[Karne] Agachak Groli
2 posters
One Piece Rpg :: Başlangıç :: Karakter Oluşturma :: Karne
1 sayfadaki 1 sayfası
[Karne] Agachak Groli
Ad Soyad: Agachak Groli Irk: İnsan Yaş: 31 Boy: 2.44m Kilo: 130 Cinsiyet: Erkek Meyve: Denki Denki No mi | Taraf: Zebani Korsanları Bulunduğu Deniz:North Blue Grup: Zebani Korsanları |
- Kişilik + Geçmiş:
Kişilik:Kişilik: Oldukça zekidir. Gerektiğinde zekasıyla kendini kurtarmaya çalışır. Sürekli dualarını içinden tekrar eder. Dua ederken kelimeleri unutmamak için bunu yapmak zorundadır. Onun laneti de budur. Ayrıca sadisttir. İnsanların acı çektiğini görmeyi çok sever. Kendini herkesten üstün görür. Yenilmeyi asla kabul edemez. Bu gibi durumlarda öfkeden kudurur. Megalomandır. Güçlülere saygı duyar, güçsüzlere eziyet eder. Kendisine karşı gelinmesine çok sinirlenir, bu gibi durumlarda karşıdakini korkutup,sindirip eziyet etmek için elektrikle çarpar. Dişilerle cinsel ilişkiye girmeyi dininin gereği olarak görür. Kendi dininden olmayanlara tecavüz eder, kendi dinindekiler ise onu kutsal birisi olarak gördüğü için isteklerini yerine getirir genelde.
Geçmiş: Şaman Oba adasında doğmuştu. Oba'da kışlar oldukça sert geçer, etraftaki kuzey denizi buz tutar. Rüzgarlar oldukça sert eser, yaz vakti de serindir. Hiçbir zaman kavurucu sıcak yaşanmaz. Ada dağlık bir yapıya sahiptir, denizin dibi kayalıktır. Tehlikesiz yaklaşılabilecek tek bir tarafı vardır. Burası da zaten liman yapılmıştır. Rüzgarlara göğüs geren iri bir kaya çıkıntısı, limanı ve şehri korur. Adanın merkezinde bir dağ bulunur, Sheehan Dağı. Dağdan bir nehir çıkar,Crohn Nehri. Obanın doğusunda Riva şehri vardır.
Riva şehri bir kaledir. Hemen, iskelelerin hemen arkasında yüksek ve kalın bir sur vardır, iskeleler boyunca uzanan dar, karla örtülü çakıllı yol da her iki yanından şehirden ayrılır. Yol boyunca uzanan surlara dayalı derme çatma binalar ve alçak, rengarenk çadırlar da yarı yarıya karlara gömülür. Şehrin kendisi, inşa edilmiş olduğu dimdik yamaç boyunca kat kat yükselir; her kattaki gri evler bir aşağı kattakilere tepeden bakar. Limana bakan pencerelerin hepsi daracık ve yüksektir. bu mimarinin taktik avantajı çok yüksektir: Kat kat yükselen şehir birbiri ardına dizilmiş bir barikatlar silsilesi gibidir. Şehir kapılarını aşmak size hiçbir şey kazandırmaz. Her kat, ana surlar kadar aşılmazdır. Bütün şehrin tepesinde, ona yukarıdan bakan ana kale vardır; kuleleri ve burçları Riva'lıların bu asık yüzlü şehrinin tümü gibi gridir. Beyaz-mavi kılıçlı Riva sancağı kalenin tepesinde, kış gökyüzünü örten gri bulutların önünde rüzgarda dalgalanır. Küçük şaman bu şehirde dünyaya geldi.
***
Küçük şaman adayı sarı renk göz bebeklerini gökyüzüne dikti. Ufka dek uzanan maviliğin üzerinde ufak beyaz bulutlar göze çarpıyordu. “Denizin üzerindeki buz dağları gibi” diye düşündü. Denizi iki yıl önce kuzeye yaptıkları uzun bir seferde görmüştü. Babası obalarının lideri olduğu için hayatı boyunca çok şey görmüş geçirmişti zaten. Ancak on beşine geldiğinde bir anda tüm bunları boş vermiş ve şaman olmak istediğini babasına söylemişti. Babası, onu at üzerinde ok ve yayıyla dehşet saçan bir savaşçı olarak yetiştirmek istediği için bu kararına tepki göstermişti. Hatta bu kararından vazgeçmesi için dövmüştü oğlunu.
Çocuğun adı Agachak’tı. Bu adı ona babası koymuştu,eski dilde güneş demekti. Çünkü babası, gökte gezinen güneş gibi onun da yeryüzünde atıyla gezinmesini ve adını dünyaya yaymasını istemişti. Aslında Agachak da çok seviyordu at binmeyi. Savaşlara katıldığı olmuş ve bu vahşi etkinlikten hayvanca bir zevk de almıştı. Öldürdüğü düşmanların gözüne baktığında kendini iyi hissettiği bile olmuştu. Ama bir tanesinin gözlerinde farklı bir şeye rastladı. Bu ölü gözlerde sanki dünyanın sırrı vardı. göz bebeklerini çevreleyen beyazlığın üzerinde şimdiye dek görmediği beş yaratığın yansımasını gördü. Öldürdüğü bu adamın eski bir şaman olduğunu ise daha sonra öğrendi. Agachak işte o zaman karar verdi şaman olmaya.
Düşmanın gözlerinde gördüğü sırra ulaşmak için can atıyordu. Bu sırra ulaşmak için şamanlar gibi ruhunu yönetmeyi öğrenmek istemişti. Ancak ha deyince şaman olunamıyordu. Başka bir şamanın yanında bir yıl kaldı. Doğayla bütünleşmeyi, at üstünde gezinen rüzgârın şarkısını ruhunda duymayı ondan öğrendi. Toprağın altındaki ateşin sıcağını hissetmeyi ve gökten dökülen yağmurun dansını izlemeyi belledi. Sesleri dinledi, seslerde bir nebze duydu dünyanın sırrını.
Bir yılın sonunda Agachak sordu.
“Ustam artık şaman olmaya yeterli miyim? Rüzgârı ve yağmuru hissedebiliyorum.”
Ustası yaşlı bir adamdı. Belki yüz yaşından fazlaydı. buz dağları gibi ak bir sakalı vardı. Gülümsedi ve şöyle bir cevap verdi çırağına.
“Aferin sana. Rüzgâr ve yağmur, bunlar ruhun dostlarıdır. Sen de çok yol aldın. Ancak pişmeden şaman olamazsın.”
“Nasıl pişeceğim peki?” dedi Agachak.
“Yalnızlık…” dedi yaşlı şaman. “Önce yalnız kalacaksın. Doğanın ruhuyla baş başa… Ancak o şekilde ruhun içerisindeki canavarlarla savaşabilirsin. Bu canavarlar senin düşmanındır, aynı zamanda da dostundur. Beş kez savaşman gerecek. Ancak ondan sonra şaman ruhuyla hissedebilirsin dünyayı. Piştiğine kanaat getirince geri dön.”
Böylece Agachak yola koyuldu. Ezelden beri şamanların pişme yeri olan Sheehan dağlarının içlerindeki yeşil ovalara varmaktı niyeti. Dağların derinlerinde kılıç döven demircileri selamlayarak ve geceleri dahi yol alarak uçsuz bucaksız görünen bir ovaya vardı.
“Savaş için uygun.” diye mırıldandı dört yanına bakınarak. Güneşin altında ruhunu yıkanmaya bıraktı. Saatlerce durdu ve dinledi. Sonunda titremeye ve başka bir gerçekliğin farkındalığına varmaya başladı.
Ovanın üzerinde savaşmayı bekliyordu ama öyle olmayacaktı. Ruhunda karşılaşacağı ilk bilinmez yerin derinliklerinde saklanıyordu. Korkunç bir gürültü duyuyordu. Agachak, daha önce zelzele yaşamıştı ama böylesini değil. Yer yarıldı, korkunç bir boşluk gözüktü. Yerin dibine inmeye karar verdi. Savaşmaktan kaçmayacaktı. Artık maddeden azadeymiş gibi istediğinde uçuyor, istediğinde yerin dibine doğru yürümeden ilerliyordu. Sonra Şeytan’ın karanlık ülkesinin kapısına vardı. İlk düşmanlarını işte o zaman fark etti. Büyük Deniz’in iki bekçisi, yılan soyundan iki ejderha… Yılan olmasına yılandılar ama timsah gibi dört ayakları vardı. İçinde yüzdükleri ateş denizi kadar kızıl dört ayak… Ötede, ateş denizin diğer tarafında Cehennemin Kralı’nın sarayı gözüküyordu.
“Apra ve Yutma! Ey ejder soyu ruhumdaki dinginliğe itaat edin ve beni ateş denizinden geçirip Cehennemin Kralı'na götürün.”
Agachak’ın sözleri iki yılana ulaşınca Apra ve Yutma onu fark ediverdi. Şimdi bu iki dehşetli yaratık onu öldürmeye geliyordu. Şaman onlarla savaşıp diz çöktürmeliydi. Bunu nasıl yapacağını biliyordu. Islığıyla kadim bir nağmeyi çalmaya başladı. “Puhu’nun Türküsü” denilen bilindik bir Yatla namesiydi bu. Baykuşlar kraliçesi, ak renkli Puhu bu nağmeyi duyar duymaz Sheekan dağlarından yerin altına uçtu geldi. Kanatlarını açmış ve gözlerini şamana doğru saldıran iki yılana dikmişti. Uçtu ve baykuşlara özgü ötüşüyle yılanların üzerine gitti. Apra ve Yutma hemen itaat etti ona. Çünkü yeraltının bekçileri yeryüzünün kraliçesi Puhu’ya karşı gelemezdi.
“Var ol Puhu!” dedi Agachak. “Şu yılan soyuna benim adıma emret.”
Bunu duyan baykuşlar kraliçesi hemen baykuş ötüşünü bırakıp insan sesiyle yılanlara emretti.
“İnsan soyunun temsilcisini ateş denizinden geçirin. Cehennemin Kralı'na ulaşsın.”
Böylece Apra ve Yutma yeşil baldırlarını oynata oynata Agachak’ı ateş denizinden geçirdi. Sarayın kapısına bırakılan Agachak kapıyı çaldı. Cehennemin Kralı’nı göreceği için çok heyecanlıydı. Ancak kapıyı Cehennemin Kralı değil şaman ustası açtı. Sevinçli bir ifadeyle aksakalını sıvazlıyordu.
“Aferin çocuk.” dedi Agachak’ı saraya alırken. “İlk sınavı geçtin.”
Agachak titreyerek uyandı. Yeraltında değildi. Ovada çimenlerin üzerinde sırtüstü uzanmış yatıyordu. Yukarıdaki mavi göğe baktı. İlk sınavı geçtiği için mutluydu. Peki, ikincisi ne olacaktı? Ne zaman olacaktı?
Bu sorular için fazla beklemesi gerekmedi. Hava bir anda kararmaya başladı. Akşama daha çok vardı. Güneş mi tutuluyordu acaba? Böyle olmadığını gökyüzünde gördüğü şeyle anladı. Ayağa kalktı.
“Markut!” diye bağırdı coşkuyla. “Dokuz Kartalın Anası!”
Gökyüzünde simsiyah bir kartal uçuyordu gerçekten. Ancak cüssesi gerçek kartallardan çok daha iriydi. Sağ kanadı Güneş’i, sol kanadı ayı örtecek kadar büyüktü. Havanın bir anda kararmasının sebebi buydu.
Karakuş küçük şamana doğru alçaldı. Alçaldıkça karanlık arttı.
“Ruhun karanlığını sun bana ey Güneş Kuşu.” dedi küçük şaman adayı. “Benim adımın anlamı da Güneş. Beni de ört. Dünyanın sırrını görebilmem için karanlıkta bırak beni.”
Şamanın sesi gittikçe artıyordu. Kuş yere indi. Etraf karanlıktı. Ancak yine de her şey görülebiliyordu. Şaman saatlerce yürüyerek kuşun tepesine bindi. Kuş havalandı. Bulutlara uçtu.
Bulutların üzerine ulaştıklarında Agachak burada devasa bir şehir olduğunu fark etti. Bu şehrin kuleleri, üzerine inşa edildiği bulutlar gibi pamuk rengiydi. Etrafı yağmurdan bir surla çevriliydi. Kapısı kar, dolu ve çiydendi. Geçilmez soğukluktaydı. Kartalların anası onu kapının önüne indirdi. Orada onu bir yaratık karşıladı. Bu yaratık esasında küçük bir buluttu ama yürüyebiliyor ve konuşabiliyordu.
“Merhaba.” dedi. “Ben ben bir bilmeceyim. Beni çöz. Tabii yoluna devam etmek istiyorsan.”
Küçük şaman adayı düşünmeye başladı. Karşısında duran her şey ilginçti. Bilmece çok zordu. Ama aklına bir şeyler geliyordu.
“Sen bensin.” dedi küçük buluta.
Küçük bulut gülümsedi.
“Açıkla.”
“Küçükken gökyüzündeki bulutlara baktığımda kendimi küçük bir bulut olarak hayal ederdim. Böylece büyük butluların üzerinde dolaşabileceğimi düşünürdüm.”
“Bilmeceyi çok çabuk çözdün.” dedi küçük bulut. “Bu iyi bir şey değil. Ama bilmeceyi çözenin yolunu açarım ben.”
Küçük Bulut eğilip selamlayarak küçük şamana yol verdi. Küçük şaman da onu selamladı. Ve şimşekler çaktı.
Agachak'ın son hatırladığı şimşeklerin çaktığıydı. Kafası kazan gibiydi. Gözlerini kırpıştırarak açtı. Yine ovadaydı. Markut yoktu, gitmişti. Belki hiç gelmemişti de. Ama ikinci sınavı da geçtiğini hissediyordu şaman. Ruhunda yeni bir dehliz açılmıştı. Dünyayı farklı görüyordu artık.
Yeni sınavının ne olduğuna kafa yormadan yürümeye başladı. Güneşe doğru yürüyordu. Hava dağlarda ender rastlanacak şekilde yumuşaktı. Dağların arasındaki ova ezelden beri şamanların sınavları için geldikleri mekândı. Belki de bu yüzden dünyanın ruhu burada daha bir coşkulu hissediliyordu. Sahi ruhu var mıydı dünyanın? Varsa neresindeydi? Derin denizler dibinde mi, yoksa çöl kumlarının altında mı?
Geçtiği iki sınavı düşündü. Değişik yaratıklarla karşılaşmıştı. Oysa en çok karşılaşmak istediği yaratıkla henüz karşılaşmamıştı; çocukluğundan beri kendisiyle özdeşleştirdiği Semruk’la. Ne çok isterdi onunla karşılaşmayı. Bakır tırnaklı bu kartalın çift başlı oluşunu seviyordu en çok. Çocukken bu kartalın bir başının şaman bir başının da savaşçı olduğunu düşünürdü. Onun gibi bir ikilem barındırıyordu.
Yüreğinden gelen bir çağrıyla Semruk’u çağırdı. Sonraki sınavında onunla karşılaşmayı umut ediyordu. Bu umutla bir kez daha şamanlara has bir ritüeller silsilesiyle kendinden geçti. Uyandığında havada uçuyordu. “Bu sefer neyin üzerinde uçuyorum?” diye düşündü bir an. Ama sonra fark etti. Herhangi bir şeyin üzerinde, sırtında değildi. Uçan bizzat kendisiydi. Uçarken hem batıyı, hem doğuyu tamamen görüyordu. Kanatları olduğunu fark etti. Tanıdık kanatlar… Sonra görüşünün artmasının sebebini anlayıverdi. Dehşet ve sevinci beraber yaşıyordu. Semruk’u çağırmıştı. Öyle çağırmıştı ki kendi bedeni Semruk olmuş, ruhu Semruk’la bütünleşmişti. Kartallara has bir avcı dürtüsü ve özgürlük hissi ruhuna eklemlenmişti. Sevinçle kanatlarını çırptı. Bir batıdaki başını oynattı, bir doğudakini. Sonra başka bir kartal gözüktü. O da Semruk’tu. İki kartal havada dönerek dans etmeye başladı. Dans ilerledikçe yakınlaştılar. Sonra birleştiler havada. Zaten Semruk’tular ama daha bir Semruk oldular. Şaman Semruk olmasının sorumluluğunu biliyordu. Yaşam Ağacı’nı bulup tepesine tünemeliydi. Sınav buydu. Sınavını kendisi seçiyordu artık. Ruhunu serbest bırakıp gökte süzüldü. Sezgileriyle uça uça buldu ağacı. Dünya’dan daha büyük bir ağaçtı bu. Zirvesine çıkmak epey zaman almıştı. Semruk-Şaman ağacın tepesine keyifle tünedi ve huzur bulduğunu hissetti.
Artık sınavlara karşı ruhu bir açlık duyuyordu. O yüzden bir sonraki sınavını çok daha zorlu seçti. “Hazır Semruk’un bedenindeyken Ayaksız’ı yakalayayım” diye düşündü. Ayaksız eskiden beri çocukların Huma kuşuna taktıkları isimdi. Derler ki bu ayaksız kuş ayağa zaten ihtiyaç duymazmış. Çünkü durmaksızın uçar ve yorulmak da bilmezmiş. Küçük şaman bu acayip mahlûku bulabilmek için yıldızlar katına dek çıkması gerektiğini biliyordu. Ama öyle bir özgüvenle dolmuştu ki hemen göğün derinliklerine atıldı. Ne de olsa Semruk’un bedenindeydi. İki başıyla etrafı kolaçan ederek hiçbir şeyi gözden kaçırmadan uçuyordu.
Bin yıldızın ortasında buldu Huma’yı. Kuşların en azametlisi, parlak kanatları ayaksız göğsüyle mağrur biçimde uzay boşluğunda uçuyordu. Şimdiye dek kaç galaksi dolaşmıştı? Kaç yıldızın sönüşüne tanık olmuştu? Küçük şaman bu soruların cevabını bilmiyordu. Onun şu an merak ettiği Huma’yı canlı olarak yakalamanın mümkün olup olmadığıydı. “Belki de,” dedi “Bir yıldızın içine sokmalı onu.”
En yakındaki yıldızın ateşine doğru uçtu. Onun bu cesur hareketini gören Huma da onu izledi. Huma yıldızlardan çekinmiyordu. Çünkü küllerinden yeniden doğabilen bir yaratıktı o. Küçük şaman onu yıldızın içine çekebilirse yakalayabileceğini düşünmüştü. Yine de dikkatli olmalıydı. Her ne kadar Semruk’un bedeninde olsa da bu kartalın da sıcaklığa karşı dayanması zordu. Huma iyice yaklaşınca ona doğru uçtu. Beklenmedik bir biçimde Huma da kaçmadı. Aksine o da Semruk’un üzerine uçup ayaksız göğsüyle başına konuverdi. Küçük şaman çok sevinmişti. Bu kadar kolay olacağını düşünmemişti aslında.
Huma başına konmuştu konmasına ama bu kez başka bir sorun vardı. Yıldıza gereğinden fazla yaklaşmış ve yıldızın çekimine kapılmıştı. Huma’yla birlikte istemsizce yıldızın ateşine doğru sürükleniyorlardı. Ateşin bağrına uçtular ve küle döndüler. Yıldız parlamaya devam etti.
Küçük şaman ovada sırtüstü uzanmış vaziyette uyandı. Korkudan titriyor ve her tarafında bir sıcaklık hissi duyuyordu. Ne var ki dünya aynı dünyaydı. Sadece uyandığı yerde çimenlerin üzerinde bir avuç kül dikkatini çekti. Bir süre sonra kül hiç orada değilmiş gibi kayboluverdi.
Artık şaman olmak için son bir sınavdan geçmek dışında bir engeli kalmamıştı. Böylece yeni sınavını belirlemek için düşünmeye başladı. Huma kuşunu yakaladıktan sonra artık aklına başka bir sınav gelmiyordu.
“Çünkü başka sınav yok.”
Nereden gelmişti bu ses. Ovada yalnızdı. Bir nefes… Bu nefes bir yerlerden tanıdık geliyordu. Savaş meydanlarında çokça hissettiği korkunun nefesi… Ovanın ortasında, yanı başında duran Ulu Şamanı fark eden Agachak irkilerek geriledi. Nasıl fark etmeden bu denli yanına sokulabilmişti bu Ulu Şaman. Böylesi iğrenç bir suratı ilk defa görüyordu. Yanmış ve iğrenç bir yüzdü
“Ne demek başka bir sınav yok?”
Ulu Şaman ayaklarıyla yeri dövüp tekrar konuştu.
“Diğer sınavları geçtiğin için son sınavı da geçmiş sayıldın. Yani konusu ben olan sınavı demek istiyorum.”
Ulu Şamanın gözleri kıpkırmızı parıldıyordu. Ama Agachak o an buna dikkat etmiyordu. Küçük şamanın o sırada merak ettiği ilk dört sınavda acayip, önceleri görmediği canavarlarla içli dışlı olmuşken işin son kısmında nasıl böyle habis bir yaratığın çıkıp geldiğiydi.
“Sen habis bir yaratıksın.” dedi Agachak. “Tamam, yüzün yanmış ama önceki canavarlar kadar ürkütücü bir şey göremiyorum sende. Son sınavın konusunun sen olduğuna emin misin?”
Konuşan Ulu Şaman bu sözlere alınmış gibi yüzünü astı. Hareketlenip pençelerini salladı. O anda daha önce görülmeyecek şekilde vucüduna bitişik duran kanatları çıktı.
“Ben, ruhlar aleminden geldim!"
“Bu durumda artık şaman oldum sanırım.”
Boşluktan cevap geldi.
“Hayır daha iyisi, ruhlar aleminin savaşçı şamanısın sen.”
Küçük şaman sevinçle ellerini çırptı. Yalnız bir noktaya aklı takılmıştı.
“Ben savaşçı olmaktan vazgeçtim.” dedi. “Okumu ve yayımı bıraktım.”
“Bir savaşçı asla…”
Cümle bitmeden Agachak, Ulu Şaman'ın sözünü kesti.
“Artık şu kanatlarını kapat.”
Boşlukta kanatların kapanma sesi geldi. Konuşmasına devam etti.
“Bir savaşçı asla savaşçılıktan vazgeçemez.” dedi. “Şaman da olsa yine okunu ve yayını arar gönlü.”
“Her neyse,” diye karşılık verdi küçük şaman, “Benim savaşçılığa artık pek niyetim yok ama öyle diyorsan madem göreceğiz. Şimdi şaman olduğuma göre artık yurda dönme vaktim geldi.”
“O zaman ye bunu.” dedi Ulu Şaman kırmızı renkli elmaya benzeyen ancak üzerinde kıvrım kıvrım şeyler bulunan bir meyveyi uzatarak. Küçük şaman şaşırmıştı. İkiletmeden meyveyi alıp ısırdı . Garip bir histi. Şimdi Agachak boşluğun üzerine binmiş gibiydi. Oturarak uçuyor gibi görünüyordu. Adeta rüzgâra bineklik ediyordu.
Yurda geri döndüğünde küçük şamanın ruhunu bir sıkıntı kaplamaya başladı. Ne de olsa artık şaman olduğu için sezgileri daha bir kuvvetliydi. Uzaktan yurdun üzerini bir dumanın kapladığını gördüler. Sanki bir savaşın ardından tüten keder gibi… Yaklaştıkça anladılar. Bir yıkım olmuştu.
Küçük şaman çadırların arasında gözleri yaşlı bir şekilde dolaştı. Ulu Şaman da arkasından onu takip ediyordu. Küçük şamanın hocası düşman askerleri tarafından bir ağaca asılmıştı. Agachak, ustasının gözlerine baktı. Ferleri sönmüş bu iki yuvarlak hala ona bir şeyler anlatır gibiydi. Dolaşmaya devam etti. Obadaki herkes öldürülmüştü. Kimisi yakılarak, kimisi dövülerek… Küçük şaman, babasını gördüğünde iyice öfkelendi. Cesedi parçalanmış ve belli ki ölmeden önce işkenceden geçirilmişti.
Agachak ölülerini gömdü. Akşam bir hayalet gibi bozkırın üzerine çöküyordu. Ulu Şaman ve Agachak için artık başka bir yol görünüyordu. Eskiden beri insanoğlunun peşini bırakmayan intikam yoluydu bu. Artık Agachak için şaman olmak yetmeyecekti. İntikam gerekiyordu. İntikam almak için de savaşçı olmak ve savaşmak…
Günlerce yas tuttular. Sonra Agachak kararını Ulu Şaman'a de söyledi.
“Sen haklıymışsın meğer. Bir kez savaşçılığa bulaştın mı geri dönüşü yokmuş. Ben Savaşçı Şaman olacağım. Dünyanın öte tarafına at süreceğim. Rüzgârın şarkısını başka ellerde dinleyeceğim.”
Ulu Şaman, Savaşçı Şaman’a saygıyla baktı. Bütün insanları ruhlar dünyasının bayrağı altında toplayacak olan imparator bu çocuk olacaktı belli ki. Onunla birlikte savaşamayacağı için buruktu.
“Hadi intikam almaya o halde.” dedi Ulu Şaman. Savaşçı Şaman atının üzerine bindi. Ulu Şaman ruhlar alemine geri döndü. Agachak intikam için yola çıktı...
Statlar Güç: 1.5(1.3+2) Dayanıklılık: 1.4(1.3+1) Hız: 2.0(1.4+2) Farkındalık:1.3(1.2+1) | Meslek Statları [Meslek 1]: Rahiplik 1.2 [Meslek 2]: - Yan Meslek: | Meyve Statları Meyve İsmi: Denki Denki No mi Türü: Paramecia Saf Meyve Gücü: 13(4+9) Kullanım Süresi: - Ek Güçler: - Mod/ Ek Dönüşüm: - Kontrol: 11(2+9) |
Dövüş Tekniği: Tekniğin Adı: - Tekniğin Stili:- Teknikte Kullanılan Ekipman yada Ekipmanlar:- Tekniğin Açıklaması:
| Tekniğin Altdalları: Teknik: - Yetenek: - Yan Stil: - Mod: - Özel Stil: - | Değerler-Eşyalar Eşyalar: 1 adet orta kalite kurukafa motifli tırpan, 1 litre iyi kalite zehir, 2 litre ayin yağı, 10 adet madalyon, 1 adet din kitabı, 2 adet çakmak, 2 adet buhurdanlık, 10 adet tütsü Kafa Ödülü:- Para: 1080k Dağıtılmamış Stat: - |
Geri: [Karne] Agachak Groli
Son konudan 6,6,6 puan aldım.
Yeni statlar:
Güç: 1.5
Dayanıklılık: 1.4
Hız: 2.0
Farkındalık: 1.3
----
Meyve gücü 13
Kontrol 11
--
Para 1m
Yeni statlar:
Güç: 1.5
Dayanıklılık: 1.4
Hız: 2.0
Farkındalık: 1.3
----
Meyve gücü 13
Kontrol 11
--
Para 1m
Misafir- Misafir
Geri: [Karne] Agachak Groli
6 puan almıştın. Onuda eklemiştim zaten.
Franky- Mesaj Sayısı : 401
Kayıt tarihi : 08/01/16
One Piece Rpg :: Başlangıç :: Karakter Oluşturma :: Karne
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz