Hiddetin Şafağı (Bacon Grim) - Bitti
2 sayfadaki 4 sayfası
2 sayfadaki 4 sayfası • 1, 2, 3, 4
Geri: Hiddetin Şafağı (Bacon Grim) - Bitti
Joan Denve, kaptanın kamarasından çıkarken gülüyordu. Çatlak herif acayip maceralarından birini anlatmıştı yardımcı kaptanına ve sabah sabah ikisi de bir iki kadeh yuvarlamıştı. Denve sakin adımlarla boş güvertede ilerlerken alt kattan gürültüler duydu. Her toplandıklarında gürültü yapan tayfasıydı yine, pek umursamadan ilerledi. Uçarak güverteye konan çantalı büyük kuşu görünce atıldı hemen. Kesesine birkaç bozukluk attıktan sonra kuşun büyük çantasından bir gazete çıkardı ve ilk sayfadan okumaya başladı. Gazeteci kuşlar derin denizlere sık uğrayamadığı için olanlardan habersiz kalmak onu huzursuz ederdi genelde, etrafında neler olup bittiğini öğrenmek isterdi.
Kuştan aldığı, sadece Kuzey Mavi için yayın yapan Weekly Polaris gazetesiydi. İlk sayfasında gördüğü karşısında hayrete düştü: “RAPPU İSYANI BASTIRILDI” Haftalardır açık denizdeydi ve duyduğu ilk haber, sıkça uğradığı Rappu’nun bir karmaşaya sürüklendiği ve binlerce insanın katledildiğiydi. Hem de kralın en güvendiği birliği Kızıl Diş’in bazı subaylarınca başlatılan bir iç savaşla. Kral Loyald iç savaştan galip çıkmış, ancak ülke büyük bir yara alarak felakete sürükleniyordu habere göre. Birkaç gün öncenin haberi olmalıydı, zira elindeki gazete haftalık çıkıyordu ve haberde isyandan bitmiş olarak bahsediliyor ve bunun etkileri anlatılıyordu. Rappu’da huzur kalmamış, Kızıl Diş’in çöküşünü duyan korsanlar, ada çevresindeki efsanevi altınlar için adeta akın etmişti gazetenin yazdığına göre. Denve bir iç çekti ve haberin detaylarına bakmaya devam etti. Kızıl Diş’in bazı subaylarının tamamen vahşileştiği ve asker sivil ayırmadan yüzlerce insan katlettikleri ve bazılarının hala yaşıyor oldukları yazılıydı bir köşede. Haberin altında ise o subayların fotoğrafları… Kral tarafından başlarına ödül konmuştu ve sadece ölü aranıyorlardı. Bu fotoğraflardan, altında Bacon Grim yazana baktı dikkatle, kızıl kıyafetler ve armalı geniş şapkanın altından bakan hiddetli yüzü çok tanıdık gelmişti, ancak çıkaramıyordu. Altında ise açıklaması vardı fotoğrafın: “ARANIYOR – SADECE ÖLÜ – 3.000.000 B”
Kaptan kamarasına yöneldi ve yürümeye başladı, ancak alt kattan gelen şiddetli gürültü artık rahatsız etmeye başlamıştı. Gazeteyi iki eliyle dürdü ve alt kata inmek için hangar kapağını kaldırdı…
…
Bacon üstüne sinen koku ve iğrenç balina yağından kusacak gibiydi. Tüm kıyafetleri tamamen batmış, balina yağının çekiciliğiyle güvertedeki bütün pislikler üstüne başına serilmişti. Bu haldeki kıyafetleri ve dayanılmaz kokusuyla duramazdı daha fazla.
Tarko onu kaldırırken Bacon konuştu bezgince: “İyi bir dövüştü. Güçlü rakiplere saygı duyarım. Daha sonra yarım kalan dövüşümüzü bitirelim.” Tarko gülerek evet anlamında başını salladı ve çekip kaldırdı koca adamı, ağzına kadar dolu bir yağ fıçısı kadar ağırdı herif. Tarko hoşlanmıştı bu çatlak adamdan, neşeli ve arzu dolu bulmuştu. Gemilerine bindiğinden beri de iyi eğlenmişti bu herif sayesinde. Ayakları üstüne dikilen Bacon, mırıldanarak devam etti sözlerine: “Birkaç saat sonra karaya varacakmışız. Bana orada rehberlik etmende sorun olur mu kara dostum?” Tarko biraz şaşırmıştı, bir an sonra başını salladı ve “Tabi ki koca adam, zaten varınca yapacak çok bir şeyim yok. Paramı alıp birkaç gün eğlenmeyi düşünüyordum tuhaf yerlere, belki sen de bana katılırsın ha. Eminim uğradığım yerler hoşuna gider. Hahahaha!” İmalı gülmesi bittikten sonra yürürken konuşmasına devam etti, “Ama önce şu üstünü başını bir halledelim. Bu halde Numien’de bir kahraman gibi karşılanırsın tabi, ama sen pek de dayanacak gibi durmuyorsun. İnsan olan dayanamaz zaten. Lanet olası balinalar, tanrının bize bir şakası gibi bu yaratıklar. Dışı saf güzellik, içi lağım çukuru gibi kaygan piç kurularının! Hahaha!.. Normalde seni temizlemek için denize atardım da koca dostum, o tuhaf meyvelerden yemiş biri için bu pek de iyi olmazdı sanırım.” Bunları söylerken aralarda gülüyor ve Bacon’un tepkilerine seviniyordu, “Anlamadığımı mı sandın yoksa? Tam tepene çökmüşken pruvadan nasıl kaçtığını gördüm, o ne nefesti öyle! Kavganın başında o tabağı da aynı şekilde suratıma üfledin. Bu ya büyücülük ya da o şeytani güçler veren iğrenç meyvelerden gelme. Hahahaha!”
Bacon kıç güvertesinin alt katlarında temizlendi ve tayfalardan birinin kıyafetlerini giydi. Yağa bulanmış eski kıyafetleri de bir güzel yakıldı neşeli tayfa tarafından. Balina yağının inanılmaz yanıcılığını göstermek istiyorlardı Bacon’a.
Bacon, üstüne kirli beyazdan düğmesiz ve üst yakası açık bir gömlek atmış, altına koyu kahve tonlarda, ona kısa gelen bir pantolon giymiş ve kısa kalan kısmı da tayfanın en iri adamının çizmeleriyle kapatmıştı. Pantolonu ile gömleği arasına sıkı bir kuşak bağlamıştı ve en üstüne de vücudunu tam saran bir uzun ceket vardı. Dağınık saçlarını kapatmak için siyah bandana kullanmıştı. Tüm kıyafetleri kirliydi ve kokuyordu, ancak balina yağına bulanmış eski kıyafetlerinin yanında bu koku cennet bahçesinden çıkmış gibiydi.
Güneş batıya iyice sarkmış ve batmasına birkaç saat kalmışken Numien’e vardı koca avcı gemisi. Numien adasının büyük balina limanında, onlarca başka geminin arasına demirlemişlerdi. Kaptan Ohab’ın Beyaz Felaket gemisinin demirlediğini görenler oraya toplanmış ve güzelce karşılamışlardı amansız kaptan ile tayfasını. Kaptan Ohab Giorgi ve ikinci kaptan Joan Denve, gemiden birlikte inip Ballinoil binasına gitmişlerdi. Onların ardından da yağları indirdikten sonra bir yığın tayfa daha gidecekti aynı binaya, paralarını almak için.
Numien kuzeyde, oldukça soğuk bir adaydı ve bu mevsimde çoğu zaman olduğu gibi havası kısmen bulutlarla kaplıydı. Büyük taş limanı saran ahşap iskeleler arasında koca gemiler ve onlarca balıkçı teknesi vardı. Liman tamamen karaydı ve taşları keskin yeşilden yosunlanmıştı. Her tarafında insanlar görgüsüzce bağrışıyor, koşturuyor ve iğrenç kokuyordu. Limanın ardında ise kimi orta yükseklikte, kimi alçak taş binalar ve aralarında kalan taş döşeli sokaklar ve caddeler uzanıyordu liman meydanının ardından. Şehrin en göze çarpan rengi mat bir siyahtı. Sokaklarında insanlar koşturuyor; geniş caddelerinde dükkanlarından dışarı sarkanlar, dükkanları gezenler, atlı arabalarla dolaşanlar, taşınır tezgahlarda bir şeyler satanlar fır dönüyordu. Liman meydanının sonunda, iki yanına büyükçe caddeler açılan dört katlı ve diğer binalara göre geniş Ballinoil şirket binası yükseliyordu. Beyaz ve siyah taştan karışık inşa edilmişti zamanında, ancak adanın şartlarıyla şimdi iki taşın rengi kolayca ayırt edilemeyecek kadar benzeşmişti. Siyah taşlar matlaşmış, beyaz taşlar kirlenerek kararmıştı. Geniş ön cephesinden üst üste geniş pencereler bakıyordu limana, büyük giriş kapısının üstünde beyaz boyalı taşlarla kocaman bir “BALLİNOİL ŞİRKETİ” yazıyordu kıvrılmış şekilde. Yazının altına ise sudan yarı çıkmış öfkeyle bakan bir balina işlenmişti.
Yağların indirilmesi bittiğinde Tarko Bacon’a döndü ve konuştu, “Ben şirkete gitmeliyim şimdi, haftalardır denizdeyiz ve mükafatımızı alma zamanı geldi. Bu dolu geçen yolculuk için bir milyon alacağım. İstersen sen de benimle gel. Veya şu ilerideki caddenin girişinde gördüğün bara git, biraz iç ve eğlen. Ben de sana katılırım sonra. Ardından söz verdiğim gibi sana rehberlik ederim bu tekinsiz şehirde.” Sonra adamın eline bir yirmi binlik sıkıştırdı, “Bu da fıçıları taşımamıza yardım ettiğin için ahbap. İçmeye niyetin varsa ilki benden olsun hahaha!”
Rp Out:
Kuştan aldığı, sadece Kuzey Mavi için yayın yapan Weekly Polaris gazetesiydi. İlk sayfasında gördüğü karşısında hayrete düştü: “RAPPU İSYANI BASTIRILDI” Haftalardır açık denizdeydi ve duyduğu ilk haber, sıkça uğradığı Rappu’nun bir karmaşaya sürüklendiği ve binlerce insanın katledildiğiydi. Hem de kralın en güvendiği birliği Kızıl Diş’in bazı subaylarınca başlatılan bir iç savaşla. Kral Loyald iç savaştan galip çıkmış, ancak ülke büyük bir yara alarak felakete sürükleniyordu habere göre. Birkaç gün öncenin haberi olmalıydı, zira elindeki gazete haftalık çıkıyordu ve haberde isyandan bitmiş olarak bahsediliyor ve bunun etkileri anlatılıyordu. Rappu’da huzur kalmamış, Kızıl Diş’in çöküşünü duyan korsanlar, ada çevresindeki efsanevi altınlar için adeta akın etmişti gazetenin yazdığına göre. Denve bir iç çekti ve haberin detaylarına bakmaya devam etti. Kızıl Diş’in bazı subaylarının tamamen vahşileştiği ve asker sivil ayırmadan yüzlerce insan katlettikleri ve bazılarının hala yaşıyor oldukları yazılıydı bir köşede. Haberin altında ise o subayların fotoğrafları… Kral tarafından başlarına ödül konmuştu ve sadece ölü aranıyorlardı. Bu fotoğraflardan, altında Bacon Grim yazana baktı dikkatle, kızıl kıyafetler ve armalı geniş şapkanın altından bakan hiddetli yüzü çok tanıdık gelmişti, ancak çıkaramıyordu. Altında ise açıklaması vardı fotoğrafın: “ARANIYOR – SADECE ÖLÜ – 3.000.000 B”
Kaptan kamarasına yöneldi ve yürümeye başladı, ancak alt kattan gelen şiddetli gürültü artık rahatsız etmeye başlamıştı. Gazeteyi iki eliyle dürdü ve alt kata inmek için hangar kapağını kaldırdı…
…
Bacon üstüne sinen koku ve iğrenç balina yağından kusacak gibiydi. Tüm kıyafetleri tamamen batmış, balina yağının çekiciliğiyle güvertedeki bütün pislikler üstüne başına serilmişti. Bu haldeki kıyafetleri ve dayanılmaz kokusuyla duramazdı daha fazla.
Tarko onu kaldırırken Bacon konuştu bezgince: “İyi bir dövüştü. Güçlü rakiplere saygı duyarım. Daha sonra yarım kalan dövüşümüzü bitirelim.” Tarko gülerek evet anlamında başını salladı ve çekip kaldırdı koca adamı, ağzına kadar dolu bir yağ fıçısı kadar ağırdı herif. Tarko hoşlanmıştı bu çatlak adamdan, neşeli ve arzu dolu bulmuştu. Gemilerine bindiğinden beri de iyi eğlenmişti bu herif sayesinde. Ayakları üstüne dikilen Bacon, mırıldanarak devam etti sözlerine: “Birkaç saat sonra karaya varacakmışız. Bana orada rehberlik etmende sorun olur mu kara dostum?” Tarko biraz şaşırmıştı, bir an sonra başını salladı ve “Tabi ki koca adam, zaten varınca yapacak çok bir şeyim yok. Paramı alıp birkaç gün eğlenmeyi düşünüyordum tuhaf yerlere, belki sen de bana katılırsın ha. Eminim uğradığım yerler hoşuna gider. Hahahaha!” İmalı gülmesi bittikten sonra yürürken konuşmasına devam etti, “Ama önce şu üstünü başını bir halledelim. Bu halde Numien’de bir kahraman gibi karşılanırsın tabi, ama sen pek de dayanacak gibi durmuyorsun. İnsan olan dayanamaz zaten. Lanet olası balinalar, tanrının bize bir şakası gibi bu yaratıklar. Dışı saf güzellik, içi lağım çukuru gibi kaygan piç kurularının! Hahaha!.. Normalde seni temizlemek için denize atardım da koca dostum, o tuhaf meyvelerden yemiş biri için bu pek de iyi olmazdı sanırım.” Bunları söylerken aralarda gülüyor ve Bacon’un tepkilerine seviniyordu, “Anlamadığımı mı sandın yoksa? Tam tepene çökmüşken pruvadan nasıl kaçtığını gördüm, o ne nefesti öyle! Kavganın başında o tabağı da aynı şekilde suratıma üfledin. Bu ya büyücülük ya da o şeytani güçler veren iğrenç meyvelerden gelme. Hahahaha!”
Bacon kıç güvertesinin alt katlarında temizlendi ve tayfalardan birinin kıyafetlerini giydi. Yağa bulanmış eski kıyafetleri de bir güzel yakıldı neşeli tayfa tarafından. Balina yağının inanılmaz yanıcılığını göstermek istiyorlardı Bacon’a.
Bacon, üstüne kirli beyazdan düğmesiz ve üst yakası açık bir gömlek atmış, altına koyu kahve tonlarda, ona kısa gelen bir pantolon giymiş ve kısa kalan kısmı da tayfanın en iri adamının çizmeleriyle kapatmıştı. Pantolonu ile gömleği arasına sıkı bir kuşak bağlamıştı ve en üstüne de vücudunu tam saran bir uzun ceket vardı. Dağınık saçlarını kapatmak için siyah bandana kullanmıştı. Tüm kıyafetleri kirliydi ve kokuyordu, ancak balina yağına bulanmış eski kıyafetlerinin yanında bu koku cennet bahçesinden çıkmış gibiydi.
Güneş batıya iyice sarkmış ve batmasına birkaç saat kalmışken Numien’e vardı koca avcı gemisi. Numien adasının büyük balina limanında, onlarca başka geminin arasına demirlemişlerdi. Kaptan Ohab’ın Beyaz Felaket gemisinin demirlediğini görenler oraya toplanmış ve güzelce karşılamışlardı amansız kaptan ile tayfasını. Kaptan Ohab Giorgi ve ikinci kaptan Joan Denve, gemiden birlikte inip Ballinoil binasına gitmişlerdi. Onların ardından da yağları indirdikten sonra bir yığın tayfa daha gidecekti aynı binaya, paralarını almak için.
Numien kuzeyde, oldukça soğuk bir adaydı ve bu mevsimde çoğu zaman olduğu gibi havası kısmen bulutlarla kaplıydı. Büyük taş limanı saran ahşap iskeleler arasında koca gemiler ve onlarca balıkçı teknesi vardı. Liman tamamen karaydı ve taşları keskin yeşilden yosunlanmıştı. Her tarafında insanlar görgüsüzce bağrışıyor, koşturuyor ve iğrenç kokuyordu. Limanın ardında ise kimi orta yükseklikte, kimi alçak taş binalar ve aralarında kalan taş döşeli sokaklar ve caddeler uzanıyordu liman meydanının ardından. Şehrin en göze çarpan rengi mat bir siyahtı. Sokaklarında insanlar koşturuyor; geniş caddelerinde dükkanlarından dışarı sarkanlar, dükkanları gezenler, atlı arabalarla dolaşanlar, taşınır tezgahlarda bir şeyler satanlar fır dönüyordu. Liman meydanının sonunda, iki yanına büyükçe caddeler açılan dört katlı ve diğer binalara göre geniş Ballinoil şirket binası yükseliyordu. Beyaz ve siyah taştan karışık inşa edilmişti zamanında, ancak adanın şartlarıyla şimdi iki taşın rengi kolayca ayırt edilemeyecek kadar benzeşmişti. Siyah taşlar matlaşmış, beyaz taşlar kirlenerek kararmıştı. Geniş ön cephesinden üst üste geniş pencereler bakıyordu limana, büyük giriş kapısının üstünde beyaz boyalı taşlarla kocaman bir “BALLİNOİL ŞİRKETİ” yazıyordu kıvrılmış şekilde. Yazının altına ise sudan yarı çıkmış öfkeyle bakan bir balina işlenmişti.
Yağların indirilmesi bittiğinde Tarko Bacon’a döndü ve konuştu, “Ben şirkete gitmeliyim şimdi, haftalardır denizdeyiz ve mükafatımızı alma zamanı geldi. Bu dolu geçen yolculuk için bir milyon alacağım. İstersen sen de benimle gel. Veya şu ilerideki caddenin girişinde gördüğün bara git, biraz iç ve eğlen. Ben de sana katılırım sonra. Ardından söz verdiğim gibi sana rehberlik ederim bu tekinsiz şehirde.” Sonra adamın eline bir yirmi binlik sıkıştırdı, “Bu da fıçıları taşımamıza yardım ettiğin için ahbap. İçmeye niyetin varsa ilki benden olsun hahaha!”
Rp Out:
- Spoiler:
Joan Denve, Bacon'u ilk kez sabah karanlığında gördüğü için yüzünü tam seçememişti ve ikinci görüşünde ise adamın suratı hem kanlar içinde hem de beyaz balina yağına bulanarak feci kirlenmişti ve tanınmayacak haldeydi. Bu yüzden fotoğraftakinin o olduğunu anlamadı.
Yirmi binlik hediyem olsun, orta kalite bir şişe rom gelir onla.
En son North Blue Anlatıcı tarafından Salı 26 Ocak 2016, 18:08 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
North Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 184
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Hiddetin Şafağı (Bacon Grim) - Bitti
İçinde ettikleri kavgadan dolayı biraz şüphe olsa da, Tarko onun rehberlik teklifini kabul etmişti. Çabuk kazanmıştı güvenini, belki de Bacon’da eğlenceli bir taraf bulmasından dolayıydı bu. “Ama önce şu üstünü başını bir halledelim. Bu halde Numien’de bir kahraman gibi karşılanırsın tabi, ama sen pek de dayanacak gibi durmuyorsun. İnsan olan dayanamaz zaten. Lanet olası balinalar, tanrının bize bir şakası gibi bu yaratıklar. Dışı saf güzellik, içi lağım çukuru gibi kaygan piç kurularının! Hahaha!.. Normalde seni temizlemek için denize atardım da koca dostum, o tuhaf meyvelerden yemiş biri için bu pek de iyi olmazdı sanırım.” Diye de eklemişti teklifi kabul etmesinin ardından. Bacon, meyve kullanıcısını olduğunu anlamasına şaşırmıştı Tarko’nun. Şeytan meyvelerinin gücünü tek bilen kendi değildi tabii, bunan farkındaydı. Ama kendini açık ettiğini düşünmemişti. Yüzündeki saniyelik şaşkınlığa karşılık “Anlamadığımı mı sandın yoksa? Tam tepene çökmüşken pruvadan nasıl kaçtığını gördüm, o ne nefesti öyle! Kavganın başında o tabağı da aynı şekilde suratıma üfledin. Bu ya büyücülük ya da o şeytani güçler veren iğrenç meyvelerden gelme. Hahahaha!” diye karşılık vermişti Tarko. Şaşkınlığını atmıştı üzerinden artık. Gözü açık bir adamdı anlaşılan bu herif.
Üzerindeki sefilliğe bakındı kafasını eğerek. Yapış yapış olmuş kıyafetleri ortamın tüm pisliğini üzerine toplamış sergiliyordu. Güzelim üniformanın paçavra olmasına mı yansın yoksa dayanılmaz pis kokuya mı karar veremiyordu. Bu adamların kahramanlık anlayışı farklıydı, kendi yaşadığı yerde böyle ancak soytarı muamelesi görürdü. Tarko’nun teklifini kabul etmekten başka çaresi yoktu ve onun peşinden güvertenin alt katına inmişti.
Geçen sürede iyice arınmıştı kirlerinden, yeniden doğmuş gibiydi. Verdikleri temiz kıyafetleri geçirmişti üzerine. Eski üniformasının aleve verilişini izliyordu artık yolculuk ettiği mağara adamları tarafından. Eski kostümü alev alırken hatıraları canlanıyordu gözünün önünde. Çınarlı, kubbeli, mavi bir limandı hatırında son kalan. O değil gemiyi yakacaktı beyinsiz orospu çocukları, kafasını kurcalıyordu bu endişe. Gemi yansa ölürdü direk, yüzemezdi. Cesedinin bu zevksiz kıyafetlerle bulunmasını istemiyordu. Böyle gömülse zebanilerin maskarası olurdu. Kırışık bir gömlek, uzun ceket, üzerinde çocuk pantolonu gibi durmuş kısa bir pantolon ve gereğinden fazla uzun bir çizme. İnsan içine çıkmaya utanıyordu üzerinde bunlar varken. Neyse ki çizmenin uzunluğu kapatıyordu pantolonun kısalığını. Her şeye rağmen balina bokuna batmış eski haline nazaran iyi durumdaydı, şükrediyordu.
Sonunda varmışlardı Numien denilen adaya. Hızlı adımlarla güverteye çıkmıştı Bacon, bu işkence bitiyordu artık. Göğsünü kabartarak içine işleyen soğuk rüzgara teslim etti kendini. Önce geminin etrafında toplananları, sonra da güzel manzarayı izlemeye koyuldu. Gürültülü günlük hayat bile burnunda tütüyordu artık. Bağırışların, dalgada süzülen sandalların, at arabalarının tekerlerinden ve nalların taşla buluşmasından süzülen melodilere kaptırmıştı kendini. Sol omzuna ilişen elle gelmişti kendine. Tayfadan biri fıçıları toplamak için yardımını istiyordu. Gözleri fıçılara doğru kaydı, epey zahmetli bir iş gibi duruyordu. Yine de karşı koyacak dirayeti gösterememişti, para istemelerinden iyiydi bu durum. Hem Tarko’nun yardımını almak istiyorsa yapmalıydı bunu. Fıçıları taşımaya koyulduğunda gösterdiği aksi tavırlar bu işten nefret ettiğini gösteriyordu ama yine de yapıyordu. Bitmek bilmiyordu fıçılar, ardı ardına taşıyordu. Her defasında fıçıyı yere bırakma şiddeti yükseliyor, sona doğru artık parçalayacak gibi koyuyordu fıçıları.
Güneş yavaş yavaş batarken bitmişti sonunda fıçı taşıma işi. Ter içinde kalmış alnını siliyordu elinin tersiyle, kuduz gibi solurken. Tarko sokulmuştu yanına o sırada. “Ben şirkete gitmeliyim şimdi, haftalardır denizdeyiz ve mükafatımızı alma zamanı geldi. Bu dolu geçen yolculuk için bir milyon alacağım. İstersen sen de benimle gel. Veya şu ilerideki caddenin girişinde gördüğün bara git, biraz iç ve eğlen. Ben de sana katılırım sonra. Ardından söz verdiğim gibi sana rehberlik ederim bu tekinsiz şehirde.” Dedi. Yorulmuş gibi bir hali yoktu hiç. Bacon’un kaşları öfkeyle çatılmıştı bu sözlerden sonra. Sabrı taşmıştı. Tarko eline para sıkıştırıp. “Bu da fıçıları taşımamıza yardım ettiğin için ahbap. İçmeye niyetin varsa ilki benden olsun hahaha!” dediğin de iyice köpürmüştü. Fıçıları taşıdığı yetmezmiş gibi bir de uşak gibi bekleyecek olması sinirlendirmişti onu. “Sikerim ama! Senin mükafatın benim yanı-..”diye girmişti ki söze kelimeler boğazına düğümlendi birden. Çenesi düşmüş vaziyette bakıyordu Tarko’ya. Beli simgeleri dönüyordu kafasında. Bir milyon mu? Diye soruyordu kenidine kafasının içinde. Sinirlerinin bozukluğundan algılaması zayıflamıştı artık, yeni düşünmüştü rakamı. Balina avcılarının bu kadar kazanıyor olduğu aklının ucundan bile geçmezdi. Bir an için yanlış duyduğunu düşünmüştü ama ne duyduğundan emindi de. “Aha! Tabii beklerim Tarko ne demek” diyerek yapmacık bir gülümsemeyle kendi ensesini okşamaya başladı. Elinde tuttuğu paraya bakıp teşekkür eder gibi kafasını salladı Tarko’ya ve parayı cebine sokuşturdu. Tarko dönüp gittiğinde ise Bacon’un suratındaki yapmacık gülümseme kaybolmuş ve yerini sinsi bir tebessüme bırakmıştı.
Tarko’nun yöneldiği yere doğru bakarken dört katlı eski bina dikkatini çekti. Büyükçe bir giriş kapısı vardı, üzerinde beyaz boyalı taşlarla “BALLİNOİL ŞİRKETİ” yazıyordu. Tarko’nun bahsettiği yerdi burası. Diğer binalara göre epey genişti eski olmasına rağmen. Diğer yapıların aksine hemen göze çarpıyordu. Geçmişi olan köklü bir şirket olmalıydı bu kadar büyük meblağlar söz konusuyken. Adımları kendini binaya doğru ilerletirken buldu bedenini. Şirketin civarında sote bir yere tüneyecek ve gelen geçeni izleyecekti. Paranın kokusunu almıştı, para her şey demekti kendi gibi bir kaçak için. Öncelikli olarak geldiği mürettebattın simaları ön plandaydı onun için. İçlerinden giren olursa kendisine av seçecekti birini. Elinde bir çanta dolusu parayla çıktığında ise peşine koyulacak ve takip edecekti avını. Takibin ardından kuytu bir yerde ise tepesine binip parayı çalmayı planlıyordu. Ama kendisine fazla zorluk çıkarmayacak birisi olmalıydı bu. O yüzden sıska ve güçsüz birini seçmek istiyordu. Mesela yaşlı açsı olabilirdi. Kafasından tüm bunlar geçerken bakışları pusuya yatmış kaplan gibi binanın büyük kapısının önündeydi. Karanlık çökerken avını bekliyordu.
Üzerindeki sefilliğe bakındı kafasını eğerek. Yapış yapış olmuş kıyafetleri ortamın tüm pisliğini üzerine toplamış sergiliyordu. Güzelim üniformanın paçavra olmasına mı yansın yoksa dayanılmaz pis kokuya mı karar veremiyordu. Bu adamların kahramanlık anlayışı farklıydı, kendi yaşadığı yerde böyle ancak soytarı muamelesi görürdü. Tarko’nun teklifini kabul etmekten başka çaresi yoktu ve onun peşinden güvertenin alt katına inmişti.
Geçen sürede iyice arınmıştı kirlerinden, yeniden doğmuş gibiydi. Verdikleri temiz kıyafetleri geçirmişti üzerine. Eski üniformasının aleve verilişini izliyordu artık yolculuk ettiği mağara adamları tarafından. Eski kostümü alev alırken hatıraları canlanıyordu gözünün önünde. Çınarlı, kubbeli, mavi bir limandı hatırında son kalan. O değil gemiyi yakacaktı beyinsiz orospu çocukları, kafasını kurcalıyordu bu endişe. Gemi yansa ölürdü direk, yüzemezdi. Cesedinin bu zevksiz kıyafetlerle bulunmasını istemiyordu. Böyle gömülse zebanilerin maskarası olurdu. Kırışık bir gömlek, uzun ceket, üzerinde çocuk pantolonu gibi durmuş kısa bir pantolon ve gereğinden fazla uzun bir çizme. İnsan içine çıkmaya utanıyordu üzerinde bunlar varken. Neyse ki çizmenin uzunluğu kapatıyordu pantolonun kısalığını. Her şeye rağmen balina bokuna batmış eski haline nazaran iyi durumdaydı, şükrediyordu.
Sonunda varmışlardı Numien denilen adaya. Hızlı adımlarla güverteye çıkmıştı Bacon, bu işkence bitiyordu artık. Göğsünü kabartarak içine işleyen soğuk rüzgara teslim etti kendini. Önce geminin etrafında toplananları, sonra da güzel manzarayı izlemeye koyuldu. Gürültülü günlük hayat bile burnunda tütüyordu artık. Bağırışların, dalgada süzülen sandalların, at arabalarının tekerlerinden ve nalların taşla buluşmasından süzülen melodilere kaptırmıştı kendini. Sol omzuna ilişen elle gelmişti kendine. Tayfadan biri fıçıları toplamak için yardımını istiyordu. Gözleri fıçılara doğru kaydı, epey zahmetli bir iş gibi duruyordu. Yine de karşı koyacak dirayeti gösterememişti, para istemelerinden iyiydi bu durum. Hem Tarko’nun yardımını almak istiyorsa yapmalıydı bunu. Fıçıları taşımaya koyulduğunda gösterdiği aksi tavırlar bu işten nefret ettiğini gösteriyordu ama yine de yapıyordu. Bitmek bilmiyordu fıçılar, ardı ardına taşıyordu. Her defasında fıçıyı yere bırakma şiddeti yükseliyor, sona doğru artık parçalayacak gibi koyuyordu fıçıları.
Güneş yavaş yavaş batarken bitmişti sonunda fıçı taşıma işi. Ter içinde kalmış alnını siliyordu elinin tersiyle, kuduz gibi solurken. Tarko sokulmuştu yanına o sırada. “Ben şirkete gitmeliyim şimdi, haftalardır denizdeyiz ve mükafatımızı alma zamanı geldi. Bu dolu geçen yolculuk için bir milyon alacağım. İstersen sen de benimle gel. Veya şu ilerideki caddenin girişinde gördüğün bara git, biraz iç ve eğlen. Ben de sana katılırım sonra. Ardından söz verdiğim gibi sana rehberlik ederim bu tekinsiz şehirde.” Dedi. Yorulmuş gibi bir hali yoktu hiç. Bacon’un kaşları öfkeyle çatılmıştı bu sözlerden sonra. Sabrı taşmıştı. Tarko eline para sıkıştırıp. “Bu da fıçıları taşımamıza yardım ettiğin için ahbap. İçmeye niyetin varsa ilki benden olsun hahaha!” dediğin de iyice köpürmüştü. Fıçıları taşıdığı yetmezmiş gibi bir de uşak gibi bekleyecek olması sinirlendirmişti onu. “Sikerim ama! Senin mükafatın benim yanı-..”diye girmişti ki söze kelimeler boğazına düğümlendi birden. Çenesi düşmüş vaziyette bakıyordu Tarko’ya. Beli simgeleri dönüyordu kafasında. Bir milyon mu? Diye soruyordu kenidine kafasının içinde. Sinirlerinin bozukluğundan algılaması zayıflamıştı artık, yeni düşünmüştü rakamı. Balina avcılarının bu kadar kazanıyor olduğu aklının ucundan bile geçmezdi. Bir an için yanlış duyduğunu düşünmüştü ama ne duyduğundan emindi de. “Aha! Tabii beklerim Tarko ne demek” diyerek yapmacık bir gülümsemeyle kendi ensesini okşamaya başladı. Elinde tuttuğu paraya bakıp teşekkür eder gibi kafasını salladı Tarko’ya ve parayı cebine sokuşturdu. Tarko dönüp gittiğinde ise Bacon’un suratındaki yapmacık gülümseme kaybolmuş ve yerini sinsi bir tebessüme bırakmıştı.
Tarko’nun yöneldiği yere doğru bakarken dört katlı eski bina dikkatini çekti. Büyükçe bir giriş kapısı vardı, üzerinde beyaz boyalı taşlarla “BALLİNOİL ŞİRKETİ” yazıyordu. Tarko’nun bahsettiği yerdi burası. Diğer binalara göre epey genişti eski olmasına rağmen. Diğer yapıların aksine hemen göze çarpıyordu. Geçmişi olan köklü bir şirket olmalıydı bu kadar büyük meblağlar söz konusuyken. Adımları kendini binaya doğru ilerletirken buldu bedenini. Şirketin civarında sote bir yere tüneyecek ve gelen geçeni izleyecekti. Paranın kokusunu almıştı, para her şey demekti kendi gibi bir kaçak için. Öncelikli olarak geldiği mürettebattın simaları ön plandaydı onun için. İçlerinden giren olursa kendisine av seçecekti birini. Elinde bir çanta dolusu parayla çıktığında ise peşine koyulacak ve takip edecekti avını. Takibin ardından kuytu bir yerde ise tepesine binip parayı çalmayı planlıyordu. Ama kendisine fazla zorluk çıkarmayacak birisi olmalıydı bu. O yüzden sıska ve güçsüz birini seçmek istiyordu. Mesela yaşlı açsı olabilirdi. Kafasından tüm bunlar geçerken bakışları pusuya yatmış kaplan gibi binanın büyük kapısının önündeydi. Karanlık çökerken avını bekliyordu.
Misafir- Misafir
Geri: Hiddetin Şafağı (Bacon Grim) - Bitti
Tarko, Bacon’a teklifini yaptıktan sonra Bacon bir anlığına sinirle konuştu, sonra aniden durdu ve bekleyeceğini söyledi gülümseyerek. Tarko kaşlarını büktü bir an, bu suratından gazap fışkıran herife böyle gülümsemenin hiç yakışmadığına kanaat getirdi. Bacon, Tarko’nun uzattığı parayı da almış, Tarko’nun şirket binasına girmesini izlemişti. Ardından binanın sol yanındaki cadde ile binanın köşesine yerleştirilmiş büyükçe bir saksıya oturarak beklemeye başladı küçük çamın altında.
Bir süre sonra ihtiyar aşçı göründü kapıda, elindeki bir deste parayı sayıyor, bir yandan da söyleniyordu. Sonra saymayı bırakıp hepsini ceketinin iç cebine doldurdu ve hızla yürümeye başladı. Sola dönüp Bacon’un biraz uzağından geçmişti. Henüz çöken akşam karanlığında, saksıdaki ağacın gölgesinde kalan koca adamın varlığından bile haberdar değildi. Sonra caddedeki kalabalığın arasından koşar adım yürüyerek girişin biraz ilerisindeki dört katlı siyah binanın altında bol ışıklı, açık girişinin üstünde Tom’un Tavernası yazan büyük mekana girdi. Burası Tarko’nun Bacon’a tarif ettiği barın ta kendisiydi. İhtiyar içeri girer girmez bağırdı, “Tommy! Rom!” ve ilerleyip az sayıdaki boş masalardan birine oturdu. Kısa süre sonra yanına iki kişi daha geldi ve beraber içerek neşe dolu bir sohbete başladılar.
Şehrin en işlek salonlarından biriydi bu bar, seferden gelen gemilerin tayfaları sıkça uğrardı buralara. Bugün de tıka basa doluydu eğlenen ve kazandıkları paraları bir gecede bitirmeye niyetli tayfalarla. Masalar arasında bazen kadınlar dolaşıyor, bar tezgahında içki ve sigara içenler, iç taraflarda oyunlar oynayanlar tüm salonu bir uğultuyla doldurmuştu.
Bir süre sonra ihtiyar aşçı göründü kapıda, elindeki bir deste parayı sayıyor, bir yandan da söyleniyordu. Sonra saymayı bırakıp hepsini ceketinin iç cebine doldurdu ve hızla yürümeye başladı. Sola dönüp Bacon’un biraz uzağından geçmişti. Henüz çöken akşam karanlığında, saksıdaki ağacın gölgesinde kalan koca adamın varlığından bile haberdar değildi. Sonra caddedeki kalabalığın arasından koşar adım yürüyerek girişin biraz ilerisindeki dört katlı siyah binanın altında bol ışıklı, açık girişinin üstünde Tom’un Tavernası yazan büyük mekana girdi. Burası Tarko’nun Bacon’a tarif ettiği barın ta kendisiydi. İhtiyar içeri girer girmez bağırdı, “Tommy! Rom!” ve ilerleyip az sayıdaki boş masalardan birine oturdu. Kısa süre sonra yanına iki kişi daha geldi ve beraber içerek neşe dolu bir sohbete başladılar.
Şehrin en işlek salonlarından biriydi bu bar, seferden gelen gemilerin tayfaları sıkça uğrardı buralara. Bugün de tıka basa doluydu eğlenen ve kazandıkları paraları bir gecede bitirmeye niyetli tayfalarla. Masalar arasında bazen kadınlar dolaşıyor, bar tezgahında içki ve sigara içenler, iç taraflarda oyunlar oynayanlar tüm salonu bir uğultuyla doldurmuştu.
North Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 184
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Hiddetin Şafağı (Bacon Grim) - Bitti
Caddenin köşesindeki büyük saksıya kurulmuş şekilde gözetliyordu şirkete girip çıkanları. Sabit dururken üzerindeki koku da daha dayanılmaz bir hal almıştı. Üzerindekileri kokluyordu ara sıra, kendinden geldiğine ikna olması uzun sürmüştü kokunun.
Tünemekten canından bezdiği sırada yaşlı aşçıyı gördü kapıdan çıkarken. Kafasını gizlenmek için iyice eğmişti. Elindeki paraları sayıyordu söylene söylene, saydıktan sonra ceketinin iç cebine sokmuştu. Yaşlı herif oradan uzaklaşırken direk saksıdan atlamış adamın peşine koyulmuştu Bacon. Takip sırasında üzerine bulaşan toprağı çırpmayı da ihmal etmiyordu.
İhtiyar herif Tom’un Tavernası tabelalı mekana girmişti koşar adımlarla yolu bitirdikten sonra. Bacon duraksayıp mekanı iyice bir süzmüştü dışardan. Tarko'nun beklemesini söylediği tavernaydı burası. Yüzü sinirden gerilirken içinden küfürler ediyordu ihtiyara. "Karın çok çirkin olmalı büzük götlü." diye mırıldandı adım atmaya başladığı sırada. Bu adam tüm parayı alır almaz yiyecek gibi duruyordu çünkü. Yaşını epey almasına rağmen uzun bir yolculuktan sonra eve gitmek yerine eğlenceye vurmuştu kendini. Yine işlerin ters gitmesinin sonucu öfke kaplamıştı içini Bacon'un. İhtiyarın peşinden tavernaya girdi, girdiği gibi de dikilip etrafı süzdü usulca.
İhtiyar iki kişi daha almış oturuyordu masalardan birinde. Ne yapacağını şaşırmıştı Bacon. Ortam ağzına kadar doluydu ve büyük bir hengame vardı. Böyle bir ortamda ihtiyara zorbalık edemezdi, direk olaya müdahil olanlar olurdu. Biraz bekleyip ihtiyarı gözetlemek gibi bir düşüncesi vardı ama bu da mantıksız geliyordu. İçmeyi bırakıp evinin yolunu tuttuğunda cebinde kaç parası olacaktı ki?
Düşünmeyi bırakmış ihtiyarın olduğu masaya doğru ilerliyordu artık. Kalabalığın arasından istifini bozmadan geçiyordu. Masaların etrafında gezinen kadınlardan birinin elinden kavradı sıkıca. Suratında kendine has gülümsemesi vardı yine, soğukkanlı şekilde kadına bakıyordu. "Hey, bizi biraz eğlendir sana iyi para vereceğim." dedi ve kadının kolundan çekiştirmeye başladı. İhtiyarın masasına geldiğinde kadını yaşlı adamın kucağına itti. "Hey moruk, sen de iş bitmemiş hala ığahaha!" Sırıtarak taburelerden birini çekmişti kendine, gözleri adamın üzerindeydi. Muhabbete girip adamın şaşkınlığını atmak istiyordu direk. "Zenci piçi nasıl da kırdım ama? Iğahaha!" diyerek dostça bir şaplak atacaktı moruğun sırtına, şiddetin dozajı kaçacaktı biraz bu tokatta. İhtiyarın kendine olumlu yaklaşmasını bekliyordu. Gözü de diğer iki herifin üzerindeydi hep. Kadın hır çıkarmaz ve moruk da kızla ilgilenirse işleyecekti planı. İhtiyarın gevşediği anı kollayacak ve "dur ceketini alayım da rahat et" diyerek ceketi çıkaracaktı onun üzerinden. Paraları ceketinin cebine koyduğunu görmüştü. Ceketi aldığı gibi de diğer iki adamın göremeyeceği bir pozisyonda paraları cebinden almaya çalışacaktı.
Oturduktan sonra "Ucuz rom!" diye bağırmıştı barmene doğru, "İhtiyar seninkileri de ben ödüyorum." diye de eklemişti. Artık tek yapacağı doğru anı beklemekti.
Tünemekten canından bezdiği sırada yaşlı aşçıyı gördü kapıdan çıkarken. Kafasını gizlenmek için iyice eğmişti. Elindeki paraları sayıyordu söylene söylene, saydıktan sonra ceketinin iç cebine sokmuştu. Yaşlı herif oradan uzaklaşırken direk saksıdan atlamış adamın peşine koyulmuştu Bacon. Takip sırasında üzerine bulaşan toprağı çırpmayı da ihmal etmiyordu.
İhtiyar herif Tom’un Tavernası tabelalı mekana girmişti koşar adımlarla yolu bitirdikten sonra. Bacon duraksayıp mekanı iyice bir süzmüştü dışardan. Tarko'nun beklemesini söylediği tavernaydı burası. Yüzü sinirden gerilirken içinden küfürler ediyordu ihtiyara. "Karın çok çirkin olmalı büzük götlü." diye mırıldandı adım atmaya başladığı sırada. Bu adam tüm parayı alır almaz yiyecek gibi duruyordu çünkü. Yaşını epey almasına rağmen uzun bir yolculuktan sonra eve gitmek yerine eğlenceye vurmuştu kendini. Yine işlerin ters gitmesinin sonucu öfke kaplamıştı içini Bacon'un. İhtiyarın peşinden tavernaya girdi, girdiği gibi de dikilip etrafı süzdü usulca.
İhtiyar iki kişi daha almış oturuyordu masalardan birinde. Ne yapacağını şaşırmıştı Bacon. Ortam ağzına kadar doluydu ve büyük bir hengame vardı. Böyle bir ortamda ihtiyara zorbalık edemezdi, direk olaya müdahil olanlar olurdu. Biraz bekleyip ihtiyarı gözetlemek gibi bir düşüncesi vardı ama bu da mantıksız geliyordu. İçmeyi bırakıp evinin yolunu tuttuğunda cebinde kaç parası olacaktı ki?
Düşünmeyi bırakmış ihtiyarın olduğu masaya doğru ilerliyordu artık. Kalabalığın arasından istifini bozmadan geçiyordu. Masaların etrafında gezinen kadınlardan birinin elinden kavradı sıkıca. Suratında kendine has gülümsemesi vardı yine, soğukkanlı şekilde kadına bakıyordu. "Hey, bizi biraz eğlendir sana iyi para vereceğim." dedi ve kadının kolundan çekiştirmeye başladı. İhtiyarın masasına geldiğinde kadını yaşlı adamın kucağına itti. "Hey moruk, sen de iş bitmemiş hala ığahaha!" Sırıtarak taburelerden birini çekmişti kendine, gözleri adamın üzerindeydi. Muhabbete girip adamın şaşkınlığını atmak istiyordu direk. "Zenci piçi nasıl da kırdım ama? Iğahaha!" diyerek dostça bir şaplak atacaktı moruğun sırtına, şiddetin dozajı kaçacaktı biraz bu tokatta. İhtiyarın kendine olumlu yaklaşmasını bekliyordu. Gözü de diğer iki herifin üzerindeydi hep. Kadın hır çıkarmaz ve moruk da kızla ilgilenirse işleyecekti planı. İhtiyarın gevşediği anı kollayacak ve "dur ceketini alayım da rahat et" diyerek ceketi çıkaracaktı onun üzerinden. Paraları ceketinin cebine koyduğunu görmüştü. Ceketi aldığı gibi de diğer iki adamın göremeyeceği bir pozisyonda paraları cebinden almaya çalışacaktı.
Oturduktan sonra "Ucuz rom!" diye bağırmıştı barmene doğru, "İhtiyar seninkileri de ben ödüyorum." diye de eklemişti. Artık tek yapacağı doğru anı beklemekti.
Misafir- Misafir
Geri: Hiddetin Şafağı (Bacon Grim) - Bitti
Bacon, ihtiyarın peşinden gelmiş ve bara girerek etrafa biraz göz gezdirmişti. Üstündeki tayfa kıyafetleriyle pek dikkat çekmiyordu. Masalar arasında yavaşça geçerken, gezinen kadınlardan birini kolundan yakaladı, "Hey, bizi biraz eğlendir sana iyi para vereceğim" dedi şaşırmış kadına ve karşılığında imalı bir gülümseme aldı. Kadın onla beraber giderken, koca adam birden fırlatıverdi oturmuş sohbet eden ihtiyar aşçının kucağına. Kadın kucağa düştüğü an ihtiyarın boynuna sarılıp yüksek sesle güldü. İhtiyar da eliyle kalçalarını yokladı kadının, her gün kucağına gökten kadın düşüyormuş gibi. "Hey moruk, sen de iş bitmemiş hala ığahaha!" Bacon söze hızlı girmişti. İhtiyar ise kadını hala kucağında tutar halde ona döndü, “58 yaşındayım ve hala çok gencim koca adam! Bana ihtiyar demen için kırk yıl daha geçmeli ahahahah!” Kısmen buruşuk yüzü gülerken geriliyordu ihtiyarın. Yanındakiler de ona eşlik ediyordu bu kahkahada. Bacon daha da yanaşıp ihtiyarın sırtına sertçe bir şaplak indirerek ağzındaki içkiyi masaya püskürtmesine neden oldu. "Zenci piçi nasıl da kırdım ama? Iğahaha!" Bacon’un kaba gülüşüne yanındaki iki kişi de eşlik ediyordu, teki kahkahaların arasından güç bela konuştu: “Gencim diyene bak ağeğeğağeağ”
Aşçı gülerek öksürüp boğazını temizledi ve Bacon’a döndü hırıldayarak, “İyi kırdın da beni de mi kıracaksın be aygır! Hahaha!” İhtiyar boğazının dindirmek için hızlıca bir yudum alıp devam etti: “O iri zenciyi o şekilde yerlere çalmak her yiğidin harcı değildir, en iyi avcılarımızdan biridir o kara porsuk! Hahaha çok yaşasın! Onu sadece kaptan ile ikinci kaptanın karşısında çaresiz gördüm şimdiye dek, senin gibi iri bir adamla beklenmedik anda bile dövüşebiliyor zorlanmadan… Bu lanet şehirde ne kavgalar verdiğini bir bilsen!”
Bacon masadaki boş iskemleye çöktü koca bedeniyle ve bağırdı, “Ucuz rom!” Sonra ihtiyara döndü ve yaşlı adamı daha da neşelendirecek bir şey söyledi, “İhtiyar seninkileri de ben ödüyorum.” Yaşlı açşı bunu duyar duymaz omzuna vurarak yüksek sesle gülmüş ve kendi şişesinden ikram etmişti Bacon’a.
Bir süre sonra Bacon’un siparişi de geldi, içtiler hep beraber. İçki şişenin yarısına gelmişken ihtiyar hala capacanlı duruyor, kucağındaki kadınla sohbet ediyor ve bazen ayaklanıp kadınla bir iki tuhaf hareket bile yapıyordu. İhtiyar epey sağlam içiciydi. Biraz önce Bacon, ihtiyarın ceketini rahatlaması için çıkarmayı teklif etmiş, ancak ihtiyar gerek olmadığını söyleyip eğlenmesine devam etmişti.
Onlar masada dört kişi sohbet edip eğlenirken tepelerine dikilen kara silueti çok geç fark ettiler. İri yarı cüssesiyle Tarko gelmişti ve gülerek onlara katılmak için masaya bir sandalye daha çekti. “Ee ihtiyar, yine mi bir gecede bitireceksin tüm paranı! Hahahaha!” dedi aşçıya gülerek. Aşçı pek umursamamış gibiydi, romunu içerek kucağındaki kadınla ilgileniyordu.
Sonra Tarko Bacon’a döndü, “Ee koca adam, daha adını bile bilmiyoruz. Anlatmayacak mısın artık hikayeni? Planın nedir, yeniden denize açılacak mısın, nerelere gideceksin. Anlat dostum! Hah! Eğer şehri tanımak istiyor ve para kazanmaya da meraklıysan, seni çok hoşlanacağın bir yere götürebilirim. Ama kaslarını gerip kemiklerini korumalısın! Kafestekiler ölümüne dövüşür! Hahahaha!”
Rp Out:
Aşçı gülerek öksürüp boğazını temizledi ve Bacon’a döndü hırıldayarak, “İyi kırdın da beni de mi kıracaksın be aygır! Hahaha!” İhtiyar boğazının dindirmek için hızlıca bir yudum alıp devam etti: “O iri zenciyi o şekilde yerlere çalmak her yiğidin harcı değildir, en iyi avcılarımızdan biridir o kara porsuk! Hahaha çok yaşasın! Onu sadece kaptan ile ikinci kaptanın karşısında çaresiz gördüm şimdiye dek, senin gibi iri bir adamla beklenmedik anda bile dövüşebiliyor zorlanmadan… Bu lanet şehirde ne kavgalar verdiğini bir bilsen!”
Bacon masadaki boş iskemleye çöktü koca bedeniyle ve bağırdı, “Ucuz rom!” Sonra ihtiyara döndü ve yaşlı adamı daha da neşelendirecek bir şey söyledi, “İhtiyar seninkileri de ben ödüyorum.” Yaşlı açşı bunu duyar duymaz omzuna vurarak yüksek sesle gülmüş ve kendi şişesinden ikram etmişti Bacon’a.
Bir süre sonra Bacon’un siparişi de geldi, içtiler hep beraber. İçki şişenin yarısına gelmişken ihtiyar hala capacanlı duruyor, kucağındaki kadınla sohbet ediyor ve bazen ayaklanıp kadınla bir iki tuhaf hareket bile yapıyordu. İhtiyar epey sağlam içiciydi. Biraz önce Bacon, ihtiyarın ceketini rahatlaması için çıkarmayı teklif etmiş, ancak ihtiyar gerek olmadığını söyleyip eğlenmesine devam etmişti.
Onlar masada dört kişi sohbet edip eğlenirken tepelerine dikilen kara silueti çok geç fark ettiler. İri yarı cüssesiyle Tarko gelmişti ve gülerek onlara katılmak için masaya bir sandalye daha çekti. “Ee ihtiyar, yine mi bir gecede bitireceksin tüm paranı! Hahahaha!” dedi aşçıya gülerek. Aşçı pek umursamamış gibiydi, romunu içerek kucağındaki kadınla ilgileniyordu.
Sonra Tarko Bacon’a döndü, “Ee koca adam, daha adını bile bilmiyoruz. Anlatmayacak mısın artık hikayeni? Planın nedir, yeniden denize açılacak mısın, nerelere gideceksin. Anlat dostum! Hah! Eğer şehri tanımak istiyor ve para kazanmaya da meraklıysan, seni çok hoşlanacağın bir yere götürebilirim. Ama kaslarını gerip kemiklerini korumalısın! Kafestekiler ölümüne dövüşür! Hahahaha!”
Rp Out:
- Spoiler:
- Masraflar:
Ucuz rom, bir şişe – 5k B
Fahişe – 30k B
İhtiyarın içki masrafları - 10k B
İmzana işlersin para durumunu.
North Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 184
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Hiddetin Şafağı (Bacon Grim) - Bitti
İhtiyar sıcak karşılamıştı yanlarına gelişini. Bunun verdiği rahatlıkla yayılmıştı iyice masaya Bacon. Rom içiyor, bir yandan da masadakilerle konuşuyordu. İhtiyarın biraz kafayı bulmasını bekliyordu sabırsızca ama moruğun böyle bir niyeti yok gibiydi. Sağlam içici olduğunu anlamıştı Bacon. Kadını da kurcalıyordu herif keyifle ara sıra. Bu görüntüyü izlemek miğdesini bulandırıyordu. Şırfıntı da adam da halinden memnundu, burada keyifsiz olan sadece kendisiydi. Masada abuk subuk gülen herifle ihtiyarı gırtlaklamamak için kendini zor tutuyordu artık. Ne kadar içecekti bu herif? En sonunda dayanamayıp cekete atılmıştı ama ihtiyar gerek olmadığını söyleyip eğlencesine kaldığı yerden devam etmişti. Hevesi kursağında kalmıştı Bacon'un, elleri havada duruyordu öylece. Para için düştüğü durum yüzünden kızıyordu kendine. Daha ne kadar aşağılaşabilirdi, bunu soruyordu içten içe. Cepçilik yapacak kadar düşmüştü, hem de karşılığını alamamıştı.
İhtiyarı öldürecekti artık, siniri taşmıştı. Yumruklarını iyice sıktı ona ve yanındakilere bakarken. Yüzündeki gülümseme gitmiş ve öfkeli bir surat ifadesi almıştı yerini. İhtiyarı boğmak için bir hamle yapacaktı ki tam, tanıdık bir ses durdurdu onu. Tarkoy'du bu. Aşçıya biraz takılmış, ardından Bacon'a dönüp “Ee koca adam, daha adını bile bilmiyoruz. Anlatmayacak mısın artık hikayeni? Planın nedir, yeniden denize açılacak mısın, nerelere gideceksin. Anlat dostum! Hah! Eğer şehri tanımak istiyor ve para kazanmaya da meraklıysan, seni çok hoşlanacağın bir yere götürebilirim. Ama kaslarını gerip kemiklerini korumalısın! Kafestekiler ölümüne dövüşür! Hahahaha!” demişti. Bacon adamın sözlerini dinlerken ihtiyarın sözleri geliyordu aklına. Bu adam dövüşle pek içli dışlıydı anlaşılan, ihtiyarı doğrular nitelikteydi konuşmaları.
"Beni mi tanımak istiyorsun? Bir savaş suçlusuyum, yirmiye yakın adam öldürdüm. Acımadan deştim hepsini. En sevdiğim kısmı öldükten sonra gözlerindeki parıltının sönmesini izlemek. Kelleme ödül koydular ve kaçağım." ciddiyetle söylemişti tüm bunları. Ardından susup yanındaki adamları izledi soğuk suratıyla. "Iğahaha! Şaka tabii ki! Dedim ya Tarko, eski bir güreşçiyim. Adım Baco. Bu arada teklifin tam isabet oldu. Ada ada gezip dövüşerek para kazanıyorum." dedi sırıtarak. İçindeki alev parıldamıştı tekrardan ve yüzüneki heyecanlı ifadeyi harlamıştı. Bahsettiği dövüşleri merak ediyordu. Sonunda adam akıllı stres atabileceği bir fırsattı bu. Paraya da ihtiyacı vardı. Dişe dokunur biriyle dövüşüp kanın tadını almak için sabırsızca doğruldu. "Hadi gidelim çabucak." dedi Tarko'ya bakarak. Elini cebine attı ve bir miktar para çıkarıp saymaya başladı. Hor kullandığı paralar buruşmuştu direk. Paraları masaya doğru fırlattı ve ihtiyara bakarak "Bu yeterli olur heralde moruk. Eğer yaşlı bedenin biraz yaşam enerjisi dolsun istiyorsan sen de bizimle gel, ığahaha!" dedi ve ağzından salyalar saçarak patlattığı kahkahayla bitirdi sözlerini. Tarko'yu izlemeye koyulacaktı artık. Kemik ve diş kırmak istiyordu, havadaki keskin soğuk bile yükselmesine engel olamıyordu içindeki alevin.
İhtiyarı öldürecekti artık, siniri taşmıştı. Yumruklarını iyice sıktı ona ve yanındakilere bakarken. Yüzündeki gülümseme gitmiş ve öfkeli bir surat ifadesi almıştı yerini. İhtiyarı boğmak için bir hamle yapacaktı ki tam, tanıdık bir ses durdurdu onu. Tarkoy'du bu. Aşçıya biraz takılmış, ardından Bacon'a dönüp “Ee koca adam, daha adını bile bilmiyoruz. Anlatmayacak mısın artık hikayeni? Planın nedir, yeniden denize açılacak mısın, nerelere gideceksin. Anlat dostum! Hah! Eğer şehri tanımak istiyor ve para kazanmaya da meraklıysan, seni çok hoşlanacağın bir yere götürebilirim. Ama kaslarını gerip kemiklerini korumalısın! Kafestekiler ölümüne dövüşür! Hahahaha!” demişti. Bacon adamın sözlerini dinlerken ihtiyarın sözleri geliyordu aklına. Bu adam dövüşle pek içli dışlıydı anlaşılan, ihtiyarı doğrular nitelikteydi konuşmaları.
"Beni mi tanımak istiyorsun? Bir savaş suçlusuyum, yirmiye yakın adam öldürdüm. Acımadan deştim hepsini. En sevdiğim kısmı öldükten sonra gözlerindeki parıltının sönmesini izlemek. Kelleme ödül koydular ve kaçağım." ciddiyetle söylemişti tüm bunları. Ardından susup yanındaki adamları izledi soğuk suratıyla. "Iğahaha! Şaka tabii ki! Dedim ya Tarko, eski bir güreşçiyim. Adım Baco. Bu arada teklifin tam isabet oldu. Ada ada gezip dövüşerek para kazanıyorum." dedi sırıtarak. İçindeki alev parıldamıştı tekrardan ve yüzüneki heyecanlı ifadeyi harlamıştı. Bahsettiği dövüşleri merak ediyordu. Sonunda adam akıllı stres atabileceği bir fırsattı bu. Paraya da ihtiyacı vardı. Dişe dokunur biriyle dövüşüp kanın tadını almak için sabırsızca doğruldu. "Hadi gidelim çabucak." dedi Tarko'ya bakarak. Elini cebine attı ve bir miktar para çıkarıp saymaya başladı. Hor kullandığı paralar buruşmuştu direk. Paraları masaya doğru fırlattı ve ihtiyara bakarak "Bu yeterli olur heralde moruk. Eğer yaşlı bedenin biraz yaşam enerjisi dolsun istiyorsan sen de bizimle gel, ığahaha!" dedi ve ağzından salyalar saçarak patlattığı kahkahayla bitirdi sözlerini. Tarko'yu izlemeye koyulacaktı artık. Kemik ve diş kırmak istiyordu, havadaki keskin soğuk bile yükselmesine engel olamıyordu içindeki alevin.
Misafir- Misafir
Geri: Hiddetin Şafağı (Bacon Grim) - Bitti
"Beni mi tanımak istiyorsun? Bir savaş suçlusuyum, yirmiye yakın adam öldürdüm. Acımadan deştim hepsini. En sevdiğim kısmı öldükten sonra gözlerindeki parıltının sönmesini izlemek. Kelleme ödül koydular ve kaçağım." Tarko’nun sözlerinden sonra konuşan Bacon epey ciddiydi bunları söylerken. Gördüğü andan beri hiddet ve neşeyle karışık bakan bu tuhaf adamda daima böyle bir şiddet arzusu bekleyen Tarko çok şaşırmamış, hatta gözlerinde bir anlığına heyecan bile belirmişti. Bacon ciddiyetini bozup gülünce bile o heyecan kolayca sönmedi, az önceki teklifi doğru kişiye yaptığını biliyordu Tarko. Demin söylediklerinde ise için için bir gerçeklik arıyordu. "Iğahaha! Şaka tabii ki! Dedim ya Tarko, eski bir güreşçiyim. Adım Baco. Bu arada teklifin tam isabet oldu. Ada ada gezip dövüşerek para kazanıyorum." Bacon bunları söylerken epey neşeli ve heyecanlıydı ve bu durum Tarko’ya yetiyordu.
Bacon birden ayaklandı ve "Hadi gidelim çabucak" dedi aceleci bir ses tonuyla. Tarko da derhal doğruldu gülerek, hiçbir şey içememiş olmanın hayal kırıklığını yaşıyordu içten içe. Bacon masaya biraz para bırakıp ihtiyarla konuşurken, Tarko barda duran adamdan bir şişe aldı aceleyle. Karşılığında hiçbir şey vermediği sarımsı şişeyi aldığı an tıpasını çıkardı ve birkaç yudum aldı. Bir oh çekerek tıpayı geri taktı ve barın kapısından çıkarken Bacon’a da takip etmesini söyledi. Birlikte kapıdan çıkıp caddenin içlerine doğru ilerlediler, sağ taraftaki yedinci sokaktan girip ortadaki iki katlı geniş binanın kapısında durdular. Tarko kapıya üç kez sertçe vurdu ve “Momba!” diye bağırdı. Az ışık alan sokak sakinlerinin rahatsız olmasından endişe etmiyor gibiydi. Kapıyı iri yarı, oldukça şişman biri açtı. Büyük gövdesini kaplayacak kadar kagir kumaştan bir elbise ile genişliğine rağmen dar gelen bir keten pantolon giymişti. Asık suratı Tarko’yu görünce pek değişmedi ve kapının önünden çekilerek bekleyen ikisini içeri aldı.
Kapının ardından gelen koridorun sonundan gürültüler geliyordu, bir gurup insan savaşıyormuş gibi. Kısa koridor, iki yanında birkaç kapı ile boyaları dökülmeye başlamış duvarlarla örülüydü. Sonuna gelince ikisi de içerideki gürültünün sebebini gördü. Tarko gülüyordu, kendini ait olduğu yerde hissediyordu yine.
Burası, Numien’in bilinen ve karışılmayıp gerekli görülen batakhanelerinden biriydi, Rodan’ın Kafes’i denirdi buraya. Rodan isimli bir çete liderinin kar sağladığı batakhanelerinden sadece biriydi bu. Binanın neredeyse tüm zemin katında duvarlar yıkılmış, taşıyıcı kolonlar çıplak kalmış ve büyükçe bir meydan oluşmuştu. Meydanın ortasına zemin kazılarak bir metrelik genişçe çukur alışmış ve çevresi yine bir metrelik çelik parmaklıklarla sarılmıştı. Çukurun dibi binanın zemini gibi tekrar döşenerek dövüş için pürüzsüz bir ring oluşturulmuştu. Ne kadar pürüzsüz olsa da zemini boyayan kan ve envai çeşit kir lekeleri, tüm alımını yok ediyordu. Buraya kafes denirdi izleyenler tarafından, çünkü buraya giren iki kişiden sadece biri çıkarken, diğeri sonsuza dek kafese kapatılmış olurdu.
Bacon ve Tarko vardığında kafesin etrafında onlarca kişi, içeride ölümüne dövüşen ikisine tezahürat yapıyor veya küfürler savuruyordu. Çoğu elinde kağıt parçaları ve paralarla savuruyordu bu gürültüleri. Tarko yüksek sesle güldü bunu görünce, peşinden gelen arkadaşına dönüp anlatmaya başladı, “Buraya Rodan’ın Kafes’i denir ve burada dövüşler asla eksik olmaz. Ne zaman bitse bir yenisi yapılır ve daima para döner. Numien’in barbarları için vazgeçilmez mekandır. Gündüzleri çok olmasa da geceleri oldukça hareketli olur. Burada epey kemik kırıp çokça para kazandım koca dostum! Ah… Baco! Güreşçi Baco! Birazdan küçük turnuva olacak sanırım, yolda karşılaştığım birinden öğrendim. Bugünlük seni izlemeyi tercih ederim ve paramı sana oynayacağım! Tabi dövüşmek istersen. Eminim istersin, ahahahaha!” Tarko biten dövüşün sonucuna bakmak için durdu bir an. Gömleği kanlar içinde parçalanmış siyah saçlı adam, uzun boylu herifi mahvetmiş sevinçle ellerini kaldırıyordu havaya. Tarko devam etti, “Bak bir dövüş daha bitti ve kazanan da önceden belirlenmiş mükafatını alacak. Tabi bahislerini ona yatıran akıllılar da öyle ahahaha!”
Ringin çelik parmaklıklarından ayrılmış ufak kapıyı aralayıp içeri giren siyah elbiseli biri, yerde kanlar içinde yatan uzun boylu adamı hafifçe tekmeledi, tepki alamayınca da gülerek konuşmaya başladı, “Gergedan yenildi! Yılan kazandı! Sıradaki dövüş için bahisler birazdan açılacak, katılmak için son on dakika. Sekiz kişi ölümüne turnuvaya girecek, kazanan tek kişi bir milyonu alacak!” tezahüratlar ve uğultular yükseldi, “İki kişi eksik, iki! İki dövüşçü daha lazım turnuva için!” kalabalık arasından kısa boylu biri fırladı öne doğru. Kaslı gövdesini çıplak bırakmış, altına esnek bir kısa pantolon geçirmiş beyaz maskeli biriydi bu, “Ben!” diye bağırdı öne çıkınca, ringdeki adam da gülerek yanıt verdi, “Beyaz Cüce! İşte dövüş daha da vahşileşti!” sonra etrafına bakınmaya devam etti yeni birini bulabilmek için. Bir anlığında Tarko ile göz göze gelmiş, ancak iri siyahi hayır anlamında başını sallayınca vazgeçmişti. Ancak Kafes’in bilinen dövüşçüsü Tarko’nun yanındaki koca adam da dikkatini çekmişti.
Rodan’ın Kafesi’nde rakipler ölümüne dövüşürdü ve genellikle o kafesten sadece bir kişi canlı çıkardı. Öldürmek zorunlu olmasa da epey tutulan ve arzulanan bir şeydi. Dövüşçüler de kana susamış, vahşi kişilerdi. Dövüş için onlara verilen tek bir silahı seçerek rakiplerini kafesin dışına taşmadan istedikleri şekilde yenebilirlerdi. Kafesin dışında ise izleyiciler kendi aralarında, Rodan’ın adamlarının hakemliğinde bahse girerek paralarını katlardı.
Bacon birden ayaklandı ve "Hadi gidelim çabucak" dedi aceleci bir ses tonuyla. Tarko da derhal doğruldu gülerek, hiçbir şey içememiş olmanın hayal kırıklığını yaşıyordu içten içe. Bacon masaya biraz para bırakıp ihtiyarla konuşurken, Tarko barda duran adamdan bir şişe aldı aceleyle. Karşılığında hiçbir şey vermediği sarımsı şişeyi aldığı an tıpasını çıkardı ve birkaç yudum aldı. Bir oh çekerek tıpayı geri taktı ve barın kapısından çıkarken Bacon’a da takip etmesini söyledi. Birlikte kapıdan çıkıp caddenin içlerine doğru ilerlediler, sağ taraftaki yedinci sokaktan girip ortadaki iki katlı geniş binanın kapısında durdular. Tarko kapıya üç kez sertçe vurdu ve “Momba!” diye bağırdı. Az ışık alan sokak sakinlerinin rahatsız olmasından endişe etmiyor gibiydi. Kapıyı iri yarı, oldukça şişman biri açtı. Büyük gövdesini kaplayacak kadar kagir kumaştan bir elbise ile genişliğine rağmen dar gelen bir keten pantolon giymişti. Asık suratı Tarko’yu görünce pek değişmedi ve kapının önünden çekilerek bekleyen ikisini içeri aldı.
Kapının ardından gelen koridorun sonundan gürültüler geliyordu, bir gurup insan savaşıyormuş gibi. Kısa koridor, iki yanında birkaç kapı ile boyaları dökülmeye başlamış duvarlarla örülüydü. Sonuna gelince ikisi de içerideki gürültünün sebebini gördü. Tarko gülüyordu, kendini ait olduğu yerde hissediyordu yine.
Burası, Numien’in bilinen ve karışılmayıp gerekli görülen batakhanelerinden biriydi, Rodan’ın Kafes’i denirdi buraya. Rodan isimli bir çete liderinin kar sağladığı batakhanelerinden sadece biriydi bu. Binanın neredeyse tüm zemin katında duvarlar yıkılmış, taşıyıcı kolonlar çıplak kalmış ve büyükçe bir meydan oluşmuştu. Meydanın ortasına zemin kazılarak bir metrelik genişçe çukur alışmış ve çevresi yine bir metrelik çelik parmaklıklarla sarılmıştı. Çukurun dibi binanın zemini gibi tekrar döşenerek dövüş için pürüzsüz bir ring oluşturulmuştu. Ne kadar pürüzsüz olsa da zemini boyayan kan ve envai çeşit kir lekeleri, tüm alımını yok ediyordu. Buraya kafes denirdi izleyenler tarafından, çünkü buraya giren iki kişiden sadece biri çıkarken, diğeri sonsuza dek kafese kapatılmış olurdu.
Bacon ve Tarko vardığında kafesin etrafında onlarca kişi, içeride ölümüne dövüşen ikisine tezahürat yapıyor veya küfürler savuruyordu. Çoğu elinde kağıt parçaları ve paralarla savuruyordu bu gürültüleri. Tarko yüksek sesle güldü bunu görünce, peşinden gelen arkadaşına dönüp anlatmaya başladı, “Buraya Rodan’ın Kafes’i denir ve burada dövüşler asla eksik olmaz. Ne zaman bitse bir yenisi yapılır ve daima para döner. Numien’in barbarları için vazgeçilmez mekandır. Gündüzleri çok olmasa da geceleri oldukça hareketli olur. Burada epey kemik kırıp çokça para kazandım koca dostum! Ah… Baco! Güreşçi Baco! Birazdan küçük turnuva olacak sanırım, yolda karşılaştığım birinden öğrendim. Bugünlük seni izlemeyi tercih ederim ve paramı sana oynayacağım! Tabi dövüşmek istersen. Eminim istersin, ahahahaha!” Tarko biten dövüşün sonucuna bakmak için durdu bir an. Gömleği kanlar içinde parçalanmış siyah saçlı adam, uzun boylu herifi mahvetmiş sevinçle ellerini kaldırıyordu havaya. Tarko devam etti, “Bak bir dövüş daha bitti ve kazanan da önceden belirlenmiş mükafatını alacak. Tabi bahislerini ona yatıran akıllılar da öyle ahahaha!”
Ringin çelik parmaklıklarından ayrılmış ufak kapıyı aralayıp içeri giren siyah elbiseli biri, yerde kanlar içinde yatan uzun boylu adamı hafifçe tekmeledi, tepki alamayınca da gülerek konuşmaya başladı, “Gergedan yenildi! Yılan kazandı! Sıradaki dövüş için bahisler birazdan açılacak, katılmak için son on dakika. Sekiz kişi ölümüne turnuvaya girecek, kazanan tek kişi bir milyonu alacak!” tezahüratlar ve uğultular yükseldi, “İki kişi eksik, iki! İki dövüşçü daha lazım turnuva için!” kalabalık arasından kısa boylu biri fırladı öne doğru. Kaslı gövdesini çıplak bırakmış, altına esnek bir kısa pantolon geçirmiş beyaz maskeli biriydi bu, “Ben!” diye bağırdı öne çıkınca, ringdeki adam da gülerek yanıt verdi, “Beyaz Cüce! İşte dövüş daha da vahşileşti!” sonra etrafına bakınmaya devam etti yeni birini bulabilmek için. Bir anlığında Tarko ile göz göze gelmiş, ancak iri siyahi hayır anlamında başını sallayınca vazgeçmişti. Ancak Kafes’in bilinen dövüşçüsü Tarko’nun yanındaki koca adam da dikkatini çekmişti.
Rodan’ın Kafesi’nde rakipler ölümüne dövüşürdü ve genellikle o kafesten sadece bir kişi canlı çıkardı. Öldürmek zorunlu olmasa da epey tutulan ve arzulanan bir şeydi. Dövüşçüler de kana susamış, vahşi kişilerdi. Dövüş için onlara verilen tek bir silahı seçerek rakiplerini kafesin dışına taşmadan istedikleri şekilde yenebilirlerdi. Kafesin dışında ise izleyiciler kendi aralarında, Rodan’ın adamlarının hakemliğinde bahse girerek paralarını katlardı.
North Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 184
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Hiddetin Şafağı (Bacon Grim) - Bitti
Tarko'yu izliyordu hızlı adımlarla, yüzünde ifadesiz bir görüntü vardı. Taşlı yollarda ilerlerken insanların pis kokusu ilişiyordu burnuna. Bok götürüyordu bu lağım şehri, insanlar yürüyen boklardı Bacon'un gözünde. Ama hiçbir şey moralini bozamayacaktı. Sessizce yollarına devam ediyorlardı. Kelimelere ihtiyaçları yoktu, kararlı adımlarla ilerliyorlardı sadece. Caddede biraz ilerledikten sonra sağdan bir sokağa girmişlerdi. İki katlı geniş bir binanın önünde durdu ayakları. Gözleri Tarko ve bina arasında gidip geliyordu meraklı meraklı. Tarko kapıya üç kere sertçe vurup “Momba!” demişti. Bunun ardından şişko ve iri yarı bir adam açmıştı kapıyı. Şişko yol verdiğinde yanından geçen Bacon, onun asık suratına bakıyordu yüzünü ekşiterek. İçire girdiklerinde ise koridorda uğuldayan seslerin içine doğru yürüyordu artık suratında oluşan hafif sırıtışla. Koridoru geçtiğinde tahriş olmuş duvarlara bakmaya başlamıştı ilgiyle. Bir fularlı resim sergisinde nasıl hissediyorsa o da bu çukurda böyle hissediyordu işte. Kanın kokusunu içine çekti demirle örülmüş ringe bakarken.
Çukurun içinde iki adam ölümüne dövüşüyordu. Bacon adamları izlerken yarım kulakla dinliyordu konuşmaya başlamış Tarko'yu. Kaptırmıştı kendini şimdiden. "Vur! Gözünü oy!" diye haykırıyordu dövüşü izlerken içinden. En sonunda biri diğerinin pestilini çıkarıp dövüşü bitirdiğinde, Tarko'da duraksayıp kafese doğru dönmüştü. Galibiyeti alan adama doğru baktıktan sonra “Bak bir dövüş daha bitti ve kazanan da önceden belirlenmiş mükafatını alacak. Tabi bahislerini ona yatıran akıllılar da öyle ahahaha!” diye devem etmişti sözlerine. Bacon ise hayal kırıklığına uğramış duruyordu. Desteklediği adam yenilmişti ve içten içe deliriyiordu kafesteki uzun saçlı herifi izlerken. Ringin kapısından içeriye giren adama dönmüştü sonradan bakışları. Siyahlara bürünmüştü herif, sunucu olmalı diye düşündü Bacon. Adam hiç beklemeden yerde kanlar içinde yatam adamı tekmelemiş ve konuşmaya başlamıştı. “Gergedan yenildi! Yılan kazandı! Sıradaki dövüş için bahisler birazdan açılacak, katılmak için son on dakika. Sekiz kişi ölümüne turnuvaya girecek, kazanan tek kişi bir milyonu alacak!” tezahüratlar ve uğultular yükselmişti o sırada. Bacon etrafı izlemeye başlamıştı direk. O sekiz kişiyi merak ediyordu fıldır fıldır dönen gözleri. O etrafı izlerken “İki kişi eksik, iki! İki dövüşçü daha lazım turnuva için!” diye bağırmıştı ringteki siyah giyinmiş adam. Bacon öne atılmaya hazırlanmıştı ki, yanından fırlayan kısa boylu eleman ondan önce davrandı. "Ben!" demişti fırlar fırlamaz, ringteki adam da “Beyaz Cüce! İşte dövüş daha da vahşileşti!” diye yanıt vermişti. Bacon imalı bakışlarıla Tarko'ya bakıyordu ki, Tarko'nun bakışları o sıra başka yöndeydi. Cidden bir cüceyi ölümüne dövüşe çıkarmaya niyetli olmaları Bacon'un garipsemesine neden olmuştu. Öne atılan herife bakıyordu, fit bir vücudu vardı ama beyaz maskeli bir ucubeydi en nihayetinde. Cüce bir soytarıdan fazlası olamazdı Bacon'un gözünde. Bacon cebinden bir tomar para çıkarıp Tarko'nun eline tutuşturdu bu olanlardan sonra. "Bu parayı benim üzerime oyna Tarko" dedi soğukkanlı bir tavırla. 315.000 beliydi tamı tamına. Tüm parası buydu. Ölü bir adamın paraya ihtiyacı olmazdı sonuçta, hayatını riske atıyorsa buna değmeliydi. Hızlıca öne çıktı kalabalığın içinden. Bunu yaparken beyaz maskeli cüceyi kenara itmek için hafif bir omuz darbesi vurmuştu ona. "Ben!" dedi bağırarak.
Ringe böyle soytarılar çıkıyorsa işinin sandığından kolay olacağını düşünüyordu. Dişe dokunur bir rakip bulup bulamayacağı konusunda bir şüphe düşmüştü içine. Yine de bekleyip neler olacağını görmek gerekiyordu. Yüzündeki koca sırıtışla ringteki adama bakıyordu öylece, ve söyleyeceklerini bekliyordu. Yanındaki boyundan büyük işlere kalkışan kısa hergeleye bakıp "Burası çocuklara göre değil evlat" demeyi de ihmal etmeyecekti.
Çukurun içinde iki adam ölümüne dövüşüyordu. Bacon adamları izlerken yarım kulakla dinliyordu konuşmaya başlamış Tarko'yu. Kaptırmıştı kendini şimdiden. "Vur! Gözünü oy!" diye haykırıyordu dövüşü izlerken içinden. En sonunda biri diğerinin pestilini çıkarıp dövüşü bitirdiğinde, Tarko'da duraksayıp kafese doğru dönmüştü. Galibiyeti alan adama doğru baktıktan sonra “Bak bir dövüş daha bitti ve kazanan da önceden belirlenmiş mükafatını alacak. Tabi bahislerini ona yatıran akıllılar da öyle ahahaha!” diye devem etmişti sözlerine. Bacon ise hayal kırıklığına uğramış duruyordu. Desteklediği adam yenilmişti ve içten içe deliriyiordu kafesteki uzun saçlı herifi izlerken. Ringin kapısından içeriye giren adama dönmüştü sonradan bakışları. Siyahlara bürünmüştü herif, sunucu olmalı diye düşündü Bacon. Adam hiç beklemeden yerde kanlar içinde yatam adamı tekmelemiş ve konuşmaya başlamıştı. “Gergedan yenildi! Yılan kazandı! Sıradaki dövüş için bahisler birazdan açılacak, katılmak için son on dakika. Sekiz kişi ölümüne turnuvaya girecek, kazanan tek kişi bir milyonu alacak!” tezahüratlar ve uğultular yükselmişti o sırada. Bacon etrafı izlemeye başlamıştı direk. O sekiz kişiyi merak ediyordu fıldır fıldır dönen gözleri. O etrafı izlerken “İki kişi eksik, iki! İki dövüşçü daha lazım turnuva için!” diye bağırmıştı ringteki siyah giyinmiş adam. Bacon öne atılmaya hazırlanmıştı ki, yanından fırlayan kısa boylu eleman ondan önce davrandı. "Ben!" demişti fırlar fırlamaz, ringteki adam da “Beyaz Cüce! İşte dövüş daha da vahşileşti!” diye yanıt vermişti. Bacon imalı bakışlarıla Tarko'ya bakıyordu ki, Tarko'nun bakışları o sıra başka yöndeydi. Cidden bir cüceyi ölümüne dövüşe çıkarmaya niyetli olmaları Bacon'un garipsemesine neden olmuştu. Öne atılan herife bakıyordu, fit bir vücudu vardı ama beyaz maskeli bir ucubeydi en nihayetinde. Cüce bir soytarıdan fazlası olamazdı Bacon'un gözünde. Bacon cebinden bir tomar para çıkarıp Tarko'nun eline tutuşturdu bu olanlardan sonra. "Bu parayı benim üzerime oyna Tarko" dedi soğukkanlı bir tavırla. 315.000 beliydi tamı tamına. Tüm parası buydu. Ölü bir adamın paraya ihtiyacı olmazdı sonuçta, hayatını riske atıyorsa buna değmeliydi. Hızlıca öne çıktı kalabalığın içinden. Bunu yaparken beyaz maskeli cüceyi kenara itmek için hafif bir omuz darbesi vurmuştu ona. "Ben!" dedi bağırarak.
Ringe böyle soytarılar çıkıyorsa işinin sandığından kolay olacağını düşünüyordu. Dişe dokunur bir rakip bulup bulamayacağı konusunda bir şüphe düşmüştü içine. Yine de bekleyip neler olacağını görmek gerekiyordu. Yüzündeki koca sırıtışla ringteki adama bakıyordu öylece, ve söyleyeceklerini bekliyordu. Yanındaki boyundan büyük işlere kalkışan kısa hergeleye bakıp "Burası çocuklara göre değil evlat" demeyi de ihmal etmeyecekti.
Misafir- Misafir
Geri: Hiddetin Şafağı (Bacon Grim) - Bitti
Kısa boylu Beyaz Cüce’nin tanıtılırken, Bacon küçümser gözlerle olanları izliyordu. Bir adım ileri atılıp cebindeki tüm parayı Tarko’ya uzattı ve “Bu parayı benim üzerime oyna Tarko” dedi soğuk bir tavırla. Parayı alan Tarko güldü ve hızla kafese doğru ilerleyen hırslı adamın ardından “Kemiklerini kır!” diye seslendi. Bacon, kalabalık içinden öne atılıp “Ben!” diye bağırdı kaba sesiyle, tüm gözler bu kez ona döndü. Bağırırken Cüceyi de omzuyla itmişti bir kenara. En uzun haliyle ancak göğsüne yetişebilen Beyaz Cüce de o yapılı vücuduna rağmen iki metre ileri savrulup yere serilmişti. Ringdeki adam gürültüyle güldü, “İşte hiddet, işte şiddet! Bir adamımız daha oldu! Sağ olasın Tarko!” Paraları sayıp birine teslim eden zenciye bir selam vererek devam etti, “Şafak gibi söktün geldin kavgacı uzun adam, gözlerinden hiddet akıyor! Sana Hiddet’in Şafağı diyeceğim! Kara Porsuk’un ak arkadaşı!”
Siyah giyimli orta yaşlı adam bunları söylerken Bacon, ileri savrulup anca kendine gelen cüceye baktı, “Burası çocuklara göre değil evlat” dedi. Bu sözü, bardağı taşıran son cümleydi. Beyaz Cüce öfkeyle üstüne koştu ve kendinden beklenmeyecek kadar yükseğe sıçrayıp başını yakaladı Bacon’un. O kadar ani ve beklenmedik olmuştu ki, kalabalık içinde duran Rodan’ın adamları bile gözden kaçırmıştı onu. Neyse ki Bacon’un çok yakınında duranlardan biri cüce daha Bacon’a atlar atlamaz belinden yakaladığı gibi yere çaldı adamı. Sonra ringdeki adam konuştu gülerek, “İşte ruh budur! İlk dövüş belli oldu o zaman! Derhal ringe gelin sabırsız dövüşçüler, silahlarınızı seçin! İzleyenler son bahisleri oynasın, dövüş birkaç dakikaya başlıyor!” Keyifli kahkahasıyla ringin küçük kapısını aralayıp çıktı ve kapıyı aralık bırakarak kalabalık içine girdi.
Ringin yakınında duran uzunca bir masada silahlar sıralanmıştı. Çivili ve çivisiz meşe sopa, metal sopa, dikenli metal sopa, uzun bıçaklar, kısa kılıç, muşta, dikenli eldiven, uzun ince sopalar, mızraklar, mınçıka, zincir, dikenli ve dikensiz gürzler, kirli ahşap masaya serilmiş halde seçilmeyi bekliyordu. Her dövüşçü sadece bir silah alabilirdi ve dövüşten sonra da bırakırdı. Rakibi öldürmek serbestti, ağır yalamak veya sakat bırakmak da öyle. Rakiplerden biri etkisiz kale gelene veya biri pes edene dek bu kavgalar sürerdi.
Az önce etkisiz hale getirilen Beyaz Cüce öfkeyle masaya yöneldi ve bir uzun bıçak alarak ringe girdi. Aldığı bıçak, sapıyla beraber elinden dirseğine dek uzanıyordu. O da bıçağı içe doğru tutarak kolunun bir parçası gibi tutarak Bacon’u izliyordu.
Bacon silahını seçip ringe girdiğinde, hazır olduğu anlaşılınca gong çalacak ve dövüş başlayacaktı. Cüce’nin planı, her zamanki gibi rakip girdiği anda dikkatini dağıtmak için etrafından hızla hareket etmek ve bulduğu fırsatlarda bir taraflarına kesikler atmaktı. Gong çalmadan etrafından koşturmaya başlayacaktı, gong çaldığında ise yakınındayken uzun boyu ve hantallığından faydalanarak hızla eğilip bacaklarına kesikler atacaktı.
Beyaz Cüce:
Statlar:
Güç: 1.1
Dayanıklılık: 1.1
Hız: 2.0
Farkındalık: 1.4
Silah statları: Tüm silahlar düşük kalite.
Siyah giyimli orta yaşlı adam bunları söylerken Bacon, ileri savrulup anca kendine gelen cüceye baktı, “Burası çocuklara göre değil evlat” dedi. Bu sözü, bardağı taşıran son cümleydi. Beyaz Cüce öfkeyle üstüne koştu ve kendinden beklenmeyecek kadar yükseğe sıçrayıp başını yakaladı Bacon’un. O kadar ani ve beklenmedik olmuştu ki, kalabalık içinde duran Rodan’ın adamları bile gözden kaçırmıştı onu. Neyse ki Bacon’un çok yakınında duranlardan biri cüce daha Bacon’a atlar atlamaz belinden yakaladığı gibi yere çaldı adamı. Sonra ringdeki adam konuştu gülerek, “İşte ruh budur! İlk dövüş belli oldu o zaman! Derhal ringe gelin sabırsız dövüşçüler, silahlarınızı seçin! İzleyenler son bahisleri oynasın, dövüş birkaç dakikaya başlıyor!” Keyifli kahkahasıyla ringin küçük kapısını aralayıp çıktı ve kapıyı aralık bırakarak kalabalık içine girdi.
Ringin yakınında duran uzunca bir masada silahlar sıralanmıştı. Çivili ve çivisiz meşe sopa, metal sopa, dikenli metal sopa, uzun bıçaklar, kısa kılıç, muşta, dikenli eldiven, uzun ince sopalar, mızraklar, mınçıka, zincir, dikenli ve dikensiz gürzler, kirli ahşap masaya serilmiş halde seçilmeyi bekliyordu. Her dövüşçü sadece bir silah alabilirdi ve dövüşten sonra da bırakırdı. Rakibi öldürmek serbestti, ağır yalamak veya sakat bırakmak da öyle. Rakiplerden biri etkisiz kale gelene veya biri pes edene dek bu kavgalar sürerdi.
Az önce etkisiz hale getirilen Beyaz Cüce öfkeyle masaya yöneldi ve bir uzun bıçak alarak ringe girdi. Aldığı bıçak, sapıyla beraber elinden dirseğine dek uzanıyordu. O da bıçağı içe doğru tutarak kolunun bir parçası gibi tutarak Bacon’u izliyordu.
Bacon silahını seçip ringe girdiğinde, hazır olduğu anlaşılınca gong çalacak ve dövüş başlayacaktı. Cüce’nin planı, her zamanki gibi rakip girdiği anda dikkatini dağıtmak için etrafından hızla hareket etmek ve bulduğu fırsatlarda bir taraflarına kesikler atmaktı. Gong çalmadan etrafından koşturmaya başlayacaktı, gong çaldığında ise yakınındayken uzun boyu ve hantallığından faydalanarak hızla eğilip bacaklarına kesikler atacaktı.
Beyaz Cüce:
- Spoiler:
Statlar:
Güç: 1.1
Dayanıklılık: 1.1
Hız: 2.0
Farkındalık: 1.4
Silah statları: Tüm silahlar düşük kalite.
North Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 184
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Hiddetin Şafağı (Bacon Grim) - Bitti
Cüceye ettiği laftan sonra alaycı bakışlarla süzüyordu onu tepeden. Yüzü gülüyordu, insanları küçük düşürmeyi sevmişti her zaman. Aklından Beyaz Cüce'nin varlığını nasıl sindirdiğini keyifle geçiriyordu ki beklenmedik bir anda Cüce yerden fırladı. Salondakiler de beklemiyordu bu hamleyi. Yerden kalkıp Bacon'a koşmuş ve şaşırtacak derecede yükseğe sıçramıştı. Radon'ın adamları bile gözden kaçırmıştı bu ani hamleyi. O kadar hızlıydı ki Bacon daha ne olduğunu anlamadan dibinde bulmuştu Cüce'yi. Ama karşılık vermesine de gerek olmamıştı. Yakınındaki bir adam Cüce hamle yapamadan onu tuttuğu gibi yere çalmıştı. Şovmenlik yapan sunucu da bu olaya olacak ilginin kokusunu almış ve söze girmişti direk, “İşte ruh budur! İlk dövüş belli oldu o zaman! Derhal ringe gelin sabırsız dövüşçüler, silahlarınızı seçin! İzleyenler son bahisleri oynasın, dövüş birkaç dakikaya" Keyfi baya gıcırdı, kahkahalarından anlıyordu bunu Bacon. Adam ringten çıkarken o bahsettiği silahlara doğru bakmaya başlamıştı bile. Ama aklında silah seçmekten çok Cüce'yi çeşitli şekillerle öldürdüğü sahneler vardı.
Beyaz Cüce silahların olduğu masaya gelmişti hemen. Burayı biliyordu, yabancı değildi. Direk kapmıştı seçtiği silahı, Bacon ise yeni gelin gibi bakıyordu uzaktan. Adam uzun bir bıçak kavramıştı direk. Bacon'da masaya doğru yöneldiği sırada "Taco için soğan mı doğrayacaksın onunla kavruk?" demişti Cüce'nin arkasından ve keyifli bir kahkaha patlatmıştı. Kısa bir süre silahlara baktıktan sonra ise sağ eliyle mızraklardan birini kavramıştı. Cüce'nin arkasından ringe girmek kalmıştı geriye ve onu zevkle oymak.
Ringte oldukça temkinli şekilde rakibini süzüyordu Bacon. Onu tartıyordu. Cüce'yse direk etrafında koşuşturmaya başlamıştı daha gong çalmadan. Anlaşılan hızına güvenen bir rakipti. Nihayet gong sesi duyulduğunda ise mızrağı önüne doğru tutmuştu Bacon. Aralarında mesafe kurmaya çalışıyordu. Cüce ise buna hiç aldırış etmemiş, aralarındaki kısa mesafeyi aniden katetmişti. Bacon alnından iki damla ter dökerken telaşlı gözlerle adama bakıyordu sadece. Karşılık verecek şansı kalmamıştı. Cüce onun bacağına attığı iki-üç kesikten sonra geri fırlamıştı eski konumuna. Ve salonda inleyen uğultular eşliğinde etrafında koşuşturmaya başlamıştı tekrardan Bacon'un. Bacon kesiğin acısıyla dişlerini sıkıyor, onu izliyordu. İçi öfkeyle dolmuştu ve bakışlarına yansıyordu. Aklı durmuştu. Çaresizlik hissediyordu o birkaç saniye içinde. Bu adam bu kadar hızlıyken onu yakalaması çok zordu. İçinden küfürler ederken o süre içinde aklına gelen tek şeyse, mızrağı var gücüyle rakibine doğru fırlatmaktı. Cüce mızrak darbesini savuşturduğu sıradaysa, bunu fırsat bilip var gücüyle sıçrayacak ve yapabilirse üzerine çullanacaktı. Rakibi mızrağı savuştururken hem bir köşeye sıkışacak hem de başka bir darbeyi savuşturduğundan tepki verme avantajı düşecekti. Tüm bunlardan faydalanıp üzerine çullanmayı başarabilirse, iki eliyle kollarından sıkıca kavrayacaktı kaçmasını önlemek için, bu sayede bıçağı kullanmasını da önlemeyi hedefliyordu. Onun üzerindeyken de suratına ard arda kafa darbeleri vuracak, içindeki öfkeyi kahkahalarıyla boşaltacaktı. Kafa atmayı o ölene kadar ya da bir şekilde elinden kurtulabilene kadar bırakmayı düşünmüyordu.
Mızrağını feda edecekti tüm bu kafasından geçenler için. Bu riskli bir hamle olsa da aklına gelen tek plan buydu ve uygulamaya hazırdı. Mızrağını koluyla geriye doğru gerdi ve derin bir nefesle fırlattı Cüce'nin gövdesine doğru. "Taco Şiş!"
Beyaz Cüce silahların olduğu masaya gelmişti hemen. Burayı biliyordu, yabancı değildi. Direk kapmıştı seçtiği silahı, Bacon ise yeni gelin gibi bakıyordu uzaktan. Adam uzun bir bıçak kavramıştı direk. Bacon'da masaya doğru yöneldiği sırada "Taco için soğan mı doğrayacaksın onunla kavruk?" demişti Cüce'nin arkasından ve keyifli bir kahkaha patlatmıştı. Kısa bir süre silahlara baktıktan sonra ise sağ eliyle mızraklardan birini kavramıştı. Cüce'nin arkasından ringe girmek kalmıştı geriye ve onu zevkle oymak.
Ringte oldukça temkinli şekilde rakibini süzüyordu Bacon. Onu tartıyordu. Cüce'yse direk etrafında koşuşturmaya başlamıştı daha gong çalmadan. Anlaşılan hızına güvenen bir rakipti. Nihayet gong sesi duyulduğunda ise mızrağı önüne doğru tutmuştu Bacon. Aralarında mesafe kurmaya çalışıyordu. Cüce ise buna hiç aldırış etmemiş, aralarındaki kısa mesafeyi aniden katetmişti. Bacon alnından iki damla ter dökerken telaşlı gözlerle adama bakıyordu sadece. Karşılık verecek şansı kalmamıştı. Cüce onun bacağına attığı iki-üç kesikten sonra geri fırlamıştı eski konumuna. Ve salonda inleyen uğultular eşliğinde etrafında koşuşturmaya başlamıştı tekrardan Bacon'un. Bacon kesiğin acısıyla dişlerini sıkıyor, onu izliyordu. İçi öfkeyle dolmuştu ve bakışlarına yansıyordu. Aklı durmuştu. Çaresizlik hissediyordu o birkaç saniye içinde. Bu adam bu kadar hızlıyken onu yakalaması çok zordu. İçinden küfürler ederken o süre içinde aklına gelen tek şeyse, mızrağı var gücüyle rakibine doğru fırlatmaktı. Cüce mızrak darbesini savuşturduğu sıradaysa, bunu fırsat bilip var gücüyle sıçrayacak ve yapabilirse üzerine çullanacaktı. Rakibi mızrağı savuştururken hem bir köşeye sıkışacak hem de başka bir darbeyi savuşturduğundan tepki verme avantajı düşecekti. Tüm bunlardan faydalanıp üzerine çullanmayı başarabilirse, iki eliyle kollarından sıkıca kavrayacaktı kaçmasını önlemek için, bu sayede bıçağı kullanmasını da önlemeyi hedefliyordu. Onun üzerindeyken de suratına ard arda kafa darbeleri vuracak, içindeki öfkeyi kahkahalarıyla boşaltacaktı. Kafa atmayı o ölene kadar ya da bir şekilde elinden kurtulabilene kadar bırakmayı düşünmüyordu.
Mızrağını feda edecekti tüm bu kafasından geçenler için. Bu riskli bir hamle olsa da aklına gelen tek plan buydu ve uygulamaya hazırdı. Mızrağını koluyla geriye doğru gerdi ve derin bir nefesle fırlattı Cüce'nin gövdesine doğru. "Taco Şiş!"
Misafir- Misafir
2 sayfadaki 4 sayfası • 1, 2, 3, 4
Similar topics
» Avcı'nın Masalları(John Graywolf) - Bitti
» Yeni Bir Başlangıç [Bacon Grim - Agachak Groli]
» E.N.D Zac En Değersizi Zac[Bitti]
» Donsuz Zebaniler (Bacon - Akubaru - Groli - Belle)
» Genç Avcı (John Graywolf) - Bitti
» Yeni Bir Başlangıç [Bacon Grim - Agachak Groli]
» E.N.D Zac En Değersizi Zac[Bitti]
» Donsuz Zebaniler (Bacon - Akubaru - Groli - Belle)
» Genç Avcı (John Graywolf) - Bitti
2 sayfadaki 4 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz