Hiddetin Şafağı (Bacon Grim) - Bitti
1 sayfadaki 4 sayfası
1 sayfadaki 4 sayfası • 1, 2, 3, 4
Hiddetin Şafağı (Bacon Grim) - Bitti
Kendini umarsızca denize atışından bu yana beş gün geçmişti. Beş gün, kuzeyin dengesiz denizlerinde rota bilgisi olmadan gezindi. Küçük sandalına sığdırabildiği erzakın sonuna gelmek üzereydi, kendini zorlasa bile iki öğün ancak çıkardı geriye kalanlardan. Bu beş günde şans sürekli yüzüne gülmüş; fırtınalar çıkmamış, geceler ölesiye serinleşmemiş veya küçücük sandalına büyük bir balık saldırmamış, korsanlara denk gelmemişti.
...
Başına konan ödül veya peşindekiler, ondan nefret edenler umurunda değildi, tek umursadığı yırtılan etin getirdiği acı çığlıklar ve çaresizliğin verdiği inanılmaz hazdı. İçkisini yudumlarken biçtiği insanlardan yığılan tepeye tırmanıyordu kahkahalar atarak. “Benim! Benim!” diye haykırıyordu her adımda. Gözleri kan kızılına dönmüş, hiddetle adımlarını atarken, ona yalvaranları gördü ceset tepesinin eteklerinde. “Canımı bağışla! Lutfet! Yalvarırım bağışla.” İçindeki hazzın sınırları zorlanıyordu, hiç hissetmediği kadar derin bir keyifle, elleri titreyerek güldü kılıcını savururken. Yırtılan etin, savrulan kanın, çaresizliğin feryadının hazzını cesetlerin tepesinde gür kahkahalarıyla yaşıyordu. Sonra cesetler erimeye başladı, kan yükseldi ve hışırtılı bir sesle dalgalanmaya başlayarak yüzüne damlalar savurdu, martı sesleri duydu ve araya karışan tiz çanlar. Rahatsız edici çanlar. Cesetler ayaklarının altından kayarken ardından gelen büyük gemiyi gördü, gücün doruklarındayken yüzükoyun gömüldüğü kan deryasında çaresizlik hissetti bir an. Nefes almaya çalıştıkça ciğeri yanıyor, kulaklarından ne çanın ne de aç martının nefret edilesi sesi eksik olmuyordu. O ise çırpındıkça çırpınıyordu kan ve ağırlık altında.
Şafağın karanlığına gözlerini açtı aniden. Bir rüyaydı bu…
Beşinci gün gözlerini açtığında gün ağarmaya başlamış, gri bulutlar arasında yıldızlar parıldıyordu. Onu uyandıran sese döndü. Kalan son kurutulmuş etini didikleyen martıyı gördü. Rüzgarı hafif şiddetle eserken ardından gelen çan seslerini henüz fark etti. Arkasına baktığına koca bir geminin pruvasıyla yüz yüze gelmişti bile. Şafak öncesi koyu karanlık ve gürültülü rüzgarın engeliyle gemiyi sandalına çarpacak kadar yaklaşana dek fark etmemişti.
...
Başına konan ödül veya peşindekiler, ondan nefret edenler umurunda değildi, tek umursadığı yırtılan etin getirdiği acı çığlıklar ve çaresizliğin verdiği inanılmaz hazdı. İçkisini yudumlarken biçtiği insanlardan yığılan tepeye tırmanıyordu kahkahalar atarak. “Benim! Benim!” diye haykırıyordu her adımda. Gözleri kan kızılına dönmüş, hiddetle adımlarını atarken, ona yalvaranları gördü ceset tepesinin eteklerinde. “Canımı bağışla! Lutfet! Yalvarırım bağışla.” İçindeki hazzın sınırları zorlanıyordu, hiç hissetmediği kadar derin bir keyifle, elleri titreyerek güldü kılıcını savururken. Yırtılan etin, savrulan kanın, çaresizliğin feryadının hazzını cesetlerin tepesinde gür kahkahalarıyla yaşıyordu. Sonra cesetler erimeye başladı, kan yükseldi ve hışırtılı bir sesle dalgalanmaya başlayarak yüzüne damlalar savurdu, martı sesleri duydu ve araya karışan tiz çanlar. Rahatsız edici çanlar. Cesetler ayaklarının altından kayarken ardından gelen büyük gemiyi gördü, gücün doruklarındayken yüzükoyun gömüldüğü kan deryasında çaresizlik hissetti bir an. Nefes almaya çalıştıkça ciğeri yanıyor, kulaklarından ne çanın ne de aç martının nefret edilesi sesi eksik olmuyordu. O ise çırpındıkça çırpınıyordu kan ve ağırlık altında.
Şafağın karanlığına gözlerini açtı aniden. Bir rüyaydı bu…
Beşinci gün gözlerini açtığında gün ağarmaya başlamış, gri bulutlar arasında yıldızlar parıldıyordu. Onu uyandıran sese döndü. Kalan son kurutulmuş etini didikleyen martıyı gördü. Rüzgarı hafif şiddetle eserken ardından gelen çan seslerini henüz fark etti. Arkasına baktığına koca bir geminin pruvasıyla yüz yüze gelmişti bile. Şafak öncesi koyu karanlık ve gürültülü rüzgarın engeliyle gemiyi sandalına çarpacak kadar yaklaşana dek fark etmemişti.
- Spoiler:
- Konu hayırlı olsun. Keyifli RP'ler
En son North Blue Anlatıcı tarafından Paz 28 Şub. 2016, 01:56 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
North Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 184
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Hiddetin Şafağı (Bacon Grim) - Bitti
Kanın tadını, hasmının çığlıklarını tatmayalı epey olmuştu Bacon için. İçine dolan hazzı en üst doruklarda yaşıyordu her birinin aciz canını alışında. Cesetlerden oluşan tepenin sonuna yaklaştığında sarhoşluğun da verdiği nahoşlukla kahkahalara boğulmuştu. Ardında bıraktığı yığının aciz çığlıklarını duyabilmek için frenleyebilmişti sadece kendini. Titreyen kadehini yavaşça ağzına götürdüğü sırada, cani sırıtışı aniden son buldu. Ayağındaki leşlerden oluşan zemin şeker gibi eriyor ve altından kayıp gidiyordu. Zevkten öylesine sarhoş olmuştu ki dengede bile duramadan yere yığıldı. Beyni durmuştu, ne tepki vereceğini bilemiyordu. Yükselen kan gölünde çırpınmaya başlarken buldu kendini, suratına çarpan kanla gözleri fal taşı gibi açıldı. "Bu da nesi?" diyerek kalmıştı ortada. Olanlara anlam veremezken lanet bir martı ve çan sesi girmişti işin içine. Kafayı yemişti anlaşılan, ya da cehenneme düşmüştü. İlk defa bu kadar çaresiz hissediyordu kendini, ölüme yakın olmanın çaresizliğiydi bu. Tedirgin şekilde çırpınmaya başladı aniden, ölmemeliydi. Kendine yaklaşan gemiyi gördüğünde nefes alış verişleri hızlandı. Ciğerleri parçalanacak gibi oluyordu her nefesinde. Bu da neydi? Ölüm böyle birşey miydi?
Ölmenin bile bu eziyetten makul olduğunu düşünmeye başlamıştı Bacon. Öyle ki kendine kan gölünün soğuk dalgasına bırakmaştı. O an çan sesleri daha şiddetli bir hal almıştı, kafasının içinde hissediyordu. Gemi kendine yanaştığı sırada olduğu yerden zıpladı Bacon, sandalı yalpalayarak. O an rüyada olduğunu idrak etmişti. Rüya o kadar gerçek gibiydi ki tüm gövdesi ecel terleri içindeydi. Rahatlayıp bir nefes almaya fırsat bile bulamadan tekrar yerinden zıpladı. Zor günler için sakladığı erzağını yiyen hırsızı görmüştü. "Lanet kuş!" diyerek elinin tersini martıya savurarak onu uzaklaştırmaya çalıştı. Yarım uykunun verdiği sersemlik üzerinden kalktığı sırada çan seslerini tekrar duymaya başlamıştı. Yine mi rüya?, diye düşündü ama bu sefer rüya olamayacak kadar gerçekti. Arkasını döndüğünde koca geminin pruvası burnunun dibindeydi. Kırık karanlığın, lanet martının ve uyku sersemliğinin içinde koca gemiyi bile farkedemeyecek kadar aptallaşmıştı. Yüzündeki ter damlaları yarışırken iki eliyle sandal kenarlarından tutup sıkıca kenetlendi ve derin bir nefes alıp geminin pruva kısmına doğru üfledi ve meyve gücüyle bir rüzgar yaratmaya çalıştı. Amacı gemiyle mesafesini açıp bu can pazarından kurtulmaktı.
Kim olabilirdi bunlar? Kafasını kurcalıyordu bu soru ve ne tepki vereceği konusunda kararsız kalıyordu. İçinden bu gemide her kim varsa öldürmek geçse de, nasıl tipler olduklarını bilmiyordu. Eğer gemiden kurtulabilirse bunu öğrenecekti. Kürekler yardımıyla geminin yanına yanaşacak ve "Yardım!" diye haykıracaktı. Bunu yaptıktan sonra birisinin onu duymasından başka şansı yoktu. Bu gemi onun kurtuluş biletiydi. Karnı onu onaylar gibi gurulduyordu tüm ihtişamıyla. Adam akıllı bir yolculuk ve yemeğin tükenmesinden korkmaksızın tıkınmak. Düşüncesi bile hoştu o an için, belki de birinin canını almaktan bile hoş. Gemiye çıktığında mürettebatı gözlemleyip tartacaktı Bacon. Tabii ilk işi kendini güvenceye almaktı. Güçlü rakiplerle o an için karşılaşmak istemiyordu. Ama savunmasız kişileri öldürmekten çekinmezdi.
Ölmenin bile bu eziyetten makul olduğunu düşünmeye başlamıştı Bacon. Öyle ki kendine kan gölünün soğuk dalgasına bırakmaştı. O an çan sesleri daha şiddetli bir hal almıştı, kafasının içinde hissediyordu. Gemi kendine yanaştığı sırada olduğu yerden zıpladı Bacon, sandalı yalpalayarak. O an rüyada olduğunu idrak etmişti. Rüya o kadar gerçek gibiydi ki tüm gövdesi ecel terleri içindeydi. Rahatlayıp bir nefes almaya fırsat bile bulamadan tekrar yerinden zıpladı. Zor günler için sakladığı erzağını yiyen hırsızı görmüştü. "Lanet kuş!" diyerek elinin tersini martıya savurarak onu uzaklaştırmaya çalıştı. Yarım uykunun verdiği sersemlik üzerinden kalktığı sırada çan seslerini tekrar duymaya başlamıştı. Yine mi rüya?, diye düşündü ama bu sefer rüya olamayacak kadar gerçekti. Arkasını döndüğünde koca geminin pruvası burnunun dibindeydi. Kırık karanlığın, lanet martının ve uyku sersemliğinin içinde koca gemiyi bile farkedemeyecek kadar aptallaşmıştı. Yüzündeki ter damlaları yarışırken iki eliyle sandal kenarlarından tutup sıkıca kenetlendi ve derin bir nefes alıp geminin pruva kısmına doğru üfledi ve meyve gücüyle bir rüzgar yaratmaya çalıştı. Amacı gemiyle mesafesini açıp bu can pazarından kurtulmaktı.
Kim olabilirdi bunlar? Kafasını kurcalıyordu bu soru ve ne tepki vereceği konusunda kararsız kalıyordu. İçinden bu gemide her kim varsa öldürmek geçse de, nasıl tipler olduklarını bilmiyordu. Eğer gemiden kurtulabilirse bunu öğrenecekti. Kürekler yardımıyla geminin yanına yanaşacak ve "Yardım!" diye haykıracaktı. Bunu yaptıktan sonra birisinin onu duymasından başka şansı yoktu. Bu gemi onun kurtuluş biletiydi. Karnı onu onaylar gibi gurulduyordu tüm ihtişamıyla. Adam akıllı bir yolculuk ve yemeğin tükenmesinden korkmaksızın tıkınmak. Düşüncesi bile hoştu o an için, belki de birinin canını almaktan bile hoş. Gemiye çıktığında mürettebatı gözlemleyip tartacaktı Bacon. Tabii ilk işi kendini güvenceye almaktı. Güçlü rakiplerle o an için karşılaşmak istemiyordu. Ama savunmasız kişileri öldürmekten çekinmezdi.
Misafir- Misafir
Geri: Hiddetin Şafağı (Bacon Grim) - Bitti
Ölümün endişesiyle zihni boşalan Bacon, kendini hızla toparlayarak var gücüyle üfledi. Sandalı ani bir şiddetle suyun üstünde kayarak pruvadan uzaklaştı. Hızla üstüne gelen geminin dalgalandırdığı suyun dengesizliği ve ani kaymanın etkisiyle alabora olmaktan son anda kurtulan sandalı geminin soluna geçti. Hızını kaybetmeyen gemi ilerlerken, dengesiz dalgalar sandalı geminin sol güvertesine şiddetle çarptı, Bacon savrularak ıslak ahşabın şiddetini yanaklarında hissetti.
Dökük sandal suda savrulurken, güverte korkuluklarından sarkan tayfalar yardım isteyen bu esrarengiz adama bakarak aralarında konuşuyordu. İçlerinden siyahî olanı yüksek sesle güldü: “Az daha ölüyordun ahbap! O yaptığın neydi öyle!” Bacon mürettebatı incelerken ona uzanan sırığı gördü. Sandalı neredeyse parçalanmıştı, birkaç dakika daha dayanacağı şüpheliydi ve meyve gücünü aniden, şiddetle kullandığı için ciğerinde bir yanma hissediyordu. Nefes ritmi dengesizleşmişti.
Gövdesine çarptığı, üç direkli dev bir kalyondu. İki katın arasına metal plakalarla şeritler çekilmiş, ilk kat ve güverteden zıpkın mazgalları boydan boya uzanıyordu. Bazı mazgallara büyükçe toplar da yerleştirilmişti. Geminin kıçındaki üç balkonun her birinin altına halatlarla sivri burunlu avcı kayıkları asılmıştı. Çoğunun aldığı hasar çıplak gözle görülebiliyordu.
Tayfalar neşeyle gülüşüyor, bu uzun boylu tuhaf adama bakıyorlardı merakla. Sırığı uzatan kısa sakallı adam diğerlerine göre daha alçak ve keyifli bir sesle konuştu: “Sırığı tutsan iyi edersin, bu saatlerde adanın bu kadar açıkları pek güvenli değildir.” Bunları söylerken kibarca gülmeyi de ihmal etmiyordu.
Tüm karmaşanın ardından gür bir ses yükseldi: “Mürettebat! Bu şamata nedir böyle! Herkes görev yerlerine!” Bunu söyleyen uzun boylu kaptandı, arka güverte basamaklarından inerken bir yandan sandaldaki adamı inceliyordu ve sırığı uzatana seslendi: “Joan! Kuzey denizine sandalla açılacak kadar aklını yitirmiş ahmakları gemiye almak neden?” Bu sözleri alaycıydı ve sırık uzatanın kahkaha atmasına sebep oldu. “Ah kaptan, bu gemi tam da o ahmakların yeri, iyi bilirsin” dedi gülerek. Kaptan, hızla görev yerlerine dağılan mürettebata göz gezdirdikten sonra Bacon’un tırmanmasına yardım etti.
Gün artık ağarmağa başlamıştı, hafif rüzgârlı denizi sakin dalgalarında yalpalanan günün kızıl ışıkları yüzleri aydınlatıyordu yavaşça. Sandalın o sakin dalgalarda dağılışını gördü Bacon, gemiye tırmanırken.
Bu bir balina avcı gemisiydi. Yağ sızan fıçılardan anlaşılacağı üzere seferini tamamlamış, yurduna dönüyordu. Kanlı zıpkınlar, aşınmış tahtalar, kırılmış korkuluklar ve yamalanmış gövdesiyle epey zorlu yerlerden geçtiği anlaşılıyordu. Onlarca kişilik mürettebatın her biri görevinin başında, kimi arka yelkeni topluyor, kimi ipleri bağlıyor, kimi güverteyi temizliyor, kimi fıçıları taşıyordu. Hepsi dinç, çoğu yapılı ve kuvvetli kimselerdi. Balina avcıları için amansız adamlar denmesinin bir sebebi vardı.
Yıpranmış mavi ceketini deri bir kemerle üstünkörü vücuduna tutturmuş kısa sakallı Kaptan Ohab, yanında yardımcı kaptanı Joan’la kamaraya yol aldı. İçeri girip kapıyı kapatmadan, son kez Bacon’a döndü: “Adadan ne niyetle ayrıldın bilmiyorum, ama bu dökük sandalla bir yere varamayacağın kesindi. Birkaç saate varmış oluruz, sen biraz dinlen veya etrafı gez. Bu kısa yolculuk için senden bir şey istemeyeceğim, geri döndüğümüzde daha büyük bir gemiyle yola çıktığından emin ol sadece. Çatlak herif. Bvehehehehe!”
Kaptan Ohab
- Spoiler:
North Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 184
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Hiddetin Şafağı (Bacon Grim) - Bitti
Var gücüyle verdiği nefesle geminin sandalını parçalamasından son anda kurtulmuştu Bacon. Geminin dalgasına takılmıştı bu sefer de. Tam bir ızdıraptı bu. Sandalı dengede tutmaya çalışırken dişlerini var gücüyle sıkıyor içinden lanet okuyordu. Cehennem azabı olmuştu yol ona, o da yetmez gibi ölümden dönmüştü son anda. Dalgaların şiddetinden son anda kurtulup geminin soluna geçmişti. Gemi hiç oralı olmamış şekilde hız kesmeden devam ederken yanağında geminin güvertesinin ıslak ahşabını hissetti. Kör müydü bu adamlar, delirmek üzereydi. Kendini o an için küçük bir varlık gibi hissetmişti, ordan oraya savrulurken. Şu durumdan kurtulduğu gibi hepsini öldürmek geçiyordu kafasından, eliyle sandala o kadar sıkı tutunmuştuki parmaklarına kan gitmiyordu artık.
"Yardım edin!" diye bağırmaktan alıkoyamadı kendini. Birkaç kişi duymuş olacak ki korkuluklardan sarkan kafalar gördü. Kendi kendilerine konuşup duruyorlardı. Meyve gücünü pervasızca kullanışının cezasını ağır şekilde çekiyordu o sırada Bacon. Ciğerleri yanıyordu, nefes almakta güçlük çekiyordu. O bu durumdayken bu adamlar ne fısıldaşıp duruyordu? Sinirden köpürmek üzereyken duyduğu sesle onu savuran dalga gibi dinginleşti. “Az daha ölüyordun ahbap! O yaptığın neydi öyle!” dedi siyahi eleman. Kendine doğru uzanan sırıkla birlikte adamı süzdü. "Neden bahsediyorsun sen köle? Ölüyordum tabii!" diye geçirdi içinden. Anlaşılan adamın komiğine gitmişti bu durum, o yüksek sesle gülerken Bacon bunu düşünmüştü. Canına kastetmeleri bu kadar komikti anlaşılan. Ne olursa olsun bu adamı öldürecekti, kafasının kenarına yazmıştı.
Sırığı hiç bırakmaya niyeti yokmuş gibi kavradı Bacon. Bu sırada derin bir nefes alacak vakti vardı, ciğerindeki acının sızısını hafifletmeye çalışıyordu. Bu zaman aralığında gözleri mürettebat ve gemi üzerindeydi. Bu dev gemi bir avcı gemisi olmalıydı. Zıpkınlar, geminin kıçına asılı duran kayıklar buna işaret ediyordu. Epey çetin sulardan geçmişlerdi anlaşılan, kayıkların çoğunda gözle görülür bir hasar vardı. Zorlu adamlar olabilirlerdi.
“Sırığı tutsan iyi edersin, bu saatlerde adanın bu kadar açıkları pek güvenli değildir.” Sesin geldiği yere doğru döndü Bacon. Mülayim biri gibi duruyordu konuşan adam. Böyle bir adamın yardımına muhtaç kaldığı için kızmıştı kendine. Güverteden gelen gülüş sesleri de canını epey sıkmıştı, agresifçe iki eliyle sırığa tutundu. Bunu yaparken kısa sakallı adamı biraz sarsmayı ummuştu. "Sıkı tut ihtiyar." diyerek şeytani bir gülümseme takınmıştı. Sözleri oldukça soğukkanlı ve tedirgin edici gelebilirdi. Oraya çıktığında tek dileği karşısında az sayıda kişi bulmaktı, o gülenleri ve suratına gülümseyen bu dürzüyü oracıkta biçmek istiyordu.
Yukarıya tırmanırken yeni sesler işitmişti. Anlaşılan kaptanın sesiydi bu, gür ve güçlüydü. Gemidekilere emir veriyordu. Gözlerini ona dikti Bacon tırmanırken, adamı baştan aşağı süzüyordu. Tam bir denizci gibiydi. Adamı izlerken, mesafeyi yarıladığı sırada vücudu baştan aşağı şoka uğramış gibi donakaldı Bacon. Göz kapakları sonuna kadar açıldı, içini ani bir öfke kapladı. “Joan! Kuzey denizine sandalla açılacak kadar aklını yitirmiş ahmakları gemiye almak neden?” kaptanın bu sözleriydi buna neden olan. Kısa sakallı gülüyordu bu alaycı sözlere bir de. Bu küshatlıktı, bu alaycı tavrın altında ezilmişti. Sabahtan beri gülüşüyorlardı zaten, delirmemek elde değildi onun için. Bu kadar komik olan ne çözemiyordu, görünüşü mü yoksa? Bunları düşünürken iyice dellenmişti, "Bi çıkayım da..." diye geveliyordu ağzının içinden.
Kaptan ve kısa sakallının yardımıyla sonunda güverteye çıkmıştı. Işık perdenin ardından kızıl yüzüyle hafifçe görünmeye başlamıştı, artık yüzler daha rahat seçilebiliyordu. Öldürceği suratlara iyice baktı. Dalgaların o uyumlu ritmi, tene temas eden ılık rüzgar harmanlanıp insanın ruhuna işliyordu. Temiz havayı kokladı Bacon, bu ona biraz sakinleştirmişti. Dağılan sandalına baktığında ölümden dönüşü geldi tekrar aklına, bu gemiyle karşılaşmasa ölecekti belki de. Ama hayır, sandalın dağılmasında bunun da etkisi vardı. Gemideki adamlar bunu ona borçluydu, iyilik olarak kabul etmeyi katiyen istememişti bu olayı.
Kanlı zıpkınlar, yağ sızan fıçılar... Seferini bitirmişti anlaşılan bu mürettebat. Balina avcılarıydı bunlar, hepsi uğraş içersindeydi. Bacon'u unutmuş gibiydiler hemen. Umduğundan daha yapılı adamlardı bunlar, güçlü duruyorlardı. Çetin oldukları gemilerden belliydi, gemileride onlar gibi güçlükle yoğrulmuştu. Yamalı, çatlak bir gemiydi.
“Adadan ne niyetle ayrıldın bilmiyorum, ama bu dökük sandalla bir yere varamayacağın kesindi. Birkaç saate varmış oluruz, sen biraz dinlen veya etrafı gez. Bu kısa yolculuk için senden bir şey istemeyeceğim, geri döndüğümüzde daha büyük bir gemiyle yola çıktığından emin ol sadece. Çatlak herif. Bvehehehehe!” diye sinir bozucu şekilde konuşmuştu kaptan tekrar. O güldüğünde ağızının ortanısa yapıştırmak gelmişti içinden. Joan dediği adamla birlikte kamaraya girdiği için buna fırsatı olmamıştı ama. Bu adam denizi biliyordu, tavırlarından ve görünüşünden bunu çıkarmıştı Bacon. O an etrafı tekrar süzdü, mürettebatı izledi. O an kendine özgü olan o rahatsız edici gülüşünü suratına takındı tekrardan. Şeytani görünüyordu kızıl ışıkların altında, yüzünün yarısı gölgede kalmıştı. Aklında kötü düşünceler dolaşıyordu yine. Ne kadar güçlü olabilirlerdi ki? Kendi halinde avcılardı, zararsız insanlar.
Bacon yolculuğun tadını çıkaracaktı. Kaptan aklında yer etmişti, onlarla ters düşerse ne olacağını bilmediğinden sükunetini korumaya karar verdi. Onları yense bile denizde tekrardan kaybolabilirdi. Halbuki bu adamlar buraları avcunun içi gibi biliyordu anlaşılan, onlara takılıp karaya basmak en mantıklı seçenek gibi gelmişti. Ama Joan'ı ve siyahi herifi öldürecekti. Denizde veya karada. Güvertedeki adamlardan birine yanaştı sessiz adımlarla, kollarını birleştirerek adamı süzdü. "Heey! Size borçluyum. Borcumu en kısa sürede ödeyeceğim" alaycı şekilde gülümseyerek bitirmişti sözlerini. Nedense hakim olamadığı bir tebessüm oluşmuştu yüzünde, yırtıcı bir hayvan gibi görünüyordu. "Bu gemi nereye gidiyor öğrenebilirmiyim?"
"Yardım edin!" diye bağırmaktan alıkoyamadı kendini. Birkaç kişi duymuş olacak ki korkuluklardan sarkan kafalar gördü. Kendi kendilerine konuşup duruyorlardı. Meyve gücünü pervasızca kullanışının cezasını ağır şekilde çekiyordu o sırada Bacon. Ciğerleri yanıyordu, nefes almakta güçlük çekiyordu. O bu durumdayken bu adamlar ne fısıldaşıp duruyordu? Sinirden köpürmek üzereyken duyduğu sesle onu savuran dalga gibi dinginleşti. “Az daha ölüyordun ahbap! O yaptığın neydi öyle!” dedi siyahi eleman. Kendine doğru uzanan sırıkla birlikte adamı süzdü. "Neden bahsediyorsun sen köle? Ölüyordum tabii!" diye geçirdi içinden. Anlaşılan adamın komiğine gitmişti bu durum, o yüksek sesle gülerken Bacon bunu düşünmüştü. Canına kastetmeleri bu kadar komikti anlaşılan. Ne olursa olsun bu adamı öldürecekti, kafasının kenarına yazmıştı.
Sırığı hiç bırakmaya niyeti yokmuş gibi kavradı Bacon. Bu sırada derin bir nefes alacak vakti vardı, ciğerindeki acının sızısını hafifletmeye çalışıyordu. Bu zaman aralığında gözleri mürettebat ve gemi üzerindeydi. Bu dev gemi bir avcı gemisi olmalıydı. Zıpkınlar, geminin kıçına asılı duran kayıklar buna işaret ediyordu. Epey çetin sulardan geçmişlerdi anlaşılan, kayıkların çoğunda gözle görülür bir hasar vardı. Zorlu adamlar olabilirlerdi.
“Sırığı tutsan iyi edersin, bu saatlerde adanın bu kadar açıkları pek güvenli değildir.” Sesin geldiği yere doğru döndü Bacon. Mülayim biri gibi duruyordu konuşan adam. Böyle bir adamın yardımına muhtaç kaldığı için kızmıştı kendine. Güverteden gelen gülüş sesleri de canını epey sıkmıştı, agresifçe iki eliyle sırığa tutundu. Bunu yaparken kısa sakallı adamı biraz sarsmayı ummuştu. "Sıkı tut ihtiyar." diyerek şeytani bir gülümseme takınmıştı. Sözleri oldukça soğukkanlı ve tedirgin edici gelebilirdi. Oraya çıktığında tek dileği karşısında az sayıda kişi bulmaktı, o gülenleri ve suratına gülümseyen bu dürzüyü oracıkta biçmek istiyordu.
Yukarıya tırmanırken yeni sesler işitmişti. Anlaşılan kaptanın sesiydi bu, gür ve güçlüydü. Gemidekilere emir veriyordu. Gözlerini ona dikti Bacon tırmanırken, adamı baştan aşağı süzüyordu. Tam bir denizci gibiydi. Adamı izlerken, mesafeyi yarıladığı sırada vücudu baştan aşağı şoka uğramış gibi donakaldı Bacon. Göz kapakları sonuna kadar açıldı, içini ani bir öfke kapladı. “Joan! Kuzey denizine sandalla açılacak kadar aklını yitirmiş ahmakları gemiye almak neden?” kaptanın bu sözleriydi buna neden olan. Kısa sakallı gülüyordu bu alaycı sözlere bir de. Bu küshatlıktı, bu alaycı tavrın altında ezilmişti. Sabahtan beri gülüşüyorlardı zaten, delirmemek elde değildi onun için. Bu kadar komik olan ne çözemiyordu, görünüşü mü yoksa? Bunları düşünürken iyice dellenmişti, "Bi çıkayım da..." diye geveliyordu ağzının içinden.
Kaptan ve kısa sakallının yardımıyla sonunda güverteye çıkmıştı. Işık perdenin ardından kızıl yüzüyle hafifçe görünmeye başlamıştı, artık yüzler daha rahat seçilebiliyordu. Öldürceği suratlara iyice baktı. Dalgaların o uyumlu ritmi, tene temas eden ılık rüzgar harmanlanıp insanın ruhuna işliyordu. Temiz havayı kokladı Bacon, bu ona biraz sakinleştirmişti. Dağılan sandalına baktığında ölümden dönüşü geldi tekrar aklına, bu gemiyle karşılaşmasa ölecekti belki de. Ama hayır, sandalın dağılmasında bunun da etkisi vardı. Gemideki adamlar bunu ona borçluydu, iyilik olarak kabul etmeyi katiyen istememişti bu olayı.
Kanlı zıpkınlar, yağ sızan fıçılar... Seferini bitirmişti anlaşılan bu mürettebat. Balina avcılarıydı bunlar, hepsi uğraş içersindeydi. Bacon'u unutmuş gibiydiler hemen. Umduğundan daha yapılı adamlardı bunlar, güçlü duruyorlardı. Çetin oldukları gemilerden belliydi, gemileride onlar gibi güçlükle yoğrulmuştu. Yamalı, çatlak bir gemiydi.
“Adadan ne niyetle ayrıldın bilmiyorum, ama bu dökük sandalla bir yere varamayacağın kesindi. Birkaç saate varmış oluruz, sen biraz dinlen veya etrafı gez. Bu kısa yolculuk için senden bir şey istemeyeceğim, geri döndüğümüzde daha büyük bir gemiyle yola çıktığından emin ol sadece. Çatlak herif. Bvehehehehe!” diye sinir bozucu şekilde konuşmuştu kaptan tekrar. O güldüğünde ağızının ortanısa yapıştırmak gelmişti içinden. Joan dediği adamla birlikte kamaraya girdiği için buna fırsatı olmamıştı ama. Bu adam denizi biliyordu, tavırlarından ve görünüşünden bunu çıkarmıştı Bacon. O an etrafı tekrar süzdü, mürettebatı izledi. O an kendine özgü olan o rahatsız edici gülüşünü suratına takındı tekrardan. Şeytani görünüyordu kızıl ışıkların altında, yüzünün yarısı gölgede kalmıştı. Aklında kötü düşünceler dolaşıyordu yine. Ne kadar güçlü olabilirlerdi ki? Kendi halinde avcılardı, zararsız insanlar.
Bacon yolculuğun tadını çıkaracaktı. Kaptan aklında yer etmişti, onlarla ters düşerse ne olacağını bilmediğinden sükunetini korumaya karar verdi. Onları yense bile denizde tekrardan kaybolabilirdi. Halbuki bu adamlar buraları avcunun içi gibi biliyordu anlaşılan, onlara takılıp karaya basmak en mantıklı seçenek gibi gelmişti. Ama Joan'ı ve siyahi herifi öldürecekti. Denizde veya karada. Güvertedeki adamlardan birine yanaştı sessiz adımlarla, kollarını birleştirerek adamı süzdü. "Heey! Size borçluyum. Borcumu en kısa sürede ödeyeceğim" alaycı şekilde gülümseyerek bitirmişti sözlerini. Nedense hakim olamadığı bir tebessüm oluşmuştu yüzünde, yırtıcı bir hayvan gibi görünüyordu. "Bu gemi nereye gidiyor öğrenebilirmiyim?"
Misafir- Misafir
Geri: Hiddetin Şafağı (Bacon Grim) - Bitti
Tayfa ayağını korkuluğa dayamış, orta yelkenin ipini şiddetle gererken ona yaklaşan uzun boylu adamı gördü. Az önce sandalı parçalanan herifti bu, merakla irdeliyordu kaptanın emrini duyana kadar. Adam ona doğru yürüdü ve seslendi: “Heey! Size borçluyum. Borcumu en kısa sürede ödeyeceğim” Adamın gülümsemesine alçak sesle gülerek karşılık verdi ve ipe daha sıkı asıldı. Bu kez çekmeyi başarmıştı ve gevşetmeden büyük kancaya tutturuverdi, iyice dolayarak düğüme başladı. Adam iyice sokulmuş artık, “Bu gemi nereye gidiyor, öğrenebilir miyim?” diye soruverdi gölgesi üzerine düşmüşken. Tayfa bir anlığına şaşırarak sol kaşını kaldırdı, düğümü bitirip ellerini gevşetti ve güldü: “Nereye mi? Geldiğin yerin adını bile mi bilmiyorsun?” Sonra anladı ve dehşete düştü. Bu çatlak herif Numien’den gelmiyordu, günlerdir denizde olmalıydı. “Senin Numien’den yola çıktığını düşünüyordum, sanırım diğer herkes de böyle düşünüyordu ahbap. Bu kadar süre denizde dolanmak için ne gibi bir sebebin olabilir ki.” Sonra pek de merak etmediğini düşündü ve sözüne devam etti. “Numien’e gidiyoruz, balina avcılarının diyarına. Akşam olmadan varmış oluruz.” Düğümü bitirip halatın sağlamlığını kontrol etti ve adamın önüne geçip yürümeye başladı, alt kata inen kapağı açarak seslendi: “Aç olduğuna bahse girerim. Gel benimle, muhteşem balina yüzgeci çorbamız var. Ahahaha!”
Geminin alt katı kısmen depo, kısmen tayfanın toplandığı mekan işlevi görüyordu. Kıç güvertesinin alt katlarında uyuyan tayfa da sabah ve akşamları eğlenmek için bu salonumsu yere gelirdi. Cephelerde fıçılar, raflara yığılmış peynirler, yarı çürümüş sebzeler, ruzlanmış balıklar ve şişeler dolusu içki yığılıydı. Kenarlara dağılmış malzemeler, yere çivilenmiş masaların dağınıklığı da tayfanın hovardalığıyla uyumluydu. Durgun denizde hafifi rüzgarla pek sallanmadan ilerleyen geminin tadını çıkarıyorlardı bu sabah. Çoğu çorbalarına gömülmüş, sohbetler ederken gülüşüyor, abartılı şekilde bağrışıyorlardı. Sıradan bir insan için mide bulandırıcı bir görüntü olabilirdi bu halleri. Ortada sallanarak bir şişe romu başına diken ve kahkahalarla gülen tayfayla eğleniyordu bazıları, sarhoş herif balina taklidi yapmaya çalışıyordu. Sonra biri daha kalkıp ona sembolik bir zıpkın attı, sarhoş olan yere düştü ve kollarını vücuduna sabitleyerek kıvranmaya başladı, şimdi hepsi deli gibi gülüyordu. Diğer masalardan da kahkahalar yükseldi. Bu neşeli ortama adımını atan Bacon’u ilk selamlayan siyahi tayfa oldu: “Heey koca adam, hoş geldin. Yanaş da bizim moruğun iğrenç çorbasından bir kaşık tat!” O bunu der demez salonun en arkasındaki mutfağımsı yerde, kazanın başında duran kirli beyaz önlüklü, tuhaf görünümlü yaşlıca adam elindeki kepçeyi fırlattı ona doğru, “Yavşak herif, akşama kuru ekmek bile yok sana!” dedi öfkeyle. Salon kahkahalarla gülerken siyahi eleman kepçeden sıyrılıp daha da gülmeye başladı, Bacon’a döndü ve “Ona aldırma, sabahları çok öfkeli olur” dedi neşeyle. Bacon’u masaya davet ederken kendisi mutfağa doğru gitti ve ihtiyarla bir şeyler konuştu gülerek, bir kase çorba kapıp tekrar döndü masaya ve çorbayı Bacon’a uzattı. Bacon’la gelen diğer tayfa da yanlarına kurulmuştu.
Gün ilerliyordu, gemi düz rota devam ediyordu son hızıyla. Tayfanın dediğine göre akşam olmadan yetişeceklerdi Numien’e ve güneş iyice yükselmişti şimdi…
North Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 184
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Hiddetin Şafağı (Bacon Grim) - Bitti
Halatı düğümleyen adamı izliyordu pür dikkat. “Nereye mi? Geldiğin yerin adını bile mi bilmiyorsun?” diye cevap vermişte adam sorusuna. Bu cevap karşısında kaskatı kesilmişti Bacon, yumruklarını sıkmaya başlamıştı. Rappu adasından bahsettiğini düşünmüştü adamın. Bir kaçak olduğunu anlamış olmalıydılar. Bu soğukkanlılık karşısında ürkmüştü. Adamın boynunu sıkmak için hazırlamıştı kendini ki " “Senin Numien’den yola çıktığını düşünüyordum, sanırım diğer herkes de böyle düşünüyordu ahbap. Bu kadar süre denizde dolanmak için ne gibi bir sebebin olabilir ki." diye sözlerine devam etti adam. Sıktığı yumrukları gevşemişti bunu duyduktan sonra. “Numien’e gidiyoruz, balina avcılarının diyarına. Akşam olmadan varmış oluruz.” Düğümü atıp yürümeye başlamıştı adam, alt tarafa açılan bir bölmeyi açmıştı. “Aç olduğuna bahse girerim. Gel benimle, muhteşem balina yüzgeci çorbamız var. Ahahaha!” diyerek davet etmişti onu. Açlığı kafasından uçup gitmişti Bacon'un, bu hatırlatmadan sonra karnı tekrar tüm ihtişamıyla guruldadı. Komik bir görüntüydü bu, karnı öyle guruldarken tüm ciddiyetiyle dikiliyordu. "Hah!" diye onayladı ve adamı takip etmeye başladı aceleci adımlarla.
İndiği yer köpek bağlasan durmayacak derecede dağınıktı. Ahırda gibiydi, at gibi kişnemelerde bunun gösteresiydi. Tüm tayfa burada toplanıyordu anlaşılan. Yiyip içip eğleniyorlardı, eğlence anlayışlarıda tam da böyle bir ahırda yaşayabilen insarlara göreydi. Kafayı bulmuş bir ayyaş garip garip hareketler yapıyordu, Bacon'a göre kötü bir fok taklidiydi bu. Çevresindeki insanlar da buna gülüyordu. "Amatör..." diye mırıldandı adamı izlerken. Kendisine sandaldaki gibi yine siyahi adam seslenmişti ilk olarak. Uyuz oluyordu bu adama. “Heey koca adam, hoş geldin. Yanaş da bizim moruğun iğrenç çorbasından bir kaşık tat!” demişti siyahi. Gözlerinin önünden bir kepçe geçmişti o anda, kafasını son anda geriye çekmese yüzüne geliyordu. Ani bir refleksle kepçenin geldiği yöne döndü ve yaşlı moruğu gördü. “Yavşak herif, akşama kuru ekmek bile yok sana!” diye bağırıyordu adam öfkeyle. Herkes kahkaha atıyordu, her boka gülüyordu bu adamlar. Rüyasındaki martı sesi ve çan bu gülüşlerin yanında hiçti artık. Öyle de nefret etmişti duymaktan. “Ona aldırma, sabahları çok öfkeli olur” dedi siyahi adam neşeyle. "Tıh!" diye umursamazca nefesini verdi Bacon, "Umrumda değil." Gözleriyle siyahi herifi izlemeye koyulmuştu tekrardan. Atıştığı ihtiyarın yanına gitmişti. Onların birbirini bıçaklamasını beklerken dumur olmuştu, aksine gülüşüyorlardı. Bu olay fazla sürdemen bir kase çorbayla geldi siyahi. Kendine doğru uzatılan kaseyi gören Bacon hiç düşünmeden iki eliyle kaseyi kaptı ve kafasına dikmeye başladı. Bu kadar açken kaşıklara ihtiyacı yoktu. Hem bu kadar ayının arasında görgü kurallarını düşünmek aptallık olurdu.
Sağ eliyle tam ekmeği kapmıştı Bacon. Kafası masaya eğik şekilde yemeğe akın ediyordu, etrafını görmüyordu bile. Ekmeği bitirmesi bir dakikasını bile almamıştı. Çorba bittiğinde oturduğu sandalyede geriye doğru yaslandı ve "Graaaa!" diye geğirdi gürültülüce. "İyi, iyi" diye göbeğini sıvazlıyordu tebessüm eder şekilde, keyfi yerindeydi. Sol koluyla ağzını sildi ve yavaş hareketlerle oturduğu yerden doğruldu. Gözleri siyahi herifi arıyordu. O'nu bulduğunda herkesin duymasını isteyerek yüksek sesle konuşmaya başlamıştı. "Yemek için teşekkürler baylar. Size minnettarlığımı göstermek için bir gösteri yapabilirim! Ne dersiniz haaa?"
Bu iri yarı adamların gücünü test etmenin vaktiydi artık. Bunun için kuduruyordu içten içe. Şu gidecekleri balina adası, akşam olmadan varacaklardı oraya duyduklarına göre. Oraya gitmeden önce bu heriflerin sınırını kendi gözleriyle görmek istiyordu. Canlarını koruyabilecek kadar güçlüler miydi, bunu öğrenmek istiyordu. "Eee, ben bir güreşçiydim de gençken. Bilirsiniz güreş tek başına yapılmaz Iğahaha! Hey sen, kara dostum! İnsanları biraz eğlendirelim ha ne dersin?!" Sağ eliyle çorba tabağını kapmıştı ve ağzına götürüp var gücüyle siyahinin suratına doğru üflemişti. Tabak onun suratına doğru giderken görüşüsünü kapatmaktı amacı, olduğu yerden sıçradı ve siyahi olan adamın suratına sağ eliyle bir yumruk geçirmek için hazırlandı. "Bu sadece bir oyun! Iğahaha!"
İndiği yer köpek bağlasan durmayacak derecede dağınıktı. Ahırda gibiydi, at gibi kişnemelerde bunun gösteresiydi. Tüm tayfa burada toplanıyordu anlaşılan. Yiyip içip eğleniyorlardı, eğlence anlayışlarıda tam da böyle bir ahırda yaşayabilen insarlara göreydi. Kafayı bulmuş bir ayyaş garip garip hareketler yapıyordu, Bacon'a göre kötü bir fok taklidiydi bu. Çevresindeki insanlar da buna gülüyordu. "Amatör..." diye mırıldandı adamı izlerken. Kendisine sandaldaki gibi yine siyahi adam seslenmişti ilk olarak. Uyuz oluyordu bu adama. “Heey koca adam, hoş geldin. Yanaş da bizim moruğun iğrenç çorbasından bir kaşık tat!” demişti siyahi. Gözlerinin önünden bir kepçe geçmişti o anda, kafasını son anda geriye çekmese yüzüne geliyordu. Ani bir refleksle kepçenin geldiği yöne döndü ve yaşlı moruğu gördü. “Yavşak herif, akşama kuru ekmek bile yok sana!” diye bağırıyordu adam öfkeyle. Herkes kahkaha atıyordu, her boka gülüyordu bu adamlar. Rüyasındaki martı sesi ve çan bu gülüşlerin yanında hiçti artık. Öyle de nefret etmişti duymaktan. “Ona aldırma, sabahları çok öfkeli olur” dedi siyahi adam neşeyle. "Tıh!" diye umursamazca nefesini verdi Bacon, "Umrumda değil." Gözleriyle siyahi herifi izlemeye koyulmuştu tekrardan. Atıştığı ihtiyarın yanına gitmişti. Onların birbirini bıçaklamasını beklerken dumur olmuştu, aksine gülüşüyorlardı. Bu olay fazla sürdemen bir kase çorbayla geldi siyahi. Kendine doğru uzatılan kaseyi gören Bacon hiç düşünmeden iki eliyle kaseyi kaptı ve kafasına dikmeye başladı. Bu kadar açken kaşıklara ihtiyacı yoktu. Hem bu kadar ayının arasında görgü kurallarını düşünmek aptallık olurdu.
Sağ eliyle tam ekmeği kapmıştı Bacon. Kafası masaya eğik şekilde yemeğe akın ediyordu, etrafını görmüyordu bile. Ekmeği bitirmesi bir dakikasını bile almamıştı. Çorba bittiğinde oturduğu sandalyede geriye doğru yaslandı ve "Graaaa!" diye geğirdi gürültülüce. "İyi, iyi" diye göbeğini sıvazlıyordu tebessüm eder şekilde, keyfi yerindeydi. Sol koluyla ağzını sildi ve yavaş hareketlerle oturduğu yerden doğruldu. Gözleri siyahi herifi arıyordu. O'nu bulduğunda herkesin duymasını isteyerek yüksek sesle konuşmaya başlamıştı. "Yemek için teşekkürler baylar. Size minnettarlığımı göstermek için bir gösteri yapabilirim! Ne dersiniz haaa?"
Bu iri yarı adamların gücünü test etmenin vaktiydi artık. Bunun için kuduruyordu içten içe. Şu gidecekleri balina adası, akşam olmadan varacaklardı oraya duyduklarına göre. Oraya gitmeden önce bu heriflerin sınırını kendi gözleriyle görmek istiyordu. Canlarını koruyabilecek kadar güçlüler miydi, bunu öğrenmek istiyordu. "Eee, ben bir güreşçiydim de gençken. Bilirsiniz güreş tek başına yapılmaz Iğahaha! Hey sen, kara dostum! İnsanları biraz eğlendirelim ha ne dersin?!" Sağ eliyle çorba tabağını kapmıştı ve ağzına götürüp var gücüyle siyahinin suratına doğru üflemişti. Tabak onun suratına doğru giderken görüşüsünü kapatmaktı amacı, olduğu yerden sıçradı ve siyahi olan adamın suratına sağ eliyle bir yumruk geçirmek için hazırlandı. "Bu sadece bir oyun! Iğahaha!"
Misafir- Misafir
Geri: Hiddetin Şafağı (Bacon Grim) - Bitti
Bacon tam da aç birinden beklendiği gibi hızla bitirdi çorbasını. Görgüsüzlüğü salonun haliyle oldukça uyumluydu. Bitirdikten sonra bir de şiddetle geğirdi ki etrafındaki birkaçının gülmesine neden oldu. Sonra doğrulup göbeğini ovdu ve yüksek sesle konuştu: "Yemek için teşekkürler baylar. Size minnettarlığımı göstermek için bir gösteri yapabilirim! Ne dersiniz haaa?" Siyahi ve yanındaki diğeri eğlenmeye başlamıştı, diğer masaların dikkati de artık buradaydı. İhtiyar aşçı bile kepçesi elinde seyrediyordu burayı. Bacon kollarını iki yana açmış halde devam etti: "Eee, ben bir güreşçiydim de gençken. Bilirsiniz güreş tek başına yapılmaz Iğahaha! Hey sen, kara dostum! İnsanları biraz eğlendirelim ha ne dersin!?" Siyahi daha kaşlarını çatamadan Bacon elindeki tabağı suratına fırlatmış ve ardına hiç beklemeden yumruğu sallamıştı bile. "Bu sadece bir oyun! Iğahaha!" diye hırıldıyordu. Arkadan “Tarko!” diye bir feryat yükselmişti. Siyahinin adı buydu.
Tayfaların bir kısmı şaşkınlıklarını henüz atamamışken, çoğunluğu kahkahalarla gülmeye başlamıştı bile. Bazıları yanda nidalar patlatıyordu.
Siyahi şaşkınlığına mağlup olarak iki darbeyi de almış ve yüzü kanlar içinde yere serilmişti. Ancak şaşkınlığı üstünden atan Tarko, hızla yana yuvarlanarak keşmekeşten kaçtı. Derhal ayakları üstüne kalkıp eline taburelerden birini alarak hızla Bacon’a fırlattı gülerek. Tabure giderken çivili masalardan birini söküp fırlatacaktı iki metrelik iri adam. Balinalarla savaşan biri olarak oldukça hızlı ve dayanıklıydı. Rakibi koca masayı savuşturmaya uğraşırken de sağındaki fıçıya dayanmış halde duran kancalı zıpkın sırığıyla ayaklarından var gücüyle çekip sırtüstü yere serecek ve ayaklarıyla suratına şiddetli bir tekme gömerek bayıltacaktı Bacon’u.
Arkadan ihtiyarın sesi yükseldi: “Haydi koca adam, bitir şu lanet zencinin işini!” Tayfalar iyice ritim tutmaya başlamış, bağrışıyor, kahkahalar atıyor ve güneşin henüz yükselmiş olmasına aldırmadan romlarını içiyorlardı neşeyle.
Tayfaların bir kısmı şaşkınlıklarını henüz atamamışken, çoğunluğu kahkahalarla gülmeye başlamıştı bile. Bazıları yanda nidalar patlatıyordu.
Siyahi şaşkınlığına mağlup olarak iki darbeyi de almış ve yüzü kanlar içinde yere serilmişti. Ancak şaşkınlığı üstünden atan Tarko, hızla yana yuvarlanarak keşmekeşten kaçtı. Derhal ayakları üstüne kalkıp eline taburelerden birini alarak hızla Bacon’a fırlattı gülerek. Tabure giderken çivili masalardan birini söküp fırlatacaktı iki metrelik iri adam. Balinalarla savaşan biri olarak oldukça hızlı ve dayanıklıydı. Rakibi koca masayı savuşturmaya uğraşırken de sağındaki fıçıya dayanmış halde duran kancalı zıpkın sırığıyla ayaklarından var gücüyle çekip sırtüstü yere serecek ve ayaklarıyla suratına şiddetli bir tekme gömerek bayıltacaktı Bacon’u.
Arkadan ihtiyarın sesi yükseldi: “Haydi koca adam, bitir şu lanet zencinin işini!” Tayfalar iyice ritim tutmaya başlamış, bağrışıyor, kahkahalar atıyor ve güneşin henüz yükselmiş olmasına aldırmadan romlarını içiyorlardı neşeyle.
North Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 184
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Hiddetin Şafağı (Bacon Grim) - Bitti
Tarko'yu gafil avlamanın haklı gururunu yaşıyordu Bacon. Suratına tabağı geçirip o daha ne olduğunu anlamadan bir de yumruk patlatmıştı zavalla adamın suratına. Kalabalık da bu olaya çabuk reaksiyon göstermişti. Uğultular ve tezahürat sesleri kulağında çınlıyordu. Bu kanını iyice kaynatmış, onu ateşlemişti.
Kendini bağırışmalara kaptırdığı sırada rakibi kenidin toparlamış ve yerde yuvarlanarak tüymüştü ayaklarının ucundan. Kendisinden beklenmeyecek kadar seri ve hızlıydı. Ayağa kalktığı gibi taburelerden birini Bacon'un suratına doğru fırlatmıştı. Gardını düşürmesinin cezasını ağır kesmişti. Bacon gözlerine ışık tutulmuş tavşan gibi hareketsiz kalmıştı, kaçacak zamanı yoktu. Kollarını birleştirp çapraz tutarak suratına tuttu. Yüzünü korumak için kollarını siper etmişti, umduğu fazla hasar almamasıydı.
Taburenin acısanı kollarında hissettiği sırada ellerinin arkasından gördüğü, üzerine gelen masayı farketti. Şaşkınlığını gizleyememişti, suratı onu ele veriyordu. Adam yere çivili masayı karton parçası gibi söküp fırlatmıştı. Fazla zamanı kalmamıştı. Meyve gücünü kullanarak o büyüklükteki masayı uçurmayı bırak, yavaşlatması bile imkansızdı. Masanın şiddetini biraz olsun yavaşlatmak için kollarını yine suratında tutuyor ve gelen darbeyi karşılamaya hazırlanıyordu artık. Tüm bunları yaparken siyahi elemanın gülmesi onu heyecanlandırmıştı. Dişe dokunur bir rakipti bu, bu işten zevk alacaktı.
Masa vücuduna yapışmak üzereydi ki yere kapaklanmış buldu kendini Bacon. Masa onu ıskalayıp arkadaki adamlardan birine çarpabilir, ya da duvara vurup parçalanabilirdi. Ne olduğunu anlamak için kafasını kaldırmıştı o sırada. Ayağını zıpkının kancasına kaptırmıştı. “Haydi koca adam, bitir şu lanet zencinin işini!” İhtiyar aşçının sesini seçebilmişti o kadar gürültünün arasında. Gülümsedi ve "Merak etme moruk!" diye haykırdı Tarko suratına doğru sert bir tekme savururken. Kısa süre içinde yerde bulmuştu kendini ama o süre zarfında biraz toparlanacak gücü de bulabilmişti kendinde. Suratına doğru gelen tekmeyi iki eliyle kavramak için bir hamle yapmıştı. Başarabilirse siyahi adamın ayak bileğini sertçe büküp onun dengesini sarsacaktı. Bu fırsatı değerlendirerek de yerle temas eden ayağına sağ ayağıla bir çelme takıp yere düşürecekti onu. Tüm bunları yaparken aklından bu tekniğe isim vermişti bile. "Zenci kıran!" diye bağıracaktı tüm bunları yaparken. Tarko yere düşerse de iki ayağının tabanıyla onun gövdesinden sertçe itip kendinden uzaklaştıracak, geriye doğru bir takla atarak doğrulacaktı. Aralarındaki mesafe açılınca da rüzgarla dalgalanan pelerinini sol eliyle toparlayıp gard alacaktı. "Tarko düşüyoor!" diye dalga geçecekti rakibiyle. İsmini bağırışmalardan duymuştu.
Kahkahalar ve bağırışlar onun dövüş isteğini iyice harlıyordu. Bu kalabalık da en az kendi kader alev almıştı. Tecrübelerine, gördüklerine dayanarak böyle ateşli bir kalabalığın patlamaya hazır bomba olduğunun da farkındaydı. Bu yüzden ortamı kızıştırmak için arkasında gözü kapalı kahkaha atan adama dirseğiyle geçirecekti geriye takla attığında. O adam domino taşının ilki gibi büyük bir curcuna sağlayabilirdi. Herkes birbirine girince ortada karmaşık bir görsel şölen olabilirdi. Fırlayan masa birilerine gelmişse şayet bu da fitilin ateşlenmesini kolaylaştırabilirdi. Her şeye rağmen adrenalinin zevkini yaşıyordu o an, kavganın tadını çıkarıyordu.
Kendini bağırışmalara kaptırdığı sırada rakibi kenidin toparlamış ve yerde yuvarlanarak tüymüştü ayaklarının ucundan. Kendisinden beklenmeyecek kadar seri ve hızlıydı. Ayağa kalktığı gibi taburelerden birini Bacon'un suratına doğru fırlatmıştı. Gardını düşürmesinin cezasını ağır kesmişti. Bacon gözlerine ışık tutulmuş tavşan gibi hareketsiz kalmıştı, kaçacak zamanı yoktu. Kollarını birleştirp çapraz tutarak suratına tuttu. Yüzünü korumak için kollarını siper etmişti, umduğu fazla hasar almamasıydı.
Taburenin acısanı kollarında hissettiği sırada ellerinin arkasından gördüğü, üzerine gelen masayı farketti. Şaşkınlığını gizleyememişti, suratı onu ele veriyordu. Adam yere çivili masayı karton parçası gibi söküp fırlatmıştı. Fazla zamanı kalmamıştı. Meyve gücünü kullanarak o büyüklükteki masayı uçurmayı bırak, yavaşlatması bile imkansızdı. Masanın şiddetini biraz olsun yavaşlatmak için kollarını yine suratında tutuyor ve gelen darbeyi karşılamaya hazırlanıyordu artık. Tüm bunları yaparken siyahi elemanın gülmesi onu heyecanlandırmıştı. Dişe dokunur bir rakipti bu, bu işten zevk alacaktı.
Masa vücuduna yapışmak üzereydi ki yere kapaklanmış buldu kendini Bacon. Masa onu ıskalayıp arkadaki adamlardan birine çarpabilir, ya da duvara vurup parçalanabilirdi. Ne olduğunu anlamak için kafasını kaldırmıştı o sırada. Ayağını zıpkının kancasına kaptırmıştı. “Haydi koca adam, bitir şu lanet zencinin işini!” İhtiyar aşçının sesini seçebilmişti o kadar gürültünün arasında. Gülümsedi ve "Merak etme moruk!" diye haykırdı Tarko suratına doğru sert bir tekme savururken. Kısa süre içinde yerde bulmuştu kendini ama o süre zarfında biraz toparlanacak gücü de bulabilmişti kendinde. Suratına doğru gelen tekmeyi iki eliyle kavramak için bir hamle yapmıştı. Başarabilirse siyahi adamın ayak bileğini sertçe büküp onun dengesini sarsacaktı. Bu fırsatı değerlendirerek de yerle temas eden ayağına sağ ayağıla bir çelme takıp yere düşürecekti onu. Tüm bunları yaparken aklından bu tekniğe isim vermişti bile. "Zenci kıran!" diye bağıracaktı tüm bunları yaparken. Tarko yere düşerse de iki ayağının tabanıyla onun gövdesinden sertçe itip kendinden uzaklaştıracak, geriye doğru bir takla atarak doğrulacaktı. Aralarındaki mesafe açılınca da rüzgarla dalgalanan pelerinini sol eliyle toparlayıp gard alacaktı. "Tarko düşüyoor!" diye dalga geçecekti rakibiyle. İsmini bağırışmalardan duymuştu.
Kahkahalar ve bağırışlar onun dövüş isteğini iyice harlıyordu. Bu kalabalık da en az kendi kader alev almıştı. Tecrübelerine, gördüklerine dayanarak böyle ateşli bir kalabalığın patlamaya hazır bomba olduğunun da farkındaydı. Bu yüzden ortamı kızıştırmak için arkasında gözü kapalı kahkaha atan adama dirseğiyle geçirecekti geriye takla attığında. O adam domino taşının ilki gibi büyük bir curcuna sağlayabilirdi. Herkes birbirine girince ortada karmaşık bir görsel şölen olabilirdi. Fırlayan masa birilerine gelmişse şayet bu da fitilin ateşlenmesini kolaylaştırabilirdi. Her şeye rağmen adrenalinin zevkini yaşıyordu o an, kavganın tadını çıkarıyordu.
Misafir- Misafir
Geri: Hiddetin Şafağı (Bacon Grim) - Bitti
Tarko’nun fırlattığı tabureyi kollarını kavuşturarak engelleyen Bacon, tek saniye geçmeden üstüne gelen masayı da görememiş ve yuvarlak masayı tam enine karşılamıştı siper ettiği kollarıyla. İri adam oldukça büyük ve dayanıklıydı, canı acısa da yıkılmadı ancak masa ve tabureyi dikkat dağıtmak için hızla fırlatan Tarko’nun asıl hedeflediği bu devi yere yığmaktı ve başarılı da oldu. Zıpkının kancasıyla ayaklarından tüm kuvvetiyle çektiği gibi sırtüstü yere serildi Bacon. Düştüğünde reçineli tabanı parçalayacak gibiydi, çıkan tok ses tüm salonda yankılanmıştı.
Hızını bir an bile eksiltmeyen Tarko, rakibine çullanmak için dibinde biterek sağ ayağıyla Bacon’un suratına bir hamle yaptı. Ancak artık toparlanmış olan Bacon, Tarko’nun yüzüne gelen ayağını iki eliyle kavrayarak sertçe büktü ve itti geri doğru. Tarko, bileği tamamen bükülüp yürümez hale gelmesin diye ani bir refleksle vücudunu çevirdi ancak sağ yanında doğru Bacon’dan daha şiddetli şekilde yere çarpmaktan kurtulamadı. O düştüğünde bazı tayfalar artık tabanın çatlamaya başladığına emindi. Çıkan gürültü salonu zelzele misali titretmişti bu kez. Bacon onu yere gömerken var sesiyle “Zenci kıran!” diye bağırdı.
Bununla daha da neşelendi tayfa Bağrışmaları tüm gemiyi dolduruyor olmalıydı zira alt kata inenlerin sayısı artmaya başlamıştı ve herkes bu gördükleri karşısında yüksek sesle gülüp tam birer deniz adamı gibi kaba saba eğleniyordu.
Tarko’nun şiddetle yere kapaklanmasının ardından Bacon ayaklarıyla onu itti kendinden ve geriye doğru sıçrayarak ayaklandı. Tarko da bu fırsattan istifade ederek, inleye inleye de olsa ayaklanmayı başarmıştı hızla. Hala sırıtarak rakibine bakıyordu kanlı yüzüyle, Bacon’un dişli çıkması epey hoşuna gitmişti. Bacon ise ayaklandığı yerde muzip ve tehditkar sırıtışıyla kirlenmiş pelerinini önüne aldı tek eliyle, kalkanıyla savunmaya geçmiş bir piyade gibi duruyordu. “Tarko düşüyooor!” dedi alaylı alaylı, o sırıtışı tabure ve masayla biraz kanlanmış suratından eksilmiyordu. Tarko hafif bir titremeyle derin nefes alarak gülüyordu şimdi, bir kolunu kaldırmış rakibini beklerken. Ancak Bacon, ardında deliler gibi gülen tayfaya hiç bakmadan, dirseğiyle öylesine şiddetle vurdu ki koca adam sırtüstü yere kapaklandı. Burnu kırılmış ve kanlar fışkırmaya başlamıştı bile. Etrafındaki tayfalar iyice gülmeye başladı. İçlerinden biri atıldı: “Anlaşılan bu herifin kanı kaynıyor baylar! Şunu biraz serinletelim en iyisi ahahaha!” Gülüşmeler yükselirken öteki katıldı bu sözlere: “Avcı usulü!” kahkahaları çok şiddetliydi. Sonra bir diğeri bağırdı öte taraftan: “Büyük fıçıyı getirin!”
Şimdi hepsi hem gülüyor, hem Bacon’un üstüne yürüyorlardı. Az önce yere kapaklanıp burnu kırılan da gülerek Bacon’a bakıyordu. Tarko ise muzip bir yüz ifadesiyle hala titreyerek gülüyor, bir yandan da başını sallıyordu. Gardını indirmiş, kendini tamamen gülmesine ve tehditkar bakışlarına vermişken etraftaki herkes Bacon’un üstüne çullanmaya başladı. Bacon daha ne olduğunu anlayamadan kolları, bacakları, başı, gövdesi ve vücudunun geriye kalan her yeri kuvvetli adamlarca zapt edilmişti bile.
O kıvranırken deponun karanlık sağ dehlizlerinden birkaç kişi çıkageldi sürüyerek getirdikleri koca bir fıçıyla. Bacon kıvrandıkça karnına hafif yumruklar alıyordu. Fıçıyı getirenler bir levye ile kapağını açtı, altından fıçıyı neredeyse ağzına dek doldurmuş kirli beyaz bir sıvımsı göründü. Bir süngerden daha dengesiz halde titreşiyordu üst tabakası, tam erimemiş veya tam donmamış hayvan yağı gibiydi. Bacon onlarca tayfanın elinde kıvranırken kahkahalar ve gürültü ile koca adamı tepetaklak fıçıya soktular. Fıçıdan taşan kirli beyaz şeyler tabana çarparken tiz tok, yapışan bir ses çıkarıyordu. Şapır şupur sesler, alışık olmayanı oracıkta kusturabilirdi ve kokusu dayanılmazdı. Çürümüş cesetler, kurtlanmış meyveler, bozulmuş balıklar veya iğrenç yumurta çürüğü gibi, belki de daha fenası.
Bacon beline kadar girdiği fıçıdan çıkarılınca tanınacak halde değildi. Tayfalar yüksek gürültüyle gülüyor, bağrışıyor, içiyordu bir yandan: “Artık sen de balina avcısısın koca adam! Ahahahaha!” her yerden buna benzer cümleler yükselirken içeri giren birinin gür sesiyle kendine geldi herkes. “Sabah sabah ne bu gevşeklik baylar! Birkaç saatimiz kaldı ve bu gemi kendiliğinden gitmiyor.” Elinde kıvrılmış bir gazete ile alt kata inen, yardımcı kaptan Denve idi. Çoğu zaman kibar biri olan Denve, bu gürültüye daha fazla katlanamamış olsa gerekti ki nadiren indiği alt kata kadar inmiş ve tayfalarını doğrudan uyarma gereği duymuştu. Devam etti sözlerine bakışları atlattıktan sonra: “İçmeyi bırakın sabah sabah, daha kaç kez söylemem gerek. Rüzgar böyle devam ederse ikindiye varmadan yetişmiş oluruz. Vardığımızda istediğiniz kadar kudurabilirsiniz. Şimdi herkes görev başına.” Sonra üstü başı balina yağına bulanmış Bacon’a baktı, hafifçe gülümsemesine engel olamadı: “Misafir yolcuyu da rahat bırakın artık.” Arkasını döndü, gazeteyi diğer eline neşeyle vurarak ilerledi, merdivenden hızla tırmanıp üst kata çıkarak gözden kayboldu. Tayfalar da artık eğlencenin bittiğini anlayıp hızla salonu terk etmeye başladı.
Hala gülümseyen Tarko, yerde kalan Bacon’u kaldırmak için hamle haptı, yağla kaplanmış kaygan kollarından tuttu kısmen nasırlı elleriyle ve var gücüyle kalkmasına yardım etti. “Hadi ahbap. Bizimkileri takma kafana, derin denizlere inen herkes biraz çatlaktır bilirsin.”
Tarko
Rp out:
Hızını bir an bile eksiltmeyen Tarko, rakibine çullanmak için dibinde biterek sağ ayağıyla Bacon’un suratına bir hamle yaptı. Ancak artık toparlanmış olan Bacon, Tarko’nun yüzüne gelen ayağını iki eliyle kavrayarak sertçe büktü ve itti geri doğru. Tarko, bileği tamamen bükülüp yürümez hale gelmesin diye ani bir refleksle vücudunu çevirdi ancak sağ yanında doğru Bacon’dan daha şiddetli şekilde yere çarpmaktan kurtulamadı. O düştüğünde bazı tayfalar artık tabanın çatlamaya başladığına emindi. Çıkan gürültü salonu zelzele misali titretmişti bu kez. Bacon onu yere gömerken var sesiyle “Zenci kıran!” diye bağırdı.
Bununla daha da neşelendi tayfa Bağrışmaları tüm gemiyi dolduruyor olmalıydı zira alt kata inenlerin sayısı artmaya başlamıştı ve herkes bu gördükleri karşısında yüksek sesle gülüp tam birer deniz adamı gibi kaba saba eğleniyordu.
Tarko’nun şiddetle yere kapaklanmasının ardından Bacon ayaklarıyla onu itti kendinden ve geriye doğru sıçrayarak ayaklandı. Tarko da bu fırsattan istifade ederek, inleye inleye de olsa ayaklanmayı başarmıştı hızla. Hala sırıtarak rakibine bakıyordu kanlı yüzüyle, Bacon’un dişli çıkması epey hoşuna gitmişti. Bacon ise ayaklandığı yerde muzip ve tehditkar sırıtışıyla kirlenmiş pelerinini önüne aldı tek eliyle, kalkanıyla savunmaya geçmiş bir piyade gibi duruyordu. “Tarko düşüyooor!” dedi alaylı alaylı, o sırıtışı tabure ve masayla biraz kanlanmış suratından eksilmiyordu. Tarko hafif bir titremeyle derin nefes alarak gülüyordu şimdi, bir kolunu kaldırmış rakibini beklerken. Ancak Bacon, ardında deliler gibi gülen tayfaya hiç bakmadan, dirseğiyle öylesine şiddetle vurdu ki koca adam sırtüstü yere kapaklandı. Burnu kırılmış ve kanlar fışkırmaya başlamıştı bile. Etrafındaki tayfalar iyice gülmeye başladı. İçlerinden biri atıldı: “Anlaşılan bu herifin kanı kaynıyor baylar! Şunu biraz serinletelim en iyisi ahahaha!” Gülüşmeler yükselirken öteki katıldı bu sözlere: “Avcı usulü!” kahkahaları çok şiddetliydi. Sonra bir diğeri bağırdı öte taraftan: “Büyük fıçıyı getirin!”
Şimdi hepsi hem gülüyor, hem Bacon’un üstüne yürüyorlardı. Az önce yere kapaklanıp burnu kırılan da gülerek Bacon’a bakıyordu. Tarko ise muzip bir yüz ifadesiyle hala titreyerek gülüyor, bir yandan da başını sallıyordu. Gardını indirmiş, kendini tamamen gülmesine ve tehditkar bakışlarına vermişken etraftaki herkes Bacon’un üstüne çullanmaya başladı. Bacon daha ne olduğunu anlayamadan kolları, bacakları, başı, gövdesi ve vücudunun geriye kalan her yeri kuvvetli adamlarca zapt edilmişti bile.
O kıvranırken deponun karanlık sağ dehlizlerinden birkaç kişi çıkageldi sürüyerek getirdikleri koca bir fıçıyla. Bacon kıvrandıkça karnına hafif yumruklar alıyordu. Fıçıyı getirenler bir levye ile kapağını açtı, altından fıçıyı neredeyse ağzına dek doldurmuş kirli beyaz bir sıvımsı göründü. Bir süngerden daha dengesiz halde titreşiyordu üst tabakası, tam erimemiş veya tam donmamış hayvan yağı gibiydi. Bacon onlarca tayfanın elinde kıvranırken kahkahalar ve gürültü ile koca adamı tepetaklak fıçıya soktular. Fıçıdan taşan kirli beyaz şeyler tabana çarparken tiz tok, yapışan bir ses çıkarıyordu. Şapır şupur sesler, alışık olmayanı oracıkta kusturabilirdi ve kokusu dayanılmazdı. Çürümüş cesetler, kurtlanmış meyveler, bozulmuş balıklar veya iğrenç yumurta çürüğü gibi, belki de daha fenası.
Bacon beline kadar girdiği fıçıdan çıkarılınca tanınacak halde değildi. Tayfalar yüksek gürültüyle gülüyor, bağrışıyor, içiyordu bir yandan: “Artık sen de balina avcısısın koca adam! Ahahahaha!” her yerden buna benzer cümleler yükselirken içeri giren birinin gür sesiyle kendine geldi herkes. “Sabah sabah ne bu gevşeklik baylar! Birkaç saatimiz kaldı ve bu gemi kendiliğinden gitmiyor.” Elinde kıvrılmış bir gazete ile alt kata inen, yardımcı kaptan Denve idi. Çoğu zaman kibar biri olan Denve, bu gürültüye daha fazla katlanamamış olsa gerekti ki nadiren indiği alt kata kadar inmiş ve tayfalarını doğrudan uyarma gereği duymuştu. Devam etti sözlerine bakışları atlattıktan sonra: “İçmeyi bırakın sabah sabah, daha kaç kez söylemem gerek. Rüzgar böyle devam ederse ikindiye varmadan yetişmiş oluruz. Vardığımızda istediğiniz kadar kudurabilirsiniz. Şimdi herkes görev başına.” Sonra üstü başı balina yağına bulanmış Bacon’a baktı, hafifçe gülümsemesine engel olamadı: “Misafir yolcuyu da rahat bırakın artık.” Arkasını döndü, gazeteyi diğer eline neşeyle vurarak ilerledi, merdivenden hızla tırmanıp üst kata çıkarak gözden kayboldu. Tayfalar da artık eğlencenin bittiğini anlayıp hızla salonu terk etmeye başladı.
Hala gülümseyen Tarko, yerde kalan Bacon’u kaldırmak için hamle haptı, yağla kaplanmış kaygan kollarından tuttu kısmen nasırlı elleriyle ve var gücüyle kalkmasına yardım etti. “Hadi ahbap. Bizimkileri takma kafana, derin denizlere inen herkes biraz çatlaktır bilirsin.”
Tarko
- Spoiler:
Rp out:
- Spoiler:
- Hız ve farkındalığın düşük olduğundan Tarko'dan hızla gelen üç hamleyi de aldın. Dayanıklılığın yüksek olduğundan bunlar ciddi etki yapmadı ve hızlı toparlandın.
Ek: kavga bitti zaten, çok uzamıştı. Yeni maceralara atılalım.
North Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 184
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Hiddetin Şafağı (Bacon Grim) - Bitti
Tarko’nun işini bitirdiğini düşünüyordu artık, ama hesaba katmadığı şey onun aygır gibi güçlü olmasıydı. İnliye inliye de olsa doğrulmuştu o kadar darbeden sonra. Suratındaki tehditkar gülümsemeyle kendisine meydan okuyordu. Ona istediğini verecekti Bacon. Pelerinini önüne almışken boğayı köşeye sıkıştırmış bir matador gibiydi. Seyirciye yeterince görsel şölen yaratmıştı ve artık sıra öldürücü vuruştaydı. Dışardan bakıldığında ise kimin kimi köşeye sıkıştırdığını söylemek imkansızdı, Bacon’da en az Tarko kadar bitik durumdaydı.
Yüzünden çenesine doğru akan kan selini tattı diliyle ve sakince sırıttı. Dışardan izleyen gözlerin de olaya dahil olma sırasının geldiğini düşünüyordu. Arkasında duran adama hiç düşünmeden pelerininin arkasından geçirmişti dirseği. Adamın burnu çatırdamış ve yeri yalamıştı. Yere yapıştığına çatırdayan zemin, kırılan kemikler canlandırmıştı Bacon’un beyninde. Yüzü ekşimişti. Zemin artık miladını dolduruyordu, iki boğanın tepinmesinden gemi de nasiplenmişti. Kendi yere çakıldığında da tüm oda inlemişti. O an bir şey hissetmemiş olsa da acı artık kendini göstermeye karar vermiş gibiydi, sırtı boydan boya sızlıyordu.
Odak noktasındaki Tarko’ya kenetlenmişti artık. Tüm konsantrasyonunu toplamıştı “Anlaşılan bu herifin kanı kaynıyor baylar! Şunu biraz serinletelim en iyisi ahahaha!” diye bir ses altüst etmeden önce. Ne olduğunu anlamak için meraklı gözleri bir sağa bir sola gidip geliyordu. Çevresindeki adamlar üzerine doğru gelmeye başlamıştı. “Avcı usulü!” dedi içlerinden biri diğerlerine, ardından başka biri “Büyük fıçıyı getirin!” dedi. Bir bok anlamamıştı dediklerinden, sudan çıkmış balık gibiydi o an. Ne fıçısından bahsediyorlardı? Tek bildiği işler düşündüğünden ters gitmişti. Bu amcıkların birbirine girmesi gerekiyordu, lanet olsun diye geçiriyordu içinden. Onlar gülerek üzerine gelirken o eskisi kadar keyifli değildi. Bu aynadaki yansımasının kendine saldırması gibiydi. Sırıtarak üzerine gelen yüzlerde kendini görüyordu ve bu rahatsız ediciydi. Yapabildiği tek şey tedirgin adımlarla kendi etrafında dönmekti.
Sonunda korktuğu an başına gelmişti. Kalabalık aç kurtlar gibi üzerine uçuşmuştu birden. Daha ne olduğunu anlamadan zincirlenmiş vaziyetti buldu kendini. Kollarını, bacaklarını, gövdesini kaptırmıştı demirci bilekli adamlara. Hareket etmek için deli gibi debelense de anca parmağını oynatacak vaziyetteydi artık. Dişlerini var gücüyle sıkıyordu, tüm vücudundaki kaslar da gerilmişti bu esnada. Çaresiz şekilde “Bırakın!” diye bağırıyordu, ama kimsenin bırakmaya niyeti yoktu. Üç kişi tarafından üzerine doğru sürülen fıçıyı fark etmişti. Bahsettikleri fıçının bu olduğunu anlamıştı hemen. O fıçının içinde ne olduğunu görmeye hiç niyeti yoktu, bu yüzden var gücüyle debelenmeye devam etmişti. Karnında acımasız yumrukları hissettiğinde ise yere kan tükürüyordu artık. Kafası yere eğilmişken fıçıdan akan o yapışkan sıvının dayanılmaz kokusu burun deliklerine hücum etti. Midesi ağzına gelecek gibi olmuştu ve tekrar kan tükürdü. Ceset kokusuna alışık olduğu halde o an bu koku dayanılmayacak derecede kötü gelmişti burnuna. Zemin ayaklarından kaymıştı o an ve oda etrafında dönüyordu. Kokudan değildi bu, tepe taklak çevrilmiş ve fıçının içine batırılmıştı. “Artık sen de balina avcısısın koca adam! Ahahahaha!” batırıldığı fıçıdan çıkarıldığında ilk duyduğu şey buydu. Sinirden köpürecek gibi olsa da o anki mide bulantısı ve baş dönmesiyle adım atacak dermanı kalmamıştı.
“Sabah sabah ne bu gevşeklik baylar! Birkaç saatimiz kaldı ve bu gemi kendiliğinden gitmiyor." Ah, kurtarıcı melek gibi imdadına yetişmişti bu sözlerle sahnede boy gösteren adam. Başındaki sinekleri def etmişti hemen. Artık derin derin nefes alacak ve rahatlayacaktı Bacon. “İçmeyi bırakın sabah sabah, daha kaç kez söylemem gerek. Rüzgar böyle devam ederse ikindiye varmadan yetişmiş oluruz. Vardığımızda istediğiniz kadar kudurabilirsiniz. Şimdi herkes görev başına.” Diye kalaylıyordu milleti herif. Normal şartlarda bu adamı deşerdi acımadın. Götü bu kadar kalkıktı ama güçlü müydü acaba? Her şeye rağmen gerçek düşüncelerini bastırarak minnet duymuştu o an bu herife. Sırıtarak “Misafir yolcuyu da rahat bırakın artık.” Dedikten sonra geldiği gibi gitmişti adam.
Başını kaldırıp etrafa bakacak gücü bulduğunda üzerine yürüyen Tarko’yu gördü. “Bitir işimi zenci” diyecekti ona, dövüşecek mecali kalmamıştı. Ama Tarko’nun düşmanca bir tavrı yoktu, nasırlı elleriyle Bacon’a kalkması için yardım ediyordu. “Hadi ahbap. Bizimkileri takma kafana, derin denizlere inen herkes biraz çatlaktır bilirsin.” Diye de temkinlerde bulunmayı ihmal etmiyordu tabii. Bu adamın her boka sergilediği o yapıcı tavırları çok sinir bozucu geliyordu Bacon'a. Mecali olsa çenesine yumruğu yapıştıracaktı. Doğrulduğunda baygın bakışlarla süzmeye başlamıştı Tarko'yu.
“İyi bir dövüştü. Güçlü rakiplere saygı duyarım. Daha sonra yarım kalan dövüşümüzü bitirelim.” Dedi, sesinde her zamanki tez canlılık yoktu. Savsak adımlarla ilerlemeye başlamıştı merdivenlere doğru. Artık kafası yerine gelip, daha sağlıklı düşündüğü için; elindeki dürdüğü gazeteyi götüne sokmayı istediği adama en ufak minnet duymuyordu. O herifin dediklerini sesli düşünüyordu. “Birkaç saat sonra karaya varacakmışız. Bana orda rehberlik etmende sorun olur mu kara dostum?” dedi, Tarko’ya doğru kafasını hafifçe çevirerek. Karaya ayak basmak için sabırsızlanıyordu artık. Bir haftaya yakındır gördüğü tek şey mavi deniz ve hırsız martıların çevresinde uçuştuğu bunaltıcı güneşti. Karaya ayak bastığı gibi de bu balina sikicilerin yakasından düşmek istiyordu.
Yüzünden çenesine doğru akan kan selini tattı diliyle ve sakince sırıttı. Dışardan izleyen gözlerin de olaya dahil olma sırasının geldiğini düşünüyordu. Arkasında duran adama hiç düşünmeden pelerininin arkasından geçirmişti dirseği. Adamın burnu çatırdamış ve yeri yalamıştı. Yere yapıştığına çatırdayan zemin, kırılan kemikler canlandırmıştı Bacon’un beyninde. Yüzü ekşimişti. Zemin artık miladını dolduruyordu, iki boğanın tepinmesinden gemi de nasiplenmişti. Kendi yere çakıldığında da tüm oda inlemişti. O an bir şey hissetmemiş olsa da acı artık kendini göstermeye karar vermiş gibiydi, sırtı boydan boya sızlıyordu.
Odak noktasındaki Tarko’ya kenetlenmişti artık. Tüm konsantrasyonunu toplamıştı “Anlaşılan bu herifin kanı kaynıyor baylar! Şunu biraz serinletelim en iyisi ahahaha!” diye bir ses altüst etmeden önce. Ne olduğunu anlamak için meraklı gözleri bir sağa bir sola gidip geliyordu. Çevresindeki adamlar üzerine doğru gelmeye başlamıştı. “Avcı usulü!” dedi içlerinden biri diğerlerine, ardından başka biri “Büyük fıçıyı getirin!” dedi. Bir bok anlamamıştı dediklerinden, sudan çıkmış balık gibiydi o an. Ne fıçısından bahsediyorlardı? Tek bildiği işler düşündüğünden ters gitmişti. Bu amcıkların birbirine girmesi gerekiyordu, lanet olsun diye geçiriyordu içinden. Onlar gülerek üzerine gelirken o eskisi kadar keyifli değildi. Bu aynadaki yansımasının kendine saldırması gibiydi. Sırıtarak üzerine gelen yüzlerde kendini görüyordu ve bu rahatsız ediciydi. Yapabildiği tek şey tedirgin adımlarla kendi etrafında dönmekti.
Sonunda korktuğu an başına gelmişti. Kalabalık aç kurtlar gibi üzerine uçuşmuştu birden. Daha ne olduğunu anlamadan zincirlenmiş vaziyetti buldu kendini. Kollarını, bacaklarını, gövdesini kaptırmıştı demirci bilekli adamlara. Hareket etmek için deli gibi debelense de anca parmağını oynatacak vaziyetteydi artık. Dişlerini var gücüyle sıkıyordu, tüm vücudundaki kaslar da gerilmişti bu esnada. Çaresiz şekilde “Bırakın!” diye bağırıyordu, ama kimsenin bırakmaya niyeti yoktu. Üç kişi tarafından üzerine doğru sürülen fıçıyı fark etmişti. Bahsettikleri fıçının bu olduğunu anlamıştı hemen. O fıçının içinde ne olduğunu görmeye hiç niyeti yoktu, bu yüzden var gücüyle debelenmeye devam etmişti. Karnında acımasız yumrukları hissettiğinde ise yere kan tükürüyordu artık. Kafası yere eğilmişken fıçıdan akan o yapışkan sıvının dayanılmaz kokusu burun deliklerine hücum etti. Midesi ağzına gelecek gibi olmuştu ve tekrar kan tükürdü. Ceset kokusuna alışık olduğu halde o an bu koku dayanılmayacak derecede kötü gelmişti burnuna. Zemin ayaklarından kaymıştı o an ve oda etrafında dönüyordu. Kokudan değildi bu, tepe taklak çevrilmiş ve fıçının içine batırılmıştı. “Artık sen de balina avcısısın koca adam! Ahahahaha!” batırıldığı fıçıdan çıkarıldığında ilk duyduğu şey buydu. Sinirden köpürecek gibi olsa da o anki mide bulantısı ve baş dönmesiyle adım atacak dermanı kalmamıştı.
“Sabah sabah ne bu gevşeklik baylar! Birkaç saatimiz kaldı ve bu gemi kendiliğinden gitmiyor." Ah, kurtarıcı melek gibi imdadına yetişmişti bu sözlerle sahnede boy gösteren adam. Başındaki sinekleri def etmişti hemen. Artık derin derin nefes alacak ve rahatlayacaktı Bacon. “İçmeyi bırakın sabah sabah, daha kaç kez söylemem gerek. Rüzgar böyle devam ederse ikindiye varmadan yetişmiş oluruz. Vardığımızda istediğiniz kadar kudurabilirsiniz. Şimdi herkes görev başına.” Diye kalaylıyordu milleti herif. Normal şartlarda bu adamı deşerdi acımadın. Götü bu kadar kalkıktı ama güçlü müydü acaba? Her şeye rağmen gerçek düşüncelerini bastırarak minnet duymuştu o an bu herife. Sırıtarak “Misafir yolcuyu da rahat bırakın artık.” Dedikten sonra geldiği gibi gitmişti adam.
Başını kaldırıp etrafa bakacak gücü bulduğunda üzerine yürüyen Tarko’yu gördü. “Bitir işimi zenci” diyecekti ona, dövüşecek mecali kalmamıştı. Ama Tarko’nun düşmanca bir tavrı yoktu, nasırlı elleriyle Bacon’a kalkması için yardım ediyordu. “Hadi ahbap. Bizimkileri takma kafana, derin denizlere inen herkes biraz çatlaktır bilirsin.” Diye de temkinlerde bulunmayı ihmal etmiyordu tabii. Bu adamın her boka sergilediği o yapıcı tavırları çok sinir bozucu geliyordu Bacon'a. Mecali olsa çenesine yumruğu yapıştıracaktı. Doğrulduğunda baygın bakışlarla süzmeye başlamıştı Tarko'yu.
“İyi bir dövüştü. Güçlü rakiplere saygı duyarım. Daha sonra yarım kalan dövüşümüzü bitirelim.” Dedi, sesinde her zamanki tez canlılık yoktu. Savsak adımlarla ilerlemeye başlamıştı merdivenlere doğru. Artık kafası yerine gelip, daha sağlıklı düşündüğü için; elindeki dürdüğü gazeteyi götüne sokmayı istediği adama en ufak minnet duymuyordu. O herifin dediklerini sesli düşünüyordu. “Birkaç saat sonra karaya varacakmışız. Bana orda rehberlik etmende sorun olur mu kara dostum?” dedi, Tarko’ya doğru kafasını hafifçe çevirerek. Karaya ayak basmak için sabırsızlanıyordu artık. Bir haftaya yakındır gördüğü tek şey mavi deniz ve hırsız martıların çevresinde uçuştuğu bunaltıcı güneşti. Karaya ayak bastığı gibi de bu balina sikicilerin yakasından düşmek istiyordu.
Misafir- Misafir
1 sayfadaki 4 sayfası • 1, 2, 3, 4
Similar topics
» Avcı'nın Masalları(John Graywolf) - Bitti
» Yeni Bir Başlangıç [Bacon Grim - Agachak Groli]
» E.N.D Zac En Değersizi Zac[Bitti]
» Donsuz Zebaniler (Bacon - Akubaru - Groli - Belle)
» Genç Avcı (John Graywolf) - Bitti
» Yeni Bir Başlangıç [Bacon Grim - Agachak Groli]
» E.N.D Zac En Değersizi Zac[Bitti]
» Donsuz Zebaniler (Bacon - Akubaru - Groli - Belle)
» Genç Avcı (John Graywolf) - Bitti
1 sayfadaki 4 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz