitmelerini söyledi.
İzumi sensei adamlar gideceği vakit saldırıya geçti. O kahverengi sakallı adama doğru saldırırken ben de diğer iki adama saldırdım. Ben diğer iki adamı kolayca hallettim; fakat kahverengi sakallı adam diğer iki adamın yenildiğini görünce bir anda ayıya dönüştü ve İzumi senseiden sıyrılıp 2 omzuma pençelerini geçirdi. Sonra bir pençesini omzumdan çıkarıp karnıma saplayacağı sırada İzumi sensei ayının sırtında kılıcı ile derin bir yara açtı. Bundan sonra ayı koşarak ormanın dışına doğru kaçtı. Sensei de onu takip etmeye başladı.Ben de onunla birlikte gidecektim;fakat bana burada kalmamı söyledi. Zacc, Meirin ve Mellony'nin yakınımızda olduğunu ve onlar gelince Pagan'ı da alıp çadırlara dönmemi emretti.
Hepimiz bu hikayeye şaşırmıştık. Bir insanın ayıya dönüşmesine anlam veremiyorduk. Ayrıca bizim de geldiğimizi nasıl biliyordu. Bir de sanki bu Helen ismini bir yerden duymuştum; ama nereden duyduğumu hatırlayamıyordum. Aklım İzumi senseide olduğundan hatırlamak için konsantre de olamadım. Acaba iyi miydi? Onun gittiği yerden gitmeyi teklif edecektim; fakat Zacc abinin beni tekrar haşlamasını istemiyordum. Çaresiz bir şekilde hep beraber ormandan çıkıp çadırlara doğru yola koyulduk.
Çadırlara vardıktan sonra herkes dağıldı. Ben de sensei ile birlikte kaldığımız çadıra geçip onu beklemeye başladım. Zaman bir türlü geçmek bilmiyordu. Gece yarısını geçmesine rağmen sensei dönmemişti. Acaba ölmüş olabilir miydi? Bazen ona o olmasa çoktan ölmüş olabileceğimi söylerdim. O da :''Ben sadece buradan geçen bir yolcuyum. Bana sırtını dayamaya alışırsan tekrar eski günlerine geri dönersin.Er geç ayrılacağız sonuçta'' derdi. Onun sadece yoldan geçerken uğradığına ve bizden sıkılırsa bırakıp gidebileceğine inanmıyordum. Daha doğrusu ondan ayrılma düşüncesine katlanamıyordum. Bu yüzden sabaha kadar gözümü kırpmadan onun çadıra gelmesini bekledim.
Sensei gün doğumundan biraz önce odaya geldi. Üstü başı kan içinde olsa da kendisi iyi gözüküyordu. Beni görünce gülümseyerek ''Oh Meirin, demek hiç uyumadın. Seni endişelendirdiğim için üzgünüm. dedi. Ardından üstünü değiştirdi ve diğer öğrencileri kaldırmak için dışarı çıktı. Hepimizi meydanda topladıktan sonra yüksek sesle bağırarak konuşmaya başladı. Sanki çevremizdeki diğer çadırlarda kalan halkın da bu söylediklerini duymasını istiyor gibiydi: '' Herife bütün gece işkence etmeme rağmen bilgi vermedi.Patronu Helen hakkında hiçbir şey öğrenemedim. Şimdi siz söyleyin bakalım, 12 Kocalı Helen hakkında bir şey biliyor musunuz?
Ron konuşmaya başladı: ''Siz gittikten hemen sonra, şu an üstünde oturduğum iki eleman geldi ve iri yarı olan kahverengi sakallı adamdan geç kaldıkları için özür dilediler. Kahverengi sakallı adam onları biraz azarladıktan sonra acele etmelerini söyledi. Eğer geç kalırlarsa Helen-san adındaki kişi onları cezalandırırmış. İki adam Pagan'ı bir çuvala yerleştirdiler. Ardından kahverengi sakallı adam onlara gitmelerini söyledi.
İzumi sensei adamlar gideceği vakit saldırıya geçti. O kahverengi sakallı adama doğru saldırırken ben de diğer iki adama saldırdım. Ben diğer iki adamı kolayca hallettim; fakat kahverengi sakallı adam diğer iki adamın yenildiğini görünce bir anda ayıya dönüştü ve İzumi senseiden sıyrılıp 2 omzuma pençelerini geçirdi. Sonra bir pençesini omzumdan çıkarıp karnıma saplayacağı sırada İzumi sensei ayının sırtında kılıcı ile derin bir yara açtı. Bundan sonra ayı koşarak ormanın dışına doğru kaçtı. Sensei de onu takip etmeye başladı.Ben de onunla birlikte gidecektim;fakat bana burada kalmamı söyledi. Zacc, Meirin ve Mellony'nin yakınımızda olduğunu ve onlar gelince Pagan'ı da alıp çadırlara dönmemi emretti.
Hepimiz bu hikayeye şaşırmıştık. Bir insanın ayıya dönüşmesine anlam veremiyorduk. Ayrıca bizim de geldiğimizi nasıl biliyordu. Bir de sanki bu Helen ismini bir yerden duymuştum; ama nereden duyduğumu hatırlayamıyordum. Aklım İzumi senseide olduğundan hatırlamak için konsantre de olamadım. Acaba iyi miydi? Onun gittiği yerden gitmeyi teklif edecektim; fakat Zacc abinin beni tekrar haşlamasını istemiyordum. Çaresiz bir şekilde hep beraber ormandan çıkıp çadırlara doğru yola koyulduk.
Çadırlara vardıktan sonra herkes dağıldı. Ben de sensei ile birlikte kaldığımız çadıra geçip onu beklemeye başladım. Zaman bir türlü geçmek bilmiyordu. Gece yarısını geçmesine rağmen sensei dönmemişti. Acaba ölmüş olabilir miydi? Bazen ona o olmasa çoktan ölmüş olabileceğimi söylerdim. O da :''Ben sadece buradan geçen bir yolcuyum. Bana sırtını dayamaya alışırsan tekrar eski günlerine geri dönersin.Er geç ayrılacağız sonuçta'' derdi. Onun sadece yoldan geçerken uğradığına ve bizden sıkılırsa bırakıp gidebileceğine inanmıyordum. Daha doğrusu ondan ayrılma düşüncesine katlanamıyordum. Bu yüzden sabaha kadar gözümü kırpmadan onun çadıra gelmesini bekledim.
Sensei gün doğumundan biraz önce odaya geldi. Üstü başı kan içinde olsa da kendisi iyi gözüküyordu. Beni görünce gülümseyerek ''Oh Meirin, demek hiç uyumadın. Seni endişelendirdiğim için üzgünüm. dedi. Ardından üstünü değiştirdi ve diğer öğrencileri kaldırmak için dışarı çıktı. Hepimizi meydanda topladıktan sonra yüksek sesle bağırarak konuşmaya başladı. Sanki çevremizdeki diğer çadırlarda kalan halkın da bu söylediklerini duymasını istiyor gibiydi: '' Herife bütün gece işkence etmeme rağmen bilgi vermedi.Patronu Helen hakkında hiçbir şey öğrenemedim. Şimdi siz söyleyin bakalım, 12 Kocalı Helen hakkında bir şey biliyor musunuz?
Misafir- Misafir
Geri: Rashibal Günlüklerim
Yazış tarzın sade ve güzel, bende böyle yazmaya çalıştığım için okurken hiç sıkılmadım. Takipteyim
Misafir- Misafir
Geri: Rashibal Günlüklerim
Hikayeye devam etmeden önce hikayede yer alacak birkaç karakter tanıtmam gerek.
Peki neden ona ''12 Kocalı'' Helen diyorlar dediğinizi duyar gibiyim. Tam olarak bilmiyorum açıkçası; fakat adadaki dedikodulara göre kendisi biraz aşüfte biriymiş. Bir rivayete göre tam 12 kez evlenmiş ve malum işte kendisini tatmin edemediler diye 12 kocasını da öldürmüş. İsminin kaynağı buradan geliyor. Ayrıca kendisine Karadul diyenler de mevcut .
Şu kişi ise Cristie. Cristie,Helen'in tek kızı. Mavi renkli saçları ve mavi renkli gözleri var. Ayrıca mavi renkli süslü kıyafetler giyer. En büyük hayali denizlere açılmak ve büyük bir rotacı olmaktır. Denize açılmak istese de Helen onun adadan ayrılmasına izin vermediğinden evinde kös kös oturur.
Son olarak bu iki kişi Brüttüs ve Ceazar.Brüttüs sarı saçlı mavi gözlü olan. Ceazar da siyah saçlı ve siyah gözlü eleman. Rashibalde birlikte eğitim gördüğüm arkadaşlarımdan olurlar kendileri. İkiz olduklarını ve çok benzediklerini iddia ederler. Kimse onlara inanmayınca da sinir olurlar. Sürekli bir eğlence peşindedirler ve yaramazlık yapmadan duramazlar. Aramızda ailesinin tüm fertleri bir arada olan sadece onlar vardı.Belki de bu yüzden sadece onlar çevrede sürekli gülerek dolaşıyorlardı. Gerçi nedense ailelerinden memnun değil gibilerdi. İnsanoğlu işte. Elindekilerle yetinmeyi bilmiyorlar.
İkisi de ilk tanıştığımda 12 yaşındaydılar. Şu an 20 yaşına gelmiş olmalılar.Acaba hala hayattalar mı?
- Spoiler:
Peki neden ona ''12 Kocalı'' Helen diyorlar dediğinizi duyar gibiyim. Tam olarak bilmiyorum açıkçası; fakat adadaki dedikodulara göre kendisi biraz aşüfte biriymiş. Bir rivayete göre tam 12 kez evlenmiş ve malum işte kendisini tatmin edemediler diye 12 kocasını da öldürmüş. İsminin kaynağı buradan geliyor. Ayrıca kendisine Karadul diyenler de mevcut .
- Spoiler:
Şu kişi ise Cristie. Cristie,Helen'in tek kızı. Mavi renkli saçları ve mavi renkli gözleri var. Ayrıca mavi renkli süslü kıyafetler giyer. En büyük hayali denizlere açılmak ve büyük bir rotacı olmaktır. Denize açılmak istese de Helen onun adadan ayrılmasına izin vermediğinden evinde kös kös oturur.
- Spoiler:
- Spoiler:
Son olarak bu iki kişi Brüttüs ve Ceazar.Brüttüs sarı saçlı mavi gözlü olan. Ceazar da siyah saçlı ve siyah gözlü eleman. Rashibalde birlikte eğitim gördüğüm arkadaşlarımdan olurlar kendileri. İkiz olduklarını ve çok benzediklerini iddia ederler. Kimse onlara inanmayınca da sinir olurlar. Sürekli bir eğlence peşindedirler ve yaramazlık yapmadan duramazlar. Aramızda ailesinin tüm fertleri bir arada olan sadece onlar vardı.Belki de bu yüzden sadece onlar çevrede sürekli gülerek dolaşıyorlardı. Gerçi nedense ailelerinden memnun değil gibilerdi. İnsanoğlu işte. Elindekilerle yetinmeyi bilmiyorlar.
İkisi de ilk tanıştığımda 12 yaşındaydılar. Şu an 20 yaşına gelmiş olmalılar.Acaba hala hayattalar mı?
Misafir- Misafir
Geri: Rashibal Günlüklerim
Mmarbia evi, sabah saatleri...
Mitch kapıya 4 kere tıkladıktan sonra içeri girdi. Yanındaki ağır yaralı adamı kahverengi kilimin üzerine bıraktıktan sonra: ''Helen-san! Birkaç adam kaçırması için yolladığımız herif fena pataklanmış. Dili kesildiğinden de ona bunu kimin yaptığını öğrenemedik. Ne yapalım?'' dedi.
O sırada büyük deri koltuğunda bacak bacak üstüne atmış bir vaziyette otururken sol elindeki eti yemek ile meşgul olan Helen, Sağ eli ile Mitch'e kendi yanına yaklaşmasını işaret etti. Mitch yanına gelince de ona sağ eli ile sağlam bir tokat attı. Attığı tokat o kadar güçlüydü ki Mitch odanın ucundaki pencerenin yanında oturmakta olan Cristie'nin yanına kadar sürüklendi. Yavaşça doğrulup sol yanağını tuttu ve korku dolu gözlerle Helen'e baktı. Eğer suratında en ufak bir kızgınlık belirtisi varsa boku yemişti. Helen kesinlikle canını bağışlamazdı; fakat Helen koltuğundan bile kalkmadan etini yemeye devam ediyordu. Birkaç saniye sonra Mitch'e başını çeviren Helen, sakin bir ses tonuyla : ''Gerizekalı, yanında getirdiğin adamın pis kanı ile kilimimi kirlettin. O kilimi severdim.Buraya gel, seni öldüreceğim.'' dedi.
Bunu duyan Mitch çaresizce Helen'in yanına doğru yürümeye başladı. Daha önce hayatı için Helen'e yalvaranların acı sonlarını görmüştü. Bu yüzden canının bağışlanması için ona yalvaramazdı. Kaçmaya kalkması da anlamsızdı. Arkasını döndüğü an Helen'in tırnakları içinden geçerdi. En iyisi ölümü kabullenmekti. Belki böyle olursa acısız bir şekilde ölebilirdi.
Yürümeye devam ederken Cristie'nin sesini duydu: ''Anne, her gün birkaç adamını öldürüyorsun. Yakında hiç adamın kalmayacak. En azından sağ kolunun canını bağışlayamaz mısın?''
Bunu duyan Helen hiddet ile koltuğundan fırladı ve uzayan tırnakları ile kilimde yatan yarı ölü adamın kafasını kopardı. Ardından da ''Kızımın isteğini geri çevirecek değilim. Peki, bu seferlik öyle olsun bakalım. Hey Mitch! orada öyle dikilme! Bu ölü adamı ve kilimi dışarıda bir yerlere at. Zeminde kan lekesi görürsem senin de kafanı kopartırım! '' dedi, odadan çıkarken.
Mitch, Helen odadan çıktığı gibi kilimin yanına koştu ve ölü adamın cesedini kilime sardı. Ardından da zemine damlayan kan lekelerini temizledi. Kilim ile birlikte odadan ayrılacağı sırada Cristie'ye döndü ve ''Cristie-san. Sözleriniz sayesinde hayatım bağışlandı minnettarım dedi.''
Cristie ise bu sözlere okuduğu kitaptan başını kaldırmadan ''Önemli değil. Ölseydin okuduğum kitaba ara verip cesedini atmak zorunda kalırdım.'' demekle yetindi.
Mitch bu sözlerden sonra ağzını açıp konuşmanın akıllıca olmadığını düşündü. Kızı da annesi gibi psikopat biriydi. İkisini de sinir etmeye gelmezdi. Sessizce evden çıkıp cesedi atmak en iyisiydi.
Cesedi denize atıp karargahlarına geri döndüğü sırada koşarak yanına gelen 2 adamını gördü Mitch. Yanına gelen 2 adam biraz soluklandıktan sonra : ''Rapor vermeye geldik. Çadır bölgesinde kötü dedikodular dolaşıyor.2 adamımızı öldürüp bir adamımızı da çok ağır yaralayıp dilini kesen kişinin İzumi adındaki yaşlı bir kadın olduğu konuşuluyor. Ne yapalım?''
Mitch kapıya 4 kere tıkladıktan sonra içeri girdi. Yanındaki ağır yaralı adamı kahverengi kilimin üzerine bıraktıktan sonra: ''Helen-san! Birkaç adam kaçırması için yolladığımız herif fena pataklanmış. Dili kesildiğinden de ona bunu kimin yaptığını öğrenemedik. Ne yapalım?'' dedi.
O sırada büyük deri koltuğunda bacak bacak üstüne atmış bir vaziyette otururken sol elindeki eti yemek ile meşgul olan Helen, Sağ eli ile Mitch'e kendi yanına yaklaşmasını işaret etti. Mitch yanına gelince de ona sağ eli ile sağlam bir tokat attı. Attığı tokat o kadar güçlüydü ki Mitch odanın ucundaki pencerenin yanında oturmakta olan Cristie'nin yanına kadar sürüklendi. Yavaşça doğrulup sol yanağını tuttu ve korku dolu gözlerle Helen'e baktı. Eğer suratında en ufak bir kızgınlık belirtisi varsa boku yemişti. Helen kesinlikle canını bağışlamazdı; fakat Helen koltuğundan bile kalkmadan etini yemeye devam ediyordu. Birkaç saniye sonra Mitch'e başını çeviren Helen, sakin bir ses tonuyla : ''Gerizekalı, yanında getirdiğin adamın pis kanı ile kilimimi kirlettin. O kilimi severdim.Buraya gel, seni öldüreceğim.'' dedi.
Bunu duyan Mitch çaresizce Helen'in yanına doğru yürümeye başladı. Daha önce hayatı için Helen'e yalvaranların acı sonlarını görmüştü. Bu yüzden canının bağışlanması için ona yalvaramazdı. Kaçmaya kalkması da anlamsızdı. Arkasını döndüğü an Helen'in tırnakları içinden geçerdi. En iyisi ölümü kabullenmekti. Belki böyle olursa acısız bir şekilde ölebilirdi.
Yürümeye devam ederken Cristie'nin sesini duydu: ''Anne, her gün birkaç adamını öldürüyorsun. Yakında hiç adamın kalmayacak. En azından sağ kolunun canını bağışlayamaz mısın?''
Bunu duyan Helen hiddet ile koltuğundan fırladı ve uzayan tırnakları ile kilimde yatan yarı ölü adamın kafasını kopardı. Ardından da ''Kızımın isteğini geri çevirecek değilim. Peki, bu seferlik öyle olsun bakalım. Hey Mitch! orada öyle dikilme! Bu ölü adamı ve kilimi dışarıda bir yerlere at. Zeminde kan lekesi görürsem senin de kafanı kopartırım! '' dedi, odadan çıkarken.
Mitch, Helen odadan çıktığı gibi kilimin yanına koştu ve ölü adamın cesedini kilime sardı. Ardından da zemine damlayan kan lekelerini temizledi. Kilim ile birlikte odadan ayrılacağı sırada Cristie'ye döndü ve ''Cristie-san. Sözleriniz sayesinde hayatım bağışlandı minnettarım dedi.''
Cristie ise bu sözlere okuduğu kitaptan başını kaldırmadan ''Önemli değil. Ölseydin okuduğum kitaba ara verip cesedini atmak zorunda kalırdım.'' demekle yetindi.
Mitch bu sözlerden sonra ağzını açıp konuşmanın akıllıca olmadığını düşündü. Kızı da annesi gibi psikopat biriydi. İkisini de sinir etmeye gelmezdi. Sessizce evden çıkıp cesedi atmak en iyisiydi.
Cesedi denize atıp karargahlarına geri döndüğü sırada koşarak yanına gelen 2 adamını gördü Mitch. Yanına gelen 2 adam biraz soluklandıktan sonra : ''Rapor vermeye geldik. Çadır bölgesinde kötü dedikodular dolaşıyor.2 adamımızı öldürüp bir adamımızı da çok ağır yaralayıp dilini kesen kişinin İzumi adındaki yaşlı bir kadın olduğu konuşuluyor. Ne yapalım?''
Misafir- Misafir
Geri: Rashibal Günlüklerim
'’Gidin ve bahsedilen kadının kaldığı yeri tam olarak tespit edin; fakat onu haklamaya kalkmayın. Yerini öğrendiğinizde bana haber verin.’’ demişti Mitch. En akıllıca hamlenin bu olduğuna inanıyordu. Ayı zoanı yemiş birini haklamak… bahsedilen kişi sıradan biri değildi. Onun işini güçsüz adamları değil kendisi bitirecekti.
Bu Sırada, Çadır bölgesi
Sensei bize bir soru sormasına rağmen kimsenin cevap vermesini beklemeden Draak dağına doğru yöneldi ve ‘’Günlük programımızı aksatmayacağız. Dağa doğru yola çıkıyoruz. Konuşacaklarımızı orada konuşuruz’’ dedi. O sırada kendine gelmiş Pagan da aramıza katıldı ve otuzumuz da sabah yürüyüşüne başladık.
Tüm gece uykusuz kaldığımdan dolayı zar zor yürüyebiliyordum. Üstümde bir ağırlık vardı. Ayaklarım sanki benden bağımsız hareket ediyordu ve her an yürümeyi kesecekler gibiydi. Sensei ise gayet dinç duruyordu. Ya da bize dinçmiş gibi gözükmeye çalışıyordu. Hangisi doğruydu bilmiyorum; fakat o an onun bu dinç halinden çok etkilenmiştim. Yetişkinler çok havalıydı. Kendi kendime, ‘’Büyüdüğümde ben de bir yetişkin olacağım ve hiç uyumadan iki, hatta üç gün duracağım.’’ Diyordum.
Her neyse, uzun bir yürüyüşün ardından dağın içindeki ormana ulaşmıştık. Artık dinlenme vaktiydi ve neler döndüğünü öğrenebilecektik. Hemen senseinin etrafında bir çember oluşturacak şekilde oturduk ve meraklı gözlerle ona doğru baktık.
Sensei de merakımızı fark etmiş olacak ki direkt konuya girip dün gece neler olduğunu anlattı. Söylediğine göre ayıya dönüşebilen adamı yakalamış ve ona işkence yapmıştı; fakat adamın söylediği tek şey patronunun adıydı. Patronunun yerini, kaç kişi olduklarını vb. soruların cevabını bulamamıştı. Bu duruma sinir olunca da adam konuşmasın diye adamın dilini kesip onu bırakmıştı.
Bunları anlattıktan sonra Brüttüs elini kaldırdı ve Senseinin neden çadırların oradayken bağırarak konuştuğunu sordu.
Bu soruya ise Kevın cevap verdi: ‘’Bunda anlaşılmayacak bir şey yok’’ ‘’ dedi Kevın. Karşısındakilerin sayısını ve gücünü bilmeden kendi başına hareket etmek istemedi. İşkence ettiği adam ise hiçbir şekilde ona bilgi vermeyecekti. Böyle yaparak üzerine birkaç adam daha çekmeyi ve onlardan bilgi almayı planlıyor; fakat sensei, böyle gösterişli bir iş yapmak yerine neden adadakilere tek tek bildiklerini sormadınız? Helen’i adadakilerin çoğu tanıyor ve yeri de az çok belli. Üzerinize tehlikeli insanlar çekmeden de amacınıza ulaşabilirdiniz. Ayrıca madem üzerinize birilerini çekmek için söylenti yayacaktınız. Neden işkence ettiğiniz adam kimliğinizi söylemesin diye dilini kestiniz?’’ diye sordu Kevın.
Kevın abinin tam olarak ne demek istediğini anlamamıştım; fakat Sensei bu sorular karşısında kıpkırmızı kesilmişti. Yüzü adeta kırışıklıklarla dolu bir domatese benziyordu ve bu halini görünce hepimiz gülmeye başladık. Biz güldükçe Sensei daha da kızardı. Sensei daha da kızardıkça biz daha da güldük.En sonunda ‘’Kesin ulan bücürler! Tüm gece ayakta kaldıktan sonra sağlıklı düşünememiş olabilirim ne var bunda! Gülmeyi bırakın da Helen hakkında bildiklerinizi anlatın!’’ diye bağırdı. Senseiden bu sözleri duymak beni çok şaşırtmıştı. Uykusuz kaldığı için yanlış bir karar verdiğini söylüyordu. Demek ki senseiler bile uykusuzluğa dayanamıyordu.Kendi kendime ‘’Öyleyse bundan sonra hep erkenden yatıp uykumu alacağım. Yetişkin olsam bile!’’ diye düşündüğüm sırada Ceazar elini kaldırıp söz aldı:
‘’Helen hakkında bildiklerimizi anlatıyorduk değil mi? Öyleyse ilk ben başlıyorum’’
Bu Sırada, Çadır bölgesi
Sensei bize bir soru sormasına rağmen kimsenin cevap vermesini beklemeden Draak dağına doğru yöneldi ve ‘’Günlük programımızı aksatmayacağız. Dağa doğru yola çıkıyoruz. Konuşacaklarımızı orada konuşuruz’’ dedi. O sırada kendine gelmiş Pagan da aramıza katıldı ve otuzumuz da sabah yürüyüşüne başladık.
Tüm gece uykusuz kaldığımdan dolayı zar zor yürüyebiliyordum. Üstümde bir ağırlık vardı. Ayaklarım sanki benden bağımsız hareket ediyordu ve her an yürümeyi kesecekler gibiydi. Sensei ise gayet dinç duruyordu. Ya da bize dinçmiş gibi gözükmeye çalışıyordu. Hangisi doğruydu bilmiyorum; fakat o an onun bu dinç halinden çok etkilenmiştim. Yetişkinler çok havalıydı. Kendi kendime, ‘’Büyüdüğümde ben de bir yetişkin olacağım ve hiç uyumadan iki, hatta üç gün duracağım.’’ Diyordum.
Her neyse, uzun bir yürüyüşün ardından dağın içindeki ormana ulaşmıştık. Artık dinlenme vaktiydi ve neler döndüğünü öğrenebilecektik. Hemen senseinin etrafında bir çember oluşturacak şekilde oturduk ve meraklı gözlerle ona doğru baktık.
Sensei de merakımızı fark etmiş olacak ki direkt konuya girip dün gece neler olduğunu anlattı. Söylediğine göre ayıya dönüşebilen adamı yakalamış ve ona işkence yapmıştı; fakat adamın söylediği tek şey patronunun adıydı. Patronunun yerini, kaç kişi olduklarını vb. soruların cevabını bulamamıştı. Bu duruma sinir olunca da adam konuşmasın diye adamın dilini kesip onu bırakmıştı.
Bunları anlattıktan sonra Brüttüs elini kaldırdı ve Senseinin neden çadırların oradayken bağırarak konuştuğunu sordu.
Bu soruya ise Kevın cevap verdi: ‘’Bunda anlaşılmayacak bir şey yok’’ ‘’ dedi Kevın. Karşısındakilerin sayısını ve gücünü bilmeden kendi başına hareket etmek istemedi. İşkence ettiği adam ise hiçbir şekilde ona bilgi vermeyecekti. Böyle yaparak üzerine birkaç adam daha çekmeyi ve onlardan bilgi almayı planlıyor; fakat sensei, böyle gösterişli bir iş yapmak yerine neden adadakilere tek tek bildiklerini sormadınız? Helen’i adadakilerin çoğu tanıyor ve yeri de az çok belli. Üzerinize tehlikeli insanlar çekmeden de amacınıza ulaşabilirdiniz. Ayrıca madem üzerinize birilerini çekmek için söylenti yayacaktınız. Neden işkence ettiğiniz adam kimliğinizi söylemesin diye dilini kestiniz?’’ diye sordu Kevın.
Kevın abinin tam olarak ne demek istediğini anlamamıştım; fakat Sensei bu sorular karşısında kıpkırmızı kesilmişti. Yüzü adeta kırışıklıklarla dolu bir domatese benziyordu ve bu halini görünce hepimiz gülmeye başladık. Biz güldükçe Sensei daha da kızardı. Sensei daha da kızardıkça biz daha da güldük.En sonunda ‘’Kesin ulan bücürler! Tüm gece ayakta kaldıktan sonra sağlıklı düşünememiş olabilirim ne var bunda! Gülmeyi bırakın da Helen hakkında bildiklerinizi anlatın!’’ diye bağırdı. Senseiden bu sözleri duymak beni çok şaşırtmıştı. Uykusuz kaldığı için yanlış bir karar verdiğini söylüyordu. Demek ki senseiler bile uykusuzluğa dayanamıyordu.Kendi kendime ‘’Öyleyse bundan sonra hep erkenden yatıp uykumu alacağım. Yetişkin olsam bile!’’ diye düşündüğüm sırada Ceazar elini kaldırıp söz aldı:
‘’Helen hakkında bildiklerimizi anlatıyorduk değil mi? Öyleyse ilk ben başlıyorum’’
Misafir- Misafir
One Piece Rpg :: Rp Dışı :: Sanat
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz