One Piece Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Saniyeler

Aşağa gitmek

Saniyeler Empty Saniyeler

Mesaj tarafından Kawaii-sama Çarş. 17 Şub. 2016, 11:51

Şahsıma ait kurgudur, karakterimle alakası yok ama dursun şurada iki...
Kawaii-sama
Kawaii-sama
Admin

Mesaj Sayısı : 82
Kayıt tarihi : 12/02/16

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Saniyeler Empty Geri: Saniyeler

Mesaj tarafından Kawaii-sama Çarş. 17 Şub. 2016, 11:51

"Böyle davranmanı hiç bir şey değiştirmeyecek. Gördüğünüz gibi ben dürüst bir vatandaşım. Her ne kadar alt dünyada yaşıyor olsam da yanlış bir şey yapmadım. Yasalara uyan bir insanım." desem de bana inanmanız gerekmiyor ancak karşımdaki kişilerin inanması yeterli. "Dediğin şeylerin hepsi zırva! Uğraştırmadan anlat yoksa buradan asla-" derken yalan söylüyordu işte "Asla çıkamayacak mıyım? Yasalar hakkında hiç bir şey bilmeyen bir vatandaş gibi mi gördün size polis bey. Şu an tam olarak yetmiş iki saat olmasınaaa... İki dakika var. Eğer bu iki dakika sonrasında salınmazsam tüm büroya dava açacağım. Prosedürden haberim var." dedikten sonra şöyle bir gülme ihtiyacı hissettim. Polislerden birisi sinirlenmişti ve ötekinin kulağına yapışmıştı. Doğruyu söylediğimi biliyorlardı ve hakkımda hiç bir şey de bulamamışlardı. Bulamamaları normaldi çünkü ben yanlış bir şey yapmamıştım yasalar çerçevesinde.

Yetmiş saatlik esaretim bittikten sonra sonunda geldiğim yere geri dönebilirdim. Polis tarafından yakalanmayı kendim istemiştim aslında. Kendim hakkımda yalan bir telefonla ihbar yapmıştım. Birisini öldürdüğüme dair. Bunu yapmamıştım tabi ki, ben bir katil değilim nihayetinde. Kara borsa da düşünce ticareti yapan yasal bir satıcıyım. Polis merkezine gelmemin tek sebebiyse gök yüzünü görebilmekti ancak burası da aşağı şehirden farklı değildi. Hava her zaman o iğrenç kükürt ve dumanla kaplı. Teknolojinin gelişmesinin bir sonucu. İnsanlar daha fazlasını istedi, ve sonunda her şeyi tüketene kadar bunu elde ettiler. Yapay bacaklar, eller, kalp, kan. Yapay zeka. Hepsini elde ederken akıllarına gelen her şeyi bitirdiler. Şimdide fikirlerin alınıp satıldığı bir dünya haline geldik. Bundan yirmi yıl önce insanların zihinlerini bir birine bağlamayı kimse düşünemezdi bile. Herkesin tek bir zihinde buluşması gibi bir şeydi ilk çıktığında. Tüm insanların eşit olacağını düşündüler ancak dünya kaosa sürüklendi. Sonucunda bir dünya savaşı çıktı. Bu sefer zamanımın en değerli materyali için oldu. Düşünceler için.

Her şey öylesine tükenmişti ki. İnsanların düşündüğü şeyler her zaman var oluyordu. Sanat, bilim, felsefe her şey tıkanma noktasına gelmişti. Birisi bir şey düşünür düşünmez bu fikir bir sonraki gün gerçek olmaya başlamıştı. Fikir mülkiyeti kalmaz derken. Bu tasmaları yaptılar. İçi deri ile kaplı elektronik kelepçeler. Yine tüm insanların zihinleri bir birine karışmasın diye yapılmış sınırlayıcılar; ancak kendi beyniniz izin verirse açılabilirler. Bir de hakkınızda önemli bir dava varsa, terör ve dünya sistemine karşı anarşi gibi. Gerçi artık ikisi de aynı şey. Herkes aynı dili konuşuyor. Kimin nereli olduğunu anlamak bile imkansız hale geldi. Her ülke eyalet halini aldı, sonunda dünya hakimiyetine sahip oldular insanlar; tabi hakim olunacak bir topluluk kaldıysa. Her gün aynı şeyi yaparak çürüyen insanlar. Yeni bir şey çıktığı an herkes anında sahip oluyor. Bu dünya yeni fikirler ve ayrılıklar bittiğinde öldü.

Polis aracı kapıda bekliyordu bu sırada içine geçip oturdum. Onların gözetiminde "alt şehir" diye tanımlanan yere doğru yola çıktım. Onların gözetiminde olmasam sanki başka bir şey yapabilirdim. Alt şehir dediğimiz yer üst kat olarak kabul edilen toprak üstündeki şehrin alttaki mülteci şehri. Nüfus o kadar arttı ki, insanları artık yığacak yerler kalmadı. Tarlalar bile bina oldu. Ankaradan yola çıkan birisi sadece sokakları takip ederek Çin'e, Çin'den de Fransa'ya gidebilir. Belki de tek iyi yanı budur, şehir değiştirmek. Pek bir farkı yok diğer şehirlerinde gerçi. Uzaktan yapılan bombalamalar, nükleer başlıklar eski yapıları bile düm düz etti sayılır. Çocukluğumda var olan Eyfel Kulesi ya da İngiltere'deki ünlü saat kulesi bile artık yok.

Kirli hava yüzünden çocuk ölümleri her gün daha da artıyor ancak çocuk yardımından faydalanmak için hala insanlar karıncalar gibi ürüyor. Çocuklarını satıyorlar, onları yedek parça gibi kullanan zenginler için. Çocuğun bir anlamı bile yok. Fakirler zenginlerin besi hayvanı olmuş durumda. Bu dünya her geçen gün çürüyor. Alt şehirin durumuysa çok daha vahim. Güneş ışığını göremedikleri gibi yetersiz beslenen insanlar her gün kemikleri yüzünden bir bir düşüyor. Kirli hava ve su yüzünden zehirleniyorlar. Oto yollardan üst kata çıkmak içinse para gerekiyor ya da suçlu olmak. Basit bir suçta yetmiyor. Birilerini öldürmen gerekiyor. Üst kata ait vatandaşlık hakkı olan insanları. Onların zihinleri sana transfer ediliyor böylece içinde bir yerde insanlar üst katta yaşadıklarını düşünüyorlar ancak tamamen silinmekten başka bir şey değil bu.

Para kazanmak için yeni fikirler bulup bunu benim gibi insanlara getirmeliler, ilginç anılar da aynı şekilde ancak biz kaçakçıyız. Bizler de zenginlere çalışıyoruz ve bu anılardan düşüncelerden gelen paranın onda birini satıcıya veriyoruz. Hayatlarının bir kısmına karşılık alınabilecek en düşük parayı alıyorlar. Onlar için üzülüyorum ancak bu dünyanın kuralı bu. Bir milyon kor bulmak için yapmam gereken bu. Alt tarafta okul bile yok, gelen fikirler ve anılar da neredeyse hep aynı. Bu yüzden para bile kazanamıyorum aslında. Bir tek kuralım var bu konu hakkında gerçi, asla kendi fikir ve anılarımı satmam. Bir gün satmam gerekecekse o da arkadaşlarım için olacak muhtemelen.

Alt dünyanın havası üst tarafınkindan kötü olduğu kesin. Onların çatı katlarında bir kaç tane bitki olduğundan daha temiz ancak burada her şey daha farklı. Kanalizasyon sistemi eski yıkık şehirin sistemleri. Tamir etmeye bile çalışmıyorlar, eski metalleri eritip boru yapmaya çalışıyor cahiller. Su borularını da aynı şekilde yapmaya çalışıyorlar sonrasında da paslanmadan zehirleniyorlar. Cidden bu dünya çürüyor. Kendini geliştirmeye çalışan insanlar bile yok. Geliştirip ne yapacağız diye düşünüyorlar. Kapalı olsa da gök kubbeyi görmeye çalışmıyorlar. En azından ucuza meyve ve et yiyebileceklerken. Bu dünyada bile çocuk doğurup onları sağlıklı diye yutturarak bir şekilde üst kata çıkmaya çalışıyorlar. Doğan piçlerin sadece binde birlik bir kısmı yüzeye çıkabiliyor. Ne kokuşmuş bir dünya. İnsanları anlamayı unutalı da çok oldu zaten.

Polis arabasından apar topar atıldıktan sonra ayağa kalktım. Yerlerde her zamanki gibi idrar ve dışkı vardı, etrafta o garip toz bulutu da hala yerindeydi. Üstümdeki kürkü görüp gelen dilenci çocuklar da hala yerindeydi. Her şey aynıydı, her zaman aynıydı. Hiç bir zaman değişmedi. Sokaklardaki kırık taşları bile tamir etmeye çalışmıyor insanlar, ya da çöpleri toplamaya bile. Bir mahalleyi çöplük yapıyorlar ve bitiyor. Çocukken laf ettiğim her şeyi geri istiyorum şimdi, ne kadar zavallıca. Böyle bir dünyaya geleceğimi bilseydim, her gün daha çok sebze yerdim. Sürekli olarak konserve yemekten daha iyi olacağı kesin. En son ne zaman sulu bir domates yediğimi bile hatırlamıyorum. İçinde küçük tohumları olan sulu ve etli bir domates. Her ısırığında su çıkan, tatlı ekşi tadını öyle çok özledim ki, ya da peynir. Evet peynir. Nasıl olursa olsun her hangi bir peynit ama özellikle kaşar peyniri. Yağlı naif bi lezzet. Tanrım o kadar çok özledim ki! Bir parça için bir kaç insanın hayatını daha satabilirdim. Yeterli olmazdı gerçi, bu zamanlarda burjuva sınıfının hayatı para ediyor. İnsanların hayatının her yerinde acı var, sürekli hastalar. Aptal kadınlar, aşkları için saçma sapan kurulmuş entirikalara ihtiyaçları var. Böyle bir dünyaya ancak böyle şeyler yakışır zaten. Tek düze ve basit.

Burası benim evim. Epey para saydım, tabi harabe bir ev ancak! Duvarları tuğladan! Her yerdeki demir evlerden değil. Çatısı yok ancak çatıya da ihtiyaç pek yok zaten, kar ya da yağmur benim evimin üstüne gelmiyor. Yandaki tahliye borularıyla diğer evlerin üzerine geliyor ve bu aptal insanlar onları yağmur sanıp içiyor. Ben de bu suyu biriktiriyorum ancak en azından bunu arıtacak bilgiye sahibim. Üçüncü dünya savaşında savaşmış bir askerden almıştım bu bilgiyi, suyu bir kaba koyup ısıtmış. Bunları borular aracılığıyla başka bir kaba iletmişler. Suyun içindeki pislik ilk kapta kalmış böylece. Basit bir mantık ancak düşünmek gerek, bu dünyada da buna ihtiyaç yok.

"Evim evim, güzel evim değil mi!" diyerek girdim içeriye, hiç bir eşya yoktu. Gerçi köşedeki bilgisayar ve küçük sunucularımız vardı. Bir de direk bağlantımız. Biz derken kendimi John ve Hakan'ı kast ediyorum. Hakan savaş sırasında bir hekimin oğluymuş, babası döndükten sonra bilgilerini ona aktarmış ve sonra da beş yaşındaki bir çocuk gibi düşünerek ölmüş. Detaylara girmeyi pek istemiyorum. John en büyüğümüz, milwaukee mühendislik fakültesinde yazılım mühendisliği okuyormuş ancak savaşta atılan bombalardan birisi yüzünden kollarını ve bacaklarını kaybetmiş. Ben de ona benim için çalışması karşılığında yeni bir beden satın almayı teklif ettim ancak mekanik kollar istedi. Bence de daha iyi bu.
"Bu evin neresi güzel?" doğru söylüyordu Hakan, bu evin hiç bir yanı güzel değildi. "Yukarısı nasıldı?" dedi John. Ben de gülümseyerek "Her yer bok gibi, leş gibi ne fark eder. Gök yüzü bile sahte ama yine de orada olmak istiyor insan ve sabahları güneş oluyor; ayrıca! Bu evi almak için ne kadar çabaladım haberin var mı!? En azından iki yıllık stoğumuz var buna şükretmen gerek. Ayrıca yakında kan alacak paramızda olacak." demiştim. İmalı bir bakışla Hakan "Yapay kanı alt tarafa sokup diyalizle kendine işletmenin fiyatı hakkında bir fikrin var mı?" demişti. Çok pahalıydı neredeyse yukarı çıkmakla aynı fiyattaydı ancak bu olmadan her şekilde ölecektik. Gülümsedim bende "Çürümekten iyidir. Dışarıdaki çocukların ayaklarını görmedin sanırım?" aynı imalı bakışla geri dönmüştü bana "O bedenleri kimse satın almaz; dur durak bilmeden ürüyorlar. Yakında salgın hastalıklar çıkacak." demişti, o an aklıma lisedeki bir arkadaşım gelmişti "Hatırlıyor musun Hakan. Lise de bir çocuk vardı, üç boyutlu yazıcıyla ebola virüsü yazmıştı. Yüzlerce insan ölmüştü. Teknolojinin getirileri işte. Ben içeride uzanıcam beni çok yormayın bu gün. İşte yok zaten." iş olsa da pek bir şey fark etmezdi, ben teknik eleman değildim. Satıcıyı bulurdum sonrasında alıcıyı bulur iki kişi arasındaki ticareti gerçekleştiririm. Bir çeşit aracıyım ama risk ödemesi nedeniyle dokuza bir oranında kar kazanıyorum. Bunu yasal yoldan yapmak çok daha kolay ancak fiyat birden yüz ikiyüz katına çıkıyor, üstüne fikrin düşüncenin kopyasını alıyorlar. Katillik deneyimi satmak isteyen birisi için ölüm fermanı demek, aynı şekilde alıcısı içinde. Gerçi anlamıyorum bunu, alıcının katil olarak kabullenilmesi. Bi insanın katil anısı olunca kendisi de bir katil midir yoksa potansiyel bir katil midir?
Kawaii-sama
Kawaii-sama
Admin

Mesaj Sayısı : 82
Kayıt tarihi : 12/02/16

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Saniyeler Empty Geri: Saniyeler

Mesaj tarafından Kawaii-sama Perş. 18 Şub. 2016, 11:03

Çatısı olmayan odama gittim ve sonunda yatağıma uzanabildim. Bu eski yataklar gerçekten güzel oluyorlar. Uyurken düzgün zemin sağlamak için diye düşünülüp tasagruf amaçlı rahatlıktan ödün veren yeni sisteme karşı tasarım ve rahatlığın birleşimi olan bu yataklar. İşte bunlar gerçek yataklar. İnsanlar eskiden mutlu bir şekilde yaşamak için çabalardı, en azından ikibinonyedi yılının sonuna kadar bu şekilde ilerlemişti. Sonra dünya savaşı çıktı, dünyanın üçtebirini nükleer savaşla yok ettiler. Bu olması gereken bir şeydi. Bir yıl öncesinde bilim adamları yedek parça yapmayı başarmışlardı. Kanseriniz olsa bile belli bir miktar parayla o kısmı kestirip yedek parça taktırmak mümkündü. Sonrasında da hiç bir şey olmamış gibi gün sonunda taburcu olurdunuz. Eski modellerde iki yılda bir yenileme gerekiyordu ancak hastalıklar artık insan öldürmüyordu. Beyini etkileyenler dışında, ancak onu da zihin transferini bulduklarında aştılar nihayetinde. İnsanlar kendinin olmayan fikirleriyle yaşamaya başladıklarında zekiler ve aptallar arasındaki fark o kadar açıldı ki bir tarifi kalmadı. Avam sınıfı olarak görünen, o zeka seviyesi düşük yaratıklar sadece işçi olarak görüldü ve bu yer altı şehirleri kuruldu. Ben de onlardan birisi olarak görüldüm tabi bu hayatı bir yerde kendim seçtim. Bunu bir pazar alanı gibi görmüştüm, yanlış gördüğüm söylenemez ama burada ölmek tabutta olmaktan farksız.

Günüm rutin bir şekilde başlar. Sabah kalktıktan sonra duş alırım, sonrasında birikmiş suyu arıtmak için MSAC-01'e koyarım. Bu benim kendi icadım olan mükemmel su arıtma cihazı versiyon bir, isim vermekte pek iyi değilim tabi. Sonrasında pazar alanına gitmek için dilenci piçlerin ve kendilerini sert sanan sokak serserilerinin arasından geçerim. Arada bir bıçak çekerler bana ancak hepsi hasta küçük insanlar. Boyları bile artık bir buçuk metrenin üstüne çıkmamaya başladı. Güneş ışığı eksikliğinden oluyor. Parçalanmış taştan kaldırımları geçtikten sonra mavi demir binaların olduğu muhitlere gelirim, burada ilginç anılar bulabilirim. Bu nedenle bir süre göze çarpmadan ara sokaklardan geçerim. Tecavüzler için üst katta yaşayan çok özel bir müşterim var. Kendisi bunun koleksiyonunu yapıyor. Kavgalar için başka bir müşterim var ancak bunların transferi riskli, çünkü olay sadece beyin değil aynı zamanda omurgadaki refleks merkezi. Bu nedenle pekte istekli olmuyor, tabi özel bir parça çıkarsa ağzının suyu akarak bana gelir. Öldürmeler için pek müşteri çıkmıyor, insanlar bundan utanıyor gülünç bir şekilde. Neden utanırlar anlamam, her türlü anıyı alıyorlar. Bir bebekten doğum anını alan müşterim bile vardı. Bunca sapıklığa rağmen en doğal şey olan ölümü görmeyi ahlaksızca görüyorlar. Bu dünyanın kendisi ahlaksızca.
Ara sokaklarda gezerken sesleri takip ederim özellikle. Yeterince iğrenç bir şey bulursam, bunu kaydederim ve alttan devlete satarım. Bunları işkencelerde kullanırlar, bir anlamda dokunuzmazım. Yok parasına satıyorum ancak devlete en azından bir parmak atmak önemli. Arkamdan gelen varsa hiç yoktansa haberim olur.
Sesleri bir süre daha takip ederim, etrafta genelde inlemeler olur. Tecavüzler ve ya çiftlerin satılık piçleri yapım aşamasıdır bu. Merkeze ilerledikçe bu sesler azalır. Uyuşturucu satıcıları başlar, onların anılarını kimse almak istemez. Uyuşturucu psikolojik bir bağımlılıktır. Birine bunlardan satabilsem benim müptelam olurdu. Sonunda da gerçekten kullanmaya başlardı, bu güzel bir fikir aslında. Bunu bir gün denemeliyim. Belki de uyuşturucu bağımlısı birine bunları satarım, böylece o kafayı yaşar ancak vücuduna dokunulmamış olur.
Uyuşturucu satıcıları buranın en zenginleridir, ellerinde her şey vardır. Sadece haplar değil, alkol ve sigara da onların tekelindedir. Bir çeşit tekel marketler kısacası. Söz oyununu anladın mı! Neyse, onlar bu cehennemi güzelleştiren yegane varlıklar. Üst katta yaşarlar ancak torbacıları denetlemek için her gün gelirler. Torbacıları dikkatli seçmeleri bende saygıları olmasını sağlıyor. Bu adamlar arasında bir de benim torbacım var, ondan antibiyotik ve ada çayı alırım. Bir de bira. Uyuşturucu ilaçlar çok pahalı olduğu için adaçayı kullanırım, her şeyi internette bulabilirsiniz tabi ki eski dillerden ingilizceye sahipseniz. Tüm bilgileri bulmanız mümkün, adaçayını ne kadar kullanırsan uyuşturucu olur bunu öğrenebilirsin, bu şekilde zihin transferi sırasında alıcı ve satıcının yatışmasını sağlarım. Normalde bu işlem yapılmaz ancak bunu yapmadığım bir seferinde ağzından köpük gelerek ölen bir adam vardı. Alıcı bunu da satın almak istemişti. Ölüm anını merak ediyormuş. Sonrasında oturup yarım saat onu izlemişti. Adamı yakmamız gerekti. Et kokusunu duyan evsizler koşarak onu parçaladılar. İnsan olduğunu söylediysem de yemeye devam ettiler. Taze et bulmak büyük bir sorun. Ölü insanların eti bile yenecek gibi değil, hepsi hasta ve yaşarken çürüyorlar.
Şehir merkezine geldiğimde bedava "yemek" dağıtan araçlar gelir. Üçümüz adına karnemizdeki haftalık hakkı alırım, sonrasında paramızın bir kısmına alabildiğim en kaliteli yiyecekleri alırım. Geri dönüş yolunda aynı rutinleri izlerim, bir şey bulamazsam vakit kaybetmeden eve döner su arıtma cihazını kapatıp kendi projelerime dönerim. Yeni şeyler bulamıyorum, tabi bir tanesi dışında ancak eski şeyleri kendim yapınca maliyetine oluyor ve parça değiştirmek gerektiğinde yine aynı şekilde kendim yapabiliyorum. İş bulabiliyorsam adamı eve getiririm. Kafatasında gözle zor görülen bir tel ile elektronları beynine sokarım. Bahsettiği anıyı ilzerim, eğer iyi bir şeyse adamı evimdeki konuk odasına yerleştiririm. Saçma sapan bir anı çıkarsa karşıma ya da çok alışa gelmiş bir şey, adamın aklından o anıyı ve beni görüşünü silerim. Eğer sadece son anı yani beni görüşünü silersem, bir sonraki beni görüşünde yine benimle aynı şekilde konuşacak ve bunlar devam edecek. Saygısız diyor bana arkadaşlarım, pek çok insan da ahlaksız; ancak hepimizin yaptığı bu değil mi? Devlet işçileri onlara verilenleri yapıyorlar, şuraya ve şuraya birer imza. Bu imzanın ne anlama geldiğini düşünmeden başka bir yere iletiliyor, o da başka bir yere iletiyor. Sonunda en tepeye kadar tırmanıyor ve yeni bir yasa çıkıyor, belki de haberlere çıkıyor. Ortalık biraz karışıyor, bu karışıklıkları ört pas etmek için başka şeyler çıkarılıyor ve şanslıysak birileri ölmüyor. Daha basit bir örnekle, yola bir taş koyuyorsunuz. İyi eğitilmiş köleleriz nihayetinde.

Dünyaya bir baktığımızda, böyle olması hiç şaşılacak bir şey değildi. Hepimiz eğitilmiş birer köpeğiz nihayetinde. Otur dendiğinde oturduk, ölü taklidi yap dediklerinde hepimiz ölü taklidi yaptık. Hiç bir şey fark etmeden yönetildik. Dünya tarihine baktığımda her an bunu görüyorum.
Tanrı önce melekleri ve şeytanı yaratmış. Pek çok farklı kitap var ancak genelinde bu şekilde anlatılır. Basit ve anlamsız belki de bizim anlayamayacağımız bir sebepten ötürü şeytan ve tanrı bir iddiaya girmiş. Sonunda insanlar bu oyunun bir parçası olarak dünyaya ilk hezimet ile yollanmış. En azından kutsal kitaplarda anlatılan bu şekilde. Bilimin anlattığıysa dünyanın patlama sonucunda oluşup gezegen şartlarından dolayı aminoasitlerin olşması ve ilk organizmaların yaratılması olmuştu. Her iki şekilde de insanı tatmin etmeyen bir sebe. Bu yüzden geçmiş ve gelecek arasında zaman mantığını kavramakla geçirilmiş binlerce yıldan bahsedebiliriz. Sonuçta özgür irademi yok ve bir şeylerin parçasıyız. Aynı karıncalar gibi. Belki de dışarıdan biz sadece bir karıncayız. Hani kum havuzu yaparlar ya. İçine yüzlerce karınca koyarlar ve davranışlarını incelerler. Sonra onları yönlendirirler. Fareleri labirente koymaları gibi. Bu bakış açısına göre kader gerçek değil mi? Sonuçta fare kendinin bir labirette olduğunu anlayamaz. Bizim de hayatı anlayamadığımız gibi. İnsan yaratıldıktan sonra ne oldu peki? İlk kadın, ilk erkek. Bir birleri için yaratılmışlardı. Dünyanı tüm zorluklarına göğüs germek için yollanmış bir çift. Bir birini tamamlamak için tasarlanmış ili bedene sahip canlılar. Düşünebilme yetisine sahip olanlar. Sözde şeytan bir şekilde yine ortaya çıkıyor. Belki de dışarıdaki adamlardan birinin eğlenmesi için parmağını oynatmasıdır. İlk insanın sözde iki erkek ve bir kız çocuğu oldu. Şeytan da bu şekilde fısıldadı ilk insanlara. İkinisine de tek bir kadına sahip olması için, belki de onurdu bu. Savaşlar başaldı böylece. Silahlar yaratıldı, insan kendini koruyabilir ya da bir diğerine üstünlük kurabilecekti artık. Bir sopa ve bir parça hayvan derisini bir birine bağladı insan, onun ucuna taş koydu ve onu da bağladı sopaya. İlkel bir çekiçle diğerinin beynini patlattı. Basit bir sopa ve taşla başladı bunlar. Bilim adamları yine başka şeyler söyledi. İlk kadın vardı ama erkek çok fazlaydı. Onlardan birisinin belki de tecavüzü nedeniyle modern insan denilen ırk doğuyor. Ne bir birini öldüren kardeşler ne de yeşil koca bir dünyadan bahsediyorlar.Salt gerçeklik. Bilim bu yüzden güzel ancak ilgi çekici değil. Süslü din insanların ilgisini daha çok çekiyor. Dinler ortaya çıktı, herkes kendine göre yorumladı. Bazı devletler zayıfladı ve yok oldu bu dinler yüzünden ancak bazıları da yükselmeye devam etti. Sonradan çöktüler. Dinler insanları delirtti. Pek çok farklı bakış açısı ortaya çıkardılar. Olması gereken belki de temel dört ilke vardı. Ancak Sonunda insanlar pek çok farklı inanca sahip oldu.Dinsizlik bile bir inanç olarak ortaya çıkyı. İnsanlar çok garip. Çok... Dinler devam ederken teknoloji başladı, savaşlar ve dini yaymak için çıkarılan savaşlarda üstün gelmek için savaşlar. Her yerde savaşlar kıtlık ve sefalet başladı. İyi bir savaşçı olan dedesinden dolayı bir kişi milyonları yönetir oldu, akıllandıklarında demokrasi geldi ancak yine aynı şey olmuştu. Kendi istediklerini asla ypmayacak liderler seçildi. Teknoloji yükseldi ve yükeldi. Toplu katliyamlar kıyımlar, insan deneyleri, belki bizim gibi olduklarını bilmediğimiz gizli kapama deneyleri, pek çok şey ortaya çıktı. İnsan hayatının parayla değer biçildiği bir yaşam başladı. Devler liderlerinin kendi istekleri uğruna insanları param parça ettikleri bir dünya ile baş başa bırakıldı insan. Silah sanayisi para aklamak için kurulan başka bir çok işe yaramaz sanayi ile birlikte yükselişe geçti ve en iyi yirmi en iyi on ülke diye bilmediğimiz saçma sapan şeyler tepemize çıkarıldı. Bir birlerinden daha çok faydalanmak için paktlar kuruldu; ancak insan sonunda hala birilerinin kölesiydi. Bir iki üç. Üç dünya savaşı geçirdi bu dünya. Sonunda yeşile hasret kalmanın anlamını tam anlamıyla kavrayabileceğimiz bir hale geldi. Teknoloji sayesinde belki başka bir gün doğamayacağım. İnsanlar sonunda kısırlaşmaya başladılar. Yaşam süreleri asırlara ulaşmaya başladı. Yeni fikirler ve zihinlerin sonu gelmeye başlamıştı.

Savaşlar her şeyi tetikledi derken, pek çok güzel şeyi de tetikleyeceğini düşünürdüm küçükken. Bir barış zamanı gelecekse bu savaştan sonra olacaktı, savaş olmadan asla barış olmazdı ancak sürekli insanlık bir savaş halindeydi. Sonunda Cengiz'in, İskender'in ve daha nicelerinin istediği birlik sağlandığında insanlık çökmüştü çoktan. Herkesin bir olduğu bir nehir olması bekleniyordu dünyanın ancak bu olmamıştı. Şimdi domatese bile aç bir halde kaldık. Salondaki koltuğa uzanıp ne zaman domatesten bahsetsem John aynı şeyleri söyler. Her gün bu konuşma olur. "Keşke domatesimiz olsaydı." derim, sonrasında John "Sen domatesi eskiden de sevmezdin hala daha sevmiyorsun." der ve bilgisayarda yaptığı işlere devam eder. Ben de olduğum yerde uyurum.
Genelde bir ayım bu şekilde geçer ancak bir gün, kalkıp duş alırım. Sonrasında bir konserve açar kahvaltımı yaparım. Ardından sokağa çıkıp insanları izlemeye başlarım. Uyuşturucu satıcılarını izlerim, parasız dönen birini gördüğümde işim başlar. Onu bir kaç sokak takip ettikten sonra arkasına yaklaşırım ve "Paraya mı ihtiyacın var?" diye fısıldarım. Adam aniden geriye döner yüzüme bakar, üstümü süzer. Elleri ayakları titrer, gözlerinin altı çökmüştür, tırnaklarında siyah tortular vardır ve terlemeye başlar.
Adama vreceğim tek bir teklif vardı, pek iyi görünmüyordu vücudu. Bu yüzden yedek parça satmasını isteyemezdim, ayrıca uyuşturucu bağımlısıydı. Aklı pek iyi çalışmıyordu, muhtelemen aktarmayı başaramadan ölecekti. Bu benim sorunum değil, ben ona hizmetimi sunmak için buradayım. Cevabım gerektiğinden fazla uzadığı için gitmem gerekiyor, yoksa kimliğimi açık edeceğim. Tam geriye dönmüşken adam benim omzuma elini atıp "Ne yapmam gerek!?" diye heyecanlı bir şekilde sordu. Jack pot.
Kawaii-sama
Kawaii-sama
Admin

Mesaj Sayısı : 82
Kayıt tarihi : 12/02/16

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Saniyeler Empty Geri: Saniyeler

Mesaj tarafından Kawaii-sama C.tesi 27 Şub. 2016, 02:07

Ona dönüp omzumu silkeledikten sonra "Çok bir şey yapmana gerek yok aslında." dedikten sonra "Daha önce hiç birini öldürdün mü?" diye sordum. Adam ne cevap vereceğini bilememişti, buralı gibi görünmediğim kesindi. Tereddüte düşmüştü ancak uzun zamandır ilaç almadığı kesindi, bu yüzden elinde ne varsa söylemek zorundaydı. Bunu düşündüğünü bile düşünmüyorum, sadece ona verilecek emiri bekliyor. Sonrasında dünyayı patlatacak olsa bile o düğmeye basacak. İstemsiz bir şekilde "Benim için sorun olmaz...Ne kadar vereceksin..." diye bir cevap geldiğinde ona her şeyi yaptırabileceğimi biliyorum. Adama bakıp "İşini ne kadar iğrenç yaparsan o kadar para kazanacaksın zavallı dostum, şimdi beni takip etmeni istiyorum." deyip ilerlemeye başlayacaktım. Adam zayıf ayaklarını yere sürterek beni takip ederken karşısına ne çıkacağını merak ediyordu ancak benim hedefim tam karşımdaydı. İleride bir kız vardı, genç bir kız. Yaşları yirmiye yaklaşıyordur ancak daha büyük değildir. Burası için güzel sayılabilecek birisi. Umurumda değil hoş. Tek başına kalana kadar onu on metre geriden takip ettik sonrasında kızı gösterip cebimden kör bir bıçak çıkardım "Onu sizi görebileceğim bir yere çekmeni istiyorum. Yaklaşık yirmi saat kadar tecavüz etmen gerekiyor, sonrasında onu bu bıçakla parçalayıp yemeni istiyorum. Sorun olmayacak değil mi?" dediğimde adam daha çok titremeye başlamıştı. Buna gülümseyip "Biliyorsun değil mi? Deneyebileceğin her şeyi denedin zaten. Eminim kendine bile vurdurmuşsundur ama asla paran yetmedi değil mi? Sana bir kilo kristal alacağım bu işin sonunda. Eğer yeterince iyi olursan iki yüz gram kadar toz bile elde edebilirsin sonunda." dediğimde bu bitmişti. Titremesi kesildi. Bıçağını alıp yürümeye başladı.
Olanlar o kadar iğrençti ki, oturup onları izlemek midemi kaldırmıştı. Malımın gerçekliğini kanıtlamak zorundayım, bu yüzden de kendim teyit etmeliyim. Kızı param parça etmişti. Ona canlıyken bile tecavüz etmedi. Onu parçalarına ayırdı önce. Kör bıçakla rahmini defalarca deşti, kız ölemedi bile. Bıçak o kadar kördü ki vücuduna girerken delemiyordu. Derisini ve etini parçalıyordu. Her yer kan olana kadar bıçakladı kızı, sonrasındaysa onun bedenini parçaladı. Bel kısmını ayırdı, bacaklarını kesti ve bir saat önce yaşayan kızın bedenini sanki bir et parçasıymış gibi kullanmaya başladı. Göğüslerini kesip onları emdi, sonra onları pişirip yerken becerilebilecek her yerini becerdi. Ölü bedene ancak bu kadar saygısızca davranılabilirdi. O kadar kör olmuştu ki karnesindeki yemeklerle uyuşturucu takas etmek aklına bile gelmemişti. Bu iyiydi, evet çok güzeldi. İğrençliğin resitaliydi sanki karşımdaki. Ben uyuduğumda bile devam ediyordu. Kemikleriyle bile kıza tecavüz etmişti. Kız denebilirse, artık karşısındaki şey bir et parçasıydı nihayetinde. Kim bilir neler düşünüyordu kız. Yaşamnının güzelleşeceğini belki bir gün üst kata çıkacağını düşünüyordu. Çok naif ve güzel bir hikaye ancak asla olmayacak. Sıra kafasını yemeye geldiğinde adamı durdurmam gerekiyordu. Beyinde ölümünden iki dakika sonrasını net olarak kaydetmiş olması gereken reseptörler vardı. Tasma bunu sağlayacaktı katilin kim olduğunu bilinmesi için. Adamı durdurduğumda her yeri kan ve meniydi. Omzuna vurup gülümsedim "İyi işti zavallı yaratık" dedim ve onu kaldırıp evime götürdüm. Evimde ayırdığım tozdan bir miktar verip onu boş odalardan birine zincirle bağladıktan sonra John ve Hakan ile görüşmem gerekiyordu.

Hakan'a dönüp "Bize yarım saat içerisinde açılacak temiz bir telefon hattı gerekiyor. Aynı şekilde yarım saatte açık kalması gerekiyor." dediğimde gelecek cevabı biliyordum, aynı konuşma sürekli olarak yapılıyordu ve yine başlamıştı; "Üst katı arayacaksan daha fazla vakte ihtiyacım var, lağımlardan direk bağlantı kurmamız gerekiyor bili-" derken sözünü kesmem gerekmişti."Biliyorum biliyorum, ancak arkadaki bağımlığının anılarını hemen çıkarmak istiyorum. Tabi John bana yirmi saatlik bir anıyı kaldıracak genişlikte bir sunucumuz var derse işler değişir." demiştim gülümseyerek, çünkü olmadığını biliyordum. En fazla on dokuz saat alabiliyor sunucularımız ve böyle bir şeyin bir dakikası bile çok değerli. Her zaman çıkacak saflıkta bir iğrençlik değil. Taze ve en net anlarında çıkarmak gerekiyor. Hakan ve John da durumu biliyordu, bu yüzden işlerine koyuldular. John bilgisayarı ve makinayı hazırlamaya başladı. Ben de aynı şekilde telefonum hazır olunca onu elime aldım, numaraları çevirdim.
"Dııt.Dııt."
"Merhabalar, merhabalar! Edward Riley ile görüşmek istiyordum. Hayır beni şahsen tanımıyor ancak ona Hayali Oyuncaklar anonim şirketinden aradığımı söyleyin, çok uzun sürmeyecek konuşmamız. Evet, evet Tittoor. İki 'te' ve iki 'o' ile. Bekliyorum evet. Merhabalar, sizin oğlunuz için istediğiniz özel oyuncak hazırlandı. Beklendiğinden daha iyi olduğunu söyleyebilirim. Evet, evet dediğiniz gibi kendim de denedim oyuncağı. Gerçekten bir şaheser ile karşı karşıyasınız. Hatta size özel başka bir şey daha bulduk, evet yapımcısı ile özel bir görüntü. Yarım saat içerisinde hazır olacak, yaklaşık yirmi saat süreceğini düşünüyorum. Malesef başka bir gün olacak bir şey değil bu, bir daha denersek aynısının olacağının ve doğallığın garantisini veremem. Oğlunuzun seveğine meinim. Evet aynı fiyat, klasik saatlik ücret. Evet bekliyorum."
Konuşmanın sonunda herkes olacakları anlamıştı, ben de iş puromu almak için odama gidip dolabımı açtım. Bir kaç yıl öncesinden kalma bir paket purom vardı. Kendimi kontrol etmekte iyi değilim ancak hayatımda çektiğim kırmızı çizgilerden birisi de bunları sadece iş zamanında içmek. Cebime koyduktan sonra kural 2'nin vakti gelmişti. Önceden çantama koyduğum kafayı çıkarıp yükleme için bilgisayara bağladıktan sonra uyuşturucu müptelasının da verilerini işleme vakti gelmişti. Önce başlangıca gitmemiz gerekiyordu bu yüzden biraz uzun sürecekti. Bu sırada Edward'da gelmişti.
"Hoş geldiniz. İstediğiniz an hazır, isterseniz başlangıç vaktini belirleyelim." dedikten sonra konuşmadan başıyla onaylamıştı arabasından. Uzakta bir yere park ettikten sonra dilenci kıyafetleriyle müşterimiz gelmişti. Bu da benim ikinci kırmızı çizgimdi, asla üst taraftan gelen birisi gibi giyinme. Bunu benim görünüşümü görenler yadırgıyordu ancak ben bilinen birisiyim. Bu yüzden bu kurala uymayanların hiç birisine satış yapmıyoruz. Üçüncü olarak tek başına olması ve yanında gelen kişinin hafızasının silineceğinin garantisi. Son olarak üstünde sadece paramın olması. İki yüz bin kor. Gayet iyi bir fiyat. İşaretimle telefon hattı ve uydu ağı bağlantısı kapatıldıktan sonra harici jenaratörden elektrik eklemesi yapmaya başladık. Bağımlının anılarını salondaki büyük monitöre yönlendirdik ve dur diyene kadar geriye sarmaya başlamıştık. Bu sırada erekte olduğunu görebiliyordum, iğrenç yaratık. Onu suçlayamam, ne kadar iğrenç gelse de ölüm normalleşti benim için. Umursamıyorum doğrusu. Adam en başından istemişti ve burada kural dört devreye girmişti. Hiç bir anıda kendimi göstermem. Bir de video olarak kızın son anlarını eklediğimde iki yüz elli bin kor ediyordu. İyi paraydı ancak donanımların yenilenmesiyle yarı yarıya azalacaktı. Bir de satıcının ödemesi yapılacaktı yirmi beş bin. Bize kalan para pek bir şey olmayacaktı kısacası.
Kawaii-sama
Kawaii-sama
Admin

Mesaj Sayısı : 82
Kayıt tarihi : 12/02/16

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Saniyeler Empty Geri: Saniyeler

Mesaj tarafından Kawaii-sama C.tesi 27 Şub. 2016, 02:13

Anı aktarımı ilginç bir operasyondur. Beyindeki elektrik dalgalanması kullanılarak önceki bir zamanı hatırlatırsın sonrasında beyindeki görüntü ve hisleri kopyalamak için elektro kimyasal dalgaları kullanırsın. Beyindeki hormonal hareketleri ve loblardaki hareketlenmelerin aynısını anıyı kopyalayacağın kişide oluşturursun ve aynı elektrik tepkimelerini başlatırsın yapay olarak. Göz reseptörlerine gelen sinir uçlarının yayınlarını da kopyalarsın ve bunların hepsini birleştirdiğinde bir anı ortaya çıkar. Kısacası yaşadığımız anda olan şeyler aslında birer kimyasal ve elektriksel tepkimeden ibaret. Bunların silinmesiyse bilgisayardaki gibi oluyor. Kullanılmayacak dosyayı belirlersin ve eş derecede şok verirsin. Böylece oradaki bağlantıyı koparmış olursun. Beyine kalıcı hasar da vermesi muhtemel ancak boynumuzdaki tasmalar yayılan dalgaları takip edip bunları derliyor. Bu da gereksiz tepkimelerin ortaya çıkmasına engel olduğu için hasar verilmiyor. Pek tabi normal bir insan ömrünün üzerinde anı yüklemenin yan etkileri hala bilinmiyor ya da bilinmesini istemiyorlar. İki şekilde de bu işlem telefonla konuşmaya benziyor. Basit ve gerçekçi. Zarar veriyor ancak önemsenecek miktarda.

İşlem süresi işlenecek anıyla aynı sürede gerçekleşmeli bu şekilde o andaki refleksler tam olarak kopyalanabiliyor ve gerçeklik algısı sağlanıyor. Hepsinin bir anda yüklenmesi bir yabancı için çok zor bir durum. Klonlamalarda bu yapılıyor gerçi. Yedek parçalardan bahsetmiştim, ancak yedek bedenlerden hiç bahsetmedim. Bir klonun bedeni normal bir bedenden çok daha çabuk bir şekilde yaşlanır. Hücrelerin üretim kapasitesi bellidir bu nedenle ömürleri de bellidir. Bir klon yaklaşık yirmi yıl yaşıyor günümüzde, onların beyinleri boş olarak tutulması için ana rahmine benzer bir ortamda büyütülüyorlar. Çok pahalı bir işlem olduğu için ancak dünyanın en zengin yüz kişisi bunu yaptırabiliyor. Kendileri buna ölümsüzlük diyor ancak gerçek olup olmadığı tartışılır. Sürekli olarak beyinlerinin kopyasını bir süper bilgisayara yüklüyorlar, bu işlem ilk olarak CERN'de denenmişti.
Parçacık çarpıştırmalarındaki elektrik yüklerini tam olarak analiz edebilmek için yapılan bir icattı bu ancak sonrasında insan beynine uygulandığında telepatiye benzer etkileri olduğu ortaya çıkmıştı. Değişim buydu işte. Sonrasında da bir karadelikle Dünya'ya uyguladıklarında kaos çıkmıştı. Böylece dünyanın en güçlü şirketi olarak karşımıza çıktılar, tabi bilgisayar firmaları da bunu kısıtlayacak tasmalar icatettiler. Dünyanın artık eşitliğe sahip bir yer olduğu söylensede zenginin daha zengin, fakirin daha fakir olduğu bir hale geldi. Orta sınıf var mı yok mu tartışılır.
Oturup kopyalamayı sürekli olarak izleyecek üç kişi gerekiyor. Bunlardan birisi bilgisayardan kopyalamanın doğru olup olmadığını takip edecek kişi. Hata varsa geri sarıp ana kayıttan ekleme yapar ya da arasını bulanık görüntü ile yamar. Tam hatırlayamama durumu ekler, bir çeşit film montajı gibi düşünülebilir. Diğer bir kişi de ses ve renk bağlantısını yapar. Dalgaları düzenlemekle ilgilenen kişidir, ona da sesçi demek doğrudur. Son kişi de ana filmi izler ve takımı koordine eder. O kişi de ben oluyorum. Satıcılar oyuncu ve alıcılarda finansör oluyor bu durumda. Bir filmden pekte bir farkı yok. Bazen düşünüyorum da hepimiz sadece bir kurgu ürünüyüz gibi geliyor. Olan şeyler çok gerçek dışı, liseye kadar normal bir memur ailesinin ikinci oğluydum ama şimdi yer altında yaşayan, üstünde siyah kürkle gezen ve sarı peruk takan bir çeşit züppeyim. En nefret ettiğim sebzeyi yemeyi düşünüyorum her gün. Ne zaman hayatlarımız böyle iğrenç bir hal aldı hiç bir zaman anlayamayacağım. Gençken büyük bir şeyler yapmadan ölmeyeceğim derdim ancak şu halime bak. Gök yüzünü görmeden ölmeyeyim diye çabalıyorum.

İşin gerçeği hayatımın ilk yirmi yılını doğru düzgün hatırlamıyorum bile, bir sevgilim vardı sanki ve kardeşim. Kardeşim varsa da adını hatırlayamıyorum bile, annemin yüzünü babamınkini kimseninkini hatırlamıyorum. Sanki hayatım bir anda yirmi yaşımda başlamıştı. O ana kadar ne yaptıığımı bilmiyorum ancak bu da normal bir şey. Dünyadaki zihinleri birleştirirken sinir gazına benzer bir çeşit gaz saldırı olmuştu. Onca kimyasal yüzünden hafızaları silinen, kişilik bölünmeleri yaşayan milyonlarca insan vardı. Herkesin aynı tepkiyi vermesi beklenemezdi ancak on milyar insandan sadece bir kaç milyon önemsiz bir rakam. Her ne kadar insanların yine büyük kısmı nükleer savaşta ölmüş olsa da bu gün bile dünyanın taşıyabileceği sınırda yaşıyoruz. Atmış milyar insan, en küçük kara parçası bile dolu. Tarlaların nerede olduğunu insanlar bilmiyor. Yapay adalar her yerde, su kaynaklarını eskiden gördüğüm yerlerde bile bina var. Her gün daha da ısınıyor dünya, en son ne zaman kar yağdığını hatırlamıyorum bile.
John Titor bunları söylediğinde kimse inanmamıştı bile. İkibinotuzyedi, insanlığın çıkmaza girdiği yıl oldu gerçekten. Umarım oralarda bir yerde zaman makinasını bulup geleceği düzeltecek bir yol bulmuştur. Sözde CERN'in de zaman makinesi vardı, gerçi Titor'un söylediklerinin pek çoğu çıkmadı. Olimpiyatlar oynandı, savaş beklendiğinden geç çıktı ancak sonuç bir şekilde aynı kapıya çıktı. Onun hayranıydım sanırım, bu yüzden Tittoor takma adını aldım. İş ismi olarak gerçekten çok başarılı bir isim, insanlar bazen beni o adam sanıyorlar. Gülesim geliyor. Zaman yolculuğu diye bir şey olsa en son isteyeceğim şey buraya geri dönmek olurdu.

Ben ne olduğumu dahi bilmeyen birisiyim, bir gün yolda yürürken bir kelebek gördüm, tabi bu gençliğimde alt ve üst ayrımı yokkendi. Yeşil çimenlerin üstünde sarı bi çiçeğin üstüne konmuştu, çiçeğin yapraklarından çiğ damlaları düşmüştü yere. Yanında eğildim, parmağımı uzattım. Kelebek üstüne çıktı, kanadını bir iki kere savurdu uçacakmış gibi ancak tepede birleştirdiğinde parlak lacivert rengini yok etmek istedim. Çok güzeldi, narindi, eşsizdi bir anlığına gözümde. Böyle bir varlık bu dünyada olmamalı gibi gelmişti, kanatlarından ateşe verip bedeninin yanışını izlemek istedim ancak sadece güzeldi. Öyle izledim, eğlenmek için yok etmeme gerek yok diye düşündüm.
Kawaii-sama
Kawaii-sama
Admin

Mesaj Sayısı : 82
Kayıt tarihi : 12/02/16

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Saniyeler Empty Geri: Saniyeler

Mesaj tarafından Kawaii-sama C.tesi 27 Şub. 2016, 02:14

Dedemin yaz aylarında gittiği bir orman evi vardı, kışları ben yalnız kalmak için bazen orada yatardım; yaşadığımız yerden çokta uzakta değildi. Soğuk olurdu ancak şöminesini yakınca garip bir ortam olurdu. Kendini bir şekilde bir şeylerle bütünleşmiş hissettirir. Etrafta bir kaç küçük bataklık olduğundan pek kar altında da kalmazdı, evi bir çeşit çürümeye karşı koruyucu etkisi de olurdu ancak yaz aylarında inanılmaz sinek olurdu etrafta. Gerçi epeyce de serin olduğundan pek tercih etmezdi böcekler ormanın bu kısmını. Tek başıma geçirdiğim zamanlarda hep hitabet sanatımı güçlendirmek için çalıştım, bir türlü anlam veremediğim duygularımı kağıda dökmeye çalıştım. Bazen aileme bir kaç hafta gelmeyeceğimi söyleyip bir ay kadar orada yaşadığımı hatırlıyorum. Erzak konusunda hiç sıkıntım olmazdı o evde, tek derdim tek başıma yapacak bir şeyim olmamasıydı. Her şeyi bir rutine koyup yaşamak bana çok doğal geliyordu. Bu dünyada yaşamaması gereken anlaşılmaz bir varlığım, kim böyle bir dünyada yaşamalı bilmiyorum hoş. Mutlu yada mutsuz zamanlarım olduğunu seyrek seyrek hatırlıyorum, kum tanesi gibi oradan oraya savruluyordum. Tüm o kimyasallar yüzünden hatırlayabildiklerim sadece suyun üstündeki yağ lekeleri
İnsanlar gözlerimin boş ve cansız baktığını söylerlerdi bana, balık gözlü diye dalga geçildiğim zamanlarım da oldu, dayak yediğim de oldu ancak hiç birisinin beni üzmediğini yada mutlu etmediğini bu boş tek başıma geçen zamanlarda anlıyorum. Kendi kendimi korkutacak kadar büyük bir nefret ve kinim vardı dünyaya karşı, içindeki herkes ölse tek yapacağım yangınların arasından oturup ısınıp buharlaşan, kendi yağının cızırtısında kaybolan bedenleri izlemek olurdu. Onlar için seviridim kesinlikle, evet bunu yapardım. Buradan kurtulmak onların yapacağı en iyi şey olacaktı. Sevgi ne anlam bile veremiyorum artık. Önemsediğim insanlar vardı ancak sevmiyorum, eskiden de böyleydi sanırım... Sevgiyi taklit etmeyi ve mutlu görünmeyi öğreneli çok olmamışdı, tek başıma ölmeyi umursamazdım ancak kimse tek başına kalmamalı bunu da bilerek büyüdüm. Bazen uyumadan önce cenazemi hayal ederdim, ortalama bir tabutu sırtlanmış iki kişi. John'un ağlayacağını tahmin ediyorum, Hakan metanetini korumuş siyahları içerisinde gidişimi izliyor olacaktır, varsa annem ve babam büyük ihtimalle gelmeyecekti bile umursamadığından değil görmek istemediği için. Koca mezarlıkta başımda ağlayacak sadece iki kişi olacaktı, ne kadar anlamsız bir hayatım vardı. Sonrasında da cesedimi yakıp içi boş bir anıt yapacaklardı. On yıl sonra da oraya da bina yapıp büyük bir sütun asacaklardı üstüne. Şunların şunların anısına diye. Bense diğer tarafta rom içerken gözlüğümün altından izleyecektim bu dünyayı. İğrenç yaratıklar.

Hiç olmasa bunlar belki istediğim gibi doktor olabilirdi, olmayan ailemin büyük beklentileri olmazdı, annem yaşıyor olurdu ya da ben olmayan beni hatırlardı; bense hiç üzülmez ve bu bedenden nefret etmezdim. Bir gün intihar etmeyi düşündüm, evet bunu yaptım. Kendimce sebeplerim vardı tabi, hiç bir şeyi hatırlamıyor olmak. En yakın anımın yıllar öncesinde olması ve dünyanın iğrençliği. Sadece acıya sebep olan ve sadece kırılmışlık yaşayan bu iğrenç bedeni geride bırakmak istedim, gök yüzünde ağlayabilmeyi diledim ancak ağlarken bile bunu isteyen gerçekten ben miydim yoksa bu içten bi ağlamamı karar veremez olmuştum. Bebeksi yüzümü örten makyajım yağmurun altında akıp gidecek diye yağmurdan korktum ve kaçtım, gölgeleri ve kuru havaları daima sevdim...
Kendimi güvende hissettim, ruhum bu bedende sıkışmış olsa bile, tek becere bildiği tiksinmek ve acı çekmek olsa bile öfkeli ruhum bu ete bürünmüş kemik yığınında rahattı. Etimi örten ölü beyazı ten rengim açıklığımı ve saflığımı en güzel açıklayan şey olmuştu, bu dünyadan olmadığım aşikardı ancak ölmek istemiyordum; acı çekmeyi sevmiştim.

Acı en güzel his gibi geliyordu, tatlı bir histi benim için. Mutluluk veya mutsuzluk veren bir his gibi değildi, ana yemek gibi bir şeydi acı. Nefret etmek çok kolaydı ancak kimseden nefret etmiyordum, daha ziyade nefret ettiklerim değiştirmemin imkansız olduğu şeylerdi. Gün ışığı, beyaz duru gök yüzü, akıl almaz açlıkla parlayan diğer ışık kaynakları, sürekli mutlu gördüğüm insanlar, kalın sis, omzuma dokunulması, bir daha kalbimi kıracak kadar kendimi bir başkasına hediye etmek. Beni korkutan şeyler nefret ettiklerimdi. Beyaz gök yüzü çok saftı, beni kendinden tiksindiriyordu ancak bana benzetirdim onu. Peşi sıra gelen karanlık gerçek yüzünü kaplayan pudradan maskelere benzetirdim. Bu nedenle ondan korkar ve bir o kadar da tiksinirdim, vahşiydi. Mutlu görünen insanlara hayretle bakardım; bir amacı olan insanları ve onlar için ölenleri anlamam imkansızdı ancak zamanı geldiğinde bana söylendiği gibi ülkem ve ailem için canımı verecektim sözde. Bunların hiç birisini ben istememiştim, benim suçum değildi. Aklım bu bedende kalmayı redderdiyordu ve sürekli acı çekiyordum. Şanssızlığıma lanet etmiştim, ama acı çekiyorsam... Ben yaşıyordum. Yaşamayı sevmiştim.
Etrafımdaki insanların düşüncelerini aklımdan geçirdim durdum; ormanda, üstü kuru çam dikenleri ile kaplı olan yolda, her yerde. Aklıma fazla bir şey gelmiyordu, içim hüzün ve öfke doluydu; her zamankinden biraz daha fazla. Karanlıktım ölü benzime rağmen kap karanlık hissediyordum kendimi. Gölgelerden farkım yok gibiydi hayatta, tanrı neden bu kadar uzun süre kalmama izin vermişti. Anlamış mıydı ne kadar üzgün olduğumu, aşık olduğum kişinin yalnızlık olduğunu fark etmiş miydi?
Kawaii-sama
Kawaii-sama
Admin

Mesaj Sayısı : 82
Kayıt tarihi : 12/02/16

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Saniyeler Empty Geri: Saniyeler

Mesaj tarafından Kawaii-sama Ptsi 29 Şub. 2016, 03:03

Ne olduğunu bilmiyordum, az ötedeki çalıların orada yıkılmış bir ağaç vardı. Balçıktan batalığın hemen yanına yıkılmıştı. Bataklığın nemi temel taşlarını incitmişti, eti ve kemikleri sızlayıp yere bırakmıştı kendisini. Onu görünce yakıp kül etmek istedim, acıyı yüklenecek kadar güçlü ellerim vardı, korkuları ve üzüntüleri taşımak isteyen bir kalbim sözde. Evden belime astığım küçük balta ile yarım saatte koca kütüğü anca kırabilmiştim. Acemiliğim yüzünden bir çok kez baştan başlamam gerekmişti. Bir çok kez elime kıymık girmişti, etraftaki hayvanların ezdiği çalılar nedeniyle epeyce tedirgin de olmuştum. Korkmuştum. Yarım saatin sonunda cebimden bir kurdele çıkardım, daha önceden koyduğum bir şeydi. Onu görünce gözlerimin üstüne yağmur yağmaya başladı, neden bilmiyorum ancak benim için bir anısı vardı sanki. Bir saatin sonunda sırtladım kalası. Sonra eşyalarımı almak için geri döndüm. Hasırdan alet çantasını sırtıma takmıştım onu omuzlayıp geldiğim yoldan dönerken ayağım bir şeye takıldı ve yere düştüm. Yine yağmur yağdı gözlerime, durduramadım.
Ayağa kalkarken bir dirimi yere koydum öteki ile kendimi iterken bataklığın oradaki kurbağalardan birisi ile karşılaştım, yanımda öylece duruyordu. Şaşırmış bir şekilde tam kalkacakken kala kalmıştım yanında, onun sakinliğini bir o kadar sakin bir şekilde izlemeye başladım. On dakika kadar onu izledikten sonra bana dönüp sanki gülümser gibi bakınca alet çantasından küçük baltayı alıp onu ortadan ikiye böldüm. Portakal çiçeklerinin tomurcuklarının bir anda açılması gibi olmuştu her şey, olup bitmişti. Elimdeki baltaya kanı bulaşmıştı, paçarım iç organlarından bir ikisinin parçalarını barındırıyordu, üstümde ise bir miktar daha kan ellerimde ise kanın ve pisliğin büyük kısmı. O kurdeleyi gördükten sonra aptal bir umut vardı, adımı bile hatırlamıyordum. Ailemi, kurdelenin sahibini, ismimi. Lanet olası hiç bir şeyi hatırlayamıyordum ancak her allahın günü acı çekiyordum. Aklım hala o kadar karışık ki geçmişi düzgün bir şekilde bile anlatamıyorum.
Eve dönerken baltayı üstümde temizledim, anlamadığım anlam veremdiğim hayatla ilgili şeyler bir anda gitmiş gibiydi. Karanlık boşluk koyu bordo ile yeniden yıkanmıştı ancak güçsüzdüm. Ülke yada onur bahane gibi geliyordu, öfkeliydim bilmediğim bir şeye karşı, kuralları olan birisiydim. Yaptığımdan pişman değildim, gülümseyen başka bir kurbağa bulsam onu da bu dünyadan def ederdim. Ağlayan bir çocuk görsem umursamaz ağlatanın kahkahalarını kana boğardım yada hiç umursamazdım, sonra da bunları satardım. Dinim kırmızı çizgilerim, mutlu mutsuz yada ilgili bir insan değilim. Şehrinin, işinin patronu Tittoor. İnsanların en sevdiği katil olmak ve yalnız kalmamak için güçlenmeye karar verdim. Ailem yada diğerleri bahaneydi, kendime söylediğim bahaneler. Ben... Önemsenmek istedim... Tabi zaman çok fazla değişti, kim olduğumu bile bilemez bir hale geldim. Ne olduğumu unuttum, ne istediğimi. Hayat bir şekilde çok zorlaşmaya başladı, sonrasındaysa sadece bir şeyler oldu ve bitti. Sürekli olarak.

Yirmi saatin sonunda rüyamda bitmişti. Kordine etmem gerekiyordu ancak uyuya kaldığımdan bağımlı zavallı kendinden geçmişti. Edward'a gelince, o sadece o anının her anından haz almakla meşguldü. Arzusu ve şehveti bu kadar güçlü bir insan görmeyeli epey olmuştu. Benim en iyi müşterim olsa gerek. Buna neresinden baktığınıza bağlı, satıcılık yapmak bir çeşit sihir oyunu bu dünyada. Onlara asla yaşamadıkları gerçeklikleri yaşattığınızı düşünmeleri için gerekeni sağlarsınız. Onlar da buna karşılık para öderler. Burada iyi olan şeyin ne olduğunu anlamak için çabalamak gerekiyor. İnsanlar her şeyi iyiye yormaya meğillidir. Yaptığım şeyin iyi para kazandırdığını söylüyorum, onun en iyi müşterim olduğunu söylüyorum. Yaptığım şey gerçekten iyi mi? Ben iyi bir satıcımıyım? Bir çeşit kahramanımdır belki de kim bilir?
Kurban ve saldırgan; bu ikisi sadece bakış açısından ibarettir.Yaptığım iş gibi; benim böceğim aktarım yapılmadan ve o bunu yaparken izlemek zorunda kalan ben, kurban bendim ancak hemen sonrasında onun anılarını aktardığım da kurban saldırgan olmuştu belki de en başından beri kurban karşımdaki kişiydi çünkü bu gibi durumları önemseyen birisi değildim ancak bunun tam tersine kurban her zaman ben de olabilirdim çünkü olayları yönlendiren kişi tam olarak karşımda duran kişiden başkası değildi. Aslında kurban ve saldırgan diye bir şey yoktu, nihayetinde ikisi de aynı zamanda aynı kişi olabiliyordu sadece nereden baktığına bağlı bir şeydi. Bu dünyada herkes geçmişin kurbanı ve bunu değiştirebilseydim, bu gün belki hala kurban ve saldırgan ayrımı yapabilecek bir hukuk sistemi olurdu ve insanlar istedikleri şey için sadece para ödeyip bundan kurtulamazdı. Belki ben de bir devletin başkanı olurdum, bu tarz şeyleri izlemek zorunda kalmazdım. İnsanlar sahaya sürer bir birleri öldürdükten sonra çoğunluğun karı ve ülkem için yaptığımı söyleyip bundan gurur duyarak halkımı selamlardım. Tabi bir yandan da teröristlere para ve silah satardım bu şekilde sürekli olarak sıcak para geçerdi elime, bu kadar basit bir teoremi bile kuramayan dünyanın merkeze yakın noktasında yaşayan insanların lağım faresi gibi ölüşlerini izlemek zorunda kalmazdım.

İşim bittikten sonra tekrar uyumak istedim, kendime küçük ödülümü verdikten sonra. Vücudumdaki kanı değiştirmem gerekiyordu en yakın zamanda, tabi bunu yapacak param hala yoktu. Yakın zamanda hastalanacağımın da farkındayım. Aldığım vitaminler vücudumu tam olarak destekleyecek durumda değil. İnsanların vücut adaptasyonları ve evrimi de aynı şekilde bu şartlarda yaşamaya uygun değil. Yakın zamanda olmasa da bir şekilde benim de bedenim çürümeye başlayacaktı. Her geçen gün çürüyordu ancak asıl belirtiler çıkınca tam olarak çürüdüğü söylenebilecekti. Buranın havasını her alışımda bunu hissedebiliyorum, kanıma karışıyor zehir. Ellerim ve kollarım bağlanmış gibi, sanki bir odaya tıkılmışım ve buradan ne yaparsam yapayım asla çıkamayacağım. Her sabah doğan güneş bir çeşit florasan gibi, gözüme gözüme giriyor. Onu her saniye yakıyor, ölüyorum burada ancak bir çıkış yok. Kurtulamıyorum, sanki ne yaparsam yapayım aynı yere geri döneceğim ve bir şekilde burada öleceğim. Bir şekilde yaşıyorum buna karşı pes etmem gerektiğni biliyorum ancak bu dünyada pollyannacılık oynayacak halimde yok. Bir şekilde yaşıyorsunuz evet, bir kere battığınızda daha da derine batıyorsun. Bir daha geri çıkamıyorsun, ilerliyorsun bir şekilde. İnsanların hayatına yeni hayatlar ekleyerek geçiriyorsun hayatını ve sonunda kendini herkesten silip çıkmak için yalvarsan da hiç bir zaman olmayacak bir şey bu. Belki bir gün kendi zihnimi başka bir bedene tamamen yükleyebilecek olsaydım her şeye sıfırdan başlayabilirdim. Tüm zihni yüklemek yıllar süreceğinden bu imkansız olacak bunu biliyorum. Beynimi içine vakum gibi çekebilecek bir şey olsaydı belki bu gün yaptıklarımı bir daha yapmam gerekmeyecekti. Yaptığım işin mantığını seviyorum ancak asla bunu sevip kabullendiğim anlamına gelmiyor.
Kawaii-sama
Kawaii-sama
Admin

Mesaj Sayısı : 82
Kayıt tarihi : 12/02/16

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Saniyeler Empty Geri: Saniyeler

Mesaj tarafından Kawaii-sama Salı 01 Mart 2016, 23:42

Bir gün daha sabah oldu her şey aynı şekilde ilerliyor. Bir gün daha ve bir gün daha. Tüm fikirlerimi bir defterde topluyorum, sonra gözlerimi kapatıp ezberlediğim kas hareketlerimle onu bir yere koyuyorum. Nereye koyduğumu düşünmem bile yasak, onlar bir gün çalınırsa benim hayatım gerçekten bitecekti belki de. Bir insan fikirlerini satmayı ve onlardan tamamen kopmayı nasıl kabul ederdi anlayamıyorum, onlar bizim her şeyimiz. Bu beyin çalışmayacak olursa nasıl yaşayabiliriz? Ben yaşayamazdım, düşünmeden geçen tek bir saniye bile büyük bir kayıp. Maddi olarak belki gelecekte sahip olacağım aile için bir yükümlülük. Yeni şeyler düşünmeliyim. Yeni fikirler. Domates gibi. Yıllarca yenememiş ancak birisi bir gün gelip onu kabul etmiş, zehirli sanılmasına karşın denenmiş ve yıllar boyunca en büyük yiyecek sektörlerine girmiş. Her yemeğin içine girdi, salça olarak sos olarak ana malzeme olarak her şeyin içinde var olmaya başladı. Bir saniyelik bir fikirden ortaya çıktı, bir saniyemi bile boşa harcamak bir domatesin kaybolması haline gelebilirdi. Düşüncelerimi kendi aklımdan silip başka bir şeye yüklemeyi isterdim. Bir bilgisayarın benim yerime düşünmesi imkansız. Yapay zeka gerçekleşti ancak yapay zeka orjinaline bağlı olarak gelişir. Her şeyi elde etmiş bir dünyada kaynaklar sonuna kadar sömürülürken yeni fikirler de buna dahil olmak üzere. Keşfedilmemiş bir şey olmadıkça yeni fikirlerin de gelmesi imkansızlaşacak. Yeni dünyalar aranıyor, oralara yolculuklar yapılıyor. Yıllar önce de yapıldı ancak bilinmeyen bir şey bulunamadı. Bulunduysa da bize söylenmedi ancak artık bulamıyorlar. Her şey dudu, belki de cenneti çoktan insanlar buldu ancak oraya tam anlamıyla seçilmişleri götürmeyi bekliyorlar. Parası olanlar her zaman seçilmiş oldu. Bir insanın elinden tutmadılar düştüklerinde ancak onun yerine milyonları kurtarabilecek kadar paraları vardı ve bunu yaptıklarında bizden fazla şey elde ettiler. Ben hayatım boyunca bir gün bir kişinin elinden tutsam asla onlar kadar iyilik yapamam. Tanrının kendisi adaletsiz davranmıştı.
Tanrı fikri hoş başlı başına korkunç bir fikirdi. Sevdiğini ödüllendiren ancak sevmediklerini cezalandıran ve sonsuz gücü olan bir yaratıcı. İnsanları yaratabilecek kadar güçlü bir varlığın sizin hayatınızı cehenneme çevirmek istediğini bi düşünün. İnsanlara iyi olmaktan başka bir çare bırakmıyorsunuz ve ondan sonra kötülük yaptıklarında, onlardan umudunu kestiğinde kimseye fark ettirmeden hayatınızı cehenneme çevirebilecek bir şeyin pimini çekiyor. Ne olduğunu bile asla fark edemeyeceksiniz. Bir şekilde olup bitecek. Sonunda tek başına ne olduğunu bilemeden öleceksin en kötü ihtimalle. Belki de arada iyilikler çıktığı için mutlu olacaksın. Kim bilir.
Hayat belki çokta acımasız değildir. Bir gün hepimiz sevgimizi verebileceğimiz bir şeyi buluyoruz, sonunda içine etsekte bir şekilde onu buluyoruz. Bazılarımız yaptığı şeyleri önceden görüyor ve buna bir dur diyebiliyorlar ancak bazen ne olup bittiğini anladığınızda her şey çoktan yok olmuş oluyor. Hayatınız birden bire bitmiş oluyor, sonunda kendini burada buluyorsun. Hep olduğun yerde, neden olduğunuzu bildiğin bir nedenden dolayı hayat güzel gelmişti belki de. Her şey berbat olsa da küçük anları güzel yapabilen şeyler vardı. Bunları görmeni sağlayan şeylerin beynindeki kimyasal tepkimeler olduğunu bilsen de. Her zaman yanlız olsan da ancak o küçücük anlarda bir an bile unutturabilen bir şey varsa. Onun için her şeyini vermeye değerdi. Çünkü o seni bir şekilde mutlu edecekti, bunu biliyordun. Yalnız kalmayacaktın, mutlu olacaktın. Hayat güzel olacaktı belki de, yalnız olmadığını hissedebilecektin ve sığınabileceğin bir yer olacaktı. Saf olarak hissedilebilecek tek duygulara sahip olabilirdim bir gün, bir gün bir şeyleri başarıp geri kazanabilirdim duygularımı diye düşünmeden edemiyorum. Hiç kimseyi sevmemişken böyle şeyler düşünmek saçma, bir kızla bile çıkmamıştım. Sanırım...
İnsanların hayatının büyük kısmını hediye ediyorum ancak kendi hayatımın bir kısmını hatırlayamıyorum bile. Ben ne zaman doğmuştum yani doğum günüm ne zamandı bunu hatırlamıyordum. Nüfus cüzdanımda yazan tarihi hatırlıyorum ancak bunu onu okumasam hiç bir zaman hatırlamazdım. Bir gün uyanırsınız ve hiç bir şey hatırlamadığınızı fark ettiğiniz olur mu? Benim öyle bir günüm vardı. Bir sabah uyandım ce etrafımdaki şeyleri biliyordum ama nasıl bildiğimi söyleyemiyordum. Bir şekilde uyanmıştım, kaç yaşındayım hatırlamıyordum. Belleğimden yaşadığım zamanlara dair her şey gitmişti ve sadece bildiğim şeyler kalmıştı. Matematik bilgisayar, iletişim ağları üzerine olan takıntılarım. Telefon takıntılarım, sanki ne yapacağımı biliyordum fakat bunları hiç bir zaman hatırlayamıyordum. Geleceğin böyle olacağını okduğum ilk zaman dalga geçtiğimi hatırlıyorum, insanların söylediklerini bir kaç gece önceki rüyalar gibi hatırlıyorum. Unutmamak için gayret ettiğiniz ancak o kadar önem verdiğiniz şeyi bir dakika sonra en küçük anısına dair hepsinin yok oduğu an gibi. Sabah uyandığımda beyaz tavanı gördüm, oraya yapıştırılmış şeyleri gördüm. Tavana yapıştırılmış yıldızları, sanki onları görmeyi o kadar uzun zamandır istiyormuşum gibi. Gece dışarı çıksam zaten bunları görebilirdim. On yedi yaşıma girmiştim, dünya yok olmamıştı ama garip bir şekilde hiç bir şey hatırlamıyordum. Anneme anne demek ya da babama baba demek gibi şeyler sadece sinirsel hafızama işlenmiş kodlar gibiydi. Ben de bunları otomatik olarak uyguluyordum, ne düşündüğümün bir önemi yoktu çünkü hiç bir şey düşünmüyordum. Düşünecek bir şeyim yok gibiydi, o güne nasıl geldiğimi kavrayamadım bile. Bu gün bile hala kavrayamıyorum. Bir gün uyanıyorum ve öncesine dair hiç bir şey yok ancak bir hastanede değilim. Evimde uyanıyorum aynı yatakta, her zaman uyuduğum yerde. Odam soğuk ama battaniyenin altında ısınmışım. Her şey güzel gibi geliyor. Sonra içeri annem giriyor ancak yüzüne bakınca hiç bir şey hissetmiyorum normalde hissetmem gerekirdi. Biraz hüzünlü bir an benim için. Öncesini hatırlamıyorum ancak üzülmemek elimde değil. Sanki defalarca onu görmüşüm, bana o an olan bakışlarını. Halime üzülür gibi üstüme titrer gibi ancak bu bi şeyleri unuttuğum için değildi. Asla hatırlayamayacağım bir şey yüzündendi. O günden sonra her zaman plastike bir yüzüm olduğunu söyledi ancak bu ne anlama geliyordu. Bundan önce daha mı insancıldım. İnsancıl olmanın anlamı tüm duygularımı dışarı vurmaksa ben kesinlikle insan değilim.

İnsanlar geçmişin değişmesinin mümkün olmadığını söylüyor ancak bu bence mümkün bir şekilde. İnsanlar bana göre hayatın bir çizgisinde yaşıyor. Sonsuz olasılıktan sadece birisindeyiz ve tetiklediğimiz şeyler bizi bu güne getirdi. Ben sabah daha geç kalkıp o uyuşturucu bağımlısını bulmasaydım, belki bu gün her şey daha farklı olacaktı. Bir kaç iş sonra kan alma hayallerim hayal olarak kalacaktı. Edward asla işlemediği bir suçun anılarını taşımayacaktı ve dünk insan yaşayacaktı. Ben ne yaptığını şaşırmış bir insaım belki de, zamanla bu kadar kafamı bozmamın aslında tek bir sebebi var. Dedemin bana söylediği bir şey. Zaman sonsuz bir ağ ve ana ipliklerden bir kaçı koparsa başka bir ağa atlamak zorunda. Bunu ne zaman söylediğini hatırlamıyorum. Annem bana öldüğünü söylediğinde bile çok şaşırmıştım. Uyandığım zaman temel şeyleri hatırlayabiliyor olsam bile dedemin hala yaşadığına yemin edebilirdim. Bu söylediği neden bu kadar aklıma girmiş durumda bunu da bilemiyorum ancak hayatımızın bir sarmal olduğunu düşünmek beni kadercilikten daha çok koparıp bu dünyaya daha ait hissetmeme neden oluyor. Hiç bir şeyin değişemez olduğunu bilmek yerine her şeyi değiştirip bir gün bunları doğru bir yola sokabileceğimin hayali beni yürütmeyi devam ediyor. İnsan denerse her şeyi başarabilir saçmalıklarından değil bu, geçmişi değiştirmemiz gerçekten imkansız. Eğer geçmişi değiştirebilseydim bu gün burada olamazdım ya da bir başkası bunu yapsa. Belki yapmıştır ama ben bunu bilemiyorumdur lakin geçmişten etkilediğim şeyleri bu güne ulaştırabilirsem belki de ikibin yılının ilk yarısına girmeden önce bu dünyada yine yıldızları seyredebiliriz. Güneşin doğuşunu izleriz. Gök yüzünün altında yaşar yine tüm insanlık. Gerçi bunu yapabilecek insanların da yapmak istediğini hiç bir zaman düşünmüyorum. Bu güce sahip birisi bu gün var olsaydı istediği her şeye sahip olan birisi olurdu ve istediği her şeye sahip olan birisi asla bunu değiştirmek istemez. İnsanlar durağanlık kuralına uygundur, eğer her isteği yerine geliyorsa bu onu harekete geçirmez. Sadece zorluklar onu büyütür ve güçlü kılar. İstedikleri olduğu an geldiğinde rahatlayacak ve kaybedene kadar asla anlamayacaktır güçlü olmanın anlamını.
Ben anlıyorum, bu dünyanın acılarını kalbimin en derin yerinde hissediyorum. Asla onları tam olarak kavrayamayacağımı biliyorum, onların yaşadıklarını yaşamadım. Sonsuz yaşama sahip burjuva kesiminin sorunlarını anlamadığım için onların acılarını da anlamayacağım ancak her sabah kafama taktığım kahküllü peruğun bana getirdiği acıyı anlıyorum. Bitlenme korkusu yüzünden vücudumda tek bir kıl bile büyütemiyorum. Kendi saçımın rengini unuttum, kendi göz rengimi unuttum. Gözlerimi bozacak ve ya onlara zarar verecek bir şeyler çıkacak diye lens takmadığım bir gün bile olmadı. Her gün aynı kıyafetleri tekrar ve tekrar giyiyorum. Param bir gün biterse yemek yiyemem korkusundan. Domates yemek istiyorum. O lanet domatesi ve iğrenç tohumlarının ağzımda erimesini hissetmek istiyorum. Koyu kırmızı sidik içinde yüzen kan gibi olan sıvısını emmek istiyorum. Onu dişlerimle param parça edip aptal ekşi tadını hissetmek istiyorum. İstediğim şey bana yaşadığımı hissettirecek o iğrenç tat. Sanki yıllar boyunca yemişim gibi o iğrençliği yeniden hissedip mesh olmak istiyorum. Nefret ettiğim şeylere bile sahip olmanın bana verdiği o lüks ve rahatlığı yaşayabilmek istiyorum. Çok fazla değil isteğim. Sadece amına koduğumun domatesini yemek istiyorum. İğrenç yeşil sapına kadar kemirmek istiyorum. Geriye hiç bir şey kalmayana kadar yemek istiyorum. Ortasındaki sertliği içindeki yumuşak eti yemek istiyorum. Lanet ettiğim her şeye kavuşabildiğim bir an olmasını istiyorum. Böylece onları her gün yeyip ne kadar nefret ettiğim şey varsa alabildiğim için aldığımı bilerek yaşayacağım. Bunun rahatlığını her gün daha da fazla aklıma kazıyarak. Kıymetini bilmeyen aptalların elinden her şeyi alarak.

Son işimden bu yana bir ay geçti ve benim gelebildiğim tek nokta domatesin ne kadar iğrenç olduğuydu. Sonunda onu geri kazanma vaktim gelmişti, domatesi değil. Başladığım işin yarısını bitirme vakti. Bir seferde bir şey kazanamazsınız. Bir şeyi istiyorsanız geniş çapta düşünmeniz gerekir. Kızın son anlarını alarak ne elde edebilirdim ki? Pek çok şeyi elde edebilirdim. Bu kızın sevdiği birisi ve her gün o boş yere gelmesinin bir sebebi vardı belki de. Sevdiği kişiyi bekliyordu, tabi sevdiği kişinin o gün bir işi çıkmıştı. Çünkü onun çalıştığı bir yer vardı, bir tüccarın yanında köle gibi çalışıyordu boş bir hayalin peşinde. Kızı koruyabileceğini düşünmüştü ancak o gün gelen bir müşterinin bir kaç saat sonra ettiği bir telefon yüzünden öyle bir dayak yiyecekti ki bir kaç hafta yerinden kalkamayacaktı. Belki ona da küçük sevgilisi gibi tecavüz ederlerdi. Daha da büyük şeyler olurdu o zaman. Ne kadar mükkemmel Hayllari olan genç bir adamdı belki de. Olacağına inanan saf bir umut neferi.
Bir ev alıp o kızla mutlu olacaktı, bu gözler hepsini gördü. O kızı mutlu edeceğini ve belki de ona bir daha gök yüzünü göstereceğinin sözünü vermişti; o kız hiç bir zaman görmemişti gök yüzünü. O da oğlan gibi buranın piç yetimlerinden birisiydi sadece. Muhtemelen pek çok kişiyle sevişmişti gece aç yatamamk için, pek çok kişinin de evine konuk olmuştu başını altına sokabileceği bir yuvaya sahip olmak için. Bu gün o gün işte. Yeni avımın çaresizlik günü. Gelmişti.

Dışarı çıkıp her zamanki rutinimin dışında sokak sokak gezdim. Etrafta öylece yürüdüm, hiç var olmamış bir hayalettim ben. Geçmişim yoktu, buradaki çoğu insan gibi düşünecek bir ailem yoktu. Arkadaşlarım yoktu, iş ortaklarım vardı. Onları düşünmem gerekirdi ancak bu alt üst ilişkisinden başka bir şey değildi. Onlara bağlı değildim ve asla olmayacaktım, sadece araçlar benim için nihayetinde. Ben de onlar için öyleyim. Her günkü aynı konuşma saatler sonra başlayacak. Her transfer gününde olan konuşma. Otuz dakika konuşması.
İnsanlar hep aynı seyrediyor, bunun sebebi durağanlık. Her zaman bunu söylerim. İnsanlar tahmin edilebilirdir. Yaşam ve sihir oyunları bir birine çok benzerdir. İkisinde de yaptığınız insanlara göstermek istediğini gösterip sonuçta elde edeceğiniz şeyi sağlamaktır. Sonunda olacak şeye hazır olduğunuz sürece istediğiniz gibi yönlendirmeniz de mümkün. Yaptığım şey aslında toplum mühendisliği. Hackerlar, devlet başkanları, gizli örgütler, uyuşturucular ve insanı yönlendiren her hangi düşünebileceğiniz şeyin yaptığını yapıyorum. Bir çeşit medyacıyım ben ancak tarafım var ve bu noktaya insanları itiyorum.
Aşık adamı günün sonunda bulduğumda oturduğu yerde ağlamaya başlamıştı. Onun yanına gidip küçük bir şişe votka koydum. "Ne olduğunu biliyorum ancak şu anda hazır değilsin." diyerek söze girmiştim. Daha önce sevgilisine para verip becerdiğimi ardından da o parayı misliyle geri kazanıp hayatını çar çur ettiğimi söylemek için gerekli ortamı hazırlamam gerekiyordu. Elde edebileceğim her şeyi buradan çıkartmam gerekliydi. Bu pazarı bir daha kurma fırsatım olmayacaktı. Her şey üç hafta önce kararlaştırılmıştı. Bir kaç saat sonra müşterim gelecekti.
Oğlana bunu söylediğimde yüzünde bir parlama olmuştu bir an için ancak sonunda o parlama gitmişti ve kendinin de bildiği cevabı almayı istemez bir halde kala kalmıştı. Hayatında ilk defa gerçek bir içki içtiğinden olsa gerek ilk yudumdan öksürmeye başlamıştı. Bu gün için çok hazırlanmıştı belli ki, elini yüzünü yıkamıştı. Sabun bile satın almıştı, kıyafetleri çalıştığı zamankinden daha temiz ve derli topluydu. Elindeki ve yüzündeki morluklar gitmişti. İlaçta almıştı belli ki. Belki de daha önceden kızın morlukları için almıştı. Ne de o olsa o bir çeşit fahişeydi. Birlikte olduğu adamlar ona ne yapacak bilemezdi.
Bir anda ağlayıp bana sarılmıştı. Üstündeki hastalıkları teri, göz yaşı ve binimum vücut sıvılarıyla vana bulaştırmaya çalışıyordu lakin bu deri kıyafetten hiç birisi geçemezdi. Onları özenle çamaşır suyuyla siliyordum her gün. Saçlarım yoktu, vücudumdaki tüm kılları almıştım. Pireleri asla bana geçmezdi, yiyecek bir şey bulamazlardı. O ağlamaya devam etti, ben de gülümseyip saçını okşadım. Bana bakıp "Nereden biliyorsunuz?" demişti, gülümsedim ona "Bu dünyada hep böyle olur." demiştim. Ağlamaya devam etti, nereden bildiğimi düşünecek bir halde değildi ben de ona destek olan yegane kişi konumundaydım. Onun saçlarını okşadım ve dedim ki "Çok mu seviyordun?" oğlanın bana cevabı sessizlik oldu. Bir kaç dakika sonraysa "Onu korumak istemiştim." dedi. Onu asla koruyamazdı, çünkü o güçsüzdü. Güçsüzler bu dünyada kendini bile koruyamıyor. Bir kaç hafta önce kız arkadaşına tecavüz edilirken kendisi dayak yemekle meşguldü. Onun için yiyordu belki, işinden atılabilirdi itiraz etseydi ancak onu korumak için yaptığı hiç bir şeyi başaramadı. Çünkü o hiç kimseydi, hayat onu görmezden gelecekti. İnsanlar onu görmezden gelecekti. Paylaştığı tüm güzel duyguları görmezden gelecekti, onu umursamayacaklardı. Görünmezdi, ancak ben onu görüyorum. Bu leş gibi bedenin içerisinde biriken tüm o güzel anıları ve duyguları görebiliyorum. Bunları kullanacağım.
Kawaii-sama
Kawaii-sama
Admin

Mesaj Sayısı : 82
Kayıt tarihi : 12/02/16

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Saniyeler Empty Geri: Saniyeler

Mesaj tarafından Kawaii-sama Çarş. 02 Mart 2016, 00:47

Bir gülümseme eşliğinde "Sana yardımcı olabilirim. Acılarını azaltabilirim." demiştim. Bir çeşit melek olmam gerekli, insanların acılarını azaltıp onlara yardımcı oluyorum. "Üstüne iyi de bir para kazanabilirsin ve duyguların sonsuza kadar yaşar. Sen de acı çekmeyi bırakırsın." dediğimde ağlamayı bırakmıştı. Bana yüzünü döndü, gözleri yine parladı. Bunun anlamını bilmiyordu, belki aşklarının bir kitap olacağını düşünmüştü. Düşündüğünde haksız da değildi aslında, onlar bir çeşit kitap olacaklardı. Kendilerini kendilerinden daha iyi anlatamayacak bir kitaba dönüşeceklerdi. Karısı ile arasındaki duyguların bittiğini düşünen bir adamın aklında olacaklardı. Onların bu duyguları pahabiçilebilirdi bu şekilde. Sevgilisinin ölümünün yarısı fiyatına yaşayan bir aşkı satabilirdim. Onun ellerinden tuttum ve dedim ki "Sizi ölümsüz yapalım." gözlerime bakarken hissettiklerini anlayabiliyordum. Umutsuzdu, o da bir çeşit uyuşturucu bağımlısıydı. Aşk ve kokain beyinde benzer tepkimelere neden olur. Dünyayı olduğundan daha güzel görürsünüz, birisini sürekli almanız gerekir ancak diğeri beyinde saklandığı sürece etkisini göstermeye devam eder. Ruh hali ile ter etki de yapabilecek bir etkiye sahiptir sevgi ve aşk. Onu bu bağımlılığından kurtarıp başkasının içerisinde yaşatacak olan kişi bendim. Oğlanı kaldırıp votka şişesini eline tutuşturdum. Ona "Seni zorlamayacağım. Bu senin kararın." dedikten sonra yürümeye koyuldum. O da beni takip etmeye başladı içkiyi içerek. Bu onun ödemesiydi, elindeki içki satışın yüzde onuna eş değerdi. Onu içmesi bittiğinde geri dönüşü olmayan bir yola girdiğini anlamayacaktı bile. Söz verdiğim şeyi yapmış olacaktım. Aklı dağılacak ve acılarını daha fazla düşünmeyecekti.
Evime geldiğimde üstümdeki kürkü girişteki formantoya astım, peruğumun dibi kaşındığı için biraz onunla oynadım. Sonrasında içeri giridğimde bu sefer bir sessizlik olmuştu. Her şey hazırdı çoktan. Müşterim tam olarak belirttiğim saatte gelmişti ve hazır bekliyordu beni salonda. Oturduğu yerden zıplayıp heyecanlı bir şekilde gelmişti. Masum bir yüzü vardı, aşkını geri istiyordu. İçinde ölmüş olan şeyleri geri canlandırabileceğini düşünüyordu. Bu her ne kadar kendi düşünceleri ve anıları olmasa bile başarabileceğine inandığı yola baş vurmuştu. Edward'ın bir arkadaşıydı. Bana bakıp elini uzattı ve "Benjamin Du-" dediğinde sözünü kesmek zorunda kalmıştım. "Gerçek isim yok, soy isim yok. Telefon numarası ve takma isimler var." demek durumundaydım. İşimi ne kadar dikkatli yaparsam yapayım, yakalanmak her zaman bir risktir. İnsanlar doğru düşünemediği anlardan da oluşur. Tüm hayatımı planlamış olsam bile planda benim dışımda gerçekleşecek tek bir aksaklık bile her şeyin devinimini bozmaya yeterli olacak. Benim ne yaptığım bu noktada çokta bir şey değiştirmiyor, etrafımdaki insanların tetikledikleri düzenek beni etkileuecek. Planlı ve düzgün çalışırım ancak bu noktadaki sorun ben değilim. Buradaki insan faktörü iş arkadaşlarım ve alıcılarım. Satıcıların hiç birinin beyninde var olmuyorum, bu yüzden önemli değil, ancak devamlı iş yapmak isteyenler evlerine gittiklerinde kendilerine yazılmış bir not buluyorlar.
Genç adamı göstererek hazırlanmasını istedim. Hakan ve John bununla ilgilenmeye başladı. Alıcımla kısa bir görüşme yapmam gerekiyordu. "Kıyafetler doğru; ancak saçlarını yıkamışsın. İki hafta önceden yıkanmayı bırakman gerekirdi. En son yağmur yağımından sonra. Bunu söylemiştim. İkinci olarak, buraya telefonunla gelemezsin ancak sağ cebinde bir boluluk var ve serçe parmağında kontrol yüzüğü var. Onları ya hemen şimdi bana verirsin ve bende bunları yok ederim; ya da seni bir polis gibi düşünür destek ekibiniz gelmeden makinaya zorla bağlar tüm hafızanı silerim." bunu söylemem tedirgin olması için yeterli olmuştu. Bana hemen telefonunu ve kontrol yüzüğünü vermişti. Elimi bir daha uzattım "Alyans." dedim. Bunun içinde ne olduğunu bilemezdim bu yüzden ona da ihtiyacım vardı. Alyansına bakıp adam "Karımla aram kötü olduğu için buradayım. Bunun gitmesini kaldırabileceğimi sanmıyorum." demişti ben de yüzüne bakıp "Bu kıyafetlerle gidip son bir haftadır aşağıda olduğunu söyleyeceksin. Soyundun, tecavüze uğradın ve bir şekilde hayatta kalıp onun için savaştın. Şimdi alyans." dediğimde üzgün bir şekilde verdi. İçine bakmadım, karısının ismini görmek istemiyorum. Adamın yaptığı adiceydi, ona hala değer veriyordu ancak bunun acısını çekmemişti. Ben de ona şimdi bu acıyı bahşedeceğim.

Her şeyin başladığı yer burasıydı, beyindi. Doğum anından itibaren tüm anıları saklıyordu, elektriklenmeler, kimyasal hareketler insanın tamamını kontrol ediyordu. Anılara ve ana anlam yüklemeyi sağlıyordu. Her hangi bir şeyden etkilenebiliyordu, bir anda değişebilen bir hareket dizisiydi beyin. Her şeyini bırakmıştı adam ve kendini benim kollarıma teslim etmişti. Yalanların efendisinin ellerine, ona gerçek olmayan her şeyi verecektim, onun olmayan her şeyi ona hediye edecektim. Her şey ellerinde olacaktı, yaşamak istediği hayallerini kurduğu kahraman haline getirecektim onu. Kulaklarına ve beynine kablolar bağladık, aynı şekilde satacak kişiye de. Onu adaçayı ile zehirleyip bayılttım ve bu süre zarfında kalkmaması için koluna serum bağlayıp vermeye devam ettim. Bir serum da aynı şekilde alıcının elindeydi. Şimdi yapmam gereken şey hazırdı. Onları bir hafta boyunca bu makinaya bağlayacaktık. Anıları seçecektik, dayak yemeyi o boşluğu ve öfkeyi. Terk edilmişlik duygusunu ve yalnızlığa olan isyanı. Hepsini çekip çıkaracaktım beyninden. Sonrasındaysa bir işi daha olacaktı bu genç adamın. Bu şekilde dörtte üçü hallolmuş olacaktı işin. Şimdi sıra tamamını erdirmekte.
Bir sonraki işi hazırlamakta. Bu kişiyi uzun uzun izledim. Günlük yaptığım her şeyi bir yıl boyunca yapmaya devam ettim. Etrafındaki insanları izledim, eve girdiğini gördüm. Parasını sakladığı yeri takip ettim. Telefonlarını dinledim, bilgisayarını hackledim. Aklınıza gelebilecek her şeyi yaptım ve onu bu durum için her gün hazırladım. Kısa konuşmalar yaptım. Kızı izledim, annesini izledim. Müşterilerimi hazırladım, sonrasında sadece tetiği çekecek bi maymun bulmaktan ibaretti. Onu bulduğumda zincirleme patlama başlamıştı. Kulenin ortasına giren uçak gibi. Şimdi sırada Irak'ı işgal etmeye başlamam gerek.

Bir hayat üçgene benzer. Her kısmında başka birisi durur. Başlangıç noktasında sen olursun ve sana bağlı iki kol daha. Kendi yaptıklarının yanında, iki aile bulunur. Bunlardan birisi gelecekte kuracağım ailedir. Diğeri ise kurulmuş olan bir aile içindeki yerindir. Şimdi sırada o kurulmuş olan aileyi tamamlamakta.
Kuracağı ailesini param parça ettim. Onun hayatını düzenlemem gerek bir yandan da. Anne olmanın anlamı sadece çocuğu doğurmak değildir. Bunu para için yapsalar bile sonuçta doğan çocukla ten teması vardır. Bu hormonal bir şeydir, onun kokusu beyne kodlanmıştır. Hamile olduğu andan itibaren ona karşı sorumluluk hisseder. Babalık tam tersidir. Psikolojiktir, insanlar bunu kabul etmese de baba olmak tamamen bir beyin fonksiyonudur. Her hangi bir çocuğa babalık yapabilir erkekler ve bunun karşılığında onları beyinlerinde bir yere oturtur. Kadın ve erkek arasındaki duygusallık farkının temeli budur. Kadın çocuğu doğururken mantık arar ancak sonrasında bu duygusal bir şey haline gelir. Erkek içinse tam tersidir. Babalık bir sorumluluk değil istek meselesidir. İç güdüsel olmak zorunda değildir.
Anneyi bulmak bu yüzden önemliydi, annelik hissini yaşamak isteyen bir genç kıza doğru hormonları enjekte edemezsiniz. Anaçlık psikolojiktir ancak hissetmekle aynı şey değildir. Yıllarca görmediği oğluna ulaşacak bir anneyi göstereceğim size. Onu umursamadığını söylese de gördüğü an yaşanacaklar benim için yeterli olacak. Yükleme sırasında en fazla iki saatlik anı depolayabiliriz. Bu nedenle bana onu gördüğü an gerekli. Bir dizi de yalan.

Kadını bulmak zor oldu. Öncelikle iyice derine inmem gerekti. Bir gün öylesine konuşurken adamın kafa kağıdını görmem gerekiyordu. Onu mal çalmakla suçladım. Birinci sınıf gibi görünen ve yıllardır aynı yerden alışveriş yapan benim için ona istediğimi yapma hakkı doğurmuştu ancak sonrasında yanlışlık olduğunu söyleyerek patronunu sakinleştirdim. Onun doğum bilgilerine ulaşmak için gerekeni bir kere görmem yeterliydi. Kendi zihnimi okutup kişisel bilgilerine girdim. Devletin hattında o da sadece bir piç olarka gözüküyordu, basit bir tezgah arkası boktan başka bir şey değildi. Annesi onu ne zaman yaptığını bile hatırlamıyordur; ancak satacağı kişi için başvurması gerektiğinde geçmesi gereken bir dizi test vardı. Bunları da burada yapabilecek tek bir yer vardı. Eski bir hasthane olarak düşünülebilir. Nükleer savaş için yapılmış bir yer altı sığınağıydı ancak orada gerekli materyaller vardı. Kişinin DNA'sını okuyup gelecekte çıkacak hastalıkları öngörebilirlerdi. Bu testten kalmıştı. Kim olduğunu bulmak içinse bana gereken şey DNA'sıydı. Aynı şekilde bir tarama ile kendi DNA'mı satmak istermiş gibi görünmem yeterliydi. Beni oraya götüren kişiye ulaşabilirdim böylece ancak DNA'yı almanın bir yolu yoktu. Bu yüzden kameraları hacklemek zorunda kalmıştık geçmişten aldığımız tek bilgiyse bir günlük gazeteydi. Bu günlük gazeteyi alabilmek için özel istekte bulunup abone olmak gerekiyordu ancak bunu bu tarafta yapacak birisi yoktu. Bu adına denetime gireceği kişinin olmalıydı. Onlar da mimarlık eserleriydi nihayetinde, seçilmiş bir anne ve babadan yapılan özel bir çocuk istemişti parçaya ihtiyacı olan kişi. Elindeki o bir parça gazetedeyse farklı olan bir şey vardı. Günün başlığına bakıldığında dört kere değişmişti. Bu da basım tarihleri ve olası gidilebilecek yerleri gösteriyordu. Ana merkezden üç kare daha uzaktaki bir yere gitmesi gerekiyordu. Orası işte aradığım yerdi, alıcıyı bulduğumda ona söylemem gereken şey ona özel yapılmış çocukla ilgili bir hata olduğu olacaktı. Hepsini sırayla aradım ancak bulamadım derken, fazla basım sayısı yüzünden birer birim daha kaymış olan kordinatları hesaba katmamıştım.
Alıcıyı bulduğumda hazır olduğunu söyledim ancak anneden bir iz olmadığı için onay formu doldurulamıyordu. Çocuk on yedi yaşındaydı, bu yüzden onun kişisel belgelerine bakması gerekiyordu ancak bunu bulamamıştı. Bu noktada onun hakkındaki kayıtları hacklememiz gerekiyordu. Bir dakikalık bir gir çık olacaktı. Onun için hazırlanmış altı çocuk vardı ancak hepsinin annesi aynıydı. İkisi kabul edilmişti. Kadın büyük ihtimalle üst kata çoktan göçmüştü. İsmi de değişmişti, bu nedenle her şey zorlaşmıştı.
Rahim kontrolleri sırasında altı çocuk sahibi olup yedinciye hamile olan kişilerin listesini çıkartmam gerekmişti. Bu bir sorundu, çünkü kadın bu kadar çocuğu doğrurken alt dünyadaydı. Kemikleri düzgün değildi, hastalık geçirecekti bu nedenle tıbbi kayıt tutulması gerekiyordu. Bunun gibi yüzlerce kişi olması büyük bir sorundu ancak latin kökenlileri bulup bunların arasından yaş ayıklaması yaptığımda sonunda bulmuştum. Aradığım kadını. Onunla iletişime geçmek kolay olmadı. Sonunda bulduğumuzda görüşmeyi başta kabul etmedi ancak ona para teklif ettiğimde hayır da diyemedi. İnsanlar daima güce aç olacak. Bu gün bitime altı saat var ve o gelecek.
Son bir saat kala kadın gelmişti, dediğim gibi buraya uyumlu giyinmişti. Kendinden tiksiniyor gibi bir hali vardı. Üst tarafta yaşamaya başlayınca buraya geldiğinde tabi ki alt kat tiksindirici gelmeye başlayacaktı ancak bu çocuk onun için potansiyel bir yedek parçaydı. Kendine iyi bakmıştı, olabilidiğince... Kadın onu görünce üzülmüş gibi bir hali vardı, hayır üzülmemişti. Mutlu görünüyordu, sonunda ona kavuşmuştu. Bir çok farklı duygu olduğuna eminim. Hadi hepsini kus. Hepsini kus, olabildiğince adrenalin salgıla. Bunu bastır, beynin endorfin salgılasa da kendine dur diyecek sinyaller yolla hepsini yap!
Kadın oğlanın yanına yaklaştı, onun başını okşadı. Ellerini tutup biraz ağlar gibi oldu. Kimseyi bu halde görmek istemezdi insanlar. Bana dönüp "Neyi var?" dediğinde, bu kahpenin ağzının payını vermem gerekiyordu. "Yapmak için doğduğu şeyi yapıyor. Kendini satıyor. Zihnini." dedim. Kadın şaşırdı ancak ona bakıp elini tutmaya devam etti, ben de gülümseyip "Benzer bir şeyi de sizden bekliyoruz. Onu hatırlamak istemezsiniz değil mi?" diyecektim. Kadın irkilmişti ama onu hatırlamak istemiyordu. "Tabi size ek parça için irtibat numarası bırakacağım ancak benzer bir işlemi sizden birazdan gelecek küçük hanım için isteyeceğim." diyecektim, kahpece bir teklif ancak karşımdaki de bir fahişeden beterdi. Kendi vücudunu değil ruhunu satıyordu. "Pekala ne yapmam gerekiyor?" dediğinde şans bir kere daha bana gülmüştü. Anne duygusunu hissetmek isteyen birisi vardı. Bu oğlan annesini görünce hissedeceklerini de alacakım ve onu da bir saat daha sonra başkasına satacaktım. Büyük vurgun.
İnsanların duygularını istismar etmenin ve ya onlara verilen değerli anların alınıp satılması belki ahlaksızca görülebilir anca anılar anı olmaktan çıktığı zaman ve acı vermeye başladığında yapılacak doğru bir şey var mıdır? Bir insan geçmişine saplanmışsa bu durumda ne yapabilir. Kaçış olarak düşünülebilir belki de, her ne kadar kaçış değil sorunu yok etmekten başka bir şey olmasa da. Anıların alınması garip bir şekilde insanları değiştirmez. Kişilikleri aynı kalır, beyin galiba bu silmeyi biliyor ancak görmezden gelip refleks olarak saklıyor olan biteni. Neden böyle olmak zorunda diye düşünmek gerek tabi. Böyle olması herkes için daha iyidir belki de, insanın serbest kalması için olması gereken budur. Olduğun kişiyi temizlemeden geçmişinden kurtulup acılarını köşeye bıraktıktan sonra yaşamına devam etmek. Bir hayal gibi ancak olanağı olan bir şey, eskiden de olabilirdi. Kafanı duvara vurman yeterliydi belki de, unutmak ve unuttuğunu bilmemek dünyanın en güzel şeyidir belki de. Hatırlanacak bir şey olmadığını bilmek, gerçek özgürlük olabilir. Sadece kendiyle savaşan insanlarız biz. Bir düşmanımız yok, kendi beynimizde kısılıp kaldık. Anılarımıza düşüncelerimize, hiç birini değiştiremediğimiz hayatlarımıza. Gün ışığı görmeyen çürümüş bedenlerin katladığı acılar bir yana, tek aradığımız şey beynimizin özgür kalması. Bir şekilde yaşamayı herkes kabul etti, ancak kimse mutlu olamadı.
Herkesin anılarını alıp satma gerçekleştikten sonra paralar satıcılara ulaştırıldı. Pekala anne paraya ihtiyaç duymuyordu, bir satıcıdan para alacağımı hayal edemezdim. İnsan geri alamayacağı şeyleri verirken dikkatli düşünüp hareket etmeli. Bir kaç saniye öncesini bile ne kadar para verirsen satın alamazsın. Eş değer bir şeyle değiştirmek gerek ancak bunu da geleceğinden vermen gerekli. Yok ettiğin zamanı geri almanın yolu daha çok zaman yok etmek ve üstüne bunun için para vermek gülünç. Aldığın zamanıysa, almak için kazandığın paranın zamanı ve parayla takas ediyorsun. Üstüne eş değerde geleceğinden veriyorsun, iki taraf içinde oldukça zararlı bir takas; ancak insanlar aciz ve bağımlı. Bir başka insan olmadan onun duygularını anlayamazsın. Başka insanlar olmak zorundasın diğer insanları anlamak için.Her ne kadar iyi dost olursan ol, istersen aynı hayatı yaşa beyin farklı işler. Her hangi bir işleme farklı tepkiler verir, birisi için çok kolay olan aynı durum başka birisi için zorlayıcı olabilir. Dünya başaksı için haksızlık yapıyormuş gibi görünse de farklı bir kişi bu durumu zamanında fark edip kara bile dönüştürebilir.

"Ekipman durumu nasıl?" demiştim durduk yere, insanlar böyle bir şeyi benden beklemez normalde. Sistemimiz çok basit bir şekilde işler. Herkes kendi işini yapar. Bilgisayar ve makinaların kontrolü John'dadır. Onun işlerine biz bulaşmayız, aynı şekilde Hakan'da kendi işi olan iletişim ağımızı kurar ve bu şekilde gereksiz gözlerden sakınarak işimizi halledebiliriz. Ben sadece pazarlamayı yaparım ve ne olduğunu nasıl olduğunu hiç sormazlar. Sorsalar durumu kaldıramazlar muhtemelen, insanları öldürtüp gasp edecekleri bir ortam hazırlayıp sonrasında bu işten kar etmeye çalışan bir orospu çocuğu olduğumu bilseler. Bilseler bir şey değişmezdi belki de, insanlar bir birini çıkarlarından dolayı kabul eder değil mi. Ben her zaman yalnız olacağım, ne zenginim ne de çekiciyim. Birisi için çıakr verbileceğim bir şey yok hayatımda. Bazen neden böyle oldu diye düşünmeden edemiyorum ancak çok fazla düşünmek insanı daha da falza batırdığından dolayı tek yaptığım bunları unutmak için ilaçlar almak. Kendimi uyuşturup geçmesini beklemek. John'un cevabı "Alıcı da sorun mu çıktı?" olmuştu, benim kurumumda sorun olduğunu düşnmüştü. Olması gereken de buydu, karşılık olarak tek söyleyebileceğim "Hayır çıkmadı, sadece bir daha ki çıkışımda parça almam gerekiyor mu bilmek istedim." dediğimde gayet hızlı bir şekilde "Ne zamandar beri böyle bir huyun var? Çok tiksindirici." demişti.Ben de ona "Herkesin tiksidnirici bir yanı vardır değil mi? Belirsizlikte benimki olsun." demem onu biraz düşündürür diye tahmin ediyordum ancak tersine düşünmesine gerek yokmuşcasına "Temel psikoloji mi okudun? Bunu bilmeyecek ne var, bir şey okumana bile gerek yok. Söylediğin kişinin elleri ve ayakları protez makinalardan oluşuyor." diye bir cevap geldi. "Makine kurdu olman tiksindirici evet." demem onu sinirlendirmiş olacak ki "Neyi tartışıyoruz anlamıyorum." diye geçiştirmekle yatinmişti. Ben de orataya çıkıp "Ekip bir fikrim var!" dedim. Bana bakmaya başladıklarında "Zhin transferini internetten yapmanın bir yolu yok mu?" dediğimde, Hakan bir gerzeğe bakar gibi "Görseller yeterince derin olamaz, ses desteğine ihtiyacın var ancak bu kadar büyük bir yükleme hükumetin dikkatini çekecektir ister istemez.

Bizim için daha hızlı olacağı kesin ancak bu fikrin gerçekleşmiş halinin ticareti daha risksiz ve karlı olabilir." demişti, beklendik bir şekilde realist bir yorumdu ancak John farklı düşünüyordu "Ses dosyası olarak kaydedip atılabilir ancak kimin okuyacağını ve ne zaman okuyacağını bilemezsin. Beyinde de iletimler dalga ve elektrikle oluyor sonuçta. Makinayı bozacak şekilde elektrik yollanabilirse vücuda kısa devre yapması ve bilgiyi çekmek için kullanabilirsin." dedi, bu bir hayalperest ileri gitmek isteyen ancak Hakan boş duramaz. Başını sağa sola sallayarak "Hayır hatan var. Bu kadar büyük bir dosyayı yollamak için çok büyük bir sunucuya yükleme yapıp geri silmemiz gerek. Aynı zamanda bunun fark edilmemesi de gerekli ki bunu yapmak için kişiyi saatlerce telefon başında tutmamız gerek." demesiyle konuşma sonlanmıştı. Ne yazık, ancak onlara yeni bir amaç vermiştim. Gülümedikten sonra onlara bakıp ellerimi bir birine bir iki kere vurup "Peki, en büyük sunucuyu hacklemek nasıl geliyor kulağa!" dediğimde, John bir kaç saniye oturduğu koltukta kıkırdamıştı. Gözlerinden yaş gelmişti hatta sonra ciddi olduğumu anlamış ve kala kalmıştı. Hakan ne diyeceğini bilmiyor gibi görünüyordu, öylece o da kala kalmıştı. John bir birine girmiş kıvırcık saçlarını karıştırıp "Dünya Bilim Teknik Enstitüsünden bahsediyorsun, orayı kullanmak için hacklemeye bile gerek yok. Kullanabilecek yeterlilikteki her insan zaten girebilir oraya. Sadece girdiğimiz yeri gizlememiz yeterli ancak dosya takibinden kurtulmak için yapabileceğimiz bir şey yok. Yükleme çok uzun sürecek." dediğinde ben de ellerimin arasında daire bir alan kalacak bir şekilde birleştirip "Peki ya bilgiyi bile içine çekebilecek olan bir şey kullanmayı denesek?" dediğimde bahsettiğim şeyi anlamışlardı. John direk olarak cevabını ortaya koydu "Mümkün değil, çarpıştırıcılar elle çalışıyor ve oraya giriş yaptığımızda sadece detayları izleyebiliriz. İmkansız." demişti. Benim gülümsemem kesilmemişti "El ile çalıştırmamız gerekiyor olabilir ama kendimizi gizleyip koca bir deliğe küçük bir balık atmayı denesek nasıl olurdu? Biz çalıştırmadan olanı kullanacak olsak mesela?" dememle Hakan'ın gözleri dev gibi açılmıştı ve bana "Adını bile hatırlamayan bir adamdan beklenmedik bir fikir. Uzun süre bağlantı kuramayız ancak beş saniye yeterli olacaktır çekim gücü göz önüne alınırsa. Sadece nasıl yapacağımızı bilmemiz gerek, yani geri yönlendirmeyi." demişti ben de cebimde çocukluğumdan beri taşıdığım kapaklı eski moda telefonumu çıkarıp "Elektronik bir aletin geri tepmesi demiştik değil mi? Ses dosyasının en temel yollanım şekli telefon şebekesi. Ne kadar izleme altında olsa da dosyalar, anı dediğimiz şey daha komplike olduğundan izlemek imkansız olacaktır değil mi?" dediğimde bilgisayar kahramanımız etrafından destek alarak ayağa kalktı ve ağır adımlarla dışarıya yöneldi. Yeni bir fikir bulmuş olmamız heyecanlandırıyordu onları, pek tabi bunu daha önce deneyenlerde oldu. Yeni bir fikir değildi bu, muhtemelen umutlanmak istemiyorlardı. Bu fikir gerçek olursa buradan kurtulup bir kaç ömür daha yaşamamız mümkün olacaktı. Bir kaç yedek parça bile alabilirdik, John yeni bir beden bile satın alabilir, Hakan ailesinin kaydettiği anılara bir beden alabilir. Ben de tüm gün içip uyuyabilir ve sonunda ciğerlerimde yayılan şeyi düşünmeme gerek kalmaz. Adımı hatırlamaya ihtiyacım bile olmaz. Bileğimdeki ismi bir daha duymama bile gerek kalmaz, kim olmak istersem o olurum.

Başkasının bedenini almaktan çekinmem, ya da kendi bedenimi daha iyisi karşılığında vermekten. Zihinlerin asıl metaryel olduğu zaten Londra'da yapılacak olan olimpiyatların iptal edilmesiyle kabul edilmiş oldu. Bilinç savaşları başladığında oraya çıkan harmanda zihnine hükmedeyen insanlar bir bir düştü. Dağılmış beyinleri, vücutları ne kadar güçlü olsa da; daha önce hiç kullanmadıkları beyinleri yüzünden bir daha hareket etmediler. Bileğimin iç kısmına adımı yazdırmak zorunda kalmıştım. Genelin aksine ben zihin savaşları başladığı zamanda kendimi uyanmış gibi hissettim. İç güdüsel olarak verdiğim cevaplarla olmayan geçmişimden uyanmıştım. Hayat başta zordu, hala daha zor ama umurumda değil. Yıllar geçerken çürümek için atıldığımız bu lağımda hastalandım. Teş başıma olduğum için normalde belki bir iki günde geçecek şeyler yıllar sürdü. Uyuşturucu bile kullandım, sonunda odamda radyoaktif ilaçları damardan alıp saçlarının dökülüşünü izleyen birisi oldum. Yapay kan vücudumu kanserin etkilerine karşı korusa da ölümüm çok uzak değil bunu biliyorum. Geriletmek için belki bir akciğer satın almam yeterli olacak ancak kesin bir çözüm için vücudumun tüm genetiğini yani zihnimi başka bir bedene taşımam gerek. Amaç kar değil. Yaşamak.
Kawaii-sama
Kawaii-sama
Admin

Mesaj Sayısı : 82
Kayıt tarihi : 12/02/16

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz