[Grand Line Giriş] Pervasız Korsanlar
2 posters
1 sayfadaki 1 sayfası
[Grand Line Giriş] Pervasız Korsanlar
Karanlık. Kısa bir an için, gözlerimi açtığıma emin olamayacağım kadar derin bir karanlık. Kaç saattir uyuyorum? Gözlerimin, ellerimin acıdığını hissediyorum hala.
Yavaşça yattığım yataktan kalkıp odanın bitimindeki kapağa doğru yöneldim. Etrafın tamamen karanlık olması beni oldukça ürkütse de, benim için Anna'ları uyandırma korkusu daha ağır basıyordu. Gecenin geç olduğuna emin olduğum bu saatlerinde, Tanaka-san'ı, Gedo'yu ya da Anna'yı uyandırmak istemezdim; dikkatli olmalıydım. Sessiz ve temkinli adımlarla sonunda kapağa ulaşıp odanın dışına çıkmıştım. Bir süre yürüdükten sonra, güverteye açılan kapıyı açmamla beraber yüzüme çarpan soğuk rüzgarın etkisi olsa gerek; gözlerimi tamamen açabildim. Şöyle bir etrafıma bakındım. Sabah saatlerine yaklaştığımızı düşünüyordum, etraf huzur verecek derecede karanlık ve sessizdi. Bu saatte herkes uyuyor olmalıydı, biraz rahatlayarak geminin ön taraftaki korkuluğuna doğru ilerleyip yavaşça oturdum. Başımı gökyüzüne doğru kaldırıp bir süre derin nefes aldıktan sonra, bakışlarımı üzerine oturduğum korkuluğu tutan ellerime çevirdim. Yavaş yavaş bir şeyler daha net olmaya başlıyordu, gazeteyi gördüğüm andan birkaç saat sonra uyumuş olmalıydım. Tüm bunların bir kabus olarak yitip gitmesini öyle çok isterdim ki.
Tüm köyümü yok etmişler öyle mi? Evet, bu gerçekle tam şuan yüzleşmek zorundayım. Yaşadıklarımdan kaçamayacağımı çok uzun süre önce öğrendim çünkü. Orange'in tamamını... Öyle mi? Dolmaya başlayan gözlerimle düşünmeye devam ettim. Hayattaki en büyük dostunu ve birlikte büyüdüğü insanları tamamen kaybettiğini gazeteden öğrenen biri ne hissetmelidir ki? Evet, ben Perttu'yu ardımda bırakarak onun ölmesine sebebiyet verdim. Evet, bunların olacağını bilemezdim belki ama... Sonuç olarak o da öldü, değil mi? Öldü, değil mi? Uiola ve Mey-Rin gibi, o da öldü değil mi?! Tıpkı Orange'deki diğer insanlar gibi, o da öldü değil mi? Perttu çok güçlüdür ama tek başına bir tayfayla nasıl savaşabilir ki? Evet, bunu kabul etmek zorundayım; Perttu'yu ve birlikte büyüdüğüm insanları sonsuza dek kaybettim. Sadece bir korsan tayfası öyle istedi diye bunlar oldu, değil mi? Gözlerimi sildiğim sırada aklımdan geçen tek bir şey vardı. Her şeyimle emin olduğum tek bir şey; hepsini öldüreceğim. Bir derin nefes daha aldıktan sonra sakinleştim ve mantıklı bir şekilde düşünmeye başladım. Grand Line... Nasıl gideceğim konusunda hiçbir fikrimin olmadığı büyük deniz. Birden, uyumadan önce tayfanın geri kalanıyla konuştuğumuz şeyleri hatırladım. Grand Line'a gitmeye karşı çıkan hiçkimse yoktu. Yalnız... Şöyle bir sorunumuz var ki, nasıl gideceğimizi bilmiyoruz. Sebastian bir haritadan bahsediyordu; dediğine göre o haritaya sahip olabilirsek, oraya ulaşabilirmişiz. Kısaca düşündüm ve kendimce şöyle bir çözüm yolu buldum; Grand Line'a gitmeyi amaçlayan tek tayfa değiliz ki! Denizde onlarcası, yüzlercesi var. Elbet ki birilerinde bu harita vardır... Değil mi? Nasıl ele geçireceğim de, kimle dövüşeceğim de umrumda değil; o haritayı bulacağız. Herkes uyandığı zaman diğerlerine de bu fikrimi açıklamalıydım; çünkü tayfa olarak bir çözüm üretebilmiş değiliz. Hiç yoktan iyidir, değil mi?
Etraf zifiri karanlığından sıyrılıp yavaş yavaş aydınlanmaya başlıyordu. Tahmin ettiğim gibi, biraz sonra güneş doğacak... Yatağıma dönmek ve bir süre daha kestirmek için oturduğum yerden kalktım. Hızla arkamı dönmemle beraber bir şeye çarptım. Dengemi kaybettiğim sırada iki kolumdan tutan kişiyle göz göze geldim. Rayl, tam olarak karşımda duruyordu. Sakin bir ses tonuyla konuşmaya başladı; "Korkutmak istememiştim, bir süredir burada oturduğunu görünce yanına gelmek istedim ama düşünceli gözüküyordun. Rahatsız etmek istemedim." Sözlerinin ardından Rayl'a gülümsedim ve, "Evet, gündüz konuştuğumuz şeyler hakkında bir fikrim var. Diğerleri de uyanınca anlatacağım." Dedim. Onu görünce mutlu olmuştum. Sözlerimi başıyla onaylayan Rayl, önce bana sarıldı ve daha sonra kollarımı tutan ellerini yavaşça benden çekti. Biraz önce oturduğum korkuluğun dibine çömeldi ve benimle birlikte beklemeye başladı. Diğerleri uyanır uyanmaz aklımdaki konuyu onlara aktarmalıydım, nedense acele etmem gerektiğini hissediyordum.
Bir süre sonra güneş yüzünü tamamen gösterdi. Gökyüzünü görünce aklıma gelen ilk şey çocukların neşeli şekilde şarkı söylediği an oldu. Bu anı kaçırmak istemezlerdi sanırım. Karşımdaki manzarayı izlediğim sırada kulağıma ilişen kapı sesiyle arkamı döndüm. Gedo-san ve çocuklar uykulu vaziyette bize doğru geliyorlardı. O sırada Kedicik, "Bak Kedicik! Abicik ve ablacık da uyanmış!" Diyerek üzerime doğru koşmaya başladı. Eş zamanlı olarak yanımıza yaklaşmış olan Renge, su tabancasını Rayl'a doğrultup şöyle dedi; "Ateş edeyim mi? Pururururururru!" Tam o sırada Rayl'ın "Haaaa!" diye bir tepki vereceğine adım gibi emin olduğum için hızla başımı ona çevirip sadece ikimizin anlayabileceği şekilde gülümsedim. Rayl anlatmaya çalıştığım şeyi anlamış olacak ki, kendini zorlayan bir tavırla gülümseyerek, "E-evet. Edebilirsin." Cevabını vermekle yetindi. İki kolu bağlı şekilde oturan Rayl, Renge'nin kendisini ıslatmasıyla beraber hiçbir şekilde istifini bozmayarak oturmaya devam etti. Birkaç saniyelik sessizliğin ardından çocuklar kahkahalarla gülmeye başladılar. "Abicik ıslandı! Kedicik gördün mü abicik ısl-! Hıhıhıhı!" Onların bu tepkisine karşılık ben de mutlu olup gülümsedim. Rayl ise kaşları çatık, gözleri kapalı ve üstü ıslak şekilde hala cool bir tavırla oturuyordu ki; o da dayanamayıp gülmeye başladı. Sonuç olarak Gedo ve Liva dahil hepimiz küçücük bir şeye çok fazla gülmüş bulunduk. Rayl'ın bu tavrı hoşuma gitmişti. Gülmeyi henüz bitirdiğimiz sırada Rayl'ın hemen arkamıza dönmüş olan bakışları nedeniyle kafamızı o yöne çevirdik. Anna, Choppfar ve Sebastian da uyanmıştı. Anna her zamanki gibi parmaklarını şıklatarak selam verdi ve; "Hey. Eğleniyor gibi gözüküyorsunuz. Günaydın." Dedi. Anna'yla göz göze geldiğimiz sırada ona gülümsedim. Eş zamanlı olarak Sebastian Gedo'yla göz teması kurmamaya dikkat edip; "Bir şeytanın kahkahası sabah sabah duymak isteyeceğim son şeydi galiba. Tüylerim ürperdi." Dedi. Gedo donuk bakışlarıyla cevabını vereceği sırada, Lulu'nun yanımıza gelmesiyle atışma son buldu. Lulu'yu görünce, "Günaydın." Diyerek gülümsedim. "Kiyora-chan, günaydın." Sözleriyle beni karşılayan Lulu, mutfak-salon benzeri odaya doğru ilerledi. Alfred-san da orada olmalıydı. Bir süre daha güvertede oturduktan sonra hepimiz kahvaltı için mutfağa geçtik.
Yemeklerimizi yedikten sonra, çocuklar kart oyunlarını oynamak için koşarak odadan çıktılar. Bu anı fırsata çevirip aklımdaki şeyi anlatmalıydım. "Müsaadenizle, aklımdaki bir şeyi anlatmak istiyorum." Diyerek başladım sözlerime. Kısa süre sonra ise tek solukta şunları söyleyiverdim; "Grand Line'a nasıl gireceğimiz konusunda... Sebastian-san bir haritaya ihtiyacımız olduğundan bahsetmişti. Sanırım onu, karşımıza çıkan herhangi bir gemide aramak dışında başka bir yolla bulamayacağız." Birkaç saniye boyunca devam eden sessizliği bozan kişi Anna oldu, "Haklı olabilirsin aslında. Karşımıza bir korsan tayfası elbet çıkacaktır." Diyerek sözlerini sonlandıran Anna'nın hemen ardından, Lulu şöyle dedi; "Peki, karşımıza çıkan ilk tayfayla savaşacak mıyız yani?" Bir süre düşündükten sonra; "Başka yapacak bir şeyimiz yok gibi duruyor. Dövüşmek en son tercihimiz olacak olsa da, gerekli olabilir. Yine de bu konuyu Anna'ya bırakıyorum." Cevabını verdim. Tüm bunların üzerine Anna, "Sanırım bir şeylere, o an karar vermek durumunda kalacağız. Şuanlık beklemek ve öylece denizde dolaşmak dışında bir şey yapabileceğimizi sanmıyorum." Diyerek konuşmayı sonlandırdı. Kimsenin bir itirazı olmadığına emin olduğum zaman da odadan ayrıldım. Buradan sonra, beklememiz gerekiyordu. Bundan sonraki zamanımın çoğunu gözetleme kulesinde geçirmeyi düşünüyordum.
Aradan birkaç gün geçmişti lakin haritayı hala ele geçirememiştik. Karşılaştığımız tayfaların çoğu denize yeni açılmış çaylaklardan oluştuğundan dolayı, peşinde olduğumuz şeye ulaşamamıştık. Haritayı ele geçirme planı süresince ben gözetleme kulesinden etrafı izliyor, bir korsan gemisi görecek olursam aşağıya haber veriyordum. Derken bir korsan gemisi daha ilişti gözüme. Dalgalanan bayrağındaki sembolü tam olarak göremediğim bu korsan gemisi, pek de büyük sayılmazdı. Öncekilere yaptığımız gibi, bu gemiyi de kontrol etmeliydik. Bundan bir önce karşılaştığımız gemiye giden ikili Lulu ve Alfred'di, muhtemelen sıra Anna ile bana gelmişti. Hızlıca aşağıya inip Anna'nın yanına yaklaştım. Anna ile göz göze gelmemiz, anlaşmamız konusunda yeterli olmuştu. Dümen başındaki Sebastian ve Gedo, yönümüzü gördüğümüz gemiye doğru çevirdi ve yeterince yaklaştığımız zaman Anna'nın arı formu sayesinde hedef gemiye doğru yol aldık. Anna'yı havada süzülürken gören Choppfar'ın çığlığı beni pek de şaşırtmamıştı. Sanırım bir şeyler değişmiyor. Anna ile birlikte, peşinde olduğumuz geminin güvertesine hızlı ve ani bir iniş yaptık. Bu beklenmedik giriş karşı tarafı şaşırtmış olsa gerek, etrafımız tamamen sarılmış durumdaydı ve etrafımızdaki her biri; ellerine geçen ilk şeyi bize doğrultmuştu. Hiç tanımadıkları iki kişi; henüz insana dönüşmüş bir arı ve kılıç taşıyan bir kız güvertelerinin ortasında duruyor. Ne tepki verecekler ki başka? Kılıcımı kabından çıkartıp Anna'nın sırtına doğru yaslandım. Kaptanları sayılabilecek pembe saçlı kadın, tam çaprazımda kalıyordu.
"S-s-siz kimsiniz?! Bizden ne istiyorsunuz? Ecelinize mi susadınız?!" Diyerek bir yandan titreyen sesiyle olanları anlamaya çalışan kadına cevabını ben vermek istedim. "Belli olmuyor mu? Korsanız. Başka kim, daha önce hiç görmediği insanların gemisine böyle bir giriş yapar ki? Net konuşacağım. Grand Line'a gitmek isteyen bir korsan tayfasıyız. Eğer haritanız varsa hemen vermenizi öneririm, olur da ufak bir araştırmadan sonra biz bulacak olursak ne olur biliyor musunuz?" Tüm geminin şaşkın bakışları arasında gülümseyerek sözümü tamamladım; "Ölürsünüz." Doğru. Ben artık korsanım. Özgür olduğum kadar varım, var olduğum sürece de özgürüm. Pervasızlık... Bir korsanın olmazsa olmazı sanırım. Sanırım biraz blöf yapmak bu konuda işimizi görebilir, karşımızdakiler biraz safa benziyor. Konuşmamın ardından Anna da hafifçe gülerek şöyle dedi; "Arkadaşımı duydunuz. Haritayı bekliyoruz." Yaptığımız atarın ardından sinirlenen kadın bağırarak; "Siz yüzsüzler gemime izinsiz girmeye nasıl cüret edersiniz! İkinizi de öld..-" Diyecek oldu ki, sözü "Miwka-sama! Miwka-sama!! B-b-bu kadınlar! Gazetede resimlerini gördüğümüz!!" Diyen genç kızın heyecanlı konuşmasıyla bölündü.
Elindeki gazeteyi hızla kadına uzatan genç kız, ikimize de endişeyle bakıyordu şimdi. Birkaç saniye gazeteyi inceledikten sonra bir gazeteye, bir bize bakan kadının gözleri olabildiğine açıldı. Anna'nın ödülünü gördükten sonra şaşırdığını tahmin ediyordum. Bizi çevreleyen kalabalık yavaşça bizden uzaklaşmaya başlıyordu, kadın ise bir süre bir şey demeden bekledi ve en sonunda sakin bir tavırla; "Mavi Çiçek Anna ve Kızıl Saç Kiyora ha? Tayfama zarar vermediğiniz sürece istediğinizi yapacağım." Dedi ve gazeteyi getiren kıza doğru dönüp, "Himko, haritayı onlara ver." Dedi. Bunun üzerine yavaşça yanımıza yaklaşan kız sırt çantasından bir kağıt çıkardı ve bize doğru uzattı. Haritayı elime aldım, eş zamanlı olarak Anna arı formuna geri döndü. Havalanacağımız sırada tayfaya dönüp; "Sizi Grand Line'da görmek isterim! Özgürlüğünüzü kısıtladığımız için kusura bakmazsınız artık! Hihi!" Diyip gülümseyecektim. Haritaya başka şekilde ulaşmanın bir yolu olsaydı, bunu yapmak zorunda kalmazdık; yine de... Artık hazırız.
Kısa süre sonra biraz uzağımızdaki gemimize yetiştik. Güverteye indiğimiz gibi elimdeki haritayı havaya kaldırıp; "Başardık!" Diyerek gülümsedim. Hemen ardından Sebastian ve diğerleri ile birlikte haritayı incelemeye başladık.
Eş zamanlı olarak Sebastian bildiklerini ve anladıklarını bize aktardı. Dediğine göre bir akıntının etkisiyle Grand Line'a geçebilecekmişiz. Bu akıntı bizi yukarıya doğru çıkaracakmış. O anlık hepimizin kafasında birtakım sorular olsa da, Sebastian'ın kabataslak çizimi sayesinde kısa sürede çözebildik.
Doğu, Batı, Kuzey ve Güney denizlerinden gelen akıntıların tamamı haritadaki kahverengi dikdörtgenin üzerindeki mavi kanallarda toplanıyormuş. Gemimizi bu akıntının iki yanındaki dağa, yani Red Line dedikleri dağa çarpmaz ve kanala girebilirsek... Sonunda Grand Line'a ulaşmış oluyormuşuz. Derin bir nefes alıp ileriyi düşünmeye başladım. Grand Line'a intikamcı, nefret dolu biri olarak girmeyecektim. Hayalleri olan bir korsan olarak girecektim. Aklımdan bunları geçirdiğim sırada herkes son sorularını sormuş ve cevaplarını almıştı. Tahminen gece yarısına yakın bir vakitte oraya varacakmışız, ve kanala girerken çok dikkatli olmamız gerekiyormuş. Tek bir şansımız olacak... Son olarak görev dağılımımızı yapmamız gerekiyordu sanırım. Sebastian'ın yardımıyla görev dağılımını da çabucak yaptık; benim görevim diğer birkaç kişi ile birlikte ekstrem bir durumda düşme gibi bir tehlike söz konusu olursa yardıma gitmek olacak. Önümüzde uzun saatler olmasına rağmen içimdeki heyecana engel olamıyorum... Grand Line, bekle bizi!
Sonunda gece yarısına yaklaştığımızda odamdan çıkıp güverteye doğru ilerledim. Henüz başlayan sağanak yağmur, görüşümüze ve hareket etmemize engel olacak gibiydi. Etraftaki sis yüzünden hemen hiçbir şey göremiyor olsam da, yağmur beni huzurlu hissettiriyordu. Bir yandan güvertede olanları dikkatle izliyor, herhangi bir tehlikeli duruma karşı tetikte bekliyordum; biri denge sorunu yaşadığı gibi hemen ona yardıma gidecektim. Bir süre sonra sallanmaya başladığımızı hissettim. Eş zamanlı olarak Rayl ile Gedo yelkenleri indirdi, hepimiz dengede durmakta oldukça zorlandık; neyse ki kimseye bir zarar gelmeden sarsıntı sonlandı. Şiddetli sarsıntının geçmesiyle birlikte etrafımızdaki sis neredeyse tamamen kayboldu ve karşımızda duran büyük, hatta devasa dağı görebildik. Uzakta olduğumuzdan olsa gerek, dağın arasında hiçbir açıklık göremiyordum. Bir süre sonra iyice yaklaştık ve bahsi geçen kanalı görebildik. İşte buradan sonra dikkatli olmamız gerekiyordu. En ufak bir hatamızda gemimiz parçalanabilirdi; Sebastian'a ve dümen görevindekilere güvenerek heyecanla tam karşıyı izlemeye başladım. Yaklaştıkça kalp atışlarım da hızlanıyordu, sanki hayatımın çok önemli bir anına tanıklık ediyor gibiydim. Birkaç dümen hareketi ve şiddetli sarsıntıların ardından dümdüz ilerleyebilmeyi başardık; ve sonunda kanala girdik! Tamamen sırılsıklam olmuştum, diğer herkes de benimle aynı durumdaydı. Bu yağmuru ömrüm boyunca unutmayacaktım!
Kanala girmemizin ardından hepimiz sevinç çığlıkları içinde birbirimize sarıldık. Sonunda başarmıştık; içimdeki mutluluğu anlatabilmemin bir yolu yoktu. Hepimiz sevinç içinde bağırıştığımız sırada Anna güvertenin ortasına geçip hepimizi yanında çağırdı. Elini boşluğa doğru uzatıp; "Eğlenceli günler geçirmemiz için elimden geleni yapacak ve güçleneceğim!" Diye bağırdı. İçimden gelen en samimi gülümsemeyle baktım ona. Hemen ardından Sebastian elini Anna'nın elinin üzerine koyup; "Daha güvenli bir şekilde yolculuk edebilmemiz için rotacılık becerilerimi geliştireceğim!" Dedi. Bunun üzerine herkes sırayla elini ortaya koyup kendi cümlelerini söyledi;
''Yolculuk ederken açlık çekmemeniz için elimden geleni yapacağım!" -Alfred
"Size daha fazla zorluk yaşatmamak için güçlenecek ve ağlak bir bebek olmayacağım!'' - Lulu
"Uzun bir süre birlikte olacağımızı sanmasam da, yanınızda olduğum süre boyunca her türlü hastalığınızı iyileştirmek için elimden geleni yapacağım!'' - Choppfar
''Yavrularımın maceralarını daha çok görebilmek için ölmemeye çalışacağım. Nihihihi!" -Tanaka
''Hep birlikte kalmamız için, yetişkinleri yenebilecek kadar güçleneceğim!'' - Gedoumaru
"Be..Ben dövüşemem; fakat okuma yazmayı öğrenip pek çok bilgi edinerek size yardımcı olacağım!" -Liva
''Kedicik her gece uyanık kalacak ve güneşin doğuşunu izlerken gemiyi koruyacak!" -Kedicik
''Chi de kedicik'e yardım edecek!'' -Chi
'Purururururururu!'' -Renge
Sıra Rayl ile bana gelmişti. Geriye sadece biz kalmıştık; herkes bize bakıp gülümseyerek yanlarına gitmemizi ısrarla dile getirdiler; tabii ki de gidecektik! Rayl benden önce davranıp elini en tepeye koydu ve; "Değer verdiğim insanı mutlu etmek için, güçleneceğim!" Diyerek bağırdı. Mutluluktan gözlerimin dolduğunu hissediyordum. Son olarak ben de elimi tüm dostlarımın elinin üstüne koydum ve; "KILICIMI, HEPİNİZİ KORUMAK İÇİN EĞİTECEĞİM!" Diyerek bağırdım. Bir süre daha mutluluk içinde yükselen akıntıda ilerlemeye devam ettik. Artık Grand Line'daydık. Bakalım nasıl belalar beni bekliyordu.
Yavaşça yattığım yataktan kalkıp odanın bitimindeki kapağa doğru yöneldim. Etrafın tamamen karanlık olması beni oldukça ürkütse de, benim için Anna'ları uyandırma korkusu daha ağır basıyordu. Gecenin geç olduğuna emin olduğum bu saatlerinde, Tanaka-san'ı, Gedo'yu ya da Anna'yı uyandırmak istemezdim; dikkatli olmalıydım. Sessiz ve temkinli adımlarla sonunda kapağa ulaşıp odanın dışına çıkmıştım. Bir süre yürüdükten sonra, güverteye açılan kapıyı açmamla beraber yüzüme çarpan soğuk rüzgarın etkisi olsa gerek; gözlerimi tamamen açabildim. Şöyle bir etrafıma bakındım. Sabah saatlerine yaklaştığımızı düşünüyordum, etraf huzur verecek derecede karanlık ve sessizdi. Bu saatte herkes uyuyor olmalıydı, biraz rahatlayarak geminin ön taraftaki korkuluğuna doğru ilerleyip yavaşça oturdum. Başımı gökyüzüne doğru kaldırıp bir süre derin nefes aldıktan sonra, bakışlarımı üzerine oturduğum korkuluğu tutan ellerime çevirdim. Yavaş yavaş bir şeyler daha net olmaya başlıyordu, gazeteyi gördüğüm andan birkaç saat sonra uyumuş olmalıydım. Tüm bunların bir kabus olarak yitip gitmesini öyle çok isterdim ki.
Tüm köyümü yok etmişler öyle mi? Evet, bu gerçekle tam şuan yüzleşmek zorundayım. Yaşadıklarımdan kaçamayacağımı çok uzun süre önce öğrendim çünkü. Orange'in tamamını... Öyle mi? Dolmaya başlayan gözlerimle düşünmeye devam ettim. Hayattaki en büyük dostunu ve birlikte büyüdüğü insanları tamamen kaybettiğini gazeteden öğrenen biri ne hissetmelidir ki? Evet, ben Perttu'yu ardımda bırakarak onun ölmesine sebebiyet verdim. Evet, bunların olacağını bilemezdim belki ama... Sonuç olarak o da öldü, değil mi? Öldü, değil mi? Uiola ve Mey-Rin gibi, o da öldü değil mi?! Tıpkı Orange'deki diğer insanlar gibi, o da öldü değil mi? Perttu çok güçlüdür ama tek başına bir tayfayla nasıl savaşabilir ki? Evet, bunu kabul etmek zorundayım; Perttu'yu ve birlikte büyüdüğüm insanları sonsuza dek kaybettim. Sadece bir korsan tayfası öyle istedi diye bunlar oldu, değil mi? Gözlerimi sildiğim sırada aklımdan geçen tek bir şey vardı. Her şeyimle emin olduğum tek bir şey; hepsini öldüreceğim. Bir derin nefes daha aldıktan sonra sakinleştim ve mantıklı bir şekilde düşünmeye başladım. Grand Line... Nasıl gideceğim konusunda hiçbir fikrimin olmadığı büyük deniz. Birden, uyumadan önce tayfanın geri kalanıyla konuştuğumuz şeyleri hatırladım. Grand Line'a gitmeye karşı çıkan hiçkimse yoktu. Yalnız... Şöyle bir sorunumuz var ki, nasıl gideceğimizi bilmiyoruz. Sebastian bir haritadan bahsediyordu; dediğine göre o haritaya sahip olabilirsek, oraya ulaşabilirmişiz. Kısaca düşündüm ve kendimce şöyle bir çözüm yolu buldum; Grand Line'a gitmeyi amaçlayan tek tayfa değiliz ki! Denizde onlarcası, yüzlercesi var. Elbet ki birilerinde bu harita vardır... Değil mi? Nasıl ele geçireceğim de, kimle dövüşeceğim de umrumda değil; o haritayı bulacağız. Herkes uyandığı zaman diğerlerine de bu fikrimi açıklamalıydım; çünkü tayfa olarak bir çözüm üretebilmiş değiliz. Hiç yoktan iyidir, değil mi?
Etraf zifiri karanlığından sıyrılıp yavaş yavaş aydınlanmaya başlıyordu. Tahmin ettiğim gibi, biraz sonra güneş doğacak... Yatağıma dönmek ve bir süre daha kestirmek için oturduğum yerden kalktım. Hızla arkamı dönmemle beraber bir şeye çarptım. Dengemi kaybettiğim sırada iki kolumdan tutan kişiyle göz göze geldim. Rayl, tam olarak karşımda duruyordu. Sakin bir ses tonuyla konuşmaya başladı; "Korkutmak istememiştim, bir süredir burada oturduğunu görünce yanına gelmek istedim ama düşünceli gözüküyordun. Rahatsız etmek istemedim." Sözlerinin ardından Rayl'a gülümsedim ve, "Evet, gündüz konuştuğumuz şeyler hakkında bir fikrim var. Diğerleri de uyanınca anlatacağım." Dedim. Onu görünce mutlu olmuştum. Sözlerimi başıyla onaylayan Rayl, önce bana sarıldı ve daha sonra kollarımı tutan ellerini yavaşça benden çekti. Biraz önce oturduğum korkuluğun dibine çömeldi ve benimle birlikte beklemeye başladı. Diğerleri uyanır uyanmaz aklımdaki konuyu onlara aktarmalıydım, nedense acele etmem gerektiğini hissediyordum.
Bir süre sonra güneş yüzünü tamamen gösterdi. Gökyüzünü görünce aklıma gelen ilk şey çocukların neşeli şekilde şarkı söylediği an oldu. Bu anı kaçırmak istemezlerdi sanırım. Karşımdaki manzarayı izlediğim sırada kulağıma ilişen kapı sesiyle arkamı döndüm. Gedo-san ve çocuklar uykulu vaziyette bize doğru geliyorlardı. O sırada Kedicik, "Bak Kedicik! Abicik ve ablacık da uyanmış!" Diyerek üzerime doğru koşmaya başladı. Eş zamanlı olarak yanımıza yaklaşmış olan Renge, su tabancasını Rayl'a doğrultup şöyle dedi; "Ateş edeyim mi? Pururururururru!" Tam o sırada Rayl'ın "Haaaa!" diye bir tepki vereceğine adım gibi emin olduğum için hızla başımı ona çevirip sadece ikimizin anlayabileceği şekilde gülümsedim. Rayl anlatmaya çalıştığım şeyi anlamış olacak ki, kendini zorlayan bir tavırla gülümseyerek, "E-evet. Edebilirsin." Cevabını vermekle yetindi. İki kolu bağlı şekilde oturan Rayl, Renge'nin kendisini ıslatmasıyla beraber hiçbir şekilde istifini bozmayarak oturmaya devam etti. Birkaç saniyelik sessizliğin ardından çocuklar kahkahalarla gülmeye başladılar. "Abicik ıslandı! Kedicik gördün mü abicik ısl-! Hıhıhıhı!" Onların bu tepkisine karşılık ben de mutlu olup gülümsedim. Rayl ise kaşları çatık, gözleri kapalı ve üstü ıslak şekilde hala cool bir tavırla oturuyordu ki; o da dayanamayıp gülmeye başladı. Sonuç olarak Gedo ve Liva dahil hepimiz küçücük bir şeye çok fazla gülmüş bulunduk. Rayl'ın bu tavrı hoşuma gitmişti. Gülmeyi henüz bitirdiğimiz sırada Rayl'ın hemen arkamıza dönmüş olan bakışları nedeniyle kafamızı o yöne çevirdik. Anna, Choppfar ve Sebastian da uyanmıştı. Anna her zamanki gibi parmaklarını şıklatarak selam verdi ve; "Hey. Eğleniyor gibi gözüküyorsunuz. Günaydın." Dedi. Anna'yla göz göze geldiğimiz sırada ona gülümsedim. Eş zamanlı olarak Sebastian Gedo'yla göz teması kurmamaya dikkat edip; "Bir şeytanın kahkahası sabah sabah duymak isteyeceğim son şeydi galiba. Tüylerim ürperdi." Dedi. Gedo donuk bakışlarıyla cevabını vereceği sırada, Lulu'nun yanımıza gelmesiyle atışma son buldu. Lulu'yu görünce, "Günaydın." Diyerek gülümsedim. "Kiyora-chan, günaydın." Sözleriyle beni karşılayan Lulu, mutfak-salon benzeri odaya doğru ilerledi. Alfred-san da orada olmalıydı. Bir süre daha güvertede oturduktan sonra hepimiz kahvaltı için mutfağa geçtik.
Yemeklerimizi yedikten sonra, çocuklar kart oyunlarını oynamak için koşarak odadan çıktılar. Bu anı fırsata çevirip aklımdaki şeyi anlatmalıydım. "Müsaadenizle, aklımdaki bir şeyi anlatmak istiyorum." Diyerek başladım sözlerime. Kısa süre sonra ise tek solukta şunları söyleyiverdim; "Grand Line'a nasıl gireceğimiz konusunda... Sebastian-san bir haritaya ihtiyacımız olduğundan bahsetmişti. Sanırım onu, karşımıza çıkan herhangi bir gemide aramak dışında başka bir yolla bulamayacağız." Birkaç saniye boyunca devam eden sessizliği bozan kişi Anna oldu, "Haklı olabilirsin aslında. Karşımıza bir korsan tayfası elbet çıkacaktır." Diyerek sözlerini sonlandıran Anna'nın hemen ardından, Lulu şöyle dedi; "Peki, karşımıza çıkan ilk tayfayla savaşacak mıyız yani?" Bir süre düşündükten sonra; "Başka yapacak bir şeyimiz yok gibi duruyor. Dövüşmek en son tercihimiz olacak olsa da, gerekli olabilir. Yine de bu konuyu Anna'ya bırakıyorum." Cevabını verdim. Tüm bunların üzerine Anna, "Sanırım bir şeylere, o an karar vermek durumunda kalacağız. Şuanlık beklemek ve öylece denizde dolaşmak dışında bir şey yapabileceğimizi sanmıyorum." Diyerek konuşmayı sonlandırdı. Kimsenin bir itirazı olmadığına emin olduğum zaman da odadan ayrıldım. Buradan sonra, beklememiz gerekiyordu. Bundan sonraki zamanımın çoğunu gözetleme kulesinde geçirmeyi düşünüyordum.
---------
Aradan birkaç gün geçmişti lakin haritayı hala ele geçirememiştik. Karşılaştığımız tayfaların çoğu denize yeni açılmış çaylaklardan oluştuğundan dolayı, peşinde olduğumuz şeye ulaşamamıştık. Haritayı ele geçirme planı süresince ben gözetleme kulesinden etrafı izliyor, bir korsan gemisi görecek olursam aşağıya haber veriyordum. Derken bir korsan gemisi daha ilişti gözüme. Dalgalanan bayrağındaki sembolü tam olarak göremediğim bu korsan gemisi, pek de büyük sayılmazdı. Öncekilere yaptığımız gibi, bu gemiyi de kontrol etmeliydik. Bundan bir önce karşılaştığımız gemiye giden ikili Lulu ve Alfred'di, muhtemelen sıra Anna ile bana gelmişti. Hızlıca aşağıya inip Anna'nın yanına yaklaştım. Anna ile göz göze gelmemiz, anlaşmamız konusunda yeterli olmuştu. Dümen başındaki Sebastian ve Gedo, yönümüzü gördüğümüz gemiye doğru çevirdi ve yeterince yaklaştığımız zaman Anna'nın arı formu sayesinde hedef gemiye doğru yol aldık. Anna'yı havada süzülürken gören Choppfar'ın çığlığı beni pek de şaşırtmamıştı. Sanırım bir şeyler değişmiyor. Anna ile birlikte, peşinde olduğumuz geminin güvertesine hızlı ve ani bir iniş yaptık. Bu beklenmedik giriş karşı tarafı şaşırtmış olsa gerek, etrafımız tamamen sarılmış durumdaydı ve etrafımızdaki her biri; ellerine geçen ilk şeyi bize doğrultmuştu. Hiç tanımadıkları iki kişi; henüz insana dönüşmüş bir arı ve kılıç taşıyan bir kız güvertelerinin ortasında duruyor. Ne tepki verecekler ki başka? Kılıcımı kabından çıkartıp Anna'nın sırtına doğru yaslandım. Kaptanları sayılabilecek pembe saçlı kadın, tam çaprazımda kalıyordu.
- KADIN:
"S-s-siz kimsiniz?! Bizden ne istiyorsunuz? Ecelinize mi susadınız?!" Diyerek bir yandan titreyen sesiyle olanları anlamaya çalışan kadına cevabını ben vermek istedim. "Belli olmuyor mu? Korsanız. Başka kim, daha önce hiç görmediği insanların gemisine böyle bir giriş yapar ki? Net konuşacağım. Grand Line'a gitmek isteyen bir korsan tayfasıyız. Eğer haritanız varsa hemen vermenizi öneririm, olur da ufak bir araştırmadan sonra biz bulacak olursak ne olur biliyor musunuz?" Tüm geminin şaşkın bakışları arasında gülümseyerek sözümü tamamladım; "Ölürsünüz." Doğru. Ben artık korsanım. Özgür olduğum kadar varım, var olduğum sürece de özgürüm. Pervasızlık... Bir korsanın olmazsa olmazı sanırım. Sanırım biraz blöf yapmak bu konuda işimizi görebilir, karşımızdakiler biraz safa benziyor. Konuşmamın ardından Anna da hafifçe gülerek şöyle dedi; "Arkadaşımı duydunuz. Haritayı bekliyoruz." Yaptığımız atarın ardından sinirlenen kadın bağırarak; "Siz yüzsüzler gemime izinsiz girmeye nasıl cüret edersiniz! İkinizi de öld..-" Diyecek oldu ki, sözü "Miwka-sama! Miwka-sama!! B-b-bu kadınlar! Gazetede resimlerini gördüğümüz!!" Diyen genç kızın heyecanlı konuşmasıyla bölündü.
- KIZ:
Elindeki gazeteyi hızla kadına uzatan genç kız, ikimize de endişeyle bakıyordu şimdi. Birkaç saniye gazeteyi inceledikten sonra bir gazeteye, bir bize bakan kadının gözleri olabildiğine açıldı. Anna'nın ödülünü gördükten sonra şaşırdığını tahmin ediyordum. Bizi çevreleyen kalabalık yavaşça bizden uzaklaşmaya başlıyordu, kadın ise bir süre bir şey demeden bekledi ve en sonunda sakin bir tavırla; "Mavi Çiçek Anna ve Kızıl Saç Kiyora ha? Tayfama zarar vermediğiniz sürece istediğinizi yapacağım." Dedi ve gazeteyi getiren kıza doğru dönüp, "Himko, haritayı onlara ver." Dedi. Bunun üzerine yavaşça yanımıza yaklaşan kız sırt çantasından bir kağıt çıkardı ve bize doğru uzattı. Haritayı elime aldım, eş zamanlı olarak Anna arı formuna geri döndü. Havalanacağımız sırada tayfaya dönüp; "Sizi Grand Line'da görmek isterim! Özgürlüğünüzü kısıtladığımız için kusura bakmazsınız artık! Hihi!" Diyip gülümseyecektim. Haritaya başka şekilde ulaşmanın bir yolu olsaydı, bunu yapmak zorunda kalmazdık; yine de... Artık hazırız.
Kısa süre sonra biraz uzağımızdaki gemimize yetiştik. Güverteye indiğimiz gibi elimdeki haritayı havaya kaldırıp; "Başardık!" Diyerek gülümsedim. Hemen ardından Sebastian ve diğerleri ile birlikte haritayı incelemeye başladık.
- HARİTA:
Eş zamanlı olarak Sebastian bildiklerini ve anladıklarını bize aktardı. Dediğine göre bir akıntının etkisiyle Grand Line'a geçebilecekmişiz. Bu akıntı bizi yukarıya doğru çıkaracakmış. O anlık hepimizin kafasında birtakım sorular olsa da, Sebastian'ın kabataslak çizimi sayesinde kısa sürede çözebildik.
- ÇİZİM:
Doğu, Batı, Kuzey ve Güney denizlerinden gelen akıntıların tamamı haritadaki kahverengi dikdörtgenin üzerindeki mavi kanallarda toplanıyormuş. Gemimizi bu akıntının iki yanındaki dağa, yani Red Line dedikleri dağa çarpmaz ve kanala girebilirsek... Sonunda Grand Line'a ulaşmış oluyormuşuz. Derin bir nefes alıp ileriyi düşünmeye başladım. Grand Line'a intikamcı, nefret dolu biri olarak girmeyecektim. Hayalleri olan bir korsan olarak girecektim. Aklımdan bunları geçirdiğim sırada herkes son sorularını sormuş ve cevaplarını almıştı. Tahminen gece yarısına yakın bir vakitte oraya varacakmışız, ve kanala girerken çok dikkatli olmamız gerekiyormuş. Tek bir şansımız olacak... Son olarak görev dağılımımızı yapmamız gerekiyordu sanırım. Sebastian'ın yardımıyla görev dağılımını da çabucak yaptık; benim görevim diğer birkaç kişi ile birlikte ekstrem bir durumda düşme gibi bir tehlike söz konusu olursa yardıma gitmek olacak. Önümüzde uzun saatler olmasına rağmen içimdeki heyecana engel olamıyorum... Grand Line, bekle bizi!
----------
- Spoiler:
Sonunda gece yarısına yaklaştığımızda odamdan çıkıp güverteye doğru ilerledim. Henüz başlayan sağanak yağmur, görüşümüze ve hareket etmemize engel olacak gibiydi. Etraftaki sis yüzünden hemen hiçbir şey göremiyor olsam da, yağmur beni huzurlu hissettiriyordu. Bir yandan güvertede olanları dikkatle izliyor, herhangi bir tehlikeli duruma karşı tetikte bekliyordum; biri denge sorunu yaşadığı gibi hemen ona yardıma gidecektim. Bir süre sonra sallanmaya başladığımızı hissettim. Eş zamanlı olarak Rayl ile Gedo yelkenleri indirdi, hepimiz dengede durmakta oldukça zorlandık; neyse ki kimseye bir zarar gelmeden sarsıntı sonlandı. Şiddetli sarsıntının geçmesiyle birlikte etrafımızdaki sis neredeyse tamamen kayboldu ve karşımızda duran büyük, hatta devasa dağı görebildik. Uzakta olduğumuzdan olsa gerek, dağın arasında hiçbir açıklık göremiyordum. Bir süre sonra iyice yaklaştık ve bahsi geçen kanalı görebildik. İşte buradan sonra dikkatli olmamız gerekiyordu. En ufak bir hatamızda gemimiz parçalanabilirdi; Sebastian'a ve dümen görevindekilere güvenerek heyecanla tam karşıyı izlemeye başladım. Yaklaştıkça kalp atışlarım da hızlanıyordu, sanki hayatımın çok önemli bir anına tanıklık ediyor gibiydim. Birkaç dümen hareketi ve şiddetli sarsıntıların ardından dümdüz ilerleyebilmeyi başardık; ve sonunda kanala girdik! Tamamen sırılsıklam olmuştum, diğer herkes de benimle aynı durumdaydı. Bu yağmuru ömrüm boyunca unutmayacaktım!
Kanala girmemizin ardından hepimiz sevinç çığlıkları içinde birbirimize sarıldık. Sonunda başarmıştık; içimdeki mutluluğu anlatabilmemin bir yolu yoktu. Hepimiz sevinç içinde bağırıştığımız sırada Anna güvertenin ortasına geçip hepimizi yanında çağırdı. Elini boşluğa doğru uzatıp; "Eğlenceli günler geçirmemiz için elimden geleni yapacak ve güçleneceğim!" Diye bağırdı. İçimden gelen en samimi gülümsemeyle baktım ona. Hemen ardından Sebastian elini Anna'nın elinin üzerine koyup; "Daha güvenli bir şekilde yolculuk edebilmemiz için rotacılık becerilerimi geliştireceğim!" Dedi. Bunun üzerine herkes sırayla elini ortaya koyup kendi cümlelerini söyledi;
''Yolculuk ederken açlık çekmemeniz için elimden geleni yapacağım!" -Alfred
"Size daha fazla zorluk yaşatmamak için güçlenecek ve ağlak bir bebek olmayacağım!'' - Lulu
"Uzun bir süre birlikte olacağımızı sanmasam da, yanınızda olduğum süre boyunca her türlü hastalığınızı iyileştirmek için elimden geleni yapacağım!'' - Choppfar
''Yavrularımın maceralarını daha çok görebilmek için ölmemeye çalışacağım. Nihihihi!" -Tanaka
''Hep birlikte kalmamız için, yetişkinleri yenebilecek kadar güçleneceğim!'' - Gedoumaru
"Be..Ben dövüşemem; fakat okuma yazmayı öğrenip pek çok bilgi edinerek size yardımcı olacağım!" -Liva
''Kedicik her gece uyanık kalacak ve güneşin doğuşunu izlerken gemiyi koruyacak!" -Kedicik
''Chi de kedicik'e yardım edecek!'' -Chi
'Purururururururu!'' -Renge
Sıra Rayl ile bana gelmişti. Geriye sadece biz kalmıştık; herkes bize bakıp gülümseyerek yanlarına gitmemizi ısrarla dile getirdiler; tabii ki de gidecektik! Rayl benden önce davranıp elini en tepeye koydu ve; "Değer verdiğim insanı mutlu etmek için, güçleneceğim!" Diyerek bağırdı. Mutluluktan gözlerimin dolduğunu hissediyordum. Son olarak ben de elimi tüm dostlarımın elinin üstüne koydum ve; "KILICIMI, HEPİNİZİ KORUMAK İÇİN EĞİTECEĞİM!" Diyerek bağırdım. Bir süre daha mutluluk içinde yükselen akıntıda ilerlemeye devam ettik. Artık Grand Line'daydık. Bakalım nasıl belalar beni bekliyordu.
Kiyora Victoria- Ödül Avcısı
- Mesaj Sayısı : 214
Kayıt tarihi : 17/01/16
Nerden : East Blue
Geri: [Grand Line Giriş] Pervasız Korsanlar
60 milyon.
6 ana stat.
3 meyve/dövüş statı.
3 meslek statı.
6 ana stat.
3 meyve/dövüş statı.
3 meslek statı.
Similar topics
» [Grand Line Giriş] HK-47
» (Grand Line Giriş) Ateşten İrade
» (Grand Line Giriş) Talihsiz Karşılaşma
» Grand Line
» [Büyük Çizgi Giriş] Basit Geçiş
» (Grand Line Giriş) Ateşten İrade
» (Grand Line Giriş) Talihsiz Karşılaşma
» Grand Line
» [Büyük Çizgi Giriş] Basit Geçiş
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz