Donsuz Zebaniler (Bacon - Akubaru - Groli - Belle)
2 posters
3 sayfadaki 6 sayfası
3 sayfadaki 6 sayfası • 1, 2, 3, 4, 5, 6
Geri: Donsuz Zebaniler (Bacon - Akubaru - Groli - Belle)
Bir hafta öncesi,
Gökyüzünün zehir kustuğu gece vakti kıyıya vurdu bir avuç yolcu. Parçalanmış bir geminin enkazıyla kan revan içinde yatıyorlardı. Kulakları sağır eden fırtına, uğursuz sohbetlerinin ardı arkası gelmez bir biçimde konuşuyor ve tiz çığlıklarıyla kahkahalar atarak gülüyordu. Dalgalarsa onları sularıyla yalıyor ve sağ kalanların yaralarına kelimenin tam anlamıyla tuz basıyordu. Şimşeklerin öfkeli kaşlarını çattığı her an çakan ışıklar altında, kaderin sergilediği kötü bir sahne şovunun trajik başkahramanı böylece bir görünüp bir kayboldu.
Şimdi,
İri herif, korsan tayfasına adam aradıklarını söyleyerek, her türlü ucubenin gelebileceğini belirtti. Ucube ha, kendisine son ucube diyen adamı tırpanıyla biçmişti Agachak. Adam onu öldürmeden önce hayatı için yalvarmıştı. Ancak Agachak ancak adamın gözlerindeki ışık sönerken rahatlayabilmişti. Beyaz gömlekli adam bir şeyler zırvalarken Agachak giderek öfkeleniyordu. Üstüne bir de dev herif, katılmak isteyenler ne tarz yeteneklere sahip olduğunu söylesin demişti. Bu ne cüret, ne cüret! Ne sanıyordu bu herif kendini? Kimse Agachak'ın gücünden şüphe edemez!
Agachak, bir hafta öncesinde ölümden dönmüştü. Yakalandıkları fırtına, gemilerini alabora etmişti. Bir haftadır içinde öfke giderek birikiyordu. Bu herifin laflarını duymak bile onda delici bir öfke uyandırdı. Öfkeyle dişlerini sıktı, elleri titremeye başladı. Zihninde tek bir şey vardı, bu adamı öldürmek. Bu iri herif, hayvani bir zırh giymişti. Kesinlikle Agachak kadar hızlı hareket edemezdi. Agachak bu herifin arkasına geçerek tırpanıyla dizlerinin arkasına biçecek şekilde darbe vurup, bu koca devi dize getirdikten sonra da arkadan boynuna tırpanını geçirmeyi tasarladı. Şüphesiz ki zırhın eklem yerleri, zayıf noktalar olmalıydı. Öfkeyle gözlerini iri yarı herife diktiğinde, mor saçlı hatunu fark etti. Niye olduğunu bilmese de bu onu bir anlığına sakinleştirdi ve öldürme isteğini bastırdı. Sakince düşündüğünde, bu çok anlamsız bir şey olurdu. Bu herifi öldürmeyi başarsa bile bu herifin diğer arkadaşları şüphesiz ki onu öldürebilirdi. Ayrıca yetkilileri peşine takmak istemiyordu
Agachak, barda ödül avcıları olduğunun farkındaydı. Şüphesiz ki kendisi de bir ödül avcısı olsa buraya takılır, suçlular hakkında bilgi almaya çalışırdı. Biraz önce de bir iki tanesinin kafes dövüşünde olan bir suçlu hakkında konuştuklarına şahit olmuştu. Hatta barın kapısındaki ödül resimleri bile bunun bir kanıtıydı. Bu korsan tayfasına eleman arayan adam, ya çok güçlü bir tayfaya üye olmalıydı ya da çok aptal birisi olmalıydı. Agachak daha öncesinden beri bu adamın umutsuz bir durumda olduğunu anlamıştı. Yani bu adam çok güçlü bir tayfaya üye değildi. Demek ki çok aptal birisiydi. “Uzun adamların aklı kısa olur zaten” diye düşünerek yürümeye başladı. Agachak kesinlikle gerizekalı değildi. Burada korsan avcılarını peşine takmak ona hiçbir şey kazandırmazdı. Bu yüzden iri herife bir cevap vermeden, bir saldırı da yapmadan direk olarak, hesabı ödeyip bardan dışarı çıkacaktı. Gizlice kapıda pusuya yatıp onların dışarı çıkmasını bekleyecekti. Eğer onlar çıktıktan sonra takip etmek amacıyla çıkan olmazsa yanlarına gidip katılmak istediğini söyleyecekti.
Misafir- Misafir
Geri: Donsuz Zebaniler (Bacon - Akubaru - Groli - Belle)
Her şey fazlasıyla garip bir hal almıştı zaman akıp gittikçe. Az önce kocaman bir dev, yanında duran kokuşmuş bir domuz ve önlerinde duran beyaz gömlekli adama bakarken, şimdi karşısında kırmızı kafalı bir adam vardı. Tabi az önce karşılaştığı deve oranla kırmızı kafalı olan...daha küçük bir devdi. Ancak her türlü bir devdi. Nasıl bir tipti bu böyle ? ''Aah...doğruuuu...bu az önce ayin zırvalığını yapan yarma...'' diye geçirdi içinden Belle. Hiç haz etmezdi bu tiplerden. Bir Tanrı var mıydı cidden ? İnanılacak bir varlık ? Belki...ancak Belle sadece 23 yaşındaydı ve özgürlüğünü kazanalı sadece 8 yıl olmuştu. Henüz kısıtlamalar arasında sıkışıp kalmaya hazır değildi yeniden. Bu yüzden kırmızı kafalı garip adam konuşurken pek kulak asmamıştı. Belle bunları düşünürken bir yadan da ilk gördüğü devden yolculuk hakkında bilgi almaya çalışmıştı. Ancak devin ilgisini daha çok beyaz gömlekli adam çekmiş gibiydi. Neydi bu dev ? İbne mi ? Muhtemelen. En azından böyle düşünmüştü Belle. Ya da devin pek ilgisi yoktu ama beyaz gömlekli adam mı ona ilgili gibiydi ? Yüzünde bulunan gülümseme bundan mıydı ? İbne olan o muydu yoksa ? Genç kıza göre o sohbetin içinde bulunan bütün ucubeler birer ibneydi aslında. Hiçbirini henüz gözü tutmamıştı ama özellikle beyaz gömlekli adama ısınamıyordu bir türlü Belle. Derken adam kendini tanıtmıştı. Adı Pollard'dı ve bir rotacıydı. Aynı Belle gibi. Bu adam yüzünden Belle korsanların peşine takılarak devam ettiği yolculuğuna devam edemeyebilirdi. Bu savaş demekti onun için.
Dev iki rotacıdan bir şeyler bekliyordu anlaşılan. Haklıydı da. Her önüne geleni tayfaya alamayacak olması değildi sadece, bir gemide iki rotacıya yer yoktu. Gerçi bu davarlara bakacak olursak Belle pek yer kaplamazdı. Her neyse. Bunları düşünmeye vakit yoktu. İyi bir rotacı olduğunu söylemekle yetinmişti Pollard. Cidden mi ? Yeterli olmayacaktı bu. Böyle sözlerden etkilenecek bir adam değil gibiydi dev. Şimdi sıra genç kıza gelmişti. Oturduğu tabureden deve doğru döndü. ''Adım Belle. Bu Pollard denen adamdan daha iyi bir rotacı olduğuma ortaya iyi bir miktar para koyacaksan bahse girerim. Hatta bu civarda bulabileceğiniz en iyisi olduğumu söyleyebilirim gayet.'' içkisinden yudumladıktan sonra sözlerine devam etti Belle. ''Kadın olduğum için bana küçümseyerek bakma sakın. Beni tanıyan hiçbir adam bana kolay kolay arkasını dönemez...bazı sebeplerden dolayı.''içkisinden bir yudum daha aldı ve yarı sinsi yarı samimi bir gülümsemeyle deve baktı.
Misafir- Misafir
Geri: Donsuz Zebaniler (Bacon - Akubaru - Groli - Belle)
Etrafa biraz sert bakınca herkes korkudan altına sıçmıştı. Heralde korkacaklardı benden. Beni ikiye bölseler bile yine korkulacak iri biri olurdum. Varın siz düşünün şuan nasıl göründüğümü. Bir tek şu yakınımdaki herifleri korkutamamıştım. Yanımdakilerde garip tiplerdi. Bir tane kevaşe, bir tane şarlatan ve süslü bir ibne. Bizim Mammod en çok karıya sevinmişti galiba. Az önce milleti yiyecekmiş gibi bakan ,ki fırsat verilse cidden yerdi, herif bir anda yumuşamıştı. Abaza heriften ne beklenir ki. Mammod'un kulağına '' Oğlum şu karı senin s*kine bile yetişemez. Bırak bunu. Biz sana uzun boylu birini kaçırırız. Sıkılıncada yersin onu. Bu karıyı zaten kabul edersek sana acil durum yiyeceği olarak alacağız. '' diyecektim.
Bayanlar önden diyip önce karıya dönecek ve '' Baaayan bence iki rotacı iyi olur. Biriniz uyurken diğeriniz çalışır. Vardiyalı gibi düşün. Zaten ileride filo kurmayı düşünüyoruz. İyi olanıız ana filoda, daha az iyi olanınızda yeni gemiye gider. Haa yok illa kapışacaksanız sahne sizin. '' diyecektim. Ne kadar zeki bir insadım ki bir tartışma çıkmasını engellemiştim. Olurda, istemediğim halde bir kavga başlarsa bende bunu fırsat bilip az önce bize gülenleri tek tek dövecektim.
Ben pempeli gacıyla konuşurken kırmızı kafa çekip gitmişti. Zaten herif korsanlığa uygun değil gibiydi. Abuk subuk bir din anlatıyordu. En sonda süslü ibneye dönüp '' Altın bizim için ikinci planda. Önemli olan güçtür. Güçlüysen zaten altında yanında geliyor. Hem hazineni koruyamadıktan sonra dünyalar senin olsa ne olur. '' dedikten sonra cevabını bekleyip tüm gruba hitaben '' Hadi gelmek isteyen Mammod'u takip etsin. '' diyecek ve grubu en arkadan takip edecektim.
Bayanlar önden diyip önce karıya dönecek ve '' Baaayan bence iki rotacı iyi olur. Biriniz uyurken diğeriniz çalışır. Vardiyalı gibi düşün. Zaten ileride filo kurmayı düşünüyoruz. İyi olanıız ana filoda, daha az iyi olanınızda yeni gemiye gider. Haa yok illa kapışacaksanız sahne sizin. '' diyecektim. Ne kadar zeki bir insadım ki bir tartışma çıkmasını engellemiştim. Olurda, istemediğim halde bir kavga başlarsa bende bunu fırsat bilip az önce bize gülenleri tek tek dövecektim.
Ben pempeli gacıyla konuşurken kırmızı kafa çekip gitmişti. Zaten herif korsanlığa uygun değil gibiydi. Abuk subuk bir din anlatıyordu. En sonda süslü ibneye dönüp '' Altın bizim için ikinci planda. Önemli olan güçtür. Güçlüysen zaten altında yanında geliyor. Hem hazineni koruyamadıktan sonra dünyalar senin olsa ne olur. '' dedikten sonra cevabını bekleyip tüm gruba hitaben '' Hadi gelmek isteyen Mammod'u takip etsin. '' diyecek ve grubu en arkadan takip edecektim.
Misafir- Misafir
Geri: Donsuz Zebaniler (Bacon - Akubaru - Groli - Belle)
Yine hararetli bir rüyaya dalmıştı Bacon. Kimilerine göre kabus sayılacak bu güzel rüyasında, insanları kılıcından geçiriyor, güzel bir kan banyosu ediyordu. O kadar keyifliydi ki, ağzının suyu gülen suratının kenarından pervasızca akıyordu. Yaşadığı haz o kadar iyiydi ki, hayatını bu rüyada geçirebilirdi. Ama omzuna giren bir kılıçla son buldu her şey. Ve ardı ardına saplanmaya devam etti. Yine tüm ruhunu umutsuzluk sardığı sırada gözlerini açtı nefes nefese. Karşısında gördüğü şey Mokoko'nun koca maskesiydi, rüya gördüğünü idrak etmesi birkaç saniye sürmüştü.
Uykusunu alamamanın verdiği sersemliği daha üzerinden atamadan, Tarko söze girmiş ve bulanık aklını iyice karıştırmıştı. Işık kaçan gözlerini kısarken, adamı dinlemeye çalışıyordu bir yandan. Yarım yamalak anlamıştı olayları. Daha anladıklarını kafasında toparlayamadan bu sefer de Honk girmişti söze. Bu adamın gözündeki ışıktan anlıyordu Bacon heyecanını. Gemiyi iştahlı iştahlı anlatırken sanki leziz bir yemeği tarif ediyordu. Ağzının kenarındaki salyayı koluyla sildi ve doğruldu, Honk'un gemiye defalarca yağdırdığı övgülerin arasında. Bu adamın böylesine istekli olması gemiyi almak için yeterliydi Bacon için. Ama o kadar para vermeye de niyeti yoktu.
"Anladığım kadarıyla iyi bir gemi buldunuz. Sahibi de bizi sikmeye niyetlenmiş." toparlandığı gibi, adamları süzerek söylemişti bunu. Tepkilerini tarttığında devam etti sözüne, Bu it, kancık kokusu aldığını düşünmüş. Ama burada kancık göremiyorum. Honk sen burada bekle, bizimkiler gelince onları geminin olduğu yere getir. Tarko sen de Mokoko'yla bana yolu göster de gidip görelim şu gemiyi. diyerek bitirdi sözlerini. Adama yapmayı düşündüğü şeyler Honk'un görmesini istemediği cinstendi, onu burada bırakması iyi olacaktı. Onu tanıyalı fazla olmasa da neye kızacağını kestirebiliyordu Bacon.
Yürürken yaralarından gelen acılarının yüzüne yansımaması için kasıyordu kendini. İyi görünmeye çalışıyordu. Tarko önlerinden giderken, o kafasının içinde vardıklarında yapacağı şeyi planlıyordu. Adamla anlaşmaya niyetli olduğu izlenimi çizecek, gemiyi almayı düşündüğünü söyleyecekti. Ama anlaşmaya varmadan önce gemide ufak bir gezinti yapmak isteyecekti. Güverteye çıktıklarında ise kimsenin bakmadığından emin olduğu sırada, Mokoko'nun bumeranglarından birini alıp, uçunu göğsüne saplamayı düşünüyordu adamın. Keskin tarafıyla yarasını yukarıdan aşağı yaracak ve adamı oracıkta öldürecekti.
Planını oluşturmuştu kafasında, ekstra durumlarla karşılaşmamayı umuyordu. Bir b planı yapmak için yeterli zamanı yoktu çünkü. Bu civarlarda ufak çaplı bir şöhrete de sahip olmuştu ve adamın onu tanıması da mümkündü. Bunu önlemek için kafasındaki siyah bandanayı, yüzüne çapraz şekilde bağlamış ve tek gözünü kapatmıştı. Yüzünün alt kısmını da bandananın uzandığı kadar kapatmaya çalışmıştı. Adam öldürmek onun için bir rutin haline geldiği için, böyle planlar kurmakta zorlanmıyordu. Sadece bir aksilik olmasının endişesiyle ilerliyordu Tarko'nun ardından.
Uykusunu alamamanın verdiği sersemliği daha üzerinden atamadan, Tarko söze girmiş ve bulanık aklını iyice karıştırmıştı. Işık kaçan gözlerini kısarken, adamı dinlemeye çalışıyordu bir yandan. Yarım yamalak anlamıştı olayları. Daha anladıklarını kafasında toparlayamadan bu sefer de Honk girmişti söze. Bu adamın gözündeki ışıktan anlıyordu Bacon heyecanını. Gemiyi iştahlı iştahlı anlatırken sanki leziz bir yemeği tarif ediyordu. Ağzının kenarındaki salyayı koluyla sildi ve doğruldu, Honk'un gemiye defalarca yağdırdığı övgülerin arasında. Bu adamın böylesine istekli olması gemiyi almak için yeterliydi Bacon için. Ama o kadar para vermeye de niyeti yoktu.
"Anladığım kadarıyla iyi bir gemi buldunuz. Sahibi de bizi sikmeye niyetlenmiş." toparlandığı gibi, adamları süzerek söylemişti bunu. Tepkilerini tarttığında devam etti sözüne, Bu it, kancık kokusu aldığını düşünmüş. Ama burada kancık göremiyorum. Honk sen burada bekle, bizimkiler gelince onları geminin olduğu yere getir. Tarko sen de Mokoko'yla bana yolu göster de gidip görelim şu gemiyi. diyerek bitirdi sözlerini. Adama yapmayı düşündüğü şeyler Honk'un görmesini istemediği cinstendi, onu burada bırakması iyi olacaktı. Onu tanıyalı fazla olmasa da neye kızacağını kestirebiliyordu Bacon.
Yürürken yaralarından gelen acılarının yüzüne yansımaması için kasıyordu kendini. İyi görünmeye çalışıyordu. Tarko önlerinden giderken, o kafasının içinde vardıklarında yapacağı şeyi planlıyordu. Adamla anlaşmaya niyetli olduğu izlenimi çizecek, gemiyi almayı düşündüğünü söyleyecekti. Ama anlaşmaya varmadan önce gemide ufak bir gezinti yapmak isteyecekti. Güverteye çıktıklarında ise kimsenin bakmadığından emin olduğu sırada, Mokoko'nun bumeranglarından birini alıp, uçunu göğsüne saplamayı düşünüyordu adamın. Keskin tarafıyla yarasını yukarıdan aşağı yaracak ve adamı oracıkta öldürecekti.
Planını oluşturmuştu kafasında, ekstra durumlarla karşılaşmamayı umuyordu. Bir b planı yapmak için yeterli zamanı yoktu çünkü. Bu civarlarda ufak çaplı bir şöhrete de sahip olmuştu ve adamın onu tanıması da mümkündü. Bunu önlemek için kafasındaki siyah bandanayı, yüzüne çapraz şekilde bağlamış ve tek gözünü kapatmıştı. Yüzünün alt kısmını da bandananın uzandığı kadar kapatmaya çalışmıştı. Adam öldürmek onun için bir rutin haline geldiği için, böyle planlar kurmakta zorlanmıyordu. Sadece bir aksilik olmasının endişesiyle ilerliyordu Tarko'nun ardından.
Misafir- Misafir
Geri: Donsuz Zebaniler (Bacon - Akubaru - Groli - Belle)
Groli
Zırhlı yarmanın teklifinden ve ona yanaşıp teklifi kabul ettiğini tuhaf biçimlerde belirten tiplerden sonra Groli hepsini süzmeye başladı. Kaşlarını çatmış halde etrafındakilere bakarken aklından kim bilir neler geçiyordu kızıl kafalı rahibin. Bir süre sonra hiçbir şey söylemeden arkasını dönüp bardan çıktı. Hararetli tartışmaya girmiş ucube tayfası ise buna pek dikkat etmemiş gibiydi.
Groli bardan çıkıp kapının sağ yanından biraz yürüyerek siyah binanın en köşesinde, bar kapısını rahatlıkla görebileceği ancak dikkat çekmeyeceği bir noktada sırtını duvara yaslayıp kapıyı gözlemeye başladı…
Akubaru-Belle
Belle’nin gelişinden sonra sakinleşmeye ve salya akıtmaya başlayan Mamod’u Akubaru kendine getirmişti onun hoşuna gidecek bir iki cümleyle. Mamod şimdi hem gülüyor hem salya akıtıyordu mor saçlu hatunu keserken.
Adının Pollard olduğunu söyleyen güleç herif Akubaru’dan bir cevap alamadan Belle araya girmişti bile, ''Adım Belle. Bu Pollard denen adamdan daha iyi bir rotacı olduğuma ortaya iyi bir miktar para koyacaksan bahse girerim. Hatta bu civarda bulabileceğiniz en iyisi olduğumu söyleyebilirim gayet.'' Biraz duraksayıp içkisinden bir yudum daha aldı kadın, ''Kadın olduğum için bana küçümseyerek bakma sakın. Beni tanıyan hiçbir adam bana kolay kolay arkasını dönemez... bazı sebeplerden dolayı.'' Akubaru Pollard’ın sorusunu es geçip doğrudan Belle’ye cevap verdi, '' Baaayan bence iki rotacı iyi olur. Biriniz uyurken diğeriniz çalışır. Vardiyalı gibi düşün. Zaten ileride filo kurmayı düşünüyoruz. İyi olanınız ana filoda, daha az iyi olanınızda yeni gemiye gider. Haa yok illa kapışacaksanız sahne sizin. '' Ardından Pollard’a dönüp ara vermeden konuşmasına devam etti, '' Altın bizim için ikinci planda. Önemli olan güçtür. Güçlüysen zaten altında yanında geliyor. Hem hazineni koruyamadıktan sonra dünyalar senin olsa ne olur. '' Pollard yine gülümsemişti, kafasını salladı ve mor saçlı hatuna bir göz kırptı. Akubaru her şeyin hallolduğunu düşünüp son sözünü söyledi herkese hitaben, ''Hadi gelmek isteyen Mammod'u takip etsin.'' Tabi ki bunu etrafındakilerden başkası umursamayacaktı. Çoğu buradan çıkıp gideceklerine bile sevinen bar insanlarının hiçbiri buna yanıt vermemişti ve tüm grup sıra halinde bardan çıkıp gitmişti.
Groli
Yarma ucubeler bardan tek tek çıkarken Groli dikkatle izliyordu her birini. Adamlar bardan çıkıp sokakta yürümeye başladılar, ancak Groli hala barın kapısına bakıyordu. Bu şekilde birkaç dakika beklemişti, ancak bara giren olmasına rağmen çıkan hiç kimse olmamıştı henüz.
O da kanaate varıp sokağın başına yetişmiş ve gözden kaybolmak üzere olan ucube tayfasına yetişmek üzere koşmaya başladı. Nefes nefese gruba yetiştiğinde Akubaru’ya tayfaya katılmak istediğini söylemişti.
…
Akubaru Groli’yi kabul ederse hiçbir sorun çıkmayacak ve çakma hastaneye gidip Bacon ile görüşeceklerdi. Ancak oraya vardıklarında Honk’tan başkasını bulamayacaklardı. Honk onlara durumu açıklayacak ve Bacon’un istediği gibi hepsini gemiyi görmek üzere limana götürecekti.
Bacon
Bacon uyanır uyanmaz duyduklarını tam kavrayamasa da bir anlam vermiş ve kendince bir plan da yapmıştı. Honk hastane odasında tayfayı beklerken o da yanında Tarko ve Mokoko ile limana gidip gemi için anlaşacaktı.
Limana vardıklarında Tarko onları doğrudan geminin bulunduğu rıhtıma götürdü. Gemiden hala mallar indiriliyordu bir düzine adam tarafından. Dolu dolu çuvallar, kasalar, fıçılar. Ağır olanları gemi güvertesinden iskeleye ufak vinçler yardımıyla indiriliyordu ve geminin deposundan boşalacak daha çok mal var gibiydi.
Tarko yine o kukuletasını takmış ve tüm suratını gizlemişti. İyi tanındığı limanda kendini belli etmek istemiyordu pek. Bu geminin sahibi ise bu adaya yabancı biriydi belli ki, veya on binlerce insanın yaşadığı bu şehirde Tarko’nun daha önce görmediği binlerce insandan sadece biriydi. Bacon da Tarko gibi kendini tanınmaz hale getirmeye çalışmıştı. Suratının yarısını örttüğü bandana ile tüm suratını kaplayan yaralar, limana girerken direklere asılı posterindeki suratını andırmıyordu en azından. Mokoko ise her zamanki gibiydi…
Liman akşam için ışıklarını yakmıştı ve gemilerden hala mallar indiriliyor ve kimine de yükleniyordu. Liman güvenlikleri ve diğer çalışanları etrafta fink atıyordu. Zebanilerin yöneldiği gemi de limandaki gemiler gibi, işini yapıyordu. Gemi sahibi kukuletalı Tarko’yu görünce yüksek sesle selam verdi. Yanında dikilen iri adamın da Tarko’nun daha önce bahsettiği kaptanı olduğuna bahse girerdi. İşçiler işini yaparken gemi sahibi elindeki defteri kapatıp zebanilere yanaştı, “Kaptan sen olmalısın ahbap. Adamına da dediğim gibi, bu nadide gemiyi yedi milyondan aşağı vermem. Aslında hiç vermezdim de, paraya ihtiyacım olduğunu hatırladım. Gel de gemiyi kendin kontrol et, yedi milyonu gözün kapalı verirsin ha!”
Bacon gemiye girerse gemide çalışan tayfaları görecekti. Depodan malları güverteye çıkaran beş kişi ile güverteden rıhtıma indirilmesini sağlayan altı kişi. Rıhtımda ise iskeleye indirilen malları dizen üç kişi daha duruyordu, yanlarında ise liman güvenliğinden bir kişi bulunuyordu.
Gemi güvertesi lambalarla aydınlatılıyordu ve diğer liman ışıklarıyla da göz gözü epey görüyordu akşam karanlığında…
Zırhlı yarmanın teklifinden ve ona yanaşıp teklifi kabul ettiğini tuhaf biçimlerde belirten tiplerden sonra Groli hepsini süzmeye başladı. Kaşlarını çatmış halde etrafındakilere bakarken aklından kim bilir neler geçiyordu kızıl kafalı rahibin. Bir süre sonra hiçbir şey söylemeden arkasını dönüp bardan çıktı. Hararetli tartışmaya girmiş ucube tayfası ise buna pek dikkat etmemiş gibiydi.
Groli bardan çıkıp kapının sağ yanından biraz yürüyerek siyah binanın en köşesinde, bar kapısını rahatlıkla görebileceği ancak dikkat çekmeyeceği bir noktada sırtını duvara yaslayıp kapıyı gözlemeye başladı…
Akubaru-Belle
Belle’nin gelişinden sonra sakinleşmeye ve salya akıtmaya başlayan Mamod’u Akubaru kendine getirmişti onun hoşuna gidecek bir iki cümleyle. Mamod şimdi hem gülüyor hem salya akıtıyordu mor saçlu hatunu keserken.
Adının Pollard olduğunu söyleyen güleç herif Akubaru’dan bir cevap alamadan Belle araya girmişti bile, ''Adım Belle. Bu Pollard denen adamdan daha iyi bir rotacı olduğuma ortaya iyi bir miktar para koyacaksan bahse girerim. Hatta bu civarda bulabileceğiniz en iyisi olduğumu söyleyebilirim gayet.'' Biraz duraksayıp içkisinden bir yudum daha aldı kadın, ''Kadın olduğum için bana küçümseyerek bakma sakın. Beni tanıyan hiçbir adam bana kolay kolay arkasını dönemez... bazı sebeplerden dolayı.'' Akubaru Pollard’ın sorusunu es geçip doğrudan Belle’ye cevap verdi, '' Baaayan bence iki rotacı iyi olur. Biriniz uyurken diğeriniz çalışır. Vardiyalı gibi düşün. Zaten ileride filo kurmayı düşünüyoruz. İyi olanınız ana filoda, daha az iyi olanınızda yeni gemiye gider. Haa yok illa kapışacaksanız sahne sizin. '' Ardından Pollard’a dönüp ara vermeden konuşmasına devam etti, '' Altın bizim için ikinci planda. Önemli olan güçtür. Güçlüysen zaten altında yanında geliyor. Hem hazineni koruyamadıktan sonra dünyalar senin olsa ne olur. '' Pollard yine gülümsemişti, kafasını salladı ve mor saçlı hatuna bir göz kırptı. Akubaru her şeyin hallolduğunu düşünüp son sözünü söyledi herkese hitaben, ''Hadi gelmek isteyen Mammod'u takip etsin.'' Tabi ki bunu etrafındakilerden başkası umursamayacaktı. Çoğu buradan çıkıp gideceklerine bile sevinen bar insanlarının hiçbiri buna yanıt vermemişti ve tüm grup sıra halinde bardan çıkıp gitmişti.
Groli
Yarma ucubeler bardan tek tek çıkarken Groli dikkatle izliyordu her birini. Adamlar bardan çıkıp sokakta yürümeye başladılar, ancak Groli hala barın kapısına bakıyordu. Bu şekilde birkaç dakika beklemişti, ancak bara giren olmasına rağmen çıkan hiç kimse olmamıştı henüz.
O da kanaate varıp sokağın başına yetişmiş ve gözden kaybolmak üzere olan ucube tayfasına yetişmek üzere koşmaya başladı. Nefes nefese gruba yetiştiğinde Akubaru’ya tayfaya katılmak istediğini söylemişti.
…
Akubaru Groli’yi kabul ederse hiçbir sorun çıkmayacak ve çakma hastaneye gidip Bacon ile görüşeceklerdi. Ancak oraya vardıklarında Honk’tan başkasını bulamayacaklardı. Honk onlara durumu açıklayacak ve Bacon’un istediği gibi hepsini gemiyi görmek üzere limana götürecekti.
Bacon
Bacon uyanır uyanmaz duyduklarını tam kavrayamasa da bir anlam vermiş ve kendince bir plan da yapmıştı. Honk hastane odasında tayfayı beklerken o da yanında Tarko ve Mokoko ile limana gidip gemi için anlaşacaktı.
Limana vardıklarında Tarko onları doğrudan geminin bulunduğu rıhtıma götürdü. Gemiden hala mallar indiriliyordu bir düzine adam tarafından. Dolu dolu çuvallar, kasalar, fıçılar. Ağır olanları gemi güvertesinden iskeleye ufak vinçler yardımıyla indiriliyordu ve geminin deposundan boşalacak daha çok mal var gibiydi.
Tarko yine o kukuletasını takmış ve tüm suratını gizlemişti. İyi tanındığı limanda kendini belli etmek istemiyordu pek. Bu geminin sahibi ise bu adaya yabancı biriydi belli ki, veya on binlerce insanın yaşadığı bu şehirde Tarko’nun daha önce görmediği binlerce insandan sadece biriydi. Bacon da Tarko gibi kendini tanınmaz hale getirmeye çalışmıştı. Suratının yarısını örttüğü bandana ile tüm suratını kaplayan yaralar, limana girerken direklere asılı posterindeki suratını andırmıyordu en azından. Mokoko ise her zamanki gibiydi…
Liman akşam için ışıklarını yakmıştı ve gemilerden hala mallar indiriliyor ve kimine de yükleniyordu. Liman güvenlikleri ve diğer çalışanları etrafta fink atıyordu. Zebanilerin yöneldiği gemi de limandaki gemiler gibi, işini yapıyordu. Gemi sahibi kukuletalı Tarko’yu görünce yüksek sesle selam verdi. Yanında dikilen iri adamın da Tarko’nun daha önce bahsettiği kaptanı olduğuna bahse girerdi. İşçiler işini yaparken gemi sahibi elindeki defteri kapatıp zebanilere yanaştı, “Kaptan sen olmalısın ahbap. Adamına da dediğim gibi, bu nadide gemiyi yedi milyondan aşağı vermem. Aslında hiç vermezdim de, paraya ihtiyacım olduğunu hatırladım. Gel de gemiyi kendin kontrol et, yedi milyonu gözün kapalı verirsin ha!”
Bacon gemiye girerse gemide çalışan tayfaları görecekti. Depodan malları güverteye çıkaran beş kişi ile güverteden rıhtıma indirilmesini sağlayan altı kişi. Rıhtımda ise iskeleye indirilen malları dizen üç kişi daha duruyordu, yanlarında ise liman güvenliğinden bir kişi bulunuyordu.
Gemi güvertesi lambalarla aydınlatılıyordu ve diğer liman ışıklarıyla da göz gözü epey görüyordu akşam karanlığında…
North Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 184
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Donsuz Zebaniler (Bacon - Akubaru - Groli - Belle)
Geminin bulunduğu yere geldiklerinde, kendisini kazıklamak isteyen adamı baştan aşağı süzdü. Nasıl bir tip olduğunu anlayamamıştı, sıradan biri gibi gözüküyordu. Herif direk söze girmiş ve onu gemiye bakması için davet etmişti. Bacon'un canına minnetti bu, beklemeden adamı takip etmeye koyulmuştu. Adamı öldürmekten vazgeçmiş olsa da, gemide kaç kişi olduğunu bilmesi iyi olacaktı.
İlerlerken bir yandan da yük taşıyan adamları izliyordu. Yine talihsizdi, bu kadar adamın içinden sıyrılıp, gemiye el koyması imkansız sayılrdı. Şimdiden dokuz kişi saymıştı. Buraya geldiğinde sadece geminin sahibini bulmayı umuyordu, onu rahatça öldüreceğini düşünmüştü. Ama artık bu planı delilikten başka bir şey olmazdı.
Güverteye çıktığında, yavaş adımlarla elini korkulukta gezdirmeye başlamıştı. Gemiyi inceler gibi yapıyordu ama gözü çevredeki adamlardaydı. Tayfasındaki kişiler onlara katılınca bile, bu kadar adamı yenmeleri güçtü. Bir çıkmazın içindeydi. "Hmm.." diye mırıldandı ve Güzel gemi, dostum. Parayı diğer arkadaşlarımız getirecek, şuan bankada prosedürleri hallediyor olmalılar. Burada beklememizde bir sakınca yok değil mi? dedi, bir yandan çevreyi süzerken. Şimdilik diğerlerini beklemekten başka şansı yoktu. Gittiklerinden daha kalabalık dönmelerini umuyordu. Gözleri, Ay'ın denize serdiği ışığı takip ederken, hedeflerini düşünüyordu. Artık kaçmayacaktı, ne bir kraldan ne de başka birinden. Bu gemi için çarpışacak, anlaşmayı kanla mühürleyecekti. Bu uçsuz maviliğe açıldığından beri açgözlülüğü de git gide artıyordu. Daha fazla şey görmek, daha fazla şeye sahip olmak istiyordu. Okyanus gibi.
İlerlerken bir yandan da yük taşıyan adamları izliyordu. Yine talihsizdi, bu kadar adamın içinden sıyrılıp, gemiye el koyması imkansız sayılrdı. Şimdiden dokuz kişi saymıştı. Buraya geldiğinde sadece geminin sahibini bulmayı umuyordu, onu rahatça öldüreceğini düşünmüştü. Ama artık bu planı delilikten başka bir şey olmazdı.
Güverteye çıktığında, yavaş adımlarla elini korkulukta gezdirmeye başlamıştı. Gemiyi inceler gibi yapıyordu ama gözü çevredeki adamlardaydı. Tayfasındaki kişiler onlara katılınca bile, bu kadar adamı yenmeleri güçtü. Bir çıkmazın içindeydi. "Hmm.." diye mırıldandı ve Güzel gemi, dostum. Parayı diğer arkadaşlarımız getirecek, şuan bankada prosedürleri hallediyor olmalılar. Burada beklememizde bir sakınca yok değil mi? dedi, bir yandan çevreyi süzerken. Şimdilik diğerlerini beklemekten başka şansı yoktu. Gittiklerinden daha kalabalık dönmelerini umuyordu. Gözleri, Ay'ın denize serdiği ışığı takip ederken, hedeflerini düşünüyordu. Artık kaçmayacaktı, ne bir kraldan ne de başka birinden. Bu gemi için çarpışacak, anlaşmayı kanla mühürleyecekti. Bu uçsuz maviliğe açıldığından beri açgözlülüğü de git gide artıyordu. Daha fazla şey görmek, daha fazla şeye sahip olmak istiyordu. Okyanus gibi.
Misafir- Misafir
Geri: Donsuz Zebaniler (Bacon - Akubaru - Groli - Belle)
Bardan sorunsuz bir şekilde çıkmıştık. Buna sevinsem mi yoksa üzülsem mi bilemiyordum. Canım güzel bir kavga istiyordu, bu yüzden üzümüştüm ama bir yandanda şu a*ına koduğum adasından bir an önce gidip yağma falan yapmak istiyordum. Yani ikilemde kalmıştım. O yüzden bardan çıkarken somurta somurta çıkmıştım.
Bardan çıkmış Bacon'un yanına giderken Kırmızı kafa bir anda arkamızdan fırlayıp bize katılmak istediğini söylemişti. Bir anda neden karar değiştirmişti. Sanırım ne kadar güçlü ve yüce olduğumuzu anlaması biraz vakit almıştı. Sonuçta boşuna dememişler ''Din toplumun afyonudur. '' diye. Fazla uzatmadan adamı kabul edecek ve '' Düş Önümüzede kaptanın yanına gidelim. '' diyecek ve yola devam edecektim.
Bardan çıkmış Bacon'un yanına giderken Kırmızı kafa bir anda arkamızdan fırlayıp bize katılmak istediğini söylemişti. Bir anda neden karar değiştirmişti. Sanırım ne kadar güçlü ve yüce olduğumuzu anlaması biraz vakit almıştı. Sonuçta boşuna dememişler ''Din toplumun afyonudur. '' diye. Fazla uzatmadan adamı kabul edecek ve '' Düş Önümüzede kaptanın yanına gidelim. '' diyecek ve yola devam edecektim.
Misafir- Misafir
Geri: Donsuz Zebaniler (Bacon - Akubaru - Groli - Belle)
Agachak, bardan çıktığında gözleri fıldır fıldır etrafta soteye yatacak yer arıyordu. Sonunda sağ taraftaki siyah binanın yanındaki bir yerin uygun olduğuna karar verip oraya yöneldi. Kısa bir bekleyiş olacağını umuyordu. Dikkat çekmemek için sırtını duvara yaslayarak kapıyı dikizlemeye başladı. Çam yarmaları ve ucubeler kervanı kapıda görünmüştü kısa bir süre sonra. Agachak, dikkat kesildi. Ucube grubu yavaş yavaş uzaklaşırken bardan çıkan başka kimse olmamıştı. Ancak bara girenler olmuştu.
Agachak takip eden olmadığına emin olduktan sonra, aceleyle gruba yetişmiş ve nefes nefese kalmıştı. Katılmak istediğini söylediğinde, dev herif halinden memnun olmuştu. Dudaklarının kenarı kıvrılıp kulaklarına doğru hareket etmiş ve halinden hayli hoşnut bir şekilde düş önümüze de kaptanı görmeye gidelim demişti. Agachak'a, bu deve sırtını sunmak pek münasip gelmediğinden, önde yürüyen devcikten (diğeri devse bu ancak devcik olabilirdi) mümkün olduğu kadar uzakta duracak ve arkayı kollamaya devam ederek grupla beraber hareket edecekti. Bu sırada da diğerleriyle tanışmayı umuyordu. “Madem hepimiz aynı tayfadayız, ben Agachak. Satan Dini başrahibiyim.” diyerek kendini tanıtacaktı. Başrahip olarak kendini tanıtması caka satmak içindi. Ancak bu dinin kendisinden başka rahibi olmamasından dolayı kendine istediği ünvanı tabiiki de verebilirdi.
Ayrıca beyaz gömlekli herifin gözleri felfecir okuyordu, Agachak onu da gözlem altında tutmaya karar verdi. Mor saçlı hatunun ise Agachak'tan korkuyor gibi bir hali vardı. Rahip olduğunu söylediğinde ise tiksintiyle bakmıştı. Agachak'ın bunun nedenini de anlaması gerekiyordu...
Agachak takip eden olmadığına emin olduktan sonra, aceleyle gruba yetişmiş ve nefes nefese kalmıştı. Katılmak istediğini söylediğinde, dev herif halinden memnun olmuştu. Dudaklarının kenarı kıvrılıp kulaklarına doğru hareket etmiş ve halinden hayli hoşnut bir şekilde düş önümüze de kaptanı görmeye gidelim demişti. Agachak'a, bu deve sırtını sunmak pek münasip gelmediğinden, önde yürüyen devcikten (diğeri devse bu ancak devcik olabilirdi) mümkün olduğu kadar uzakta duracak ve arkayı kollamaya devam ederek grupla beraber hareket edecekti. Bu sırada da diğerleriyle tanışmayı umuyordu. “Madem hepimiz aynı tayfadayız, ben Agachak. Satan Dini başrahibiyim.” diyerek kendini tanıtacaktı. Başrahip olarak kendini tanıtması caka satmak içindi. Ancak bu dinin kendisinden başka rahibi olmamasından dolayı kendine istediği ünvanı tabiiki de verebilirdi.
Ayrıca beyaz gömlekli herifin gözleri felfecir okuyordu, Agachak onu da gözlem altında tutmaya karar verdi. Mor saçlı hatunun ise Agachak'tan korkuyor gibi bir hali vardı. Rahip olduğunu söylediğinde ise tiksintiyle bakmıştı. Agachak'ın bunun nedenini de anlaması gerekiyordu...
Misafir- Misafir
Geri: Donsuz Zebaniler (Bacon - Akubaru - Groli - Belle)
Belle devin kendisi tercih edeceğini düşünerek konuşmasını sonlandırmıştı ki dev tayfa için iki rotacıyı da uygun görmüştü. Bu pek Belle'nin hoşuna giden bir durum değildi açıkçası. Özgürlüğünü kazandığından beri özel olduğunun hissettirilmesini isteyen, biraz şımarık bir kız olarak hayatına devam etmişti. Tek rotacı olmak istiyordu ama şimdi Pollard adında bir dangalak ta yanlarındaydı ve kendisine göz kırpmıştı. Belki ileride iyi anlaşabileceği bir adam olabilirdi Pollard. Ancak şu anda kesinlikle onunla tanışmaya, arkadaş olmaya niyetli değildi. ''Dön önünü sikerim.'' diye ağır bir tepki koydu ortaya Belle. Normalde çok ağzını bozan bir kadın değildi ama sinirleri bozulmuştu. Dev, kokuşmuş adamı takip etmeleri gerektiğini söylemişti ve mekandan ayrılmıştı ekip.
Mekandan ayrılmışlardı. Dev onları en arkadan takip ediyordu. Henüz tam olarak güvenmiyordu ona Belle. Normal değil miydi ? Yeni tanıştığı birine güvenmek doğru muydu ? Hem de o kişi bir dev ise ? Düşünceler içerisinde birkaç adım atmıştı ki din hakkında zırvalamayı kesmeyen kırmızı kafalı adam yine karşılarına çıkmıştı. Az önce yanlarından ayrılmamış mıydı bu adam ? Neden ekiple beraber değilde sonradan geldiği konusunda bir fikri yoktu Belle'nin. Adam kendini tanıtmıştı. Bir rahipti. Bir de çaklı maklı garip bir ismi vardı neydi öyle...Agachak. Ya da onun gibi bir şey. Kırmızı kafa rahip olduğunu söylediği anda Belle yüzünü ekşitmişti. Hoşuna gitmemişti bu adam. Ardından gülesi tutmuştu. Komik gelmişti bir anda. ''Hah...başrahip. Normal rahip de değil yani. Başrahip. İnsanları kandırıp onları kısıtlama konusunda bir rahipten daha başarılı kimse. Daha usta bir yalancı ya da. Ben de Belle Valaine. '' Bunları söylerken rahibin kırmızı kafasına bakmaktan kaçınmıştı Belle. O yüzü görmek pek hoşuna gitmiyordu açıkçası.
Misafir- Misafir
Geri: Donsuz Zebaniler (Bacon - Akubaru - Groli - Belle)
Akubaru-Groli-Belle
Kızıl kafalı onlara yetiştiğinde Akubaru sevinerek geri kabul etmişti adamı. Şimdi hepsi, bir sirke gösteri sunmaya gider gibi tüm sokağı tuhaf tiplerle donatarak yürüyordu paytak paytak.
Bir süre sonra Rodan’ın hastanesine vardıklarınd Honk her birine durumu anlattı ve kaptanın beklediği limana doğru yola düştüler.
Yeni tayfa yolda kaynaşmaya çalışıyordu. Groli kendini tanıtmış ve Belle onunla alay etmişti, Mamod hala Belle’yi düşleyerek koca sırıtışıyla yürüyordu, bazen tepesinden Belle’ye bakarak. Akubaru’nun hiçbir şey umurunda değil gibiydi. Honk heyecanla gemiye gitmeyi bekliyordu. Pollard ise en arkada yürüyen Groli’nin bir adım önünde gidiyordu. Yoldayken siyah bandanasını çıkarıp başına sarmıştı. Başındaki tüm saçları alnıyla beraber kapanmıştı şimdi. Hala gevşek gevşek sırıtıyordu adam. Belle’nin ona ettiği küfürden sonra onla konuşmaya pek yeltenmemişti. Tüm tayfanın gerginliğine bakılınca bu adamın inanılmaz rahatlığı kimini güldürebilirdi.
Tayfa limana varınca siyah karavelde malları indiren işçileri, liman güvenliğini, o geminin yanlarında demirlemiş diğer büyüklü küçüklü gemilerde çalışanları, liman ışıkları altında salınan yan yana dizilmiş diğer onlarca gemiyi göreceklerdi. Siyah karavelde ise kaptanları Bacon’un gemi sahibiyle sohbetini göreceklerdi güvertede. Mokoko ile Tarko ise iskelede olacaktı, orada malları indirip dizenler ve kayıt tutanlarla beraber.
Bacon
Bacon fikrini değiştirmişti, bu kalabalıkta adam öldürmenin getireceklerini hesaplamış ve güçlü tayfasını beklemeye başlamıştı çatışma için. Bu yüzden gemi sahibine şimdilik iyi davranmayı tercih etmişti. Ona paranın tayfasında olduğunu söylediğinde adam güldü ve onları beklerken bir iki kadeh içmeyi teklif etti. İçkiler gelirken de çalışan herkese acele etmelerini tembihledi. Gemi satılacaktı ne de olsa, içindeki mallar bir an önce boşaltılmalıydı. Zaten pek bir şey de kalmamıştı gemide.
Bacon ve gemi sahibi güvertede içkilerini yudumlayıp gemi hakkında sohbetler ederken Bacon’un tayfası görünecekti limanda. Mamod, Honk ve Akubaru dışında üç yeni tip görünecekti Bacon’a. Biri kısa boylu, açık giyimli bir kadın. Öteki kızıl kafası her yerden seçilen iri bir adam, onun önünde ise başına kara bandana sarmış beyaz gömlekli, kısa sakallı bir adam. Akşamın karanlığında hiçbirinin suratları net seçilemiyordu, ancak hafif ışıkla genel hatları görülebiliyordu.
Ian Falllen
Kokuşmuş şehir Numien limanına henüz demir atan geminin güvertesinde bir sandalyeye kurulmuş, ayaklarını güverte korkuluklarına uzatmış akşam ışıklarında şehre göz gezdiriyordu Ian. Birkaç metre ötesinde bir haftadır birlikte seyahat ettiği bir yığın sakil ve vardıkları şehir gibi kokuşmuş insan iskeleye inen rampadan gemiyi terk ediyordu hengameyle.
Geminin ön güvertesini de geçip pruva korkuluklarına bağdaş kurmuş tuhaf herifin teki de onun gibi şehri izliyordu hengameden uzak durarak. İncecik korkuluklara bağdaş kurması bir yana, ardından gelen seslere bir tepki bile vermeden öylece şehri izlemesi ayrı tuhaftı. Bazen ellerini geriye yaslayıp korkuluklardan destek alarak duruyordu.
Bir süre sonra liman ışıkları altında yürüyen tuhaf giyimli, tuhaf boylarda, tuhaf tiplerde bir grup göründü. Liman boyu yürüyüp gidiyorlardı öylece. Adaya henüz gelmiş biri bunların sirk çalışanı olduğunu düşünebilirdi. Devasa boylu, kalın zırhlı bir adam, kızıl kafalı iri bir asık suratlı, kısacık boyuyla ortalarında seğirten mor saçlı bir kadın, koca boyu ile şişman gövdesi uyumlu, iğrenç görünümlü bir şişko, iri yarı, kagir suratlı, koca elli bir başkası. Aralarında en normal görüneni beyaz gömlek giymiş, başına bandana geçirmiş adamın tekiydi.
Bu dikkat çekici grup henüz demirlemiş geminin önünden yürüyüp geçti taş limana ayaklarıyla vura vura. Liman uğultusu biraz olsun bastırılıyordu bunların yürüyüşüyle. Pruvada oturan herif bile bunların gittiği yöne doğru başını çevirmişti. Başını dönünce ışıklar altında görünen suratında bir gülümseme olduğu anlaşılıyordu. Bu grubu komik bulmuş olmalıydı diğer herkes gibi…
Kızıl kafalı onlara yetiştiğinde Akubaru sevinerek geri kabul etmişti adamı. Şimdi hepsi, bir sirke gösteri sunmaya gider gibi tüm sokağı tuhaf tiplerle donatarak yürüyordu paytak paytak.
Bir süre sonra Rodan’ın hastanesine vardıklarınd Honk her birine durumu anlattı ve kaptanın beklediği limana doğru yola düştüler.
Yeni tayfa yolda kaynaşmaya çalışıyordu. Groli kendini tanıtmış ve Belle onunla alay etmişti, Mamod hala Belle’yi düşleyerek koca sırıtışıyla yürüyordu, bazen tepesinden Belle’ye bakarak. Akubaru’nun hiçbir şey umurunda değil gibiydi. Honk heyecanla gemiye gitmeyi bekliyordu. Pollard ise en arkada yürüyen Groli’nin bir adım önünde gidiyordu. Yoldayken siyah bandanasını çıkarıp başına sarmıştı. Başındaki tüm saçları alnıyla beraber kapanmıştı şimdi. Hala gevşek gevşek sırıtıyordu adam. Belle’nin ona ettiği küfürden sonra onla konuşmaya pek yeltenmemişti. Tüm tayfanın gerginliğine bakılınca bu adamın inanılmaz rahatlığı kimini güldürebilirdi.
Tayfa limana varınca siyah karavelde malları indiren işçileri, liman güvenliğini, o geminin yanlarında demirlemiş diğer büyüklü küçüklü gemilerde çalışanları, liman ışıkları altında salınan yan yana dizilmiş diğer onlarca gemiyi göreceklerdi. Siyah karavelde ise kaptanları Bacon’un gemi sahibiyle sohbetini göreceklerdi güvertede. Mokoko ile Tarko ise iskelede olacaktı, orada malları indirip dizenler ve kayıt tutanlarla beraber.
Bacon
Bacon fikrini değiştirmişti, bu kalabalıkta adam öldürmenin getireceklerini hesaplamış ve güçlü tayfasını beklemeye başlamıştı çatışma için. Bu yüzden gemi sahibine şimdilik iyi davranmayı tercih etmişti. Ona paranın tayfasında olduğunu söylediğinde adam güldü ve onları beklerken bir iki kadeh içmeyi teklif etti. İçkiler gelirken de çalışan herkese acele etmelerini tembihledi. Gemi satılacaktı ne de olsa, içindeki mallar bir an önce boşaltılmalıydı. Zaten pek bir şey de kalmamıştı gemide.
Bacon ve gemi sahibi güvertede içkilerini yudumlayıp gemi hakkında sohbetler ederken Bacon’un tayfası görünecekti limanda. Mamod, Honk ve Akubaru dışında üç yeni tip görünecekti Bacon’a. Biri kısa boylu, açık giyimli bir kadın. Öteki kızıl kafası her yerden seçilen iri bir adam, onun önünde ise başına kara bandana sarmış beyaz gömlekli, kısa sakallı bir adam. Akşamın karanlığında hiçbirinin suratları net seçilemiyordu, ancak hafif ışıkla genel hatları görülebiliyordu.
Ian Falllen
Kokuşmuş şehir Numien limanına henüz demir atan geminin güvertesinde bir sandalyeye kurulmuş, ayaklarını güverte korkuluklarına uzatmış akşam ışıklarında şehre göz gezdiriyordu Ian. Birkaç metre ötesinde bir haftadır birlikte seyahat ettiği bir yığın sakil ve vardıkları şehir gibi kokuşmuş insan iskeleye inen rampadan gemiyi terk ediyordu hengameyle.
Geminin ön güvertesini de geçip pruva korkuluklarına bağdaş kurmuş tuhaf herifin teki de onun gibi şehri izliyordu hengameden uzak durarak. İncecik korkuluklara bağdaş kurması bir yana, ardından gelen seslere bir tepki bile vermeden öylece şehri izlemesi ayrı tuhaftı. Bazen ellerini geriye yaslayıp korkuluklardan destek alarak duruyordu.
Bir süre sonra liman ışıkları altında yürüyen tuhaf giyimli, tuhaf boylarda, tuhaf tiplerde bir grup göründü. Liman boyu yürüyüp gidiyorlardı öylece. Adaya henüz gelmiş biri bunların sirk çalışanı olduğunu düşünebilirdi. Devasa boylu, kalın zırhlı bir adam, kızıl kafalı iri bir asık suratlı, kısacık boyuyla ortalarında seğirten mor saçlı bir kadın, koca boyu ile şişman gövdesi uyumlu, iğrenç görünümlü bir şişko, iri yarı, kagir suratlı, koca elli bir başkası. Aralarında en normal görüneni beyaz gömlek giymiş, başına bandana geçirmiş adamın tekiydi.
Bu dikkat çekici grup henüz demirlemiş geminin önünden yürüyüp geçti taş limana ayaklarıyla vura vura. Liman uğultusu biraz olsun bastırılıyordu bunların yürüyüşüyle. Pruvada oturan herif bile bunların gittiği yöne doğru başını çevirmişti. Başını dönünce ışıklar altında görünen suratında bir gülümseme olduğu anlaşılıyordu. Bu grubu komik bulmuş olmalıydı diğer herkes gibi…
North Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 184
Kayıt tarihi : 17/01/16
3 sayfadaki 6 sayfası • 1, 2, 3, 4, 5, 6
Similar topics
» Yeni Bir Başlangıç [Bacon Grim - Agachak Groli]
» Allahu Akubaru-Saldırılar
» [Karne] Allahu Akubaru
» Hiddetin Şafağı (Bacon Grim) - Bitti
» Belle Valaine | Saldırılar
» Allahu Akubaru-Saldırılar
» [Karne] Allahu Akubaru
» Hiddetin Şafağı (Bacon Grim) - Bitti
» Belle Valaine | Saldırılar
3 sayfadaki 6 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz