(Grand Line Giriş) Ateşten İrade
2 posters
1 sayfadaki 1 sayfası
(Grand Line Giriş) Ateşten İrade
"Cubis... Bu dünyadaki en önemli şey nedir?"
Ağzımdan çıkan sözcüklerin tam olarak amacını kavramaktan uzaktım... Neden aniden karargahın bahçesinde uzanırken, Cubis'e böyle bir soru sormuştum bilmiyordum. Sadece içimde aniden beliren bir hisle, ağzımdan bu sözcükler çıkıvermişti.
Rüzgar oldukça sert esiyor ve gözlerime vuruyordu. Ellerim ile rüzgarı gözlerimden uzak tutmaya çalışsamda pek başarılı olduğum söylenemezdi adamım. Gerçi buraya rüzgarla mücadele etmek için gelmemiştim. Uzandığım çimliklerin arasından gökyüzünü izleyecek ve savaştan sonra oldukça yakın dost olduğum Cubis ile konuşacaktım. Zaten az önce sorduğum soru ile amacımın bir kısmını gerçekleştirmiştim; ama bu rüzgarda gökyüzünü izlemek benim için pek mümkün gözükmüyordu.
"En önemli şey hayattır dostum." Cubis, tüm yüzüne yayılan gülümsemesi ile havadaki sert rüzgara aldırış etmiyor gibiydi. Soruma verdiği cevap oldukça hızlı olmuştu. Sanki tüm ömrü boyunca her an tetikte bir şekilde benim ona bu soruyu sormamı bekliyor gibi bir hali vardı.
"Hepimiz bir gün öleceğiz, ne fark eder ki? Neden yaşam için mücadele edelim? Nasıl olsa bir şekilde sonlanacağını biliyoruz..." Sözlerimin ardından bir kaç saniye duraksayıp, gözlerimi Cubis'e çevirdim. Tepkisini merak ediyordum ve sözlerimden sonra yüzünde hin bir gülümseme belirdiğini görebiliyordum.
Cubis, bir kaç saniye boyunca konuşmadı. Uzandığı yerden doğruldu ve bir süre etrafına baktı. "Hayır! Hayat çok değerlidir. Çünkü ölebilecek canlılar olduğumuzun farkındayız! Sen ölmekten korkmuyorsun! Yaşamaktan korkuyorsun! Sonsuza kadar yaşamak istiyorsun, sonrada her şey önemsiz diyorsun. Bu aynı şey! Sahip olduğun yegane hayatı yaşamaktan korkuyorsun!"
Bir cevap vermedim Cubis'e. Belki haklı olduğunu düşünüyordum belki de cevap verebilecek yüzü kendimde bulamıyordum... Ne sebepten olursa olsun, Cubis'in bu konuşması beni etkilemişti. Aslında dürüst olmam gerekirse bir hafta önceki savaştan beridir psikolojik olarak pek iyi bir halde değildim. Gözlerimi açık tuttuğum her an kafamda mağaradan çıkıp, asıl savaş alanına girdiğimde gördüğüm görüntüyü düşünüyordum. Göz kapaklarım gözlerimi bir perde gibi kapattığında ve dünyam karanlığa gömüldüğünde ise, bu sefer o anı tekrardan yaşıyordum.
"Cubis, benimle Grand Line gelmeye ne dersin? Dört denizde bulamadığım şeyi, orada aramaya devam edeceğim... İnsanın içinde yatan gerçek gücü.."
Cubis gülümsedi. Ve gözlerini bana dikti. O an gözlerindeki parıldamadan ve yüzündeki memnun gülümsemeden teklifimi kabul ettiğini anladım. Uzandığım yerden doğruldum ve bir süre gri şehri izledim. Henüz yeni doğmakta olan güneş, şehri daha yeni yeni aydınlatıyor ve Logetown karanlık tarafını bir yana itip, tüm heybeti ile yeni bir günü selamlıyordu. Yüzümde beliren gülümsemenin sebebin bilmiyordum ama içimden bir ses, uzun bir aradan sonra gerçekten iyi bir yoldaş ve dost kazandığımı söylüyordu.
Derin bir nefes alıp ayaklandığımda önce üstümü çırpmış ve ardından uzaklara dalıp gitmiş Cubis'i dürterek kendisine gelmesini sağlayıp "Hadi gidiyoruz." demiştim. Ardından yürümeye başlamıştım. Yeni maceralara doğru...
Kaptan Fumador'un kapısının önündeyken biraz heyecanlı gözüktüğümüzü kabul etmeliydim. Cubis ile çimlikte kafa dinlerken yaptığımız konuşmanın ardından, bugün Kaptan Fumador ile konuşma kararı almıştık. Ben kapıyı tıklatmak ile meşgulken Cubis üstünü başını kontrol edip, kendine çeki düzen vermekle meşgul idi. Kaptan Fumador'dan gir komutu gelince ise kapıyı açmış ve yüzlerimizdeki belli olan streslerimize rağmen rahat hareketlerle odanın ortasına doğru yürümüştük.
İçeriye girip etrafıma baktığında bir haftadır görmediğim odanın düzenin aynı olduğunu görmüştüm. Tek fark duvara asılı olan resmi kaldırmıştı. Ayrıca Yüzbaşı Gafas ortalıkta görünmüyor gibiydi. Biraz şaşırmıştım doğrusu; çünkü ne zaman Kaptan Fumador'un odasında kendimi bulsam, önümdeki iki koltuktan birinde Yüzbaşı Gafas oturuyor olurdu. Şimdi ise Kaptan Fumador'dan başka kimse yoktu.
Kaptan Fumador'un elinde gördüğüm kadarıyla üç dört tane evrak vardı ve onlarla uğraşıyordu. Eğer kapıyı çaldığımızda bize gir komutu verenin Kaptan Fumador olduğundan emin olmasaydım, Cubisle benim odada dikildiğimiz farkında olmadığına inanırdım ama odada olduğumuzdan haberdar olmalıydı; fakat nedense, içeriye girdiğimizden beri kafasını kaldırıp bizi selamlamak gibi bir harekette bulunmamıştı. Cubis'le bende kendisi bizi ipleyene kadar, ses çıkarmama kararı almıştık.
Bir kaç dakika sonra ellerindeki evrakları düzleyip, masanın üzerindeki poşet dosyaya yerleştirdikten sonra derin bir nefes alıp, vücudunu esneten Kaptan Fumador usulca başını kaldırmış ve bizi süzmüştü bir süre. Yüzündeki yara izi oldukça taze görünüyordu ve Kaptan Fumador'un o karizmasına, birazda ürkütücülük katmıştı.
"Eee derdiniz ne beyler? Dinliyorum."
Kaptan Fumador'un sözlerindeki ağırlığa artık alışmıştım. Göz ucuyla Cubis'e baktığımda konuşma işini bana bıraktığını bakışlarından anlayabiliyordum. Ayrıca benden çok daha stresliydi ve anlıdan süzülüp yere damlayan ter damlaları bir süre sonra Kaptan Fumador'un odasında küçük bir gölet oluşturacak gibiydi.
"Efendim... Cubis ve ben Grand Line'a tayin olmak istiyoruz. " Nettim. Aslına bakarsanız, konuşmadan bir kaç saniye öncesine kadar bende en Cubis kadar stres doluydum ama boğazımı şöyle bir temizleyip, göğsümü dikleştirdikten sonra bu stresten kolayca sıyrılabilmiş idim.
Kaptan Fumador sözlerim sonrası biraz şaşırmış gibiydi. Yüzünde aniden beliren alaycı gülümseme ile bir süre bizi süzmüş, ardından ufak çaplı bir kahkaha patlatmıştı.
"Size karşı dürüst olayım mı? İkinizde Grand Line seviyesinde denizciler değilsiniz. Benimle kafamı buluyorsunuz? Dört denizde kalıp gücünüze güç katmalı ve öğrenmelisiniz, hâlâ çok toysunuz!"
Bu sözler beni etkilememişti. Dürüst olmam gerekirse Logetown'a bir miço olarak atandığımdan beri bir şeyler kanıtlayamamıştım... Haklı sayılabilirdi; ama bunca zamandır benim neler çektiğimi veya ne kadar çalıştığımı bilseydi acaba böyle bir konuşma yapar mıydı? Cubis'e şöyle bir dönüp baktığımda, onunda bu konuşmadan gram etkilenmediğini gözlerine bakınca görebiliyordum. Bu sözler bizi kararımızdan vazgeçirmek için yeterli sözler değildi. Küçük bir çocuk gibi gurur yapıp, bu odadan çıktıktan sonra zırlamayacaktık. Şimdi azimlerimizi Kaptan Fumador'a gösterecek ve onu ikna edip, gerekli izinleri alacaktık.
Konuşmak için ağzımı açtığımda, Kaptan Fumador araya girmiş ve tüm odada yankılanacak şekilde bağırmıştı. "Daha konuşmamı bitirmedim!" Derin bir nefes alan Kaptan Fumador, bir kaç saniye daha bizi süzüp başını iki yana doğru isyan edercesine sallamıştı. Tekrardan gözlerini gözlerimize diktiğinde, gözlerimizden fışkıran kararlığı ve azmi sezmiş gibi bir hali vardı. "Gerçekten Grand Line'a geçmek istiyor musunuz? Büyük oyunların oynandığı yere?" Pes etmiş gibi bir hali vardı Kaptan Fumador'un.
Cubis ve ben aynı ağızdan "Evet Efendim!" diye haykırdıktan sonra, odadaki sinir stresi dağıtacak bir kahkaha patlatarak biraz bize karşı yumuşamıştı Kaptan Fumador.
"Grand Line tayin olmanıza yardımcı olurum ama önce bana bunu hak edip hak etmediğiniz göstermeniz lazım. Size bir görev vereceğim... Eğer bunu yerine getirirseniz, gitmekte özgürsünüz."
Kaptan Fumador'un sözleri beni biraz şaşırtmış ve yutkunmama sebep olmuştu. Göz ucuyla Cubis'e baktığımda onunda aynı durumda olduğunu görebiliyordum. Bakışlarını Kaptan Fumador'dan çekip, bana çevirdiğinde yüzünde 'şimdi sıçtık' gibi bir ifade vardı. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum adamım.
"Sizden bir denizciyi alt etmenizi istiyorum. Evet yanlış duymadınız... Ne bir korsan, ne bir devrimci nede bizim düşmanımız olan diğerlerinden birini, sizden bizden biri olan bir adamı alt etmenizi istiyorum. Kendisi oldukça güçlü biri, benim rütbemde." Bu sözler sonrası Kaptan Fumador'a ne kadar sert baktığımı kestiremiyordum bile. Sinirden yumruk yaptığım elimi Cubis gizlemek için bir adım yanıma yaklaşmış ve kendi eli ile benim elimi gizlemişti. Kaptan Fumador bunun üzerine bir nebze şaşırmış olsada, ters bir tepki vermeyip konuşmasına devam etmişti. "Bana öyle bakmana gerek yok Zac, bu adam senin nefret ettiğin türden biri. Görevini iyi kullanmayan hem adadaki sivil halkı, hemde altındaki askerleri köpek gibi kullanan biri. Bir kaç gün önce bu adamın karargahında görev yapan eski bir arkadaşımdan mesaj geldi... Yardım istiyordu. Bir denizci, bir denizcinin gazabından korktuğu için başka birinden yardım istiyordu. Hükümet'e bir kanıt sunamadıkları için bu adamı hukuk yolları ile alt edemiyorlarmış, hükümet ne zaman o karargaha bir müffettiş gönderse tüm karargah korkusundan susuyor ve hiçbir şey çaktırmıyormuş. Buna bana bu mesajı yollan arkadaşımda dahil."
Kaptan Fumador bir kaç saniye soluklandı ve bizi süzdü. Kaptan Fumador'un açıklamalarından sonra öfkem dinmiş ve bakışlarım mahçup bir şekilde yumuşamıştı. Biraz utanmıştım doğrusu, zira Kaptan Fumador konuşmaya başladığında ve bu sözleri söylediğinde onun şerefsiz bir denizci olduğunu düşünmeye başlamıştım ama şimdi her şeyi anlayabiliyordum. Cubis'de benim gibi birazda olsa sakinleşmiş ve daha ciddi bir tonda konuşmayı dinlemeye başlamıştı.
"Bu adam karargahın zindanlarına korsandan çok, kendine ihanet eden denizcileri sokan bir adam. East Blue'nun ejderi olarak tanınan biri. Pek kolay değildir. Bu mesele ile şahsi olarak ilgilenmek isterdim ama benim o adaya gidip bu adamla savaşmam, çok dikkat çekecektir. Gazetelerde 'Denizciler arasında savaş!' diye kocaman bir başlık görmek istemiyorum. O yüzden eğer Grand Line'a geçmek istiyorsanız önünüzde tek bir engel var. Bu engeli geçebileceğinize inanıyorsanız, geminiz hazır. Binip Armut adasına gidebilirsiniz."
Cubis, şaşkınlıktan kıpkırmızı olmuş ve beni çaktırmadan çekiştirip, kaşları ile kabul etmeyelim mesajı vermeye başlamıştı. Ama dürüst olmak gerekirse Kaptan Fumador'un bu açıklamalarından sonra kafamda çoktan bu işi bitirmiştim. O adaya Grand Line gitmek için değil, o lanet denizci ile yüzleşmek için gidiyordum.
"Hemen yola çıkıyoruz efendim..."
Cubis'in başına korktuğu gelmiş gibiydi. Kaptan Fumador'un yüzünde ise memnun bir gülümseme belirmişti.
Cubis odadan çıkmak için yürümeye başlayıp, kapıyı araladığında bende Kaptan Fumador'a askeri selamımı vermiş ve Cubis'in ardından yürümeye başlamıştım. Ama Kaptan Fumador'un ismimi zikretmesi ile duraksayıp omuz üstünden başımı Kaptan Fumador'a doğru çevirmiş ve beklemeye koyulmuştum.
"Eğer en iyi olmak istiyorsan, en iyiyi yenmen lazım. Şimdi git ve bana göster ne olup ne olmadığını."
Yüzümde küçük bir tebessüm belirmişti ve Kaptan Fumador'un sözlerini başımı sallayarak onaylamıştım.
Odadan çıkıp, kapıyı ardımdan kapattığımda Cubis'in bana çok sert baktığını görmüştüm. Sorunun ne olduğunu sormaya fırsat bulamadan Cubis çatık kaşları ile ağzındaki baklayı çıkartmıştı. "Sen ciddi misin Zac! Bahsettiğimiz adam boş bir adam değil, East Blue'da ki çoğu korsanın it gibi korktuğu bir denizci! Cidden Grand Line'a gitmek senin için bu kadar önemli mi? Ha şimdi gitmişiz ha bir kaç yıl sonra, canını tehlikeye atmaya değer mi dostum?"
Bu konuşmadan tek anladığım, Cubis'in bir dost olarak bana ne kadar değer verdiği idi; ama burada bir dost kafası ile değil, bir denizci kafasıyla düşünmesi gerektiğine inanıyordum. O yüzden kaşlarımı çatıp, Cubis'e sert bir bakış atmıştım.
"Beni yanlış anlamışsın dostum... Grand Line'a gitmek istediğim için değil, o pisliğin yüzüne sağlam bir tane geçirmek istediğim için o adaya gidiyorum!"
Cubis, şaşkınlıktan açılmış ağzı ile bir süre beni izledikten sonra kafasını iki yana doğru sallamış ve derin bir nefes alıp, sırtıma sert bir şaplak atmıştı. "Anlaşılan bu saatten sonra kararını değiştirmek, deveye hendek atmaktan zor olacak. O yüzden seninle gelip, sırtını kollayacağım dostum."
Gülümsemiş ve yürümeye başlamıştım. Bir kaç ufak hazırlık yapıp, Carry ile vedalaştıktan sonra limanın yolunu tutacaktım.
Cubis ve ben limanda bizi bekleyen bir seyehat gemisine binmiştik. Bir denizci olarak değil, bir sivil olarak o adaya gidecektik. Kaptan Fumador çok önceden her şeyi hazırlamıştı gibiydi ve eğer biz o an görevi kabul etmeseydik bile bizim yerimize bu gemiye binecek başka birileri elbet olacaktı. Belki savaştan sonra Teğmen olmuş Ayberk veya Teğmen Meirin... Dürüst olmak gerekirse ben ve Cubis dışında o adaya gidecek çok fazla rütbeli vardı karargahta. Zaten Kaptan Fumador'un önderlik ettiği karargahımızın en güzel yanı buydu. Bir kaç istisna dışında çoğu rütbeli gerçekten denizciliğin anlamını kavramış insanlardı.
Cubis ve ben üzerimize siyah tonlarında kukuletalar geçirmiştik. Kafalarımıza ise kukuletanın kapüşonu takılıydı. Gemideki diğer yolcuların çoğu bizim bu gizemli görünüşümüzden ve benim kukuletamın altından görünen katanamdan ürküp bizden uzak dursada, yolculuk sırasında sıkıntı çekmeden ismi armut olan adaya varmıştık. Adanın isminin neden armut olduğunu adaya vardığımızda anlamıştık; çünkü bir liman şehri olan bu adanın genel olarak şekli bir armudu andırıyordu.
Adaya vardığımızda halka şöyle bir baktığımda görebiliyordum adadaki hüznü, kasveti... İnsanlar mutluluklarını kaybetmişlerdi. Bir şekilde hayata devam ediyorlardı ama hem ben hemde Cubis farkındaydı ki, bu adada nefes alan insanlar olmasına rağmen yaşayan insanlar yoktu. Limandan adanın iç kesimlerine doğru yürümeye başlamamızın üzerinden pek geçmeden bir manavın önünde, iki adamın konuşmasına denk gelip durmuş ve Cubis'i dürtüp elimle ikiliyi işaret edip, dinlemeye başlamıştım.
"Hey duydun mu! Bugün o adam denizcilerden birini idam edecekmiş!"
"Sence de biraz haddini aşmıyor mu? Kendine ihanet eden diğer denizcilere yaptığı gibi neden zindana atmıyor?"
"Bu sefer ki sanırım başka bir karargaha mektup gönderip yardım istemiş. Bizimki de çok kızmış, meydanda idam edecekmiş!"
"Nasıl bir adam bu? Nasıl bir denizci böyle canavar olur!"
İkili sohbetlerini bitirdiklerinde Cubis'le birbirimize bakmış ve ikimizde bu kişinin Kaptan Fumador'un arkadaşı olduğunu birbirimize bakarak teyit etmiştik.
"Zac, şimdi ne yapacağız?"
"Ne mi yapacağız? Gidip bu işi şimdi bitireceğiz!"
Cubis ve ben meydana doğru hızla hareketlenmeye başladığımızda, meydan tarafında gittikçe kalabalığın arttığını fark ediyorduk. Meydana vardığımızda ise yere sabitlenmiş bir tahtaya bağlanmış denizci üniformalı bir adam ve onun karşısına ellerindeki tüfekleri ateş etmeye hazır bir şekilde tutan, yan yana dizilmiş bir düzine denizci dikkatimi çekmişti ilk. Kalabalık çevreye daire şeklinde dağılmış, dairenin tam ortasında ise asıl adamlar konuşlanmış idi.
Kalabalığın arasına karışıp, olayların gelişimini izlemeye başladığımızda gözüme yan yana dizilmiş askerlerin bir adım önünde duran bir şey dikkatimi çekmişti. Bir şey diyorum, çünkü insan yapısına sahip olsada insan olmayan bir şey vardı karşımda. Üzerine giydiği denizci üniformasından denizci olduğu da aşikardı aynı zamanda. Kafası bir ejderhanın kafasını benziyordu ve ellerine baktığımda, ellerinin bir ejderha eli olduğundan emindim. Keskin pençeleri oldukça uzun ve tehditkardı. Sanırım karşımızda zoan meyvesi yemiş biri vardı; ama ejderha gibi nadir ve mistik bir canlıya dönüşmesini sağlayacak bir şeytan meyvesini mi yoksa bir kertentenkeleye dönüşmesini sağlayacak bir meyvesini mi yediğini tam olarak kestiremiyordum.
"Zac işte adamımız bu. East Blue'nun ejderi diye boşuna demiyorlar..." Cubis kafasından kukuletasının kapüşonunu çıkartmış ve şaşkınlıkla karşısındaki bu insanı ya da insana benzeyen şeyi izlemeye başlamıştı. Söylediği sözlere hak veriyordum... Gerçektende East Blue'nun ejderhası lakabını sapına kadar hak eden bir tipi vardı.
"Ziiiiihahahah!" Ejder adam tüm meydanda yankılanacak bir kahkaha patlattı. "Bana ihanet edenler ve ileride etmeye kalkacaklara ibret-i alem olsun!"
Kimseden tek bir ses dahi çıkmamıştı. Etrafıma şöyle bir baktığımda kurşuna dizmek için dizilen dahil herkesin yüzündeki dehşet ifadesini ve vücutlarına yayılan korkuyu görebiliyordum. Askerlerin eli titriyor, sivil halk ise şaşkınlıktan konuşamıyordu bile.
Ejder adam elini havaya kaldırdığında askerler bir kaç saniye tereddüt etsede, nişan aldılar ve Ejder adamdan vur komutunu beklemeye başladılar. Cubis'in dalgın olduğunu sezdiğim ve beni tutup engellemeyeceğini düşündüğüm bir anda kalabalığın arasına sızdım ve aniden idam platformu ile nişan almış askerlerin arasına girip önce karşımdaki askerleri ardından kaptanlarını süzdüm.
Ejder adam, dik dik bana bakmakla meşgulken askerler ise bir bana birde kaptanlarına telaşla bakıyorlardı.
"Gerçekten mi? Sırf oruspu çocuğunun teki emir veriyor diye bir dostunuzu, sizin gibi denizci olan birini vuracak mısınız? Yazık..." Kafamdaki kukuletanın kapüşonunu çıkartıp oldukça sert bir dilde konuşmamın ardından çevreden uğultular yükselmeye başlamıştı. Çoğu insanın gözü şaşkınlıktan faltaşı gibi açıldığını görebiliyordum. Denizciler ise utançla başlarını öne eğmişti; aslında çoğu bana sen bizim halimizden ne anlarsın diye bir bakış atıyordu ama bunu hemen yanı başlarındaki Ejder adamdan ötürü dile dökemiyorlar idi. Ejder adamın ise öfkeden yüzündeki damarları ortaya çıkmış ve oldukça sert bir şekilde yumruğunu bana karşı sıkmaya başlamıştı.
Beş para etmeyen bu insanları görmezden gelip yüzümü platforma doğru dönmüş ve platforma bağlanmış askeri çözmek için elimi iplere doğru uzatmıştım; ama o anda arkamda beliren ani bir gölge ile durmuş ve sağ böbreklerime doğru hızla ilerleyen tekme ile kalabalığın arasına uçmuştum. Canım yanmıştı ama bu tekme işimi bitirecek seviyede bir tekme değildi. Kendime gelmek için kafamı bir kaç kere sallayıp kafamı kaldırdığımda ejder adamın üzerime doğru yürüdüğünü görebiliyordum. Aynı zamanda ejder adam bu tarafa doğru yürüdükçe çevremdeki insan sayısı azalıyordu. Bir süre sonra ise çevremde kimse kalmamış, kıç üstü oturduğum yer üç dört saniye öncesine nazaran ıssızlaşmıştı.
Ayağı kalkıp, boynumu ekseni etrafına bir kere döndürerek çıtlatıktan sonra kılıcımı çekip, derin bir nefes almış ve: "Cubis bu benim, sen diğer işlerle ilgilen!" diye haykırmıştım. Bu adamla birebir dövüşmek ve tek başıma işini bitirmek istiyordum.
Cubis bunun üzerine kalabalıktan sıyrılmış ve tahtaya asılı denizci çözmek için koşmaya başlamıştı. Ejder adam bunu fark ettiğinde ise sırtını az önce ben nasıl kendisini hiçe sayarak döndüysem, oda beni hiçe sayarak dönmüş ve Cubis'e doğru yönelmişti. Fakat arkasından koşup, ejder adamı kolundan yakalamamla kendi olduğum tarafa doğru fırlatmam bir olmuş ve konumların değişmesine sebebiyet vermiştim. Ben arkama idam tahtası ve Cubis'i almış, Ejder adam ise karşısına beni almıştı. Yani Cubis ve öldürmek istediği kişiye ulaşmak için, önce beni geçmesi gerekiyordu.
"Zihahahaha! Çocuk normal bir çocuk değilsin değil mi? Hem tekmemi yememe rağmen hâlâ hareket edebiliyorsun hemde güçlüsün. Adını bahşet bana!"
"Az sonra ölecek birinin adımı öğrenmesine gerek yok..."
İkimiz arasında geçen bu diyaloğun ardından aramızda çetin bir dövüş başladı. Ejder adam, pençelerini bir kılıç olarak kullanıyor ve benimle o şekilde dövüşüyordu. Genel olarak baskın olan taraf Ejder adamdı. İki eli ile seri hamleler yaparak beni savunmaya zorluyordu. Kıvrak kılıç hamleleri ile bu adamın pençelerinin vücuduma ulaşmasını engellesemde, fazlasıyla zorlanıyordum.
Ejder adamın güçlü bir hamlesi ile bir kaç metre geriye savrulmuştum, bunu fırsat olarak görüp, şeytan meyvemin gücünü kullanma kararı almış ve derince bir nefes alıp Fire ball adlı saldırım için hazırlıklara başlamıştım. Ejder adam ne yaptığımı anlamamış bir şekilde üzerime doğru koşmaya başladığında ateş topunu üzerine doğru göndermiştim ama refleksleri oldukça iyi olmalıydı ki, son anda sağ tarafına doğru kendini atarak ateş topundan kurtulmuştu.
O ayağı kalkmakla meşgulken bende üzerine doğru atlamış ve tekrardan bir süre durmaksızın yakın dövüşe devam etmiştik. Bir kaç dakika sonra ikimizde yorulmuş ve geriye doğru sıçrayıp aramızda iki üç metre bırakarak soluklanmaya başlamıştık.
"Ağzında bir mekanizma mı var yoksa sende mi benim gibi şeytan meyvesi yedin velet? Düşündüğüm gibi basit bir çocuktan fazlasısın değil mi? Zihahahah!" diye haykırmıştı. Bir cevap vermekten çekinmiş ve göz ucuyla arkama bakıp, orada neler döndüğünü öğrenmeye çalışmıştım; ama o saniyelik arada, büyük bir hata yaptığımı anlamam çok zor olmamıştı. Kurnaz rakibim, anlık olarak gözlerimi üzerinden çekmemi fırsat olarak görmüş ve ileri atılıp keskin pençeleri ile göğsüme derince bir kesik atmıştı. Göğsümden sıçrayan oluk oluk kanı izlerken sendelenmiş ve sırt üstü yere yapışmıştım. Sesler duyabiliyor ve görebiliyordum ama ayağı kalkacak gücü kendimde bulamıyordum.
Cubis o sırada denizciyi bağlı olduğu olduğu platformdan kurtarmış ve askerleri organize etmekle uğraşmaya başlamıştı; fakat benim dövüştüğüm tarafa döndüğünde, karşılaştığı manzara ile ağzı kulaklarına kadar açılmış ve istemsizce haykırmıştı. Sonuçta yeni elde ettiği en yakın dostunu kanlar için yerde yatarken görmüştü. Aynı durumda bende Cubis'i görsem sinirden dört köşe olurdum herhalde... Sağ kolunu ucu sivri bir kalkana dönüştürürken sol kolunu da yuvarlak bir kalkana dönüştürmüş ve öfkeyle Ejder adama doğru koşuşturmaya başlamıştı. Benimle Ejder adamın arasına girdiğinde ise dövüşü başlamıştı. Dövüşü görebiliyordum. Cubis, kalkanları ile Ejder adamın saldırılarını savunmaktan başak bir şey yapamıyordu. O anda kulağıma belli belirsiz bir şekilde bir adamın yaptığı konuşmanın sözleri geliyordu:
"Tanımadığımız iki adam! İkiside bizlerden yaşça küçük ve bizim için dövüşüyorlar! Bizim yapamadığımız yapıp, bir denizcinin görevini yaparak sivil halk için dövüşüyorlar! Gerçekten de karşımızdaki bu adam gerçek bir rütbeli mi? KARŞIMIZDAKİ ADAM BİR DENİZCİ Mİ? Evet, korkuyorum ama dostlarım, bir seferde olsun bizim gibi adamlar korkularını bir kenara itip neden savaşmasın? Yerde kanlar içinde yatan çocuğa ve birazdan onunla aynı duruma düşmesi muhtemelen adama bakın... Acaba bizim için dövüşürken, tek bir kere bile kendi canlarının ne kadar tehlikede olduğunu düşünmüşler midir? Şimdi bir kere olsun, o silahlarınızı doğru kişiye doğrultun!"
Denizciler birbirlerine baktılar bir kaç saniye... Düşündüler belki de ve tekrardan yüzlerini savaşın olduğu tarafa çevirdiklerinde ezik birer adamın yüz ifadesi yerine, cesareti yerine gelmiş bir düzine adamlardı. Ayaklanıp tüfeklerini Ejder adama doğrultuklarında yarı ölü ben dahil herkes şaşırmıştı. Ejder adam ise kendisine doğrultulan silahları fark ettiğinde sinirden kudurmuş ve elinin tersi ile Cubis'e sağlam bir tane geçirerek metlerce savrulmasına sebep verip askerlerin üzerine doğru yürümeye başlamıştı.
Askerler nidalar atarak tüfeklerini doğrultup ateş ettiğinde herkes ağzını açmış olacakları izliyordu. Hatta bir kısım sivil halk sevinç nidaları bile atmaya başlamıştı ama mermiler Ejder adama çarpıp yere düştüğünde herkes susmuştu. Mermiler çizik bile atmamıştı Ejder adama.
"Zihahahah! Aptallar ejder derisini basit bir tüfek mermisi ile aşabileceğinizi mi sandınız?" Ejder adamın sesi tekrardan tüm meydanda yankılandığında havayı tekrardan kasvet kaplamış ve bir düzine asker kazandıkları cesaretlerini tekrardan kaybedip, silahlarını bırakarak diz üstü yere çökmüşlerdi. Sanırım artık sonlarının geldiğinden emindiler.
Göz ucuyla Cubis'in uçtuğu tarafa baktığımda bir tezgaha çarptığını ve baygın halde durduğunu gördüm. Ne denizci erlerini nede Cubis'i yerde uzanarak ölüme terk edemezdim. Ayağı kalkmalı ve başlattığım savaşı bitirmeliydim. Sende hatırlamıyor musun adamım? Bir zamanlar babamın bana, "Bitiremeyeceğin bir savaşı başlatma." diye taviz verdiğini?
Önce kıçımın üstünde doğrulmuş ardından yüzümü toprağa dönüp ellerimi yumruk yapıp toprağa dayamış ve çektiğim acıyı bağırarak dışarıya yansıtarak ayağı kalkmıştım. Bir kaç saniye soluklandıktan sonra derince bir nefes almış ve sırtı bana dönük olan rakibime Fiery bullet saldırımı yapmıştım. Ejder adam denizcilere saldırmak maksadıyla havaya doğru kaldırdığı pençesini sırtına yediği ateşten mermiler ile indirmiş ve yüzünü acı bir ifade ile bana doğru dönmüştü. Canı yanmış olmalıydı.
Ejder adam tekrardan rotasını bana çevirip bana doğru koştuğunda kılıcımı çekmiş ve derin bir nefes almıştım. Dövüş boyunca kalan tüm gücümü sürekli tek bir noktaya saldırmak için kullanacaktım. Böylelikle sert derisinde ufak bir açık açacak ve ardından o açığı Kosen saldırım ile büyütüp, bu adamın işini bitirecektim.
Ejder adamın dibine kadar girip pençe saldırısını kılıcımla savuşturmam ile tekrardan seri bir şekilde dövüşmeye başlamıştık. Canımın yanmasına ve her zorlayıcı hareketten sonra daha fazla kan kaybetmeme rağmen dövüşe devam edebiliyordum. Ve fırsat buldukça her seferinde ejder adamın karın boşluğuna saldırıyordum. Bazen kılıçla kesik atıyor, bazen aynı noktaya kılıcımı saplıyor ve hatta bazen fırsattan istifade ateş bile püskürte biliyordum. Dövüş böylece beş dakika kadar sürmüştü. Ejder adam farkında olmasa bile, bu beş dakika boyunca elime geçen tüm fırsatları tek bir noktada kullanarak oldukça sert ve geçilmez zırhında küçük bir açık açabilmiştim.
Ama bitkin düşmüştüm. Karşımdaki rakibim ise güçten düşmüş gözükmüyor gibiydi. Omuzlarım öne doğru düştüğünde ve yorgunluktan başımı öne doğru eğdiğim zaman gözlerimi yukarıya doğru kaldırarak rakibimi izliyordum. Adeta götümden soluyordum desem pekte yanlış olmazdı. Bunu gören Ejder adam ise dövüşü bitirme fırsatının eline geçtiğini düşünerek üzerime doğru koşuşturmaya başlamıştı. Ben ise Zachariah'ın Z'sinin ilk formu olan Ikazuchi Kata'nın ikinci modelini kullanmak için kendimi öne doğru bırakmıştım. Ejder adam dahil herkes benim güçten düşüp yere yığıldığımı düşünmüş ve tepki vermemişlerdi. Bense kazandığım ivmeyi kalan bir avuç gücümle kullandığımda bir anda Ejder adamın önünde bitmiş ve Zachariah'ın gizli saldırılarından biri olan Kosen saldırısını açtığım o ufak açığa doğru yapmıştım. Müthiş bir ivme ile dönen kılıç, akla hayale sığmayacak bir delici güç kazanmıştı. Ama muhtemelen normal şartlarda bu bile ejder adamın sert derisini aşmak için yeterli olmayacaktı ama dövüş boyunca açmak için uğraştığım o küçük açığa bu saldırıyı yaptığımda çatlak büyüyecek ve bu delici güç dövüşü sonlandıracaktı. Nitekim öyle olmuştu. Hazırlıksız yakalanan Ejder adamın kılıç bir yanından girmiş ve bir yanından çıkmıştı. Ejder adam yere yığıldığında herkesin ağzı kulaklarına kadar gelmiş ve şaşkınlıktan ne yapacaklarını şaşırmıştı.
Bir kaç saniye. Bir kaç saniye içerisinde Ejder adamın gerçekten de bir daha ayağı kalkamayacağından emin olan bir kaç kişi ellerini havaya kaldırmış ve yavaş tempoda bağırmaya başlamışlardı. "Zac! Zac! Alev Ejderi Zac!" ve bu bağırışa yavaş yavaş koca bir halk ve denizcilerde katılmaya başlamıştı. Yağmur yağmaya başlamış ve benim yüzümde memnun bir gülümseme oluşmuştu. İlk defa bir denizci olarak işe yaradığımı hissediyordum. Vücudum istemsizce yere doğru düşerken ve bilincim kapanırken, gülüyordum sanırım...
Bir hafta sonra...
Bir hafta sonra gözlerimi açtığımda bir hastane odasındaydım. Başımın dibinde olan makiden sürekli çıkan dıt dıt sesleri ve vücuduma takılmış onlarca serumdan bunu anlamak basitti. Uyanmamın üzerinden bir kaç dakika geçtikten sonra üç dört tane hemşire girmiş ve bir düzine test yapıp odayı terk etmişlerdi. Bir saat kadar sonra ise yoğun bakım odasından, normal bir adaya taşımışlardı beni. Bir kaç dakika sonra ise kapı açılmış ve içeriye doktorla birlikte Cubis girmişti. Buna bile tepki veremeyecek kadar bitkin ve aciz bir durumdaydım. Doktor başıma geçip, anlıma dokunup bir kaç şeyi kontrol ettikten sonra derin bir nefes almış ve konuşmaya başlamıştı.
"Hayatta kalman şu kırk yıllık doktorluk kariyerimde karşılaştığım sayılı tıp mucizelerinden biri. Ateşten bir iradeye sahip olmalısın ya da bu hayata kazık çakmış olabilirsin. Göğsündeki yara derin bir yaraydı. Göğüs kafesinin büyük bir kısmı ve kaburgaların hasar görmüş. Yara bu vakte kadar kapanmış olmalı ama izi bir ömür boyunca geçmeyecek ve en az bir ay boyunca doğru düzgün hareket etmen mümkün bile değil, her aldığın nefes büyük acı verecek sana... Zor günler seni bekliyor aslanım." Doktor soluklandı belkide Cubis çekiştirdiği için konuşmayı bıraktı. Komadan yeni çıkmış bir hastaya bu kadar yüklenmek acımasızlık olabilirdi; ama ben zaten gözlerimi açtığımdan beri her şeyin farkındaydım.
"Tüm bunlardan öte ise, her şey için teşekkür ederim. Yaptığınız şey gerçekten yürek isteyen bir şeydi. Arkadaşınla sen sadece bu ada halkının hayatını kurtarmadınız onlara bundan sonraki kalan ömürlerini yaşamak için bir sebep verdiniz. Her şey için teşekkür ederiz!..."Doktorun gözlerinden akan yaşları izledim sadece. Ardından gözlerim Cubis'e kaydı. Konuşacak mecalim yoktu; ama dinleyebilirdim. Olan biteni öğrenmek istiyordum.
Cubis derin bir nefes aldı ve gözlerime bir süre bakarak ne istediğimi anlayıp, tüm olan biteni anlatmaya başladı.
"Dövüşten sonra ikinizde berbat haldeydiniz. En azından ben gözlerimi açtığımda başımdaki bir kaç denizci senin için her şeye hazırlıklı olmam gerektiğini söylüyordu. Aynı zamanda o ejder pisliği de kötü durumdaydı ama ne olursa olsun bir insanı ölüme terk etmek doğru gelmediği için bu insanlara onuda tedavi ettiler. Merak etme şimdi zindanda. Üstelik bir kaç gün önce adaya gelen müfettişe her şeyi itiraf etti. Yani başımız belada değil merak etme, gerçi yine bir kaç sorguya katılmamız gerek. Gemi yolculuğunu kaldırabilecek kadar iyi hale geldiğinde yola çıkacağız, şimdilik dinlen ve iyileşmene bak. "
Cubis sözlerini tamamladığında doktor Cubis'i çekiştire çekiştire odadan çıkartmış ve bende bir kaç dakika kadar sonra ise yorgunluktan olsa gerek uykuya dalmıştım.
Bir kaç hafta sonra gemi yolculuğunu kaldıracak kadar vücudum iyi hale gelmişti ve Kaptan Fumador'un adaya gönderdiği gemi ile bir gece ansızın adayı terk etmiştik. Çok az insan o gece hayatlarını kurtaran adamların adayı terk ettiğinden haberdardı. Onlarda limanda toplanmış ve yavaş yavaş gece denizinde süzülen gemiye el sallamaya başlamıştı.
Hükümet bu olayı bir şekilde örtbas etmiş ve basına Ejder adam Patrick'in bir grup korsan tarafından yenildiğini duyurmuştu.
Logetown'a tekrardan ayak bastığımızda ise Kaptan Fumador tarafından limanda karşılanmış ve Grand Line'a ben tamamen iyileştikten sonra istediğimiz zaman geçebileceğimizi söylemişti. Benim tamamen iyileşmem bir buçuk ayı bulmuş ve Grand Line'a geçmek için bize verilen motorlu bir gemi ve on kişilik denizci mürettabatı ile Calm Belt'ten Grand Line'a geçmek için yola koyulmuştuk.
Bir buçuk aylık süreçte hükümet bankasına olan borcumu kapatmış ve boş boş yatmayıp, Grand Line hakkında bilgi alabileceğim bir çok kaynağı karıştırmıştım.
Ah adamım, Grand Line... Doğduğum denizlere geri dönüyorum!
Ağzımdan çıkan sözcüklerin tam olarak amacını kavramaktan uzaktım... Neden aniden karargahın bahçesinde uzanırken, Cubis'e böyle bir soru sormuştum bilmiyordum. Sadece içimde aniden beliren bir hisle, ağzımdan bu sözcükler çıkıvermişti.
Rüzgar oldukça sert esiyor ve gözlerime vuruyordu. Ellerim ile rüzgarı gözlerimden uzak tutmaya çalışsamda pek başarılı olduğum söylenemezdi adamım. Gerçi buraya rüzgarla mücadele etmek için gelmemiştim. Uzandığım çimliklerin arasından gökyüzünü izleyecek ve savaştan sonra oldukça yakın dost olduğum Cubis ile konuşacaktım. Zaten az önce sorduğum soru ile amacımın bir kısmını gerçekleştirmiştim; ama bu rüzgarda gökyüzünü izlemek benim için pek mümkün gözükmüyordu.
"En önemli şey hayattır dostum." Cubis, tüm yüzüne yayılan gülümsemesi ile havadaki sert rüzgara aldırış etmiyor gibiydi. Soruma verdiği cevap oldukça hızlı olmuştu. Sanki tüm ömrü boyunca her an tetikte bir şekilde benim ona bu soruyu sormamı bekliyor gibi bir hali vardı.
"Hepimiz bir gün öleceğiz, ne fark eder ki? Neden yaşam için mücadele edelim? Nasıl olsa bir şekilde sonlanacağını biliyoruz..." Sözlerimin ardından bir kaç saniye duraksayıp, gözlerimi Cubis'e çevirdim. Tepkisini merak ediyordum ve sözlerimden sonra yüzünde hin bir gülümseme belirdiğini görebiliyordum.
Cubis, bir kaç saniye boyunca konuşmadı. Uzandığı yerden doğruldu ve bir süre etrafına baktı. "Hayır! Hayat çok değerlidir. Çünkü ölebilecek canlılar olduğumuzun farkındayız! Sen ölmekten korkmuyorsun! Yaşamaktan korkuyorsun! Sonsuza kadar yaşamak istiyorsun, sonrada her şey önemsiz diyorsun. Bu aynı şey! Sahip olduğun yegane hayatı yaşamaktan korkuyorsun!"
Bir cevap vermedim Cubis'e. Belki haklı olduğunu düşünüyordum belki de cevap verebilecek yüzü kendimde bulamıyordum... Ne sebepten olursa olsun, Cubis'in bu konuşması beni etkilemişti. Aslında dürüst olmam gerekirse bir hafta önceki savaştan beridir psikolojik olarak pek iyi bir halde değildim. Gözlerimi açık tuttuğum her an kafamda mağaradan çıkıp, asıl savaş alanına girdiğimde gördüğüm görüntüyü düşünüyordum. Göz kapaklarım gözlerimi bir perde gibi kapattığında ve dünyam karanlığa gömüldüğünde ise, bu sefer o anı tekrardan yaşıyordum.
"Cubis, benimle Grand Line gelmeye ne dersin? Dört denizde bulamadığım şeyi, orada aramaya devam edeceğim... İnsanın içinde yatan gerçek gücü.."
Cubis gülümsedi. Ve gözlerini bana dikti. O an gözlerindeki parıldamadan ve yüzündeki memnun gülümsemeden teklifimi kabul ettiğini anladım. Uzandığım yerden doğruldum ve bir süre gri şehri izledim. Henüz yeni doğmakta olan güneş, şehri daha yeni yeni aydınlatıyor ve Logetown karanlık tarafını bir yana itip, tüm heybeti ile yeni bir günü selamlıyordu. Yüzümde beliren gülümsemenin sebebin bilmiyordum ama içimden bir ses, uzun bir aradan sonra gerçekten iyi bir yoldaş ve dost kazandığımı söylüyordu.
Derin bir nefes alıp ayaklandığımda önce üstümü çırpmış ve ardından uzaklara dalıp gitmiş Cubis'i dürterek kendisine gelmesini sağlayıp "Hadi gidiyoruz." demiştim. Ardından yürümeye başlamıştım. Yeni maceralara doğru...
***
Kaptan Fumador'un kapısının önündeyken biraz heyecanlı gözüktüğümüzü kabul etmeliydim. Cubis ile çimlikte kafa dinlerken yaptığımız konuşmanın ardından, bugün Kaptan Fumador ile konuşma kararı almıştık. Ben kapıyı tıklatmak ile meşgulken Cubis üstünü başını kontrol edip, kendine çeki düzen vermekle meşgul idi. Kaptan Fumador'dan gir komutu gelince ise kapıyı açmış ve yüzlerimizdeki belli olan streslerimize rağmen rahat hareketlerle odanın ortasına doğru yürümüştük.
İçeriye girip etrafıma baktığında bir haftadır görmediğim odanın düzenin aynı olduğunu görmüştüm. Tek fark duvara asılı olan resmi kaldırmıştı. Ayrıca Yüzbaşı Gafas ortalıkta görünmüyor gibiydi. Biraz şaşırmıştım doğrusu; çünkü ne zaman Kaptan Fumador'un odasında kendimi bulsam, önümdeki iki koltuktan birinde Yüzbaşı Gafas oturuyor olurdu. Şimdi ise Kaptan Fumador'dan başka kimse yoktu.
Kaptan Fumador'un elinde gördüğüm kadarıyla üç dört tane evrak vardı ve onlarla uğraşıyordu. Eğer kapıyı çaldığımızda bize gir komutu verenin Kaptan Fumador olduğundan emin olmasaydım, Cubisle benim odada dikildiğimiz farkında olmadığına inanırdım ama odada olduğumuzdan haberdar olmalıydı; fakat nedense, içeriye girdiğimizden beri kafasını kaldırıp bizi selamlamak gibi bir harekette bulunmamıştı. Cubis'le bende kendisi bizi ipleyene kadar, ses çıkarmama kararı almıştık.
Bir kaç dakika sonra ellerindeki evrakları düzleyip, masanın üzerindeki poşet dosyaya yerleştirdikten sonra derin bir nefes alıp, vücudunu esneten Kaptan Fumador usulca başını kaldırmış ve bizi süzmüştü bir süre. Yüzündeki yara izi oldukça taze görünüyordu ve Kaptan Fumador'un o karizmasına, birazda ürkütücülük katmıştı.
"Eee derdiniz ne beyler? Dinliyorum."
Kaptan Fumador'un sözlerindeki ağırlığa artık alışmıştım. Göz ucuyla Cubis'e baktığımda konuşma işini bana bıraktığını bakışlarından anlayabiliyordum. Ayrıca benden çok daha stresliydi ve anlıdan süzülüp yere damlayan ter damlaları bir süre sonra Kaptan Fumador'un odasında küçük bir gölet oluşturacak gibiydi.
"Efendim... Cubis ve ben Grand Line'a tayin olmak istiyoruz. " Nettim. Aslına bakarsanız, konuşmadan bir kaç saniye öncesine kadar bende en Cubis kadar stres doluydum ama boğazımı şöyle bir temizleyip, göğsümü dikleştirdikten sonra bu stresten kolayca sıyrılabilmiş idim.
Kaptan Fumador sözlerim sonrası biraz şaşırmış gibiydi. Yüzünde aniden beliren alaycı gülümseme ile bir süre bizi süzmüş, ardından ufak çaplı bir kahkaha patlatmıştı.
"Size karşı dürüst olayım mı? İkinizde Grand Line seviyesinde denizciler değilsiniz. Benimle kafamı buluyorsunuz? Dört denizde kalıp gücünüze güç katmalı ve öğrenmelisiniz, hâlâ çok toysunuz!"
Bu sözler beni etkilememişti. Dürüst olmam gerekirse Logetown'a bir miço olarak atandığımdan beri bir şeyler kanıtlayamamıştım... Haklı sayılabilirdi; ama bunca zamandır benim neler çektiğimi veya ne kadar çalıştığımı bilseydi acaba böyle bir konuşma yapar mıydı? Cubis'e şöyle bir dönüp baktığımda, onunda bu konuşmadan gram etkilenmediğini gözlerine bakınca görebiliyordum. Bu sözler bizi kararımızdan vazgeçirmek için yeterli sözler değildi. Küçük bir çocuk gibi gurur yapıp, bu odadan çıktıktan sonra zırlamayacaktık. Şimdi azimlerimizi Kaptan Fumador'a gösterecek ve onu ikna edip, gerekli izinleri alacaktık.
Konuşmak için ağzımı açtığımda, Kaptan Fumador araya girmiş ve tüm odada yankılanacak şekilde bağırmıştı. "Daha konuşmamı bitirmedim!" Derin bir nefes alan Kaptan Fumador, bir kaç saniye daha bizi süzüp başını iki yana doğru isyan edercesine sallamıştı. Tekrardan gözlerini gözlerimize diktiğinde, gözlerimizden fışkıran kararlığı ve azmi sezmiş gibi bir hali vardı. "Gerçekten Grand Line'a geçmek istiyor musunuz? Büyük oyunların oynandığı yere?" Pes etmiş gibi bir hali vardı Kaptan Fumador'un.
Cubis ve ben aynı ağızdan "Evet Efendim!" diye haykırdıktan sonra, odadaki sinir stresi dağıtacak bir kahkaha patlatarak biraz bize karşı yumuşamıştı Kaptan Fumador.
"Grand Line tayin olmanıza yardımcı olurum ama önce bana bunu hak edip hak etmediğiniz göstermeniz lazım. Size bir görev vereceğim... Eğer bunu yerine getirirseniz, gitmekte özgürsünüz."
Kaptan Fumador'un sözleri beni biraz şaşırtmış ve yutkunmama sebep olmuştu. Göz ucuyla Cubis'e baktığımda onunda aynı durumda olduğunu görebiliyordum. Bakışlarını Kaptan Fumador'dan çekip, bana çevirdiğinde yüzünde 'şimdi sıçtık' gibi bir ifade vardı. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum adamım.
"Sizden bir denizciyi alt etmenizi istiyorum. Evet yanlış duymadınız... Ne bir korsan, ne bir devrimci nede bizim düşmanımız olan diğerlerinden birini, sizden bizden biri olan bir adamı alt etmenizi istiyorum. Kendisi oldukça güçlü biri, benim rütbemde." Bu sözler sonrası Kaptan Fumador'a ne kadar sert baktığımı kestiremiyordum bile. Sinirden yumruk yaptığım elimi Cubis gizlemek için bir adım yanıma yaklaşmış ve kendi eli ile benim elimi gizlemişti. Kaptan Fumador bunun üzerine bir nebze şaşırmış olsada, ters bir tepki vermeyip konuşmasına devam etmişti. "Bana öyle bakmana gerek yok Zac, bu adam senin nefret ettiğin türden biri. Görevini iyi kullanmayan hem adadaki sivil halkı, hemde altındaki askerleri köpek gibi kullanan biri. Bir kaç gün önce bu adamın karargahında görev yapan eski bir arkadaşımdan mesaj geldi... Yardım istiyordu. Bir denizci, bir denizcinin gazabından korktuğu için başka birinden yardım istiyordu. Hükümet'e bir kanıt sunamadıkları için bu adamı hukuk yolları ile alt edemiyorlarmış, hükümet ne zaman o karargaha bir müffettiş gönderse tüm karargah korkusundan susuyor ve hiçbir şey çaktırmıyormuş. Buna bana bu mesajı yollan arkadaşımda dahil."
Kaptan Fumador bir kaç saniye soluklandı ve bizi süzdü. Kaptan Fumador'un açıklamalarından sonra öfkem dinmiş ve bakışlarım mahçup bir şekilde yumuşamıştı. Biraz utanmıştım doğrusu, zira Kaptan Fumador konuşmaya başladığında ve bu sözleri söylediğinde onun şerefsiz bir denizci olduğunu düşünmeye başlamıştım ama şimdi her şeyi anlayabiliyordum. Cubis'de benim gibi birazda olsa sakinleşmiş ve daha ciddi bir tonda konuşmayı dinlemeye başlamıştı.
"Bu adam karargahın zindanlarına korsandan çok, kendine ihanet eden denizcileri sokan bir adam. East Blue'nun ejderi olarak tanınan biri. Pek kolay değildir. Bu mesele ile şahsi olarak ilgilenmek isterdim ama benim o adaya gidip bu adamla savaşmam, çok dikkat çekecektir. Gazetelerde 'Denizciler arasında savaş!' diye kocaman bir başlık görmek istemiyorum. O yüzden eğer Grand Line'a geçmek istiyorsanız önünüzde tek bir engel var. Bu engeli geçebileceğinize inanıyorsanız, geminiz hazır. Binip Armut adasına gidebilirsiniz."
Cubis, şaşkınlıktan kıpkırmızı olmuş ve beni çaktırmadan çekiştirip, kaşları ile kabul etmeyelim mesajı vermeye başlamıştı. Ama dürüst olmak gerekirse Kaptan Fumador'un bu açıklamalarından sonra kafamda çoktan bu işi bitirmiştim. O adaya Grand Line gitmek için değil, o lanet denizci ile yüzleşmek için gidiyordum.
"Hemen yola çıkıyoruz efendim..."
Cubis'in başına korktuğu gelmiş gibiydi. Kaptan Fumador'un yüzünde ise memnun bir gülümseme belirmişti.
Cubis odadan çıkmak için yürümeye başlayıp, kapıyı araladığında bende Kaptan Fumador'a askeri selamımı vermiş ve Cubis'in ardından yürümeye başlamıştım. Ama Kaptan Fumador'un ismimi zikretmesi ile duraksayıp omuz üstünden başımı Kaptan Fumador'a doğru çevirmiş ve beklemeye koyulmuştum.
"Eğer en iyi olmak istiyorsan, en iyiyi yenmen lazım. Şimdi git ve bana göster ne olup ne olmadığını."
Yüzümde küçük bir tebessüm belirmişti ve Kaptan Fumador'un sözlerini başımı sallayarak onaylamıştım.
Odadan çıkıp, kapıyı ardımdan kapattığımda Cubis'in bana çok sert baktığını görmüştüm. Sorunun ne olduğunu sormaya fırsat bulamadan Cubis çatık kaşları ile ağzındaki baklayı çıkartmıştı. "Sen ciddi misin Zac! Bahsettiğimiz adam boş bir adam değil, East Blue'da ki çoğu korsanın it gibi korktuğu bir denizci! Cidden Grand Line'a gitmek senin için bu kadar önemli mi? Ha şimdi gitmişiz ha bir kaç yıl sonra, canını tehlikeye atmaya değer mi dostum?"
Bu konuşmadan tek anladığım, Cubis'in bir dost olarak bana ne kadar değer verdiği idi; ama burada bir dost kafası ile değil, bir denizci kafasıyla düşünmesi gerektiğine inanıyordum. O yüzden kaşlarımı çatıp, Cubis'e sert bir bakış atmıştım.
"Beni yanlış anlamışsın dostum... Grand Line'a gitmek istediğim için değil, o pisliğin yüzüne sağlam bir tane geçirmek istediğim için o adaya gidiyorum!"
Cubis, şaşkınlıktan açılmış ağzı ile bir süre beni izledikten sonra kafasını iki yana doğru sallamış ve derin bir nefes alıp, sırtıma sert bir şaplak atmıştı. "Anlaşılan bu saatten sonra kararını değiştirmek, deveye hendek atmaktan zor olacak. O yüzden seninle gelip, sırtını kollayacağım dostum."
Gülümsemiş ve yürümeye başlamıştım. Bir kaç ufak hazırlık yapıp, Carry ile vedalaştıktan sonra limanın yolunu tutacaktım.
***
Cubis ve ben limanda bizi bekleyen bir seyehat gemisine binmiştik. Bir denizci olarak değil, bir sivil olarak o adaya gidecektik. Kaptan Fumador çok önceden her şeyi hazırlamıştı gibiydi ve eğer biz o an görevi kabul etmeseydik bile bizim yerimize bu gemiye binecek başka birileri elbet olacaktı. Belki savaştan sonra Teğmen olmuş Ayberk veya Teğmen Meirin... Dürüst olmak gerekirse ben ve Cubis dışında o adaya gidecek çok fazla rütbeli vardı karargahta. Zaten Kaptan Fumador'un önderlik ettiği karargahımızın en güzel yanı buydu. Bir kaç istisna dışında çoğu rütbeli gerçekten denizciliğin anlamını kavramış insanlardı.
Cubis ve ben üzerimize siyah tonlarında kukuletalar geçirmiştik. Kafalarımıza ise kukuletanın kapüşonu takılıydı. Gemideki diğer yolcuların çoğu bizim bu gizemli görünüşümüzden ve benim kukuletamın altından görünen katanamdan ürküp bizden uzak dursada, yolculuk sırasında sıkıntı çekmeden ismi armut olan adaya varmıştık. Adanın isminin neden armut olduğunu adaya vardığımızda anlamıştık; çünkü bir liman şehri olan bu adanın genel olarak şekli bir armudu andırıyordu.
Adaya vardığımızda halka şöyle bir baktığımda görebiliyordum adadaki hüznü, kasveti... İnsanlar mutluluklarını kaybetmişlerdi. Bir şekilde hayata devam ediyorlardı ama hem ben hemde Cubis farkındaydı ki, bu adada nefes alan insanlar olmasına rağmen yaşayan insanlar yoktu. Limandan adanın iç kesimlerine doğru yürümeye başlamamızın üzerinden pek geçmeden bir manavın önünde, iki adamın konuşmasına denk gelip durmuş ve Cubis'i dürtüp elimle ikiliyi işaret edip, dinlemeye başlamıştım.
"Hey duydun mu! Bugün o adam denizcilerden birini idam edecekmiş!"
"Sence de biraz haddini aşmıyor mu? Kendine ihanet eden diğer denizcilere yaptığı gibi neden zindana atmıyor?"
"Bu sefer ki sanırım başka bir karargaha mektup gönderip yardım istemiş. Bizimki de çok kızmış, meydanda idam edecekmiş!"
"Nasıl bir adam bu? Nasıl bir denizci böyle canavar olur!"
İkili sohbetlerini bitirdiklerinde Cubis'le birbirimize bakmış ve ikimizde bu kişinin Kaptan Fumador'un arkadaşı olduğunu birbirimize bakarak teyit etmiştik.
"Zac, şimdi ne yapacağız?"
"Ne mi yapacağız? Gidip bu işi şimdi bitireceğiz!"
Cubis ve ben meydana doğru hızla hareketlenmeye başladığımızda, meydan tarafında gittikçe kalabalığın arttığını fark ediyorduk. Meydana vardığımızda ise yere sabitlenmiş bir tahtaya bağlanmış denizci üniformalı bir adam ve onun karşısına ellerindeki tüfekleri ateş etmeye hazır bir şekilde tutan, yan yana dizilmiş bir düzine denizci dikkatimi çekmişti ilk. Kalabalık çevreye daire şeklinde dağılmış, dairenin tam ortasında ise asıl adamlar konuşlanmış idi.
Kalabalığın arasına karışıp, olayların gelişimini izlemeye başladığımızda gözüme yan yana dizilmiş askerlerin bir adım önünde duran bir şey dikkatimi çekmişti. Bir şey diyorum, çünkü insan yapısına sahip olsada insan olmayan bir şey vardı karşımda. Üzerine giydiği denizci üniformasından denizci olduğu da aşikardı aynı zamanda. Kafası bir ejderhanın kafasını benziyordu ve ellerine baktığımda, ellerinin bir ejderha eli olduğundan emindim. Keskin pençeleri oldukça uzun ve tehditkardı. Sanırım karşımızda zoan meyvesi yemiş biri vardı; ama ejderha gibi nadir ve mistik bir canlıya dönüşmesini sağlayacak bir şeytan meyvesini mi yoksa bir kertentenkeleye dönüşmesini sağlayacak bir meyvesini mi yediğini tam olarak kestiremiyordum.
- Ejder adam Patrick:
"Zac işte adamımız bu. East Blue'nun ejderi diye boşuna demiyorlar..." Cubis kafasından kukuletasının kapüşonunu çıkartmış ve şaşkınlıkla karşısındaki bu insanı ya da insana benzeyen şeyi izlemeye başlamıştı. Söylediği sözlere hak veriyordum... Gerçektende East Blue'nun ejderhası lakabını sapına kadar hak eden bir tipi vardı.
"Ziiiiihahahah!" Ejder adam tüm meydanda yankılanacak bir kahkaha patlattı. "Bana ihanet edenler ve ileride etmeye kalkacaklara ibret-i alem olsun!"
Kimseden tek bir ses dahi çıkmamıştı. Etrafıma şöyle bir baktığımda kurşuna dizmek için dizilen dahil herkesin yüzündeki dehşet ifadesini ve vücutlarına yayılan korkuyu görebiliyordum. Askerlerin eli titriyor, sivil halk ise şaşkınlıktan konuşamıyordu bile.
Ejder adam elini havaya kaldırdığında askerler bir kaç saniye tereddüt etsede, nişan aldılar ve Ejder adamdan vur komutunu beklemeye başladılar. Cubis'in dalgın olduğunu sezdiğim ve beni tutup engellemeyeceğini düşündüğüm bir anda kalabalığın arasına sızdım ve aniden idam platformu ile nişan almış askerlerin arasına girip önce karşımdaki askerleri ardından kaptanlarını süzdüm.
Ejder adam, dik dik bana bakmakla meşgulken askerler ise bir bana birde kaptanlarına telaşla bakıyorlardı.
"Gerçekten mi? Sırf oruspu çocuğunun teki emir veriyor diye bir dostunuzu, sizin gibi denizci olan birini vuracak mısınız? Yazık..." Kafamdaki kukuletanın kapüşonunu çıkartıp oldukça sert bir dilde konuşmamın ardından çevreden uğultular yükselmeye başlamıştı. Çoğu insanın gözü şaşkınlıktan faltaşı gibi açıldığını görebiliyordum. Denizciler ise utançla başlarını öne eğmişti; aslında çoğu bana sen bizim halimizden ne anlarsın diye bir bakış atıyordu ama bunu hemen yanı başlarındaki Ejder adamdan ötürü dile dökemiyorlar idi. Ejder adamın ise öfkeden yüzündeki damarları ortaya çıkmış ve oldukça sert bir şekilde yumruğunu bana karşı sıkmaya başlamıştı.
Beş para etmeyen bu insanları görmezden gelip yüzümü platforma doğru dönmüş ve platforma bağlanmış askeri çözmek için elimi iplere doğru uzatmıştım; ama o anda arkamda beliren ani bir gölge ile durmuş ve sağ böbreklerime doğru hızla ilerleyen tekme ile kalabalığın arasına uçmuştum. Canım yanmıştı ama bu tekme işimi bitirecek seviyede bir tekme değildi. Kendime gelmek için kafamı bir kaç kere sallayıp kafamı kaldırdığımda ejder adamın üzerime doğru yürüdüğünü görebiliyordum. Aynı zamanda ejder adam bu tarafa doğru yürüdükçe çevremdeki insan sayısı azalıyordu. Bir süre sonra ise çevremde kimse kalmamış, kıç üstü oturduğum yer üç dört saniye öncesine nazaran ıssızlaşmıştı.
Ayağı kalkıp, boynumu ekseni etrafına bir kere döndürerek çıtlatıktan sonra kılıcımı çekip, derin bir nefes almış ve: "Cubis bu benim, sen diğer işlerle ilgilen!" diye haykırmıştım. Bu adamla birebir dövüşmek ve tek başıma işini bitirmek istiyordum.
Cubis bunun üzerine kalabalıktan sıyrılmış ve tahtaya asılı denizci çözmek için koşmaya başlamıştı. Ejder adam bunu fark ettiğinde ise sırtını az önce ben nasıl kendisini hiçe sayarak döndüysem, oda beni hiçe sayarak dönmüş ve Cubis'e doğru yönelmişti. Fakat arkasından koşup, ejder adamı kolundan yakalamamla kendi olduğum tarafa doğru fırlatmam bir olmuş ve konumların değişmesine sebebiyet vermiştim. Ben arkama idam tahtası ve Cubis'i almış, Ejder adam ise karşısına beni almıştı. Yani Cubis ve öldürmek istediği kişiye ulaşmak için, önce beni geçmesi gerekiyordu.
"Zihahahaha! Çocuk normal bir çocuk değilsin değil mi? Hem tekmemi yememe rağmen hâlâ hareket edebiliyorsun hemde güçlüsün. Adını bahşet bana!"
"Az sonra ölecek birinin adımı öğrenmesine gerek yok..."
İkimiz arasında geçen bu diyaloğun ardından aramızda çetin bir dövüş başladı. Ejder adam, pençelerini bir kılıç olarak kullanıyor ve benimle o şekilde dövüşüyordu. Genel olarak baskın olan taraf Ejder adamdı. İki eli ile seri hamleler yaparak beni savunmaya zorluyordu. Kıvrak kılıç hamleleri ile bu adamın pençelerinin vücuduma ulaşmasını engellesemde, fazlasıyla zorlanıyordum.
Ejder adamın güçlü bir hamlesi ile bir kaç metre geriye savrulmuştum, bunu fırsat olarak görüp, şeytan meyvemin gücünü kullanma kararı almış ve derince bir nefes alıp Fire ball adlı saldırım için hazırlıklara başlamıştım. Ejder adam ne yaptığımı anlamamış bir şekilde üzerime doğru koşmaya başladığında ateş topunu üzerine doğru göndermiştim ama refleksleri oldukça iyi olmalıydı ki, son anda sağ tarafına doğru kendini atarak ateş topundan kurtulmuştu.
O ayağı kalkmakla meşgulken bende üzerine doğru atlamış ve tekrardan bir süre durmaksızın yakın dövüşe devam etmiştik. Bir kaç dakika sonra ikimizde yorulmuş ve geriye doğru sıçrayıp aramızda iki üç metre bırakarak soluklanmaya başlamıştık.
"Ağzında bir mekanizma mı var yoksa sende mi benim gibi şeytan meyvesi yedin velet? Düşündüğüm gibi basit bir çocuktan fazlasısın değil mi? Zihahahah!" diye haykırmıştı. Bir cevap vermekten çekinmiş ve göz ucuyla arkama bakıp, orada neler döndüğünü öğrenmeye çalışmıştım; ama o saniyelik arada, büyük bir hata yaptığımı anlamam çok zor olmamıştı. Kurnaz rakibim, anlık olarak gözlerimi üzerinden çekmemi fırsat olarak görmüş ve ileri atılıp keskin pençeleri ile göğsüme derince bir kesik atmıştı. Göğsümden sıçrayan oluk oluk kanı izlerken sendelenmiş ve sırt üstü yere yapışmıştım. Sesler duyabiliyor ve görebiliyordum ama ayağı kalkacak gücü kendimde bulamıyordum.
Cubis o sırada denizciyi bağlı olduğu olduğu platformdan kurtarmış ve askerleri organize etmekle uğraşmaya başlamıştı; fakat benim dövüştüğüm tarafa döndüğünde, karşılaştığı manzara ile ağzı kulaklarına kadar açılmış ve istemsizce haykırmıştı. Sonuçta yeni elde ettiği en yakın dostunu kanlar için yerde yatarken görmüştü. Aynı durumda bende Cubis'i görsem sinirden dört köşe olurdum herhalde... Sağ kolunu ucu sivri bir kalkana dönüştürürken sol kolunu da yuvarlak bir kalkana dönüştürmüş ve öfkeyle Ejder adama doğru koşuşturmaya başlamıştı. Benimle Ejder adamın arasına girdiğinde ise dövüşü başlamıştı. Dövüşü görebiliyordum. Cubis, kalkanları ile Ejder adamın saldırılarını savunmaktan başak bir şey yapamıyordu. O anda kulağıma belli belirsiz bir şekilde bir adamın yaptığı konuşmanın sözleri geliyordu:
"Tanımadığımız iki adam! İkiside bizlerden yaşça küçük ve bizim için dövüşüyorlar! Bizim yapamadığımız yapıp, bir denizcinin görevini yaparak sivil halk için dövüşüyorlar! Gerçekten de karşımızdaki bu adam gerçek bir rütbeli mi? KARŞIMIZDAKİ ADAM BİR DENİZCİ Mİ? Evet, korkuyorum ama dostlarım, bir seferde olsun bizim gibi adamlar korkularını bir kenara itip neden savaşmasın? Yerde kanlar içinde yatan çocuğa ve birazdan onunla aynı duruma düşmesi muhtemelen adama bakın... Acaba bizim için dövüşürken, tek bir kere bile kendi canlarının ne kadar tehlikede olduğunu düşünmüşler midir? Şimdi bir kere olsun, o silahlarınızı doğru kişiye doğrultun!"
Denizciler birbirlerine baktılar bir kaç saniye... Düşündüler belki de ve tekrardan yüzlerini savaşın olduğu tarafa çevirdiklerinde ezik birer adamın yüz ifadesi yerine, cesareti yerine gelmiş bir düzine adamlardı. Ayaklanıp tüfeklerini Ejder adama doğrultuklarında yarı ölü ben dahil herkes şaşırmıştı. Ejder adam ise kendisine doğrultulan silahları fark ettiğinde sinirden kudurmuş ve elinin tersi ile Cubis'e sağlam bir tane geçirerek metlerce savrulmasına sebep verip askerlerin üzerine doğru yürümeye başlamıştı.
Askerler nidalar atarak tüfeklerini doğrultup ateş ettiğinde herkes ağzını açmış olacakları izliyordu. Hatta bir kısım sivil halk sevinç nidaları bile atmaya başlamıştı ama mermiler Ejder adama çarpıp yere düştüğünde herkes susmuştu. Mermiler çizik bile atmamıştı Ejder adama.
"Zihahahah! Aptallar ejder derisini basit bir tüfek mermisi ile aşabileceğinizi mi sandınız?" Ejder adamın sesi tekrardan tüm meydanda yankılandığında havayı tekrardan kasvet kaplamış ve bir düzine asker kazandıkları cesaretlerini tekrardan kaybedip, silahlarını bırakarak diz üstü yere çökmüşlerdi. Sanırım artık sonlarının geldiğinden emindiler.
Göz ucuyla Cubis'in uçtuğu tarafa baktığımda bir tezgaha çarptığını ve baygın halde durduğunu gördüm. Ne denizci erlerini nede Cubis'i yerde uzanarak ölüme terk edemezdim. Ayağı kalkmalı ve başlattığım savaşı bitirmeliydim. Sende hatırlamıyor musun adamım? Bir zamanlar babamın bana, "Bitiremeyeceğin bir savaşı başlatma." diye taviz verdiğini?
Önce kıçımın üstünde doğrulmuş ardından yüzümü toprağa dönüp ellerimi yumruk yapıp toprağa dayamış ve çektiğim acıyı bağırarak dışarıya yansıtarak ayağı kalkmıştım. Bir kaç saniye soluklandıktan sonra derince bir nefes almış ve sırtı bana dönük olan rakibime Fiery bullet saldırımı yapmıştım. Ejder adam denizcilere saldırmak maksadıyla havaya doğru kaldırdığı pençesini sırtına yediği ateşten mermiler ile indirmiş ve yüzünü acı bir ifade ile bana doğru dönmüştü. Canı yanmış olmalıydı.
Ejder adam tekrardan rotasını bana çevirip bana doğru koştuğunda kılıcımı çekmiş ve derin bir nefes almıştım. Dövüş boyunca kalan tüm gücümü sürekli tek bir noktaya saldırmak için kullanacaktım. Böylelikle sert derisinde ufak bir açık açacak ve ardından o açığı Kosen saldırım ile büyütüp, bu adamın işini bitirecektim.
Ejder adamın dibine kadar girip pençe saldırısını kılıcımla savuşturmam ile tekrardan seri bir şekilde dövüşmeye başlamıştık. Canımın yanmasına ve her zorlayıcı hareketten sonra daha fazla kan kaybetmeme rağmen dövüşe devam edebiliyordum. Ve fırsat buldukça her seferinde ejder adamın karın boşluğuna saldırıyordum. Bazen kılıçla kesik atıyor, bazen aynı noktaya kılıcımı saplıyor ve hatta bazen fırsattan istifade ateş bile püskürte biliyordum. Dövüş böylece beş dakika kadar sürmüştü. Ejder adam farkında olmasa bile, bu beş dakika boyunca elime geçen tüm fırsatları tek bir noktada kullanarak oldukça sert ve geçilmez zırhında küçük bir açık açabilmiştim.
Ama bitkin düşmüştüm. Karşımdaki rakibim ise güçten düşmüş gözükmüyor gibiydi. Omuzlarım öne doğru düştüğünde ve yorgunluktan başımı öne doğru eğdiğim zaman gözlerimi yukarıya doğru kaldırarak rakibimi izliyordum. Adeta götümden soluyordum desem pekte yanlış olmazdı. Bunu gören Ejder adam ise dövüşü bitirme fırsatının eline geçtiğini düşünerek üzerime doğru koşuşturmaya başlamıştı. Ben ise Zachariah'ın Z'sinin ilk formu olan Ikazuchi Kata'nın ikinci modelini kullanmak için kendimi öne doğru bırakmıştım. Ejder adam dahil herkes benim güçten düşüp yere yığıldığımı düşünmüş ve tepki vermemişlerdi. Bense kazandığım ivmeyi kalan bir avuç gücümle kullandığımda bir anda Ejder adamın önünde bitmiş ve Zachariah'ın gizli saldırılarından biri olan Kosen saldırısını açtığım o ufak açığa doğru yapmıştım. Müthiş bir ivme ile dönen kılıç, akla hayale sığmayacak bir delici güç kazanmıştı. Ama muhtemelen normal şartlarda bu bile ejder adamın sert derisini aşmak için yeterli olmayacaktı ama dövüş boyunca açmak için uğraştığım o küçük açığa bu saldırıyı yaptığımda çatlak büyüyecek ve bu delici güç dövüşü sonlandıracaktı. Nitekim öyle olmuştu. Hazırlıksız yakalanan Ejder adamın kılıç bir yanından girmiş ve bir yanından çıkmıştı. Ejder adam yere yığıldığında herkesin ağzı kulaklarına kadar gelmiş ve şaşkınlıktan ne yapacaklarını şaşırmıştı.
Bir kaç saniye. Bir kaç saniye içerisinde Ejder adamın gerçekten de bir daha ayağı kalkamayacağından emin olan bir kaç kişi ellerini havaya kaldırmış ve yavaş tempoda bağırmaya başlamışlardı. "Zac! Zac! Alev Ejderi Zac!" ve bu bağırışa yavaş yavaş koca bir halk ve denizcilerde katılmaya başlamıştı. Yağmur yağmaya başlamış ve benim yüzümde memnun bir gülümseme oluşmuştu. İlk defa bir denizci olarak işe yaradığımı hissediyordum. Vücudum istemsizce yere doğru düşerken ve bilincim kapanırken, gülüyordum sanırım...
Bir hafta sonra...
Bir hafta sonra gözlerimi açtığımda bir hastane odasındaydım. Başımın dibinde olan makiden sürekli çıkan dıt dıt sesleri ve vücuduma takılmış onlarca serumdan bunu anlamak basitti. Uyanmamın üzerinden bir kaç dakika geçtikten sonra üç dört tane hemşire girmiş ve bir düzine test yapıp odayı terk etmişlerdi. Bir saat kadar sonra ise yoğun bakım odasından, normal bir adaya taşımışlardı beni. Bir kaç dakika sonra ise kapı açılmış ve içeriye doktorla birlikte Cubis girmişti. Buna bile tepki veremeyecek kadar bitkin ve aciz bir durumdaydım. Doktor başıma geçip, anlıma dokunup bir kaç şeyi kontrol ettikten sonra derin bir nefes almış ve konuşmaya başlamıştı.
"Hayatta kalman şu kırk yıllık doktorluk kariyerimde karşılaştığım sayılı tıp mucizelerinden biri. Ateşten bir iradeye sahip olmalısın ya da bu hayata kazık çakmış olabilirsin. Göğsündeki yara derin bir yaraydı. Göğüs kafesinin büyük bir kısmı ve kaburgaların hasar görmüş. Yara bu vakte kadar kapanmış olmalı ama izi bir ömür boyunca geçmeyecek ve en az bir ay boyunca doğru düzgün hareket etmen mümkün bile değil, her aldığın nefes büyük acı verecek sana... Zor günler seni bekliyor aslanım." Doktor soluklandı belkide Cubis çekiştirdiği için konuşmayı bıraktı. Komadan yeni çıkmış bir hastaya bu kadar yüklenmek acımasızlık olabilirdi; ama ben zaten gözlerimi açtığımdan beri her şeyin farkındaydım.
"Tüm bunlardan öte ise, her şey için teşekkür ederim. Yaptığınız şey gerçekten yürek isteyen bir şeydi. Arkadaşınla sen sadece bu ada halkının hayatını kurtarmadınız onlara bundan sonraki kalan ömürlerini yaşamak için bir sebep verdiniz. Her şey için teşekkür ederiz!..."Doktorun gözlerinden akan yaşları izledim sadece. Ardından gözlerim Cubis'e kaydı. Konuşacak mecalim yoktu; ama dinleyebilirdim. Olan biteni öğrenmek istiyordum.
Cubis derin bir nefes aldı ve gözlerime bir süre bakarak ne istediğimi anlayıp, tüm olan biteni anlatmaya başladı.
"Dövüşten sonra ikinizde berbat haldeydiniz. En azından ben gözlerimi açtığımda başımdaki bir kaç denizci senin için her şeye hazırlıklı olmam gerektiğini söylüyordu. Aynı zamanda o ejder pisliği de kötü durumdaydı ama ne olursa olsun bir insanı ölüme terk etmek doğru gelmediği için bu insanlara onuda tedavi ettiler. Merak etme şimdi zindanda. Üstelik bir kaç gün önce adaya gelen müfettişe her şeyi itiraf etti. Yani başımız belada değil merak etme, gerçi yine bir kaç sorguya katılmamız gerek. Gemi yolculuğunu kaldırabilecek kadar iyi hale geldiğinde yola çıkacağız, şimdilik dinlen ve iyileşmene bak. "
Cubis sözlerini tamamladığında doktor Cubis'i çekiştire çekiştire odadan çıkartmış ve bende bir kaç dakika kadar sonra ise yorgunluktan olsa gerek uykuya dalmıştım.
***
Bir kaç hafta sonra gemi yolculuğunu kaldıracak kadar vücudum iyi hale gelmişti ve Kaptan Fumador'un adaya gönderdiği gemi ile bir gece ansızın adayı terk etmiştik. Çok az insan o gece hayatlarını kurtaran adamların adayı terk ettiğinden haberdardı. Onlarda limanda toplanmış ve yavaş yavaş gece denizinde süzülen gemiye el sallamaya başlamıştı.
Hükümet bu olayı bir şekilde örtbas etmiş ve basına Ejder adam Patrick'in bir grup korsan tarafından yenildiğini duyurmuştu.
Logetown'a tekrardan ayak bastığımızda ise Kaptan Fumador tarafından limanda karşılanmış ve Grand Line'a ben tamamen iyileştikten sonra istediğimiz zaman geçebileceğimizi söylemişti. Benim tamamen iyileşmem bir buçuk ayı bulmuş ve Grand Line'a geçmek için bize verilen motorlu bir gemi ve on kişilik denizci mürettabatı ile Calm Belt'ten Grand Line'a geçmek için yola koyulmuştuk.
Bir buçuk aylık süreçte hükümet bankasına olan borcumu kapatmış ve boş boş yatmayıp, Grand Line hakkında bilgi alabileceğim bir çok kaynağı karıştırmıştım.
Ah adamım, Grand Line... Doğduğum denizlere geri dönüyorum!
Zachariah- Mesaj Sayısı : 111
Kayıt tarihi : 22/01/16
Nerden : Logetown
Geri: (Grand Line Giriş) Ateşten İrade
Para ödülü 80 milyon.
7 ana stat puanı.
3 dövüş/meyve puanı.
3 meslek puanı.
Envanter'de bankaya borcunu düşüp, kalanı karnene ekleyebilirsin.
Rütben Üsteğmen oldu.
7 ana stat puanı.
3 dövüş/meyve puanı.
3 meslek puanı.
Envanter'de bankaya borcunu düşüp, kalanı karnene ekleyebilirsin.
Rütben Üsteğmen oldu.
Similar topics
» [Grand Line Giriş] HK-47
» [Grand Line Giriş] Pervasız Korsanlar
» (Grand Line Giriş) Talihsiz Karşılaşma
» Grand Line
» Kan Korsanları[Grand Line]
» [Grand Line Giriş] Pervasız Korsanlar
» (Grand Line Giriş) Talihsiz Karşılaşma
» Grand Line
» Kan Korsanları[Grand Line]
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz