Donsuz Zebaniler (Bacon - Akubaru - Groli - Belle)
2 posters
2 sayfadaki 6 sayfası
2 sayfadaki 6 sayfası • 1, 2, 3, 4, 5, 6
Geri: Donsuz Zebaniler (Bacon - Akubaru - Groli - Belle)
Çok cimri bir kaptana denk gelmiştik. Kaptanımız kıçı kırık bir kayığı bırakmamak için bizi önden yollamıştı. Orada uzun bir süre onu beklemiştik.
Bir kaç gün sonra Bacon dönmüştü ama yüzü gözü sikilmiş haldeydi. İki gün onun iyileşmesini beklemiştik. Hala yaralı duruyordu ama eskisine göre idare ederdi.
Kaptan ayağı kalktığı gibi gazeteye bakmıştı. Gazetede abuk subuk haberler vardı ama özellikle bir tanesi kaptanın dikkatini çekmişti. Bunun parayla ilgili olduğunu anlamak için bakmama gerek yoktu çünkü haberi gördükten sonra kaptanın göz bebekleri neredeyse beli işaretine dönmüştü. '' Kaptan, daha gemimiz yok. Bu adamlara şimdi dalarsak bizim ağzımıza sıçarlar. Elimizdeki parayla alacağımız gemide bunların gemisini yakalayacak bir şeylerde alamayız. Ayrıca sayı olarakta baya düşüğüz. Bence öncelikle olarak bir 10-20 kişi toplayalım. Sonra bir yerleri soyup sağlam gemi alırız. '' diyecek ve kaptanın emirlerini yerine getirmek için ayrılacaktım.
Kaptanın yanından ayrıldıktan sonra Mamod'la birlikte bir korsan barına gidecektim. Mümkünse içlerinden en pis ve kuytu olanına gitmeyi düşünüyordum.
Bir kaç gün sonra Bacon dönmüştü ama yüzü gözü sikilmiş haldeydi. İki gün onun iyileşmesini beklemiştik. Hala yaralı duruyordu ama eskisine göre idare ederdi.
Kaptan ayağı kalktığı gibi gazeteye bakmıştı. Gazetede abuk subuk haberler vardı ama özellikle bir tanesi kaptanın dikkatini çekmişti. Bunun parayla ilgili olduğunu anlamak için bakmama gerek yoktu çünkü haberi gördükten sonra kaptanın göz bebekleri neredeyse beli işaretine dönmüştü. '' Kaptan, daha gemimiz yok. Bu adamlara şimdi dalarsak bizim ağzımıza sıçarlar. Elimizdeki parayla alacağımız gemide bunların gemisini yakalayacak bir şeylerde alamayız. Ayrıca sayı olarakta baya düşüğüz. Bence öncelikle olarak bir 10-20 kişi toplayalım. Sonra bir yerleri soyup sağlam gemi alırız. '' diyecek ve kaptanın emirlerini yerine getirmek için ayrılacaktım.
Kaptanın yanından ayrıldıktan sonra Mamod'la birlikte bir korsan barına gidecektim. Mümkünse içlerinden en pis ve kuytu olanına gitmeyi düşünüyordum.
Misafir- Misafir
Geri: Donsuz Zebaniler (Bacon - Akubaru - Groli - Belle)
Bacon haberleri dinlerken keyifli görünüyordu. Hele en başta okunan isyan haberi ve hemen altındaki sadece ölü notuyla kendi posterini görünce daha da keyiflenmişti. Mamod, Honk ve hatta Mokoko bile biraz şaşırmıştı buna. Tayfasına girmeyi kabul ettiklerinden beri Bacon’a saygıları vardı, ancak onun cani ve pervasız kişiliğine bir kez daha ilk elden şahit olmaları bu saygıyı arttırmış gibiydi. Şimdi ondan gelecek emirlere ve ileride yapacaklarına daha bir heyecanla bakıyorlardı. Tarko ise daha çok endişeli gibiydi. Bu çatlak herifin epey tehlikeli biri olduğunun zaten farkındaydı ve son birkaç gündür çıplak gözleriyle hiddeti ve pervasızlığına şahit oluyordu, ancak Numien gibi bir adada açıkça yayımlanan ödüle sevinmek pervasızlığın ötesinde bir vurdumduymazlıktı. Bir anlığına elinde gazeteyle alt güverteye inen yardımcı kaptan Denve’yi düşündü. Dikkatli olunması gerektiğinin farkındaydı ve ne eski kaptanı Ohab ne de yardımcı kaptanı Denve onun korsan olduğunu bilmiyordu. Onlara görünmeden bu adadan gitmekti niyeti, Ohab’ın o bilmiş sırıtışıyla bakıp ona yanlış yolda olduğunu söylemesini istemiyordu. Ne de Denve’nin onların peşine düşmesini. Yardımcı kaptanının eski bir ödül avcısı olduğunu duymuştu ve Bacon gibi herifleri sevmediğini kendi tecrübelerinden gayet iyi biliyordu. Kaptanının aceleci emirlerini duyunca rahatlamıştı biraz. Bacon, haberlerden en dikkat edilmesi gerekene dikkat etmişti yine. Ağzı kulaklarında ve keyfi yerinde vermişti emirleri Bacon. Tarko Bacon’un bu halini seviyordu, zira her bakışında yeni bir macera ile şiddetin emareleri vardı. Terma’ya varıp bahsedilen hazineyi ararken girecekleri çatışmaları düşünmek onu da neşelendirmişti.
Bacon’un söylediklerine herkes baş sallamış ve onaylamıştı. Ardından gelen emirler üzerine Akubaru denen devasa herif konuştu, “Kaptan, daha gemimiz yok. Bu adamlara şimdi dalarsak bizim ağzımıza sıçarlar. Elimizdeki parayla alacağımız gemide bunların gemisini yakalayacak bir şeylerde alamayız. Ayrıca sayı olarak da baya düşüğüz. Bence öncelikle olarak bir 10-20 kişi toplayalım. Sonra bir yerleri soyup sağlam gemi alırız. '' Tarko hak vermişti ona, Honk başını sallamıştı onaylarcasına, Mamod somurtarak bakıyordu ama sesini çıkarmamasından onun da onayladığı anlaşılıyordu, Mokoko ise maskesinin altından görünmüyordu bile. Ne düşündüğü pek kimsenin umurundaymış gibi de değildi.
Şimdi kaptanın emirleriyle gruplara ayrılmışlardı. Mamod ve Akubaru tayfa aramaya çıkacaklardı bir yerlerde, Honk ve Tarko ise limanda gemi bakmaya gidecekti…
…
Akubaru-Mamod
Akubaru’nun isteği üzerine şehrin en tekinsiz yerlerinde bir bara gideceklerdi tayfa aramaya. Akubaru korsan barı deyince Mamod gülerek onunla alay etmiş ve Numien ne kadar kötü şöhretli olsa da burada hala hükümetinin aktif olduğunu ve korsanların kendilerine öyle alenen bir yer seçemeyeceklerini söylemişti. Mamod’un rehberliğiyle onun bildiği en tekinsiz ve iğrenç mekana götürüyordu şimdi. Şehrin içlerinde, taş binalar arasına saklanmış ufak bir sokağın ortalarındaki gürültülü bara. Mamod’un dediğine göre korsanlar ve kanun kaçakları oraya sık takılırmış.
Bir süre sonra barın önüne vardıklarında Akubaru mekanı biraz inceledi. Siyah bir taş binanın girişinde, pencereleri siyah gri camlarla kaplı, kapısında yarısı yırtılmış ve buruşmuş onlarca poster asılıydı. Duvarları alabildiğine kirli görünüyordu barın ve tüm binanın. Dikkatle bakılırsa tüm sokağın. Kan ve kusmuk lekeleri, içkilerin bıraktığı izler, kırıklar ve çiziklerle doluydu. Aynı şeylerden büyük ahşap kapı da nasibini almıştı. Bara girerken kapıda asılı halde Bacon’un posterini de görmüşlerdi.
İçerisi oldukça kasvetli ve karanlık görünüyordu. İçeride geçecek birkaç dakikanın ardından o karanlık bir loşluğa dönüşüyordu ancak tütün dumanıyla dolmuş koca salondaki kasvet, ne kadar durursanız durun geçmezdi. Duvar kenarlarındaki masaların koltukları duvarla bitişik ve minderliydi. Minderler yırtılmış, süngerleri ve yünleri dışarı taşmıştı, Salonun ortasında ise rastgele dağılmış masalara kurulmuş tuhaf ve tekinsiz onlarca tip ya bir şeyler içiyor veya tütün tüttürüyordu. Her birinin sohbeti gürültülü ve kabaydı, tok sesler tüm barı sarmıştı. Salonun sonunda ise salon boyunca uzanan bir tezgahta barmenler içki servisi yapıyordu. Tezgah başında yüksek taburelere kurulmuş insanlar da salonun geri kalanıyla aynıydı.
Tüm salonda ise belki de en dikkat çekici tip, köşedeki bir masaya tek başına kurulmuş kızıl kafalı tuhaf adamdı. Masasına bir kitap koymuş göz gezdiriyordu öylece. Ne hikmetse kimse ona bakmıyordu bile ve yakınlarında duran da pek yoktu.
Akubaru ve Mamod içeri girdi… Hemen yan masadan bir sohbete kulak misafiri oldular. “Rodan’ın kafesindeydi diyorum adamım, o suratı unutmam mümkün değil! Tabi Demir Yumruk suratını tanınmaz hale getirmişti en son. Tüm rakiplerini acımadan öldürdü deyyus. Haberde bahsedildiği kadar var! Belki de adadan ayrılmıştır bile…”
Tarko-Honk
Kaptanın isteği üzerine limana gelmişlerdi. Tarko, tanınmamak için kafasına bir kukuleta geçirmişti. Liman, Ballinoil binasının tam karşısındaydı ve Beyaz Felaket de hala limanda bekliyordu. Etrafta eski balina avcısı arkadaşlarının olması işten bile değildi ve kimseye bir şey anlatmak istemiyordu şu an. Özellikle de Denve ile karşılaşmak istemiyordu… Yanındaki koca marangoza satılabilecek gemileri göstermeliydi. Bacon’a iri derdi bir de. Akubaru ve tayfanın geri kalanını görünce kendini böcek boyunda hissetmişti. Bunu düşünmek güldürmüştü Tarko’yu, onun güldüğünü duyan Honk da gülmeye başlamıştı. Bu herif durduk yere gülebiliyordu ve Tarko da bunu epey sevmişti. En azından bir avuç ucubeyle çıkacağı yolda biraz olsun eğlenebilecekti etrafında bu neşeli adam varken.
Liman tüm şehir kıyısını kaplıyordu ve epey uzundu. Tarko Honk’a en başından başlamayı önerdi. Zaten satılmak üzere bekletilen gemiler genelde kenarlara demirlenirdi. Tayfanın da en fazla bir karavel alacak parası olduğunun farkındaydı.
…
Bacon
Tüm adamlarına emirleri verip Mokoko ile baş başa kalmıştı odasında. Tarko’nun ayarladığı bu yer eski bir sağlık ocağıydı ve şimdilerde dövüşlerden yaralı çıkanlara hizmet veren yasadışı bir mekandı. Mokoko ise buranın özensiz doktorlarının tedavisi beğenmemiş ve kaptanının yaralarıyla kendi başına ilgilenmeye başlamıştı. İçeri giren doktor kılıklı herifin tekine acayip hareketler yaparak hakaretler etmişti ve Bacon’a ondan başkasının bakmasına izin vermiyordu.
Kaptanın yüzü tanınmaz haldeydi, tüm suratında ufak çizik ve delikler duruyordu hala. Kanı çoktan durmuş olsa da epey izi bırakmıştı ve bunların geçmesi haftaları alabilirdi. Bacaklarından birinin baldırı derinden kesilmişti. Yürümesine engel olmasa da fazla hareket etmemeliydi ve dikişlerin işlerini yapmasına izin vermeliydi. Karnında ise koca bir delik vardı kaptanın ve sırf bunun için bile günlerce yataktan çıkmamalıydı. Mokoko tüm yaralara kendi bitkisel ilaçlarından sürdü ve sargıları yeniledi, bacak dikişlerini tekrar kontrol etti ve tüm yaraları güzelce temizledi. Bu pislik dolu ve iğrenç kokan şehirde kılıç yaraları değil mikroplar öldürebilirdi insanları ne de olsa.
Rp out
- Spoiler:
Agachak Groli konuya dahil edilmiştir.
Belle Valaine de hazır olduktan sonra eklenecektir.
North Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 184
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Donsuz Zebaniler (Bacon - Akubaru - Groli - Belle)
Agachak için yine sıradan bir gündü. Yine gürültülü, kalabalık sokaklarda dolaşıp, dinine katılacak insan var mı diye bakınıyordu. Zaten uzun yıllardır Satan dinine hizmet ediyordu. Ama bu dine inanacak insan bulmak kolay olmuyordu. Zira dinin ortaya çıktığı anavatanı olan Riva yerle bir olmuştu. Tapınağı, kutsal emanetleri, başka rahipleri olmayan bir dini yaymak çok zordu. Agachak dini yayabilmek için elinde kalan son kutsal kitabı kullanıyordu. Hatta dini daha iyi yayacağına inandığı için kredi bile çekmişti. Ama bu da fayda getirmemişti. Şimdi ise yüklü bir geri ödeme onu bekliyordu.
Adımları giderek onu şehrin arka mahallerine götürüyordu. Sokaklar daraldıkça alenen ona atılan bakışlarda vahşileşiyordu. Ama Agachak bundan korkmazdı, aksine birisi kendisine saldıracak olursa tırpanıyla karşılık vermekten memnuniyet duyardı. Kendi görüntüsü oldukça korkutucuydu, onu görenler zaman zaman Azrail geliyor sanıp kaçardı. Kimisi ise bu kılıkta dolaştığı için onu suçlardı. Ama bunlar Agachak'ın umrunda olmazdı. Onun görüşüne göre dinini yaymak için tek bir seçenek kalmıştı, o da güçlenmek. İnsanlar güçlü insanları takip ederdi. Bu şekilde kitleleri kendi dinine çekebilirdi. Şehrin içlerinde, taş binalar arasına saklanmış ufak bir sokağın ortalarındaki gürültülü bara kadar götürdü onu adımları. Burası kanun kaçaklarının takılacağı türden bir yere benziyordu. Agachak bu tip adamların kendi dinine katılmasını isterdi. Bara girip kitabının yaratılış bölümünü okuyacak ve insanları dinine davet edecekti. Akşam bir ayin yapılacağını söyleyip kaç kişinin geleceğini soracaktı.
Bara yaklaşırken etrafı incelemeye başladı. Bar, siyah bir taş binanın girişindeydi ve ahşap bir kapısı vardı. Pencereleri, siyah camlarla kaplıydı. Kapısında yarısı yırtılmış ve buruşmuş ve üzerine kusulmuş onlarca poster asılıydı. Duvarları alabildiğine kirli görünüyordu barın ve tüm binanın. Tüm sokak, kan ve kusmuk lekeleri, içkilerin bıraktığı izler, kırıklar ve çiziklerle doluydu. Aynı şeylerden büyük ahşap kapı da nasibini almıştı.
İçerisi oldukça loştu. Girdiğinde bazı yüzler ürkerek Agachak'a baktı. İçkili olduklarını anladığı bu insanlar, karşılarında Azrail'i gördüklerini sanıyorlardı. İçeri ilk girdiği anda oldukça gürültülü bir ortam vardı ama bir anda sessizleşti. İçeriyi, inceleyip oturacak bir yer aradı. Duvara bitişik masalarda, duvara bitişik minderli koltuklar vardı. Agachak daha rahat olacağını düşündüğü için onlardan, boş olan bir tanesine doğru yöneldi. Ancak yaklaştıkça minderlerin patlamış ve süngerlerinin dışarı taşmış olduğunu fark edince biraz bozuldu. Önemsemeden oturdu. Agachak yerine geçip oturunca gürültü yeniden, yavaş yavaş yükseldi. Barmen gelip siparişini aldı.
Bir süre sonra
Artık yeterince ortamı tanıdığına kanaat getirmişti; Agachak, yüksek sesle boğazımı temizledi “Ehem, ehemm...” Ardından biraz sessizleşti ortam ama hala tek tük konuşanlar vardı. “ Dostlarım, tanrının tek gerçek dini olan Satan dinini sizlere tanıtmak için buradayım. Benim adım Agachak Groli, ve Satan dini rahibiyim. Sizlere kutsal kitabımızdaki yaratılış destanını okumama izin verin” dedi yüksek sesle ve onaylanmasını beklemeyerek kitabın önünde açık olan kısmından okumaya başladı;
Eskiden dünyanın her tarafı sularla kaplıydı, ne gök vardı ne de ay, ne güneş ne de herhangi bir şey. Tanrı yanında insan olduğu halde bu suyun üzerinde uçar durur konacak bir yer bulamazdı. Rivayete göre suyun üzerinde bulduğu kilden yaratmıştı insanı kendisine arkadaş olsun diye. Tanrı oldukları için de hiç yorulmadan uçmaya devam ederlerdi. Tanrının hiçbir düşüncesi yokken insan hiç durmadan düşünür ne yapsam da tanrıdan üstün olsam diye plan yapardı. Bir gün su sıçratmıştı tanrının üzerine ve bunun eksikliğini tamamladığını sandı. Ancak nasıl olduysa tanrının hikmeti suyun içine gömülmeye başladı insan. Sularda boğulacağını anlayınca tanrıya yalvarmaya başladı. Tanrı onun haline acıdı da ona bir şans daha vermeye karar verdi. Tanrı bir gün suların anası Ak İne’den aldığı öğütle taş yaratılsın dedi ve suların üzerinde bir kaya oluştu. İnsanı da yanına alarak taşın üzerine çıkıp oturdu. Kafasında dünyayı yaratmak vardı. Ve Ak İne’nin yardımıyla toprağı yaratmak istedi. İnsandan suya dalıp toprak getirmesini istedi. Tanrının isteğine uyan insan hiç düşünmeden suya daldı ve derinlerdeki topraktan bir avuç alıp çıktı. Tanrı toprağı alıp suların üzerine serpti ve “yaratılsın yer” dedi. Gerçekten de suyun üstünde geniş bir yer oluşmuştu. Tanrı ne derse o oluyordu. İnsan anladı ki tanrı kendisine bir dünya yaratıyor kıskandı. Ben de kendi dünyamı yaratmalıyım diye düşündü. Tanrı bir kez daha insandan suya dalıp biraz toprak daha getirmesini istedi. İnsan hemen daldı kötü düşüncelerle suya biraz toprak alıp ağzına sakladı ve eline aldığı toprakla suyun yüzüne çıkıp tanrıya verdi. İnsanın ağzındaki toprak büyümeye başladı birden ve insan boğulmak üzereydi. Kendi dünyasını yaratmak isterken ölecekti neredeyse. Ve ölmeden önce yeniden tanrıya yalvardı. Kendisini kurtarmasını istedi. Kötü bir amacı yoktu sadece o da kendi dünyasını yaratmak istiyordu. Tanrı yeniden üzüldü insanın haline ve ona bir şans daha vermeye karar vererek, ondan ağzındaki toprağı tükürmesini istedi. İnsan ağzında sürekli büyüyen toprağı tükürünce birden dağlar ve tepeler oluştu yeryüzünde. Sonrada insanı lanetledi. Ona bundan sonra kötü düşüncesi yüzünden Zandramas diyecekti.
Günlerin birinde tanrı dolanırken yarattığı yeryüzünde bir ağaç gördü. Hiçbir dalı ve yaprağı yoktu ve üzüldü bu duruma. “dokuz dalı bitsin” diye emretti yeniden ve ağaçtan dokuz dal çıktı. “soylar türesin her bir dalından” diye ikinci bir emir verince insanlar oluştu her bir daldan. Ve dokuz oymak türemişti her bir insandan. Tanrı bu işleri yaparken sarayından bir hayli gürültü yapmıştı. Ve sarayın içine giremeyen Zandramas ölüyordu merakından. Ve dayanamadı sordu tanrıya bu gürültü nedir diye. Tanrı kendi ulusunu yarattığını söyleyince Zandramas heyecanla kendisine de insan vermesini istedi. Birden o da tanrı gibi insanlara sahip olmak istedi. Ama tanrı onun isteğini yerine getirmedi, yarattığı insanlardan hiç birini vermedi ona. Zandramas iyice kudurmuş hasetinden çatlayacak gibi olmuştu.
tanrı insanları toplayıp, onlardan ağacın beş dalındaki meyvelerini yemelerini ama kalan dört dalın meyvelerinden yememelerini istemişti. Hatta belki de kendi isteğine uymayıp yemek isteyenler çıkar diye ağacın başına bir köpek ile bir yılanı da bekçi olarak koymuş ve bu dallara uzanmak isteyenlere engel olmalarını istemişti. Özellikle de Zandramas gelirse kesinlikle ağaca yanaştırmamalarını söylemişti. Zandramas merak etmişti bunlar ne yer ne içer diye. Ve sormaya karar verdi. İnsanlar da ona anlattılar. Tanrının kendilerinden istediklerini.
Bu insanların arasında Törünge ve Hannah adlı iki kişi de varmış. Zandramas hemen onlara yanaşmış ve Törünge’yi yasak meyvelerden yemesi için ikna etmeye çalıştıysa da başarılı olamamıştı. Törünge tanrının sözünden çıkmayacağını söylemiş. Bu sırada yılan uyuyor ve köpek ise bir kediyi kovalıyormuş. Yılan Zandramas, sessizce yılanın içine girmiş ve ağacın dalından kopardığı yasak meyveyi Hannah’a uzatmış. Hannah kendisi meyveyi yediği gibi bir parçasını da Törünge’ye yedirmişti. Rivayete göre yasak meyveyi yemeden önce insanlar kıllı imişler. Meyveden yemeye başlayınca birden kıllarından kurtularak çıplak kalmışlar. Bu alışılmamış durumdan utanç duyarak bedenlerini saklamaya çalışmışlar.
Tanrı Törünge’ye seslenmiş. Neredesiniz diye ve Törünge ağaçta olduklarını ama çıplak oldukları için çıkamayacaklarını söyleyince tanrı anlamış onların işlediği günahı. Tanrı hemen hesabını sormuş, Törünge, Hannah'ı, Hannah da Zandramas’ı suçlamış kandırdı bizi diye. Tanrı yılan ve köpeğe de kızmış görevlerini yapmadılar diye. Köpek ise bir kedinin kendisini tahrik ettiğini söylemiş. Tanrı yılana şeytanın kendisi olmakla ceza vermiş. Hannah'a da insanları doğurma cezası vermiş. Erkeğe kendi yolunu kendisinin seçmesini istemiş. Bundan sonra da böyle hain insanlar yaratmak istemediğini söylemiş ve siz doğurun insanları diye ceza vermiş. Sonra da şeytana bağırmış ve cezalandırmış. Hepsini kovmuş yeryüzünde yaşamaya mahkum etmiş ve Groli adındaki elçisini göndererek onlara gerçek dini öğretmesini istemiş. Groli kendi tarikatını kurarak nesilden nesile aktarmış bu bilgileri...
“İşte ben, Groli hanesinden Agachak, sizleri satan dininin öğretilerini öğrenmeye davet ediyorum. Bu akşam özel bir ayin yapılacak. Kimler katılmak İster?”
Agachak, dinine katacak yeni insanlar arıyordu her zamanki gibi. Eğer dinini yaymayı başarabilirse, gelecek bağışlarla borcunu ödeyip bir tapınak yaptırabileceğini bile düşünüyordu. Katılmak isteyen olursa, ayin yapacaktı. Katılmak isteyen olmazsa kalıp biraz ucuz içki içecekti, çünkü gene şansı yaver gitmemiş olacaktı. Eğer kendisine hakaret eden olursa da onu çarparak cezalandıracaktı. Ve onun dine hakaret ettiği için çarpıldığını söyleyecekti...
Adımları giderek onu şehrin arka mahallerine götürüyordu. Sokaklar daraldıkça alenen ona atılan bakışlarda vahşileşiyordu. Ama Agachak bundan korkmazdı, aksine birisi kendisine saldıracak olursa tırpanıyla karşılık vermekten memnuniyet duyardı. Kendi görüntüsü oldukça korkutucuydu, onu görenler zaman zaman Azrail geliyor sanıp kaçardı. Kimisi ise bu kılıkta dolaştığı için onu suçlardı. Ama bunlar Agachak'ın umrunda olmazdı. Onun görüşüne göre dinini yaymak için tek bir seçenek kalmıştı, o da güçlenmek. İnsanlar güçlü insanları takip ederdi. Bu şekilde kitleleri kendi dinine çekebilirdi. Şehrin içlerinde, taş binalar arasına saklanmış ufak bir sokağın ortalarındaki gürültülü bara kadar götürdü onu adımları. Burası kanun kaçaklarının takılacağı türden bir yere benziyordu. Agachak bu tip adamların kendi dinine katılmasını isterdi. Bara girip kitabının yaratılış bölümünü okuyacak ve insanları dinine davet edecekti. Akşam bir ayin yapılacağını söyleyip kaç kişinin geleceğini soracaktı.
Bara yaklaşırken etrafı incelemeye başladı. Bar, siyah bir taş binanın girişindeydi ve ahşap bir kapısı vardı. Pencereleri, siyah camlarla kaplıydı. Kapısında yarısı yırtılmış ve buruşmuş ve üzerine kusulmuş onlarca poster asılıydı. Duvarları alabildiğine kirli görünüyordu barın ve tüm binanın. Tüm sokak, kan ve kusmuk lekeleri, içkilerin bıraktığı izler, kırıklar ve çiziklerle doluydu. Aynı şeylerden büyük ahşap kapı da nasibini almıştı.
İçerisi oldukça loştu. Girdiğinde bazı yüzler ürkerek Agachak'a baktı. İçkili olduklarını anladığı bu insanlar, karşılarında Azrail'i gördüklerini sanıyorlardı. İçeri ilk girdiği anda oldukça gürültülü bir ortam vardı ama bir anda sessizleşti. İçeriyi, inceleyip oturacak bir yer aradı. Duvara bitişik masalarda, duvara bitişik minderli koltuklar vardı. Agachak daha rahat olacağını düşündüğü için onlardan, boş olan bir tanesine doğru yöneldi. Ancak yaklaştıkça minderlerin patlamış ve süngerlerinin dışarı taşmış olduğunu fark edince biraz bozuldu. Önemsemeden oturdu. Agachak yerine geçip oturunca gürültü yeniden, yavaş yavaş yükseldi. Barmen gelip siparişini aldı.
Bir süre sonra
Artık yeterince ortamı tanıdığına kanaat getirmişti; Agachak, yüksek sesle boğazımı temizledi “Ehem, ehemm...” Ardından biraz sessizleşti ortam ama hala tek tük konuşanlar vardı. “ Dostlarım, tanrının tek gerçek dini olan Satan dinini sizlere tanıtmak için buradayım. Benim adım Agachak Groli, ve Satan dini rahibiyim. Sizlere kutsal kitabımızdaki yaratılış destanını okumama izin verin” dedi yüksek sesle ve onaylanmasını beklemeyerek kitabın önünde açık olan kısmından okumaya başladı;
Eskiden dünyanın her tarafı sularla kaplıydı, ne gök vardı ne de ay, ne güneş ne de herhangi bir şey. Tanrı yanında insan olduğu halde bu suyun üzerinde uçar durur konacak bir yer bulamazdı. Rivayete göre suyun üzerinde bulduğu kilden yaratmıştı insanı kendisine arkadaş olsun diye. Tanrı oldukları için de hiç yorulmadan uçmaya devam ederlerdi. Tanrının hiçbir düşüncesi yokken insan hiç durmadan düşünür ne yapsam da tanrıdan üstün olsam diye plan yapardı. Bir gün su sıçratmıştı tanrının üzerine ve bunun eksikliğini tamamladığını sandı. Ancak nasıl olduysa tanrının hikmeti suyun içine gömülmeye başladı insan. Sularda boğulacağını anlayınca tanrıya yalvarmaya başladı. Tanrı onun haline acıdı da ona bir şans daha vermeye karar verdi. Tanrı bir gün suların anası Ak İne’den aldığı öğütle taş yaratılsın dedi ve suların üzerinde bir kaya oluştu. İnsanı da yanına alarak taşın üzerine çıkıp oturdu. Kafasında dünyayı yaratmak vardı. Ve Ak İne’nin yardımıyla toprağı yaratmak istedi. İnsandan suya dalıp toprak getirmesini istedi. Tanrının isteğine uyan insan hiç düşünmeden suya daldı ve derinlerdeki topraktan bir avuç alıp çıktı. Tanrı toprağı alıp suların üzerine serpti ve “yaratılsın yer” dedi. Gerçekten de suyun üstünde geniş bir yer oluşmuştu. Tanrı ne derse o oluyordu. İnsan anladı ki tanrı kendisine bir dünya yaratıyor kıskandı. Ben de kendi dünyamı yaratmalıyım diye düşündü. Tanrı bir kez daha insandan suya dalıp biraz toprak daha getirmesini istedi. İnsan hemen daldı kötü düşüncelerle suya biraz toprak alıp ağzına sakladı ve eline aldığı toprakla suyun yüzüne çıkıp tanrıya verdi. İnsanın ağzındaki toprak büyümeye başladı birden ve insan boğulmak üzereydi. Kendi dünyasını yaratmak isterken ölecekti neredeyse. Ve ölmeden önce yeniden tanrıya yalvardı. Kendisini kurtarmasını istedi. Kötü bir amacı yoktu sadece o da kendi dünyasını yaratmak istiyordu. Tanrı yeniden üzüldü insanın haline ve ona bir şans daha vermeye karar vererek, ondan ağzındaki toprağı tükürmesini istedi. İnsan ağzında sürekli büyüyen toprağı tükürünce birden dağlar ve tepeler oluştu yeryüzünde. Sonrada insanı lanetledi. Ona bundan sonra kötü düşüncesi yüzünden Zandramas diyecekti.
Günlerin birinde tanrı dolanırken yarattığı yeryüzünde bir ağaç gördü. Hiçbir dalı ve yaprağı yoktu ve üzüldü bu duruma. “dokuz dalı bitsin” diye emretti yeniden ve ağaçtan dokuz dal çıktı. “soylar türesin her bir dalından” diye ikinci bir emir verince insanlar oluştu her bir daldan. Ve dokuz oymak türemişti her bir insandan. Tanrı bu işleri yaparken sarayından bir hayli gürültü yapmıştı. Ve sarayın içine giremeyen Zandramas ölüyordu merakından. Ve dayanamadı sordu tanrıya bu gürültü nedir diye. Tanrı kendi ulusunu yarattığını söyleyince Zandramas heyecanla kendisine de insan vermesini istedi. Birden o da tanrı gibi insanlara sahip olmak istedi. Ama tanrı onun isteğini yerine getirmedi, yarattığı insanlardan hiç birini vermedi ona. Zandramas iyice kudurmuş hasetinden çatlayacak gibi olmuştu.
tanrı insanları toplayıp, onlardan ağacın beş dalındaki meyvelerini yemelerini ama kalan dört dalın meyvelerinden yememelerini istemişti. Hatta belki de kendi isteğine uymayıp yemek isteyenler çıkar diye ağacın başına bir köpek ile bir yılanı da bekçi olarak koymuş ve bu dallara uzanmak isteyenlere engel olmalarını istemişti. Özellikle de Zandramas gelirse kesinlikle ağaca yanaştırmamalarını söylemişti. Zandramas merak etmişti bunlar ne yer ne içer diye. Ve sormaya karar verdi. İnsanlar da ona anlattılar. Tanrının kendilerinden istediklerini.
Bu insanların arasında Törünge ve Hannah adlı iki kişi de varmış. Zandramas hemen onlara yanaşmış ve Törünge’yi yasak meyvelerden yemesi için ikna etmeye çalıştıysa da başarılı olamamıştı. Törünge tanrının sözünden çıkmayacağını söylemiş. Bu sırada yılan uyuyor ve köpek ise bir kediyi kovalıyormuş. Yılan Zandramas, sessizce yılanın içine girmiş ve ağacın dalından kopardığı yasak meyveyi Hannah’a uzatmış. Hannah kendisi meyveyi yediği gibi bir parçasını da Törünge’ye yedirmişti. Rivayete göre yasak meyveyi yemeden önce insanlar kıllı imişler. Meyveden yemeye başlayınca birden kıllarından kurtularak çıplak kalmışlar. Bu alışılmamış durumdan utanç duyarak bedenlerini saklamaya çalışmışlar.
Tanrı Törünge’ye seslenmiş. Neredesiniz diye ve Törünge ağaçta olduklarını ama çıplak oldukları için çıkamayacaklarını söyleyince tanrı anlamış onların işlediği günahı. Tanrı hemen hesabını sormuş, Törünge, Hannah'ı, Hannah da Zandramas’ı suçlamış kandırdı bizi diye. Tanrı yılan ve köpeğe de kızmış görevlerini yapmadılar diye. Köpek ise bir kedinin kendisini tahrik ettiğini söylemiş. Tanrı yılana şeytanın kendisi olmakla ceza vermiş. Hannah'a da insanları doğurma cezası vermiş. Erkeğe kendi yolunu kendisinin seçmesini istemiş. Bundan sonra da böyle hain insanlar yaratmak istemediğini söylemiş ve siz doğurun insanları diye ceza vermiş. Sonra da şeytana bağırmış ve cezalandırmış. Hepsini kovmuş yeryüzünde yaşamaya mahkum etmiş ve Groli adındaki elçisini göndererek onlara gerçek dini öğretmesini istemiş. Groli kendi tarikatını kurarak nesilden nesile aktarmış bu bilgileri...
“İşte ben, Groli hanesinden Agachak, sizleri satan dininin öğretilerini öğrenmeye davet ediyorum. Bu akşam özel bir ayin yapılacak. Kimler katılmak İster?”
Agachak, dinine katacak yeni insanlar arıyordu her zamanki gibi. Eğer dinini yaymayı başarabilirse, gelecek bağışlarla borcunu ödeyip bir tapınak yaptırabileceğini bile düşünüyordu. Katılmak isteyen olursa, ayin yapacaktı. Katılmak isteyen olmazsa kalıp biraz ucuz içki içecekti, çünkü gene şansı yaver gitmemiş olacaktı. Eğer kendisine hakaret eden olursa da onu çarparak cezalandıracaktı. Ve onun dine hakaret ettiği için çarpıldığını söyleyecekti...
Misafir- Misafir
Geri: Donsuz Zebaniler (Bacon - Akubaru - Groli - Belle)
Mammodla beraber bir bara doğru ilerliyorduk. Mamod bana bir şeyler demişti. Ada hakkında söylenenlere rağmen, ada hala güvenli bir yer sayılırdı. En azından normal halk için. Bu yüzden istediğim tarzda bir yeri bulamazmışım. Moralim biraz bozulmuştu elbette. Aklımda farklı planlar vardı. Bir korsan barına gidecektim, kapıyı tekme ile açıp '' Adam arıyoz gelen var mı ? '' diyecektim ama ada düşündüğümden daha güvenli olduğu için bunu yapamayacaktık.
Aşçı ile beraber biraz yürüdükten sonra köhne bir yerde aradığımıza en yakın barı bulmuştuk. Dışı da içide leş bir bardı. Normalde kaliteli yerlerde içmeyi sevsemde bu gün işimiz gereği suçluların çok bulunduğu bu tarz bir barda takılacaktık. Etrafa biraz baksam Ungoliant'ın ördüğü ağları bile bulabilirdim. Öyle pis bir yerdi yani. Birde bara girerken bizim kaptanın aranan posterini görmüştüm. Yırtıp cebime koyacaktım posteri. Bizim kaptana verir mutlu ederdim piçi.
İçeriye girdiğimizde pislik dışında birde iki muhabbet dikkatimi çekmişti. İlki bizim kaptanla ilgiliydi. Kaptanımızın yaptığı başarıdan bahsediyordu. Diğeri ise kızıl kafalı bir herifin dini zırvalarından ibaretti. Kırmızılıyı takmadan mekanın konuşmak için en uygun kısmına geçip kaskımı çıkarıp elime alacak ve bağırarak konuşmaya başlayacaktım '' Yolculuğumuz için adam arıyoruz. Katılmak isteyen gelsin. '' diyecek ve 3-4 sandelyeyi birleştirip oturacaktım. Direk korsan arıyoruz dememiştim çünkü Denizci ajanları gibi gereksiz kişilerin ilgisini çekmek istemiyordum. Zaten böyle bir yerden gelebilecek adamda korsan olurdu. O yüzden uygun olmayan birinin gelmesi gibi bir durumda yoktu. Masaya oturunca portakallı oralet isteyecektim. Mammod'ada abartmadan bir şeyler ısmarlayacaktım.
Aşçı ile beraber biraz yürüdükten sonra köhne bir yerde aradığımıza en yakın barı bulmuştuk. Dışı da içide leş bir bardı. Normalde kaliteli yerlerde içmeyi sevsemde bu gün işimiz gereği suçluların çok bulunduğu bu tarz bir barda takılacaktık. Etrafa biraz baksam Ungoliant'ın ördüğü ağları bile bulabilirdim. Öyle pis bir yerdi yani. Birde bara girerken bizim kaptanın aranan posterini görmüştüm. Yırtıp cebime koyacaktım posteri. Bizim kaptana verir mutlu ederdim piçi.
İçeriye girdiğimizde pislik dışında birde iki muhabbet dikkatimi çekmişti. İlki bizim kaptanla ilgiliydi. Kaptanımızın yaptığı başarıdan bahsediyordu. Diğeri ise kızıl kafalı bir herifin dini zırvalarından ibaretti. Kırmızılıyı takmadan mekanın konuşmak için en uygun kısmına geçip kaskımı çıkarıp elime alacak ve bağırarak konuşmaya başlayacaktım '' Yolculuğumuz için adam arıyoruz. Katılmak isteyen gelsin. '' diyecek ve 3-4 sandelyeyi birleştirip oturacaktım. Direk korsan arıyoruz dememiştim çünkü Denizci ajanları gibi gereksiz kişilerin ilgisini çekmek istemiyordum. Zaten böyle bir yerden gelebilecek adamda korsan olurdu. O yüzden uygun olmayan birinin gelmesi gibi bir durumda yoktu. Masaya oturunca portakallı oralet isteyecektim. Mammod'ada abartmadan bir şeyler ısmarlayacaktım.
Misafir- Misafir
Geri: Donsuz Zebaniler (Bacon - Akubaru - Groli - Belle)
Akubaru'nun söylediklerinden sonra, onun koca bir zırhın ardında saklanan küçük bir kedi olduğuna tekrar kanaat getirmişti Bacon. Bu kötü bir şey değildi, ne kadar güçlü olursan ol, korku içinde barındırılması gereken bir şeydi. İnsanı sağduyulu yapar ve gerektiğine hayatta kalmasını sağlardı. Bu kadar canavarın da Bacon'un bakışları arasında Akubaru'yu onaylar hareketler yapması bunun göstergesiydi. Bacon'un istediği şey de bu korkuyu düşmanlarının kalbine derince kazımaktı. Endişeyi şimdiki gibi yoldaşlarının yüzünde değil, rakiplerinin yüzünde görmekti. Bunun için sağduyusunu bir kenara bırakabilirdi. Ama daha tayfasındaki isimler bile güvenmiyordu ona anlaşılan, bu durum canını sıkıyordu. Zaten yapacakları şey belliydi, gemi ve adam bulmak, o da aksini söylememişti. Onları böylece ölüme sürükleyecek kadar deli olduğunu düşünmeleri saçmaydı.
Mokoko ile yalnız kaldığında biraz dinlenmek için gözlerini kapatmayı umuyordu. Unuttuğu şeyse bunun imkansız olduğuydu. Mokoko başka doktorlarla kavga edip duruyor, zavallı adamlar neye uğradığını şaşırıyordu. Bu gürültüde yatmak bir kenara, düşünmek bile imkansızdı. Dinlenmeye niyeti varsa Mokoko'yu sakinleştirmesi gerekiyordu. Tayfasındaki her bir kişi laftan anlamaz, yabani tipler olduğundan işi de kolay olmayacaktı. Ama zor da olsa onu sakinleştirmeye çalışmıştı, ve uzun bir süre verdiği uğraşın ardından, çabalarının karşılığını almıştı. Doktorlar odadan ayrıldığında, Mokoko onun yaralarıyla ilgilenmeye başlamıştı. Bacon ise bu sırada bu pislik yuvasından gitmenin hayallerini kurmaya dalmıştı. Gazetede ismi ve yüzü varken, başkalarının da bundan haberdar olması olağandı. Tayfasındakilerin işini hızlıca bitirmesini ve buradan yakalanmadan tüymelerini umuyordu. Gözlerini kapatmadan önce Mokoko'ya bakarak "Bizimkiler gelirse uyandırırsın." dedi, yorgun bir tavırla. Bu boktan odayla ne kadar az vakit geçirirse iyiydi ve uyumak en iyi çözümlerinden biriydi.
Mokoko ile yalnız kaldığında biraz dinlenmek için gözlerini kapatmayı umuyordu. Unuttuğu şeyse bunun imkansız olduğuydu. Mokoko başka doktorlarla kavga edip duruyor, zavallı adamlar neye uğradığını şaşırıyordu. Bu gürültüde yatmak bir kenara, düşünmek bile imkansızdı. Dinlenmeye niyeti varsa Mokoko'yu sakinleştirmesi gerekiyordu. Tayfasındaki her bir kişi laftan anlamaz, yabani tipler olduğundan işi de kolay olmayacaktı. Ama zor da olsa onu sakinleştirmeye çalışmıştı, ve uzun bir süre verdiği uğraşın ardından, çabalarının karşılığını almıştı. Doktorlar odadan ayrıldığında, Mokoko onun yaralarıyla ilgilenmeye başlamıştı. Bacon ise bu sırada bu pislik yuvasından gitmenin hayallerini kurmaya dalmıştı. Gazetede ismi ve yüzü varken, başkalarının da bundan haberdar olması olağandı. Tayfasındakilerin işini hızlıca bitirmesini ve buradan yakalanmadan tüymelerini umuyordu. Gözlerini kapatmadan önce Mokoko'ya bakarak "Bizimkiler gelirse uyandırırsın." dedi, yorgun bir tavırla. Bu boktan odayla ne kadar az vakit geçirirse iyiydi ve uyumak en iyi çözümlerinden biriydi.
Misafir- Misafir
Geri: Donsuz Zebaniler (Bacon - Akubaru - Groli - Belle)
Groli
Dikkat çekmemesi imkansız kızıl kafasıyla bara girdiğinde gözler ona dönmüştü bir anlığına, bu tuhaf bardaki tuhaf adamlara bir yenisi daha eklenmişti sadece. Yine de bu kadar tuhafını topu tekinsiz adamlar bile beklemezdi.
Groli kimseyi umursamadan biraz bakınıp köşenin tekine oturmuş ve ondan çekinerek sipariş alan garsona da içkisini söylemişti. O oturur oturmaz çevresinde oturan birkaçı başka masalara kaymıştı bile. Ne kadar tekinsiz ve tuhaf olsalar da dudaksız ve kızıl kafalı iri herifin tekine böyle bir mekanda yakın durmak pek akıl karı gelmemişti insanlara.
Bir süre sonra ayakları üzerine kalkıp konuşmaya başlamıştı Groli, şeytan ve tanrı ile ilgili bir şeyler zırvalıyordu onu dinleyenlere göre. Tipi ne kadar korkutucu olsa da normal bir üşütük gibi normal konuşması insanları rahatlatmıştı biraz. Derken eline bir kitap aldı ve uzun uzun okumaya başladı. Yine şeytanlar, melekler, insanlar ve tanrılar hakkında zırvalıyordu, kimse tek kelimesini bile dinlemiyordu. Garsonlar ona yanaşmaya korktuklarından karışmıyorlardı bile. İçeridekiler onun gürültüsüne alışıp sohbetlerine dönmüşlerdi ve Groli boşluğa kitap okuyordu öylece, çıkardığı ses ise bir uğultudan öteye gitmiyordu. Sonda ayinden bahsettiğini koca barda iki kişi duymuşsa bile zerre umursamamışlardı. Groli sorusunu yine havaya sormuştu. O daha bir cevap beklerken biri duba kadar kalın, diğeri kara zırhlar içinde devasa iki kişi girmişti bara ve artık gözler onların üzerindeydi. Onlar ise pek umursamıyor gibiydi ve barın ortalarına yönelip boş bir masaya bir elin parmağını geçecek kadar sandalye çekip genişçe oturdular. İri herif bir oralet istemişti. İğrenç kokusu içeri girdiği an her köşeye yayılan şişko ise bir şişe şarap. Bir süre sonra iri olan konuştu, “Yolculuğumuz için adam arıyoruz. Katılmak isteyen gelsin.” Gözler yine bir anlığına onlara çevrilmişti…
Belle Valaine
“Aaaaahh! Oooouufff! Oouuuhuhuhuuhohohoo! Ohh harika!” Bara girdiği gibi etrafına biraz bakınıp kucağına oturan mor saçlı, omzuna kürk atmış, derin göğüs dekolteli seksi kadınla oynaşıyordu şimdi adam. Kadın kucağına oturduğu an şaşırmış ve gelen “vuu vooo” tezahüratlarıyla gaza gelip hemencecik kalçalarını kavramıştı. Bir süre sonra bardakiler onların oynaşmasına da alışmış ve sohbetlerine devam etmişlerdi bu ikisi tam köşede şiddetle oynaşırken. Daha doğrusu mor saçlı kadın adamın tekinin işkence eder gibi ırzına geçerken. Bardaki herkesten daha düzgün tipli ve kaslı olduğundan onu seçmişti belki de, başlarda hoşuna gitse de fazla acı zevki gölgeler olmuştu. Kızıl kafalı herif içeri girip kitabından zırvalar okurken onlar umursamadan devam etmişlerdi oynaşmaya. İçeri giren iki devasa adamın gürültüsü ve kokusuna dahi aldırış etmemişlerdi. Mor saçlı hatun şimdi adamın meme uçlarını ısırıyordu. Adam öyle bir çığlık attı ki tüm bar yine onlara baktı bir anlığına, ardından ise gülüşmeler. Derken az önce içeri giren iri heriflerden biri çok yüksek sesle konuştu, buna dikkat etmemek imkansız gibiydi. “Yolculuğumuz için adam arıyoruz. Katılmak isteyen gelsin.”
Akubaru – Mamod
“Yolculuğumuz için adam arıyoruz. Katılmak isteyen gelsin.” Bu gür ses tüm barı inletmişti. Ne az önceki kızıl kafalının ayin teklifi ne de köşede oynaşan sadistlerin çığlıkları bu kadar dikkat çekmemişti. “O yanındaki kokarca da gelecekse buradan kimseyi bulamazsın parlak dev! Hahaha!” nereden geldiği pek anlaşılmamış o kalabalıkta bu sesin. “Şu masaya benden bir varil su ve birkaç kilo sabun gönder barmen! Ancak paklar bunları hahahah” İlkine gelen gülüşmeler şimdi kahkahalara dönüşmüştü. Bu ses de barın farklı bir yerinden gelmişti, müşteriler eğlenecek bir şey bulmuş gibiydi. “Ohab’ın balinalarının götü bile sizden iyi kokuyor lan!” Şimdi tüm barda bir kahkaha tufanı vardı. Mamod tüm söylenenlere kafa çeviriyor ve öfkeyle seslerin geldiği yöne bakınıyordu, ancak bar epey kalabalıktı ve seslerin kimlerden geldiği pek anlaşılmıyordu o duman dolu loşlukta. İri şişko öfkeyle masadan kalkıp bağırdı “Kim diyor lan onları orospu çocukları!” sandalyelerden tekinin sesin geldiği bir yöne fırlatmıştı, oradakiler etrafa saçıldı daha da şiddetle gülerek. Onlar güldükçe Mamod’un öfkesi artıyordu, “Çıkın lan ortaya!” eline geçirdiği bir sandalyeyi daha fırlattı kapıya doğru. Adamın biri üzerine gelen sandalyeyi yakaladı ve hiçbir şey olmamış gibi yere bıraktı gülerek. Önü açık beyaz gömlek giymiş kısa sakallı biriydi bu. Kemerinden iki kılıç sarkıyordu ve kuşağına bir pistol iliştirmişti. Sıradan bir insana göre epey uzun boyluydu, ancak Akubaru’nun yakınına gelince iri adam oturduğu halde ancak boyuna yetişebiliyordu. Herif eğleniyor gibiydi ve sırıtarak konuşmaya başladı, “Sakin ol iri adam, bu bar hep böyledir. Ne tür bir yolculuktan bahsediyorsunuz? Ben de katılmak isterim. Ne zamandır bu adadan uzaklaşmak için bahane arıyorum”
Bacon
Bacon uykuya dalmıştı, Mokoko ise odanın bir köşesine çekilip mırıldanarak eğilip duruyordu.
Kaptanı rüyasında insanları kesip biçerken o da sıradan bir ayin yapıyor gibiydi.
Tarko – Honk
Limanın başından sonuna yürüyorlardı gemilere baka baka. Tarko her gördüğü karavele işte bu derken, Honk olmaz deyip geçiştiriyordu. Bu herif işini biliyordu ve onca iri ucubeyi taşıyacak sağlam bir gemi peşindeydi. Limanın ortalarını geçmişken Honk aniden durdu ve suda iki yanan tembelce sallanan gemiyi işaret etti, “İşte bu. Bu güzel görünüyor hadi bakalım” dedi ve gemiye doğru yürümeye başladı. Tarko sonunda bir gemi bulduklarına sevinmişti ve bir oh çekerek peşinden gitti Honk’un. İki direkli ufak gemiden bir şeyler indiriliyordu. Honk doğrudan lafa girdi, “Bu geminin sorumlusu kim, satın almak istiyoruz!” Elindeki deftere bir şeyler yazan uzun paltolu sakallı adam Honk ve Tarko’ya baktı. “Vay be şansıma bak! Ben de ne yapsam bu gemiyi diyordum.” Sesinde ince bir alaycılık vardı, “Satılık değil, kaybolun!” defteri karalamaya devam etti. Tarko öne atıldı şimdi de “Bak adamım, saatlerdir gemi arıyoruz ve bu her halta burun kıvıran herif senin gemiyi beğendi. İyi bir fiyata anlaşabiliriz” Adam tekrar baktı bu iki tuhaf tipe, “Limanın sağ yanında çalışmayan onca gemi var, şansınızı orada deneyin!” Honk öfkelenmişti, “O çürük tahta parçalarından mı söz ediyorsun! Bana böylesi lazım!” Ayağıyla gövdeye bir tekme attı, bir yandan da eliyle ahşabı kontrol ediyordu. “İşte böyle sağlam gemi ha!” Adam başını eğdi ve derin bir nefes verdi, “Satılık değil diyorum lan, laftan anlamıyor musunuz siz!” dedi hiddetle. Biraz duraksadı, gemiye baktı ve tekrar konuştu, “10 milyonunuz varsa düşünebilirim aslında. Var mı?” Tarko öfkeyle öne atıldı, “On milyon mu? Bizi soymaya mı çalışıyorsun ihtiyar, buna beş milyondan fazla vermem!” Adam güldü, “hehe, siz bilirsiniz. On milyon yoksa yıkılın karşımdan!”
Tarko Honk’u omzundan tutup çekti, adamın gözünü gemiden alamıyordu başka türlü. Onlar liman turlarına devam edecekken arkalarından bir ses yükseldi, “Ne kadar paranız var?” Aynı adamdı ve yine fikrini değiştirmişti. Tarko atıldı hemen, Honk’a bıraksa on milyonu gözü kapalı verirdi, “Beş milyon kadar, önce kaptanıma danışmam gerek.” Adam nefes verdi, “Yedi milyona bırakırım. Ödemem gereken faturalar olduğunu hatırladım ve bu lanet taşımacılıktan da sıkıldım sanırım. Kaptanına söyle, yedi milyonu varsa gelsin alsın” Tarko ayrılmadan sözünü yineledi, “Sana en fazla beş veririm dedim.” Adam güldü
“Yedi milyon, aşağısı olmaz”
“Karavel tipine beş milyondan fazla vermem!”
“Ama bu epey sağlam bir karavel, abanozdan!”
“Ben de denizciyim ahbap, bilirim. Ama beş dedim!”
“Bana kaptanını getir sen, senle pazarlık edilmiyor!”
Tarko ve Honk limanı terk edip Bacon’un yanına gitmek üzere yola koyuldu. Tarko Honka’a pek söz hakkı tanımamıştı çünkü bu herif sağlam gemiden anlıyordu, ancak paradan hiç anlamıyordu. Bacon’un fikrini sorup ona göre bir fiyat vereceklerdi…
RP out
Dikkat çekmemesi imkansız kızıl kafasıyla bara girdiğinde gözler ona dönmüştü bir anlığına, bu tuhaf bardaki tuhaf adamlara bir yenisi daha eklenmişti sadece. Yine de bu kadar tuhafını topu tekinsiz adamlar bile beklemezdi.
Groli kimseyi umursamadan biraz bakınıp köşenin tekine oturmuş ve ondan çekinerek sipariş alan garsona da içkisini söylemişti. O oturur oturmaz çevresinde oturan birkaçı başka masalara kaymıştı bile. Ne kadar tekinsiz ve tuhaf olsalar da dudaksız ve kızıl kafalı iri herifin tekine böyle bir mekanda yakın durmak pek akıl karı gelmemişti insanlara.
Bir süre sonra ayakları üzerine kalkıp konuşmaya başlamıştı Groli, şeytan ve tanrı ile ilgili bir şeyler zırvalıyordu onu dinleyenlere göre. Tipi ne kadar korkutucu olsa da normal bir üşütük gibi normal konuşması insanları rahatlatmıştı biraz. Derken eline bir kitap aldı ve uzun uzun okumaya başladı. Yine şeytanlar, melekler, insanlar ve tanrılar hakkında zırvalıyordu, kimse tek kelimesini bile dinlemiyordu. Garsonlar ona yanaşmaya korktuklarından karışmıyorlardı bile. İçeridekiler onun gürültüsüne alışıp sohbetlerine dönmüşlerdi ve Groli boşluğa kitap okuyordu öylece, çıkardığı ses ise bir uğultudan öteye gitmiyordu. Sonda ayinden bahsettiğini koca barda iki kişi duymuşsa bile zerre umursamamışlardı. Groli sorusunu yine havaya sormuştu. O daha bir cevap beklerken biri duba kadar kalın, diğeri kara zırhlar içinde devasa iki kişi girmişti bara ve artık gözler onların üzerindeydi. Onlar ise pek umursamıyor gibiydi ve barın ortalarına yönelip boş bir masaya bir elin parmağını geçecek kadar sandalye çekip genişçe oturdular. İri herif bir oralet istemişti. İğrenç kokusu içeri girdiği an her köşeye yayılan şişko ise bir şişe şarap. Bir süre sonra iri olan konuştu, “Yolculuğumuz için adam arıyoruz. Katılmak isteyen gelsin.” Gözler yine bir anlığına onlara çevrilmişti…
Belle Valaine
“Aaaaahh! Oooouufff! Oouuuhuhuhuuhohohoo! Ohh harika!” Bara girdiği gibi etrafına biraz bakınıp kucağına oturan mor saçlı, omzuna kürk atmış, derin göğüs dekolteli seksi kadınla oynaşıyordu şimdi adam. Kadın kucağına oturduğu an şaşırmış ve gelen “vuu vooo” tezahüratlarıyla gaza gelip hemencecik kalçalarını kavramıştı. Bir süre sonra bardakiler onların oynaşmasına da alışmış ve sohbetlerine devam etmişlerdi bu ikisi tam köşede şiddetle oynaşırken. Daha doğrusu mor saçlı kadın adamın tekinin işkence eder gibi ırzına geçerken. Bardaki herkesten daha düzgün tipli ve kaslı olduğundan onu seçmişti belki de, başlarda hoşuna gitse de fazla acı zevki gölgeler olmuştu. Kızıl kafalı herif içeri girip kitabından zırvalar okurken onlar umursamadan devam etmişlerdi oynaşmaya. İçeri giren iki devasa adamın gürültüsü ve kokusuna dahi aldırış etmemişlerdi. Mor saçlı hatun şimdi adamın meme uçlarını ısırıyordu. Adam öyle bir çığlık attı ki tüm bar yine onlara baktı bir anlığına, ardından ise gülüşmeler. Derken az önce içeri giren iri heriflerden biri çok yüksek sesle konuştu, buna dikkat etmemek imkansız gibiydi. “Yolculuğumuz için adam arıyoruz. Katılmak isteyen gelsin.”
Akubaru – Mamod
“Yolculuğumuz için adam arıyoruz. Katılmak isteyen gelsin.” Bu gür ses tüm barı inletmişti. Ne az önceki kızıl kafalının ayin teklifi ne de köşede oynaşan sadistlerin çığlıkları bu kadar dikkat çekmemişti. “O yanındaki kokarca da gelecekse buradan kimseyi bulamazsın parlak dev! Hahaha!” nereden geldiği pek anlaşılmamış o kalabalıkta bu sesin. “Şu masaya benden bir varil su ve birkaç kilo sabun gönder barmen! Ancak paklar bunları hahahah” İlkine gelen gülüşmeler şimdi kahkahalara dönüşmüştü. Bu ses de barın farklı bir yerinden gelmişti, müşteriler eğlenecek bir şey bulmuş gibiydi. “Ohab’ın balinalarının götü bile sizden iyi kokuyor lan!” Şimdi tüm barda bir kahkaha tufanı vardı. Mamod tüm söylenenlere kafa çeviriyor ve öfkeyle seslerin geldiği yöne bakınıyordu, ancak bar epey kalabalıktı ve seslerin kimlerden geldiği pek anlaşılmıyordu o duman dolu loşlukta. İri şişko öfkeyle masadan kalkıp bağırdı “Kim diyor lan onları orospu çocukları!” sandalyelerden tekinin sesin geldiği bir yöne fırlatmıştı, oradakiler etrafa saçıldı daha da şiddetle gülerek. Onlar güldükçe Mamod’un öfkesi artıyordu, “Çıkın lan ortaya!” eline geçirdiği bir sandalyeyi daha fırlattı kapıya doğru. Adamın biri üzerine gelen sandalyeyi yakaladı ve hiçbir şey olmamış gibi yere bıraktı gülerek. Önü açık beyaz gömlek giymiş kısa sakallı biriydi bu. Kemerinden iki kılıç sarkıyordu ve kuşağına bir pistol iliştirmişti. Sıradan bir insana göre epey uzun boyluydu, ancak Akubaru’nun yakınına gelince iri adam oturduğu halde ancak boyuna yetişebiliyordu. Herif eğleniyor gibiydi ve sırıtarak konuşmaya başladı, “Sakin ol iri adam, bu bar hep böyledir. Ne tür bir yolculuktan bahsediyorsunuz? Ben de katılmak isterim. Ne zamandır bu adadan uzaklaşmak için bahane arıyorum”
Bacon
Bacon uykuya dalmıştı, Mokoko ise odanın bir köşesine çekilip mırıldanarak eğilip duruyordu.
Kaptanı rüyasında insanları kesip biçerken o da sıradan bir ayin yapıyor gibiydi.
Tarko – Honk
Limanın başından sonuna yürüyorlardı gemilere baka baka. Tarko her gördüğü karavele işte bu derken, Honk olmaz deyip geçiştiriyordu. Bu herif işini biliyordu ve onca iri ucubeyi taşıyacak sağlam bir gemi peşindeydi. Limanın ortalarını geçmişken Honk aniden durdu ve suda iki yanan tembelce sallanan gemiyi işaret etti, “İşte bu. Bu güzel görünüyor hadi bakalım” dedi ve gemiye doğru yürümeye başladı. Tarko sonunda bir gemi bulduklarına sevinmişti ve bir oh çekerek peşinden gitti Honk’un. İki direkli ufak gemiden bir şeyler indiriliyordu. Honk doğrudan lafa girdi, “Bu geminin sorumlusu kim, satın almak istiyoruz!” Elindeki deftere bir şeyler yazan uzun paltolu sakallı adam Honk ve Tarko’ya baktı. “Vay be şansıma bak! Ben de ne yapsam bu gemiyi diyordum.” Sesinde ince bir alaycılık vardı, “Satılık değil, kaybolun!” defteri karalamaya devam etti. Tarko öne atıldı şimdi de “Bak adamım, saatlerdir gemi arıyoruz ve bu her halta burun kıvıran herif senin gemiyi beğendi. İyi bir fiyata anlaşabiliriz” Adam tekrar baktı bu iki tuhaf tipe, “Limanın sağ yanında çalışmayan onca gemi var, şansınızı orada deneyin!” Honk öfkelenmişti, “O çürük tahta parçalarından mı söz ediyorsun! Bana böylesi lazım!” Ayağıyla gövdeye bir tekme attı, bir yandan da eliyle ahşabı kontrol ediyordu. “İşte böyle sağlam gemi ha!” Adam başını eğdi ve derin bir nefes verdi, “Satılık değil diyorum lan, laftan anlamıyor musunuz siz!” dedi hiddetle. Biraz duraksadı, gemiye baktı ve tekrar konuştu, “10 milyonunuz varsa düşünebilirim aslında. Var mı?” Tarko öfkeyle öne atıldı, “On milyon mu? Bizi soymaya mı çalışıyorsun ihtiyar, buna beş milyondan fazla vermem!” Adam güldü, “hehe, siz bilirsiniz. On milyon yoksa yıkılın karşımdan!”
Tarko Honk’u omzundan tutup çekti, adamın gözünü gemiden alamıyordu başka türlü. Onlar liman turlarına devam edecekken arkalarından bir ses yükseldi, “Ne kadar paranız var?” Aynı adamdı ve yine fikrini değiştirmişti. Tarko atıldı hemen, Honk’a bıraksa on milyonu gözü kapalı verirdi, “Beş milyon kadar, önce kaptanıma danışmam gerek.” Adam nefes verdi, “Yedi milyona bırakırım. Ödemem gereken faturalar olduğunu hatırladım ve bu lanet taşımacılıktan da sıkıldım sanırım. Kaptanına söyle, yedi milyonu varsa gelsin alsın” Tarko ayrılmadan sözünü yineledi, “Sana en fazla beş veririm dedim.” Adam güldü
“Yedi milyon, aşağısı olmaz”
“Karavel tipine beş milyondan fazla vermem!”
“Ama bu epey sağlam bir karavel, abanozdan!”
“Ben de denizciyim ahbap, bilirim. Ama beş dedim!”
“Bana kaptanını getir sen, senle pazarlık edilmiyor!”
Tarko ve Honk limanı terk edip Bacon’un yanına gitmek üzere yola koyuldu. Tarko Honka’a pek söz hakkı tanımamıştı çünkü bu herif sağlam gemiden anlıyordu, ancak paradan hiç anlamıyordu. Bacon’un fikrini sorup ona göre bir fiyat vereceklerdi…
RP out
- Spoiler:
Bacon, bu tur dinlenebilirsin. Yazmana gerek yok ama istersen yaz yine de. :/
Sırayı şöyle yapsak daha hızlı ilerler kurgu.
Belle>Groli>Akubaru>Bacon
En son North Blue Anlatıcı tarafından Ptsi 07 Mart 2016, 23:04 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
North Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 184
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Donsuz Zebaniler (Bacon - Akubaru - Groli - Belle)
O sırada bulunduğu konumdan pek memnun olduğu söylenemezdi doğrusu. Eh tabi, mekanda bulunan bu kadar yarmanın içinden en eli ayağı düzgün olanı seçmişti biraz eğlence için. Ancak karşısındaki adam gülümsemeyi sürdürdükçe bu Belle için ne kadar zevkli olabilirdi ki en fazla ? Sadist ruhunu ortaya çıkaramadıktan sonra pek bir anlamı yoktu Belle için. Bu adaya geleli daha kısa bir süre olmuştu. Peşine takıldığı tayfalardan biri onu bu adaya sürüklemişti. Oradan da bu kalitesiz mekana sürüklenmişti genç kız biraz eğlenebilmek için. Birkaç gecedir yaptığı gibi bir adamı ya da bir kadını ayartıp, kaldığı yere götürüp abisinin yıllar önce kendisine tattırmış olduğu acıyı tattıracaktı adama. En azından kafasında kurguladığı plan bu şekildeydi. Birkaç gecedir de işler yolunda gidiyordu. İnsan içinde canım cicim, mekanı terkedince en babayiğit adamı bile ağlatırdı Belle. Erkeklere karşı küçük bir kin oluşmuş olabilir içinde. Doğrudur. Ancak abisinin canını yaktıktan sonra bundan zevk aldığını da farketmişti. Bu yüzden de o gece dayanamayıp yeniden uğramıştı o kalitesiz mekana.
''Bir de gülümsüyor pişkin pişkin. Tipini...'' diye geçirdi içinden Belle kucağında oturduğu yapılı adamın göğüs ucunu dişlerken. Rol yapmaya alışmıştı. Tabi durumdan şikayetçi olduğunu söylemek yanlış olur ama Belle için zevkli olan kısmı gelene kadar rol yapacaktı. Aslında adama çektirdiği acıyı yavaş yavaş yükseltiyordu. Ancak etraftakiler bunu pek farklı karşılamamışlardı henüz. Belle sinsi bir şekilde gülümsedi adama. Tam adamı dışarı çıkarma kısmına geçecekti ki, etraftan bir yerden öyle bir koku geldi ki burnuna, sadece lanet okumakla yetinebilmişti. Neydi bu ? ''Ney lan buu ?!'' diye söylendi Belle adamın kucağından doğrularak. ''Bu ney laan ?!'' diye aynı cümleyi ikinci bir versiyonuyla söyleyerek şaşkınlığını vurgulamaya çalıştı ama bu da yetmemişti. Nereden geliyordu bu insanın içini sızlatan koku ? Az önce Belle iş üzerindeyken bir adam yolculuktan bahsetmişti. Genç kızın kulağından kaçmamıştı. Başını o tarafa çevirdiğinde karşısında kocaman bir dev duruyordu ve yanında da leş kokunun kaynağı olabilecek garip bir varlık. Kokuya mı şaşırsaydı yoksa yanında duran deve mi ? Önlerinde de beyaz gömlekli bir adam vardı ancak ona dikkat edebilecek durumda değildi Belle. Adamın kucağından kalktı ve deve doğru yaklaştı. Yanında küçücük kalmış gibiydi. Yok yok gibi falan değildi, minicikti direkt. Onlara yaklaştıkça koku giderek artmıştı ve bu genç kızın sağlığı için pek iyi değildi. ''Yanında duran bok çuvalını al ve terket burayı. Yoksa seni sikerim...hemde tam anlamıyla !'' demek geçmişti içinden ama kabullenelim, karşısında duran adam üflese Belle direkt mezara girerdi. Aslında bunu diyeceğine emindi. Kendine güveni tamdı ama...yemedi bir an. Vazgeçti. Gelip geri dönemezdi. Zaten bu gece birini ağlatma havasında da değildi pek. Zaman geçirmek için götürecekti az önceki adamı. Öylece deve bakarken bir yolculuktan bahsettiğini hatırladı. Denize açılmayı severdi Belle. Yıllarca korsanların peşinde kuyruk olmuştu. Uzun bir iskemleye oturdu ve sert bir içki söyledi. Deve döndü. ''Anlat bakalım şu yolculuğu kocaoğlan.''
Misafir- Misafir
Geri: Donsuz Zebaniler (Bacon - Akubaru - Groli - Belle)
“Lanet olsun! Adi piçler, konuşmamı dinlemedi bile” diye düşünüyordu Agachak. Düşündükçe de sinirleri tepesine çıkıyordu. Bu güçsüz herifler nasıl olur da onun gibi önemli birisinin sözlerine kulak asmazdı? “Yeminim olsun ki Bir gün güçlendiğimde bu değersiz itlerin her birine Satan dininin ihanet cezasını çektireceğim...” diye içinden yemin etti. Bu sırada Kutsal Satan kitabının İhanet bölümüyle ilgili pasaj geldi gözünün önüne:
“İhanet edenlerin, gözlerini bağlayın, kıyafetini çıkarın. Sonra el ve ayaklarından asın, kırbaçlayın. Sopa ve dikenli tellerle dövün, çırılçıplak ayakta bekletin. Üstüne soğuk su dökün. Teninde sigara söndürün. Elektroşok verin, dövün, yumruk atın. Dövüş köpekleriyle saldırın. Fosseptiğe atın. Saç ve tırnaklarını sökün, yerde süründürün. Ellerini arkadan bağlayın, işkencede çakı ve cam parçası kullanın. Ateşle yakın, soğuk zeminde yatırın, hücreye pis su basın. Önce aç, sonra susuz bırakın. Sonra çok su verin. Karpuz gibi sulu meyveler de verebilirsiniz. İşemesini engellemek için ellerini ve cinsel organını bağlayın. Tek kişilik hücreye kapatın. Adıyla değil, numarayla çağırın. Gözünün önünde kız kardeşine, annesine tecavüzle tehdit edin. Ve ölüm…. Kazığa oturtun, ellerinizle boğun, parmaklarını sokarak gözlerini oyun. Sivri uçlu silahla gözünden, cinsel organından ve boynundan bıçaklayın. Sopayla şah damarına vurun, boynunun arkasına vurun.
Bir de Agachak'ın konuşmasının sonunda iki tane yavşak içeri girmiş, ve dikkatleri kendi üzerine çekmişti. Bunun sonucunda Agachak'ın ayin teklifine kimse cevap bile vermemişti. İçeri gelen adamlar leş gibi de kokuyordu. Agachak'ın yanına gelmesi gereken iki kişi, biri beyaz gömlek giymiş kısa sakallı bir adam, diğeri ise mor uzun saçlı bu adamların yanına gitmişti. Kendisi bir saattir götünü yırtıyordu adam bulabilmek için ama içeri giren şu çam yarmaları anında iki adam bulmuştu. Daha doğrusu bir adam ve diğeri şüphesiz ki kadındı. Agachak bunu düşündükçe daha da sinirlendi. Yerinden kalktı, tırpanını da her an çekmek üzere gevşetti. Bu adamlar, önüne bir şans getirmiş olabilirdi. Agachak bir fırsatın kokusunu 250 metreden alabilirdi. Ve bu kesinlikle bir fırsata benziyordu, yanlarına gidip “ Burada yoldaş aradığına göre epey umutsuz olmalısın yarı dev. Bu kadar umutsuzca yoldaş aramanıza bakılırsa bu teklifim hoşunuza gidecek. Eğer dinimi yaymama yardımcı olursanız bende sizin yoldaşınız olurum” diyecekti. Çünkü gerçekten bu barda adam arayan adam kesinlikle umutsuz durumda olmalıydı. Umutsuz durumdaki insanlar ise yükselmeye en hazır insanlardır kesinlikle. Agachak'ın burnuna paranın kokusu gelmeye başlamıştı bile. Üstelik dinini yaymada burada da başarılı olamamıştı. Şansını başka yerlerde denemeliydi...
“İhanet edenlerin, gözlerini bağlayın, kıyafetini çıkarın. Sonra el ve ayaklarından asın, kırbaçlayın. Sopa ve dikenli tellerle dövün, çırılçıplak ayakta bekletin. Üstüne soğuk su dökün. Teninde sigara söndürün. Elektroşok verin, dövün, yumruk atın. Dövüş köpekleriyle saldırın. Fosseptiğe atın. Saç ve tırnaklarını sökün, yerde süründürün. Ellerini arkadan bağlayın, işkencede çakı ve cam parçası kullanın. Ateşle yakın, soğuk zeminde yatırın, hücreye pis su basın. Önce aç, sonra susuz bırakın. Sonra çok su verin. Karpuz gibi sulu meyveler de verebilirsiniz. İşemesini engellemek için ellerini ve cinsel organını bağlayın. Tek kişilik hücreye kapatın. Adıyla değil, numarayla çağırın. Gözünün önünde kız kardeşine, annesine tecavüzle tehdit edin. Ve ölüm…. Kazığa oturtun, ellerinizle boğun, parmaklarını sokarak gözlerini oyun. Sivri uçlu silahla gözünden, cinsel organından ve boynundan bıçaklayın. Sopayla şah damarına vurun, boynunun arkasına vurun.
Bir de Agachak'ın konuşmasının sonunda iki tane yavşak içeri girmiş, ve dikkatleri kendi üzerine çekmişti. Bunun sonucunda Agachak'ın ayin teklifine kimse cevap bile vermemişti. İçeri gelen adamlar leş gibi de kokuyordu. Agachak'ın yanına gelmesi gereken iki kişi, biri beyaz gömlek giymiş kısa sakallı bir adam, diğeri ise mor uzun saçlı bu adamların yanına gitmişti. Kendisi bir saattir götünü yırtıyordu adam bulabilmek için ama içeri giren şu çam yarmaları anında iki adam bulmuştu. Daha doğrusu bir adam ve diğeri şüphesiz ki kadındı. Agachak bunu düşündükçe daha da sinirlendi. Yerinden kalktı, tırpanını da her an çekmek üzere gevşetti. Bu adamlar, önüne bir şans getirmiş olabilirdi. Agachak bir fırsatın kokusunu 250 metreden alabilirdi. Ve bu kesinlikle bir fırsata benziyordu, yanlarına gidip “ Burada yoldaş aradığına göre epey umutsuz olmalısın yarı dev. Bu kadar umutsuzca yoldaş aramanıza bakılırsa bu teklifim hoşunuza gidecek. Eğer dinimi yaymama yardımcı olursanız bende sizin yoldaşınız olurum” diyecekti. Çünkü gerçekten bu barda adam arayan adam kesinlikle umutsuz durumda olmalıydı. Umutsuz durumdaki insanlar ise yükselmeye en hazır insanlardır kesinlikle. Agachak'ın burnuna paranın kokusu gelmeye başlamıştı bile. Üstelik dinini yaymada burada da başarılı olamamıştı. Şansını başka yerlerde denemeliydi...
Misafir- Misafir
Geri: Donsuz Zebaniler (Bacon - Akubaru - Groli - Belle)
İnsanları adam gibi davet etmeme rağmen kötü cevaplar almıştım. Gerçi yanımdaki hanzoyu düşününce hiçte anormal bir durum değildi ama yinede sinirlenmiştim benim gibi Mammod'da sinirlenmişti. Tam ayağa kalkıp birilerini pataklayacaktım ki ibnenin biri gelip bir şeyler saçmalamıştı ama tayfamızada katılmak istediğini de belirtmişti. Daha doğrusu maceramıza. Adama cevap vermeden önce ayağa kalkıp göğsümü gerecek ve tüm endamımı sergileyecektim. Bunu yaparken parmak ucuna kalkıp 4 metre olan boyumu 4.5 yapacaktım. Ayak zırhım sayesinde parmak ucuna kalktığım gözükmezdi. Bir yandan kendimi iri göstermeye çalışırken diğer yandanda az önce bize gülenlere '' Susun yoksa sikerim. '' bakışı atacaktım.
Kendimi biraz sakinleştirdikten sonra Mammod'un omzuna dokunup onuda sakinleştirecektim. Sonrasında ise süslü ibneye dönüp '' Korsan tayfamıza adam arıyoruz. Tayfada her şey serbest, her türlü ucube gelebilir. '' diyecektim. Ben bu heriflerle konuşurken bir taraftan bir ses gelmişti. Sağama döndüm yok, soluma döndüm yok. Alla alla derken bir anda aklıma aşağıya bakmak gelmişti. Bakınca birde ne göreyim! Pempe saçlı bücür bir kevaşede katılmak istiyordu. Fazla katılımcı olmadığı için '' Korsan tayfası işte. Her şey serbest. '' diyecektim. Kadını tayfaya pek uygun görmesemde kötü şartlarda Mammod'a yem yapardık.
Karı ile konuştuktan sonra kırmızı kafalı ibne gelmişti yanımıza. Dinden minden bahsetmişti ama bir bok anlamamıştım. '' Valla biz sana yemek, barınak ve koruma sağlarız. Sonrasında dinini nasıl yaydığın senin bileceğin iş. '' dedikten sonra herkese hitaben '' Katılmak istiyenler ne tarz yeteneklere sahip olduğunu söylesin. '' diyecektim.
Kendimi biraz sakinleştirdikten sonra Mammod'un omzuna dokunup onuda sakinleştirecektim. Sonrasında ise süslü ibneye dönüp '' Korsan tayfamıza adam arıyoruz. Tayfada her şey serbest, her türlü ucube gelebilir. '' diyecektim. Ben bu heriflerle konuşurken bir taraftan bir ses gelmişti. Sağama döndüm yok, soluma döndüm yok. Alla alla derken bir anda aklıma aşağıya bakmak gelmişti. Bakınca birde ne göreyim! Pempe saçlı bücür bir kevaşede katılmak istiyordu. Fazla katılımcı olmadığı için '' Korsan tayfası işte. Her şey serbest. '' diyecektim. Kadını tayfaya pek uygun görmesemde kötü şartlarda Mammod'a yem yapardık.
Karı ile konuştuktan sonra kırmızı kafalı ibne gelmişti yanımıza. Dinden minden bahsetmişti ama bir bok anlamamıştım. '' Valla biz sana yemek, barınak ve koruma sağlarız. Sonrasında dinini nasıl yaydığın senin bileceğin iş. '' dedikten sonra herkese hitaben '' Katılmak istiyenler ne tarz yeteneklere sahip olduğunu söylesin. '' diyecektim.
Misafir- Misafir
Geri: Donsuz Zebaniler (Bacon - Akubaru - Groli - Belle)
Akubaru-Mamod-Groli-Belle
Mamod’un öfkesi pek dinmiş gibi değildi, hala öldürecekmiş gibi bardakilere bakıyordu. Akubaru ayakları üstüne kalkıp gerindi ve etrafına sert sert bakmaya başladı. Boyu normalden biraz daha uzun görünüyordu şimdi. Bardakiler işin kavgaya varacağını anlayınca susmayı tercih ettiler ve birkaç saniye sonra herkes eski haline döndü. Akubaru hala öfkesi dinmemiş Mamod’a sakinleşmesini söyledikten sonra az önce tayfaya katılmayı kabul eden beyaz gömlekli adama döndü, “ Korsan tayfamıza adam arıyoruz. Tayfada her şey serbest, her türlü ucube gelebilir.” Adam yine gülümsedi. Bu kendinden emin sırıtış suratından hiç silinmiyordu sanki. “Korsan olduğunuz her halinizden belli, bu yüzden hemen öne atıldım. Geliyorum”
Onun ardından gelen korkutucu suratlı kızıl kafalı rahip ve dekolteli giyinen mor saçlı hatun gelmişti. Mamod kadına yiyecekmiş gibi bakıyordu. Biraz önceki öfkesi tamamen geçmiş, gözleri pörtlemiş halde salyası akıyordu kirli dudaklarından. Beyaz gömlekli ise etrafındaki tuhaf tipleri inceleyerek gülümsemesine devam ediyordu, bir eli daima kısa kılıçlarından birindeydi.
Akubaru onlara da birkaç şey söyledikten sonra sesini yükseltti, “Katılmak istiyenler ne tarz yeteneklere sahip olduğunu söylesin.” Bardan hiç tepki gelmemişti, artık kimsenin umurunda değil gibiydiler. Akubaru bu kadar kısa sürede bu kadar ucubeyi bulduğuna şükretmeliydi.
Önce gömlekli konuştu yine, “ Adım Pollard. Rotacıyım, hem de epey iyi rotacıyım. Ve altın severim, umarım parlak yerlere gidiyoruzdur ha. Kaptan da sensin sanırım?” Yine gülümsüyordu.
Bacon
Mokoko’nun parmağıyla adeta omuz delen dürtüşüyle uyandı aniden Bacon. Gözlerini açar açmaz karşısında Mokoko’nun tuhaf maskesini görmüştü, onun ardında ise sadece kafaları görünen Tarko ve Honk…
Tarko doğrudan lafa girip olanları anlatmıştı. Honk’un seçtiği sağlam karaveli, gemi sahibinin son yedi milyonluk teklifini vesaire. Bacon’dan kesin emir aldıktan sonra karar vermeliydiler.
Honk Bacon’a gemiden bahsetmişti. Siyah gövdeli, çift direkli, yelken ve normal dümenli, beş top kapasiteli, biri mutfak dört kamaralı abanozdan bir karaveldi bu gemi. Tamamı iri adamlardan oluşan bu tayfayı denizde taşımaya yeterdi şimdilik, ancak onlar gibi iki kişi daha olsa geminin hızı epey düşerdi ve batma riski de artardı. Honk gemiyi beğendiğini defalarca tekrarladı, bu tayfayı taşıyacak gemi sağlam olmalıydı ve Honk da sağlamlığını beğenmişti.
Mamod’un öfkesi pek dinmiş gibi değildi, hala öldürecekmiş gibi bardakilere bakıyordu. Akubaru ayakları üstüne kalkıp gerindi ve etrafına sert sert bakmaya başladı. Boyu normalden biraz daha uzun görünüyordu şimdi. Bardakiler işin kavgaya varacağını anlayınca susmayı tercih ettiler ve birkaç saniye sonra herkes eski haline döndü. Akubaru hala öfkesi dinmemiş Mamod’a sakinleşmesini söyledikten sonra az önce tayfaya katılmayı kabul eden beyaz gömlekli adama döndü, “ Korsan tayfamıza adam arıyoruz. Tayfada her şey serbest, her türlü ucube gelebilir.” Adam yine gülümsedi. Bu kendinden emin sırıtış suratından hiç silinmiyordu sanki. “Korsan olduğunuz her halinizden belli, bu yüzden hemen öne atıldım. Geliyorum”
Onun ardından gelen korkutucu suratlı kızıl kafalı rahip ve dekolteli giyinen mor saçlı hatun gelmişti. Mamod kadına yiyecekmiş gibi bakıyordu. Biraz önceki öfkesi tamamen geçmiş, gözleri pörtlemiş halde salyası akıyordu kirli dudaklarından. Beyaz gömlekli ise etrafındaki tuhaf tipleri inceleyerek gülümsemesine devam ediyordu, bir eli daima kısa kılıçlarından birindeydi.
Akubaru onlara da birkaç şey söyledikten sonra sesini yükseltti, “Katılmak istiyenler ne tarz yeteneklere sahip olduğunu söylesin.” Bardan hiç tepki gelmemişti, artık kimsenin umurunda değil gibiydiler. Akubaru bu kadar kısa sürede bu kadar ucubeyi bulduğuna şükretmeliydi.
Önce gömlekli konuştu yine, “ Adım Pollard. Rotacıyım, hem de epey iyi rotacıyım. Ve altın severim, umarım parlak yerlere gidiyoruzdur ha. Kaptan da sensin sanırım?” Yine gülümsüyordu.
Bacon
Mokoko’nun parmağıyla adeta omuz delen dürtüşüyle uyandı aniden Bacon. Gözlerini açar açmaz karşısında Mokoko’nun tuhaf maskesini görmüştü, onun ardında ise sadece kafaları görünen Tarko ve Honk…
Tarko doğrudan lafa girip olanları anlatmıştı. Honk’un seçtiği sağlam karaveli, gemi sahibinin son yedi milyonluk teklifini vesaire. Bacon’dan kesin emir aldıktan sonra karar vermeliydiler.
Honk Bacon’a gemiden bahsetmişti. Siyah gövdeli, çift direkli, yelken ve normal dümenli, beş top kapasiteli, biri mutfak dört kamaralı abanozdan bir karaveldi bu gemi. Tamamı iri adamlardan oluşan bu tayfayı denizde taşımaya yeterdi şimdilik, ancak onlar gibi iki kişi daha olsa geminin hızı epey düşerdi ve batma riski de artardı. Honk gemiyi beğendiğini defalarca tekrarladı, bu tayfayı taşıyacak gemi sağlam olmalıydı ve Honk da sağlamlığını beğenmişti.
North Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 184
Kayıt tarihi : 17/01/16
2 sayfadaki 6 sayfası • 1, 2, 3, 4, 5, 6
Similar topics
» Yeni Bir Başlangıç [Bacon Grim - Agachak Groli]
» Allahu Akubaru-Saldırılar
» [Karne] Allahu Akubaru
» Hiddetin Şafağı (Bacon Grim) - Bitti
» Belle Valaine | Saldırılar
» Allahu Akubaru-Saldırılar
» [Karne] Allahu Akubaru
» Hiddetin Şafağı (Bacon Grim) - Bitti
» Belle Valaine | Saldırılar
2 sayfadaki 6 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz