Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
2 posters
One Piece Rpg :: 4 Deniz Rp :: East Blue
2 sayfadaki 14 sayfası
2 sayfadaki 14 sayfası • 1, 2, 3 ... 8 ... 14
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
Odadan dışarı çıktığında oldukça şaşırtıcı bir görüntü ile karşılaşıyorsun. Güverteye yaklaşık yirmi kadar adam çıkarılmış. Adamların çoğu üst üste yığılmış bir vaziyette olduğundan merdivenlerin üstünden bakıldığında Rayl’ın orada olup olmadığı anlaşılmıyor. Aşağı inip daha yakından bakmayı düşündüğün sırada içerideki diğer kişiler de sana yetişiyor. Lulu gördüğü bu görüntüye kahkahayı basarken Anna , kızgın bir ses tonuyla Sebastian’a böyle bir emir vermediğini söyleyip neden bu kadar adamı güvertelerine taşıdığını soruyor. Alfred ise aşağılayıcı bir tavırla Sebastian’a bakıp kıs kıs gülüyor. Mey-Rin ve Tanaka ise oldukça şaşkın gözüküyor. Sebastian ise çoktan gömleğini ve ceketini üstüne geçirmiş, kravatını düzeltmekle uğraşıyor. Sebastian kravatını düzelttikten sonra Anna’ya dönüyor ve ‘’Leydim, bana başınız ile kızıl saçlı bayanın arkadaşını bulmamı işaret etmiştiniz değil mi?’’ diyor. Anna kendisinin bu söylediklerini başı ile onayladıktan sonra konuşmaya devam ediyor: ‘’Fakat o an acele ile denize atladığımdan kızıl saçlı bayana arkadaşının görünüş olarak neye benzediğini soramadım. Bu yüzden de denize düşmüş olan herkesi tek tek gemiye taşıdım. Yoksa yanlış bir şey mi yaptım? ‘’ diyor. Sebastian’ın bu sözlerinden sonra Anna sol eli ile yüzünü kapatıyor ve ‘’Aferin. Aferin. İyi yapmışsın.’’ Diyor.
Bu kısa konuşmadan sonra güverteye inip insan yığının arasında Rayl’ı aramaya başlıyorsun. Pek çok değişik saç, pek çok değişik sakal, pek çok değişik yüz görüyorsun. Beyaz, sarı, yeşil ve daha birçok saç rengi görmüş olsan da hiçbiri Rayl’ın Alev kızılı saçlarına benzemiyor. Ela, kırmızı, siyah, kahverengi gözler görmüş olsan da hiçbiri sürekli sana bakan masmavi gözlere ait değil. Değişik bıyık ve sakal çeşitleri görmüş olsan da hiçbiri Rayl’ın seni gördüğünde ışıldayan bebeksi yüzüne benzemiyor. Rayl’ı tekrardan görme heyecanıyla dışarı çıkmış olsan da hayat, değer verdiğin dostunu sana göstermemeye devam ederek sana oldukça sert bir darbe daha vuruyor. Şimdi neler olacağını düşündüğün sırada Anna’nın sesini duyuyorsun. ‘’Sebastian haricindekiler derhal içeri geçsin!’’
Tayfa, Anna’nın dediğini ikiletmeden içeri giriyor. Sebastian ve Anna da merdivenlerden aşağıya inip yanına doğru geliyorlar. Yanına doğru geldikleri sırada neler olmuş olabileceğini konuşuyolar:
‘’Herkesi buraya getirdiğinden emin misin? Tam olarak nereleri aradın? Arkadaşı meyve kullanıcısı da olabilir. Suyun altına baktın mı?’’
‘’ Yakındaki bir adaya kadar olan bölgeyi güzelce aradım Leydim. Adada ne ile karşılaşacağımı bilmediğimden adaya yaklaşmamayı tercih ettim. Suyun altına da baktım. Yaklaşık yirmi metre kadar derine indim. Bu durumda arkadaşı ya daha da derine batmış ve ölmüş ya da dalgalardan dolayı yakındaki adaya vurmuştur.’’
‘’Sebastian, adaya çıkacak olursak onlara yetişebilir miyiz?’’
‘’Şu an bile yetişebileceğimiz kesin değil Leydim. Denizcilerle yaşadığımız bu olaydan dolayı oldukça vakit kaybettik zaten.’’
‘’Anlıyorum. Çekilebilirsin.’’
Sebastian bu emir üzerine merdivenlere doğru yöneliyor. Merdivene adım attığında durup boşluğa doğru baktığını fark ediyorsun. Bir süre boşluğa baktıktan sonra yukarı çıkıp içeri giriyor.
Sebastian’ın gitmesinden sonra Anna gülümsemeye çalışarak iyice yanına yaklaşıyor ve : ‘’Birkaç gün önce, yemekteyken bahsettiğim Kan Korsanları’nın Recurso adasına doğru yöneldikleri yönünde bir istihbarat aldık. Şu anda da festivaller adası olarak bilinen Recurso adlı adaya gidiyoruz. Aslında seni tayfama katmayı düşünüyordum; fakat şu şartlarda böyle bir şey mümkün değil gibi. Kiyora, durup sana yardım etmek isterdim; ama bunu yapamayız. Yine de eğer kabul edersen senin için bir sal hazırlatırım ve Sebastian’ın bahsettiği adaya gidip bir şansını deneyebilirsin. Olur mu? Arkadaşın güvertede yok diye illa ölmüş olamaz sonuçta.’’ diyor.
Bu sırada sol tarafında aniden Lulu beliriyor. Lulu, Anna’ya senle birlikte adaya çıkmak istediğini söylüyor. Anna ise Lulu’nun birden yanınızda belirmesine şaşırmak yerine öfkeli bir ses tonuyla Lulu’ya neden içeri geçmediğini soruyor . Lulu ise bu soruya cevap vermiyor ve tekrardan senle birlikte adaya çıkmak istediğini söylüyor. İyice sinirlenen Anna, Lulu’yu omuzlarından sarsarak böyle bir şey olmayacağını söylüyor. Lulu ise Anna’yı sertçe itiyor ve: ‘’ Ne olacak peki? Oraya gidip Kan korsanlarını bulsak bile beni savaşa dahil etmeyeceksin. İçeride Yaşlı Tanaka ile oturacağım. Burada en azından bir işe yarayabilirim. Hem… Hem hani üç kardeş de özgürce yaşayacaktık? Ben zor durumda olan bir kadına sırtımı çevirip öylece gitmek istemiyorum. Örnek aldığımız o insanlar bu durumda öyle mi yaparlardı? Eğer böyle yaparsam nasıl büyüdüğümü söyleyebilirim?’’ diye bağırıyor.
Lulu’nun bu sözlerinden sonra Anna’nın göz bebeklerinin büyüdüğünü görebiliyorsun. Anna’nın yüzünde şaşırmış bir ifade olmasına rağmen oldukça mutlu gözüküyor. Bu sırada merdivenlerin yukarısındaki kapı hızlı bir şekilde açılıyor ve Mey-Rin ile Tanaka merdivenlerden yuvarlanıp yanınıza kadar geliyorlar. Sebastian ve Alfred ise hızlıca, açılmış olan kapıyı kapatıyorlar.
Bunun üzerine Anna gülümsüyor ve Lulu’ya: ‘’Tamam anladım.’’ Diyor. Ardından da kapıya doğru dönüp: ‘’Sebastian, rotamızı bahsettiğin şu adaya doğru çevir hemen!’’ diyor.
Bu kısa konuşmadan sonra güverteye inip insan yığının arasında Rayl’ı aramaya başlıyorsun. Pek çok değişik saç, pek çok değişik sakal, pek çok değişik yüz görüyorsun. Beyaz, sarı, yeşil ve daha birçok saç rengi görmüş olsan da hiçbiri Rayl’ın Alev kızılı saçlarına benzemiyor. Ela, kırmızı, siyah, kahverengi gözler görmüş olsan da hiçbiri sürekli sana bakan masmavi gözlere ait değil. Değişik bıyık ve sakal çeşitleri görmüş olsan da hiçbiri Rayl’ın seni gördüğünde ışıldayan bebeksi yüzüne benzemiyor. Rayl’ı tekrardan görme heyecanıyla dışarı çıkmış olsan da hayat, değer verdiğin dostunu sana göstermemeye devam ederek sana oldukça sert bir darbe daha vuruyor. Şimdi neler olacağını düşündüğün sırada Anna’nın sesini duyuyorsun. ‘’Sebastian haricindekiler derhal içeri geçsin!’’
Tayfa, Anna’nın dediğini ikiletmeden içeri giriyor. Sebastian ve Anna da merdivenlerden aşağıya inip yanına doğru geliyorlar. Yanına doğru geldikleri sırada neler olmuş olabileceğini konuşuyolar:
‘’Herkesi buraya getirdiğinden emin misin? Tam olarak nereleri aradın? Arkadaşı meyve kullanıcısı da olabilir. Suyun altına baktın mı?’’
‘’ Yakındaki bir adaya kadar olan bölgeyi güzelce aradım Leydim. Adada ne ile karşılaşacağımı bilmediğimden adaya yaklaşmamayı tercih ettim. Suyun altına da baktım. Yaklaşık yirmi metre kadar derine indim. Bu durumda arkadaşı ya daha da derine batmış ve ölmüş ya da dalgalardan dolayı yakındaki adaya vurmuştur.’’
‘’Sebastian, adaya çıkacak olursak onlara yetişebilir miyiz?’’
‘’Şu an bile yetişebileceğimiz kesin değil Leydim. Denizcilerle yaşadığımız bu olaydan dolayı oldukça vakit kaybettik zaten.’’
‘’Anlıyorum. Çekilebilirsin.’’
Sebastian bu emir üzerine merdivenlere doğru yöneliyor. Merdivene adım attığında durup boşluğa doğru baktığını fark ediyorsun. Bir süre boşluğa baktıktan sonra yukarı çıkıp içeri giriyor.
Sebastian’ın gitmesinden sonra Anna gülümsemeye çalışarak iyice yanına yaklaşıyor ve : ‘’Birkaç gün önce, yemekteyken bahsettiğim Kan Korsanları’nın Recurso adasına doğru yöneldikleri yönünde bir istihbarat aldık. Şu anda da festivaller adası olarak bilinen Recurso adlı adaya gidiyoruz. Aslında seni tayfama katmayı düşünüyordum; fakat şu şartlarda böyle bir şey mümkün değil gibi. Kiyora, durup sana yardım etmek isterdim; ama bunu yapamayız. Yine de eğer kabul edersen senin için bir sal hazırlatırım ve Sebastian’ın bahsettiği adaya gidip bir şansını deneyebilirsin. Olur mu? Arkadaşın güvertede yok diye illa ölmüş olamaz sonuçta.’’ diyor.
Bu sırada sol tarafında aniden Lulu beliriyor. Lulu, Anna’ya senle birlikte adaya çıkmak istediğini söylüyor. Anna ise Lulu’nun birden yanınızda belirmesine şaşırmak yerine öfkeli bir ses tonuyla Lulu’ya neden içeri geçmediğini soruyor . Lulu ise bu soruya cevap vermiyor ve tekrardan senle birlikte adaya çıkmak istediğini söylüyor. İyice sinirlenen Anna, Lulu’yu omuzlarından sarsarak böyle bir şey olmayacağını söylüyor. Lulu ise Anna’yı sertçe itiyor ve: ‘’ Ne olacak peki? Oraya gidip Kan korsanlarını bulsak bile beni savaşa dahil etmeyeceksin. İçeride Yaşlı Tanaka ile oturacağım. Burada en azından bir işe yarayabilirim. Hem… Hem hani üç kardeş de özgürce yaşayacaktık? Ben zor durumda olan bir kadına sırtımı çevirip öylece gitmek istemiyorum. Örnek aldığımız o insanlar bu durumda öyle mi yaparlardı? Eğer böyle yaparsam nasıl büyüdüğümü söyleyebilirim?’’ diye bağırıyor.
Lulu’nun bu sözlerinden sonra Anna’nın göz bebeklerinin büyüdüğünü görebiliyorsun. Anna’nın yüzünde şaşırmış bir ifade olmasına rağmen oldukça mutlu gözüküyor. Bu sırada merdivenlerin yukarısındaki kapı hızlı bir şekilde açılıyor ve Mey-Rin ile Tanaka merdivenlerden yuvarlanıp yanınıza kadar geliyorlar. Sebastian ve Alfred ise hızlıca, açılmış olan kapıyı kapatıyorlar.
Bunun üzerine Anna gülümsüyor ve Lulu’ya: ‘’Tamam anladım.’’ Diyor. Ardından da kapıya doğru dönüp: ‘’Sebastian, rotamızı bahsettiğin şu adaya doğru çevir hemen!’’ diyor.
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
Heyecan ve heves içinde mutfaktan dışarı çıktığımda beklemediğim bir görüntü ile karşılaştım. Güvertede en fazla beş altı kişi görmeyi beklerken, yaklaşık yirmi tanesi yığılı halde oradaydı. Topluluğun içinden gözümle Rayl'ı seçmeye çalışsam da başarılı olamadım. Ancak merdivenlerden inip yanlarına ulaştığımda onu arayabilirdim. Merdivenlerden ineceğim sırada içeridekiler de dışarı çıktı, o anda kafamı kapıya doğru çevirdim. Lulu'nun kahkahasından sonra Sebastian'ı azarlayan Anna, kendisine böyle bir emir vermediğini söyledi. O sırada Alfred'in gülümsemesine de tanık oldum. Çoktan gömleğini üstüne geçirmiş olan Sebastian, aceleye geldiği için Rayl'ın görünümünü soramadığını söylüyordu. Doğru ya... Rayl hakkında kendisine bilgi vermeme fırsat kalmadan gemiden atlamıştı. "Bu yüzden de denize düşen herkesi tek tek denize taşıdım." dediği anda aklıma geldi, Rayl meyve kullanıcısı! Yani... Denize düştüyse eğer kurtarılmak için fazla zamanı olmayacaktır. Yine de, belki güvertedeki grubun içindedir! Belki Sebastian onu kurtarmıştır.
Hızla merdivenleri inip topluluğun içinde Rayl'ı aramaya başladım. Onu göremediğim her an daha da telaşlanıyordum. Sakallı, bıyıklı yüzleri, beyaz, siyah, sarı saçlıları eledim adamların arasından. Hiçbiri Rayl'ın uzun, kızıl saçlarına ve koyu mavi gözlerine sahip değildi. Bir anda gülümsemesi geldi aklıma, içimi bir huzursuzluk kapladı. Ölmüş müydü?... Belki de esir alınmıştı?... Acı mı çekiyordu yoksa?... Lecter. Seni kendi ellerimle öldüreceğim.
Canım yeterince sıkkındı. Onun burada olacağını düşünmüştüm... Dizlerimin üstüne oturdum, o sırada Anna Sebastian dışındakilerin içeri geçmesini emretti. Bir bir hepsinin ayak seslerini duydum, sonunda kapıyı da kapattılar ve gözlerim bir yere doğru daldı. Rayl'ın ölmüş olabilme ihtimali beni git gide umutsuzluğa sürüklüyordu. Kısa süre sonra Anna ve Sebastian bana doğru yürümeye başladılar, konuşmalarını duyabiliyordum. Anna Sebastian'a emin olmak isteyen bir tavırla herkesi güverteye getirip getirmediğini sordu. Rayl'ın meyve kullanıcısı olma ihtimalini de düşünmüş olsa gerek, suyun altına da bakması gerektiğini ekledi. Hemen ardından Sebastian açıklamasını yaptı; ‘’ Yakındaki bir adaya kadar olan bölgeyi güzelce aradım Leydim. Adada ne ile karşılaşacağımı bilmediğimden adaya yaklaşmamayı tercih ettim. Suyun altına da baktım. Yaklaşık yirmi metre kadar derine indim. Bu durumda arkadaşı ya daha da derine batmış ve ölmüş ya da dalgalardan dolayı yakındaki adaya vurmuştur." Her olasılık benim için kötü sonuçlanıyordu o an. Sanki onun hayatta olması çok imkansız geliyordu bana. Oldukça kötü hissediyordum, onu koruyamamıştım. Bu sırada Anna, açıklamasını bitirmiş olan Sebastian'a "Adaya çıkacak olsak, onlara yetişebilir miyiz?" diye sordu. Sebastian ise şuan bile yetişme ihtimallerinin kesin olmadığını, yeterince zaman kaybettiklerini söyledi. Ardından Anna'nın emriyle odaya geri döndü ve güvertede yalnız kaldık.
Rayl, bahsi geçen adada kıyıya vurmuş da olabilirdi, bu yüzden daha fazla zaman kaybetmeden o adaya bir şekilde ulaşmak zorundaydım. Şuan umudu kesmenin vakti değildi. O sırada tesadüfen kafamı çevirip merdivene doğru baktığımda boşluğa doğru bakmakta olan Sebastian'ı gördüm. Bir sure öyle durup içeri girdi. Ona yaptığı her şey için teşekkür edebilmek isterdim.
Hâlâ yerde oturuyordum. Anna'nın bana yaklaşmakta olduğunu görünce hızlıca ayağa kalktım. Gülümsemeye çalıştı ve konuşmaya başladı. Dediğine göre Kan Korsanları Recurso isimli adaya doğru rota almışlar. Bu yüzden Anna'lar şuanda o adaya gidiyorlarmış... Şuan benim için önemli olan şey Rayl'dı ama bunu duyunca kaybedecekleri tek bir saniye bile olmadığını anladım. Sebastian'a bahsettiği adanın konumunu sorup, yüzmeye başlayabilirdim. Bana bu kadar fazla yardım eden insanların sırtına daha büyük yükler bindirmenin manası yoktu. "Aslında seni tayfama katmayı düşünüyordum; fakat şu şartlarda böyle bir şey mümkün değil gibi. Kiyora, durup sana yardım etmek isterdim; ama bunu yapamayız." Dedi Anna. Söylediklerinde haklıydı. Bir anlığına bu tayfada olduğumu düşündüm de, bu insanlarla daha çok zaman geçirmek isterdim gerçekten. Ama Anna'nın da dediği gibi bu mümkün değildi. Kadının teklifini kabul edip gemiden ayrılmayı düşünüyordum ki, Lulu sol tarafımda belirdi birden. Anna'ya, benimle birlikte adaya gelmek istediğini söylüyordu. Anna ise sinirli bir tavırla Lulu'yu önce neden içeri geçmediği konusunda azarladı ve ardından çocuğu sarsarak bahsettiği şeyin gerçekleşmeyeceğini söyledi. Şaşkınlık içinde, hafif bir gülümsemeyle Lulu'ya baktım. Denediği şeyi takdir etsem de kimseyi peşimde sürüklemeye hakkım yoktu. Sarsılan çocuk ablasını sertçe itti ve yüksek bir ses tonuyla konuşmaya başladı; ‘’ Ne olacak peki? Oraya gidip Kan korsanlarını bulsak bile beni savaşa dahil etmeyeceksin. İçeride Yaşlı Tanaka ile oturacağım. Burada en azından bir işe yarayabilirim. Hem… Hem hani üç kardeş de özgürce yaşayacaktık? Ben zor durumda olan bir kadına sırtımı çevirip öylece gitmek istemiyorum. Örnek aldığımız o insanlar bu durumda öyle mi yaparlardı? Eğer böyle yaparsam nasıl büyüdüğümü söyleyebilirim?’’ Sözleri beni etkilemişti. Yaşı küçük olsa bile yüreği öyle değildi belli ki. Anna da en az benim kadar şaşkın ve mutlu hâlde, Lulu'ya bakıyordu. O sırada biraz önce çıktığımız kapı hızla açıldı, Tanaka ve Mey-Rin yuvarlana yuvarlana yanımıza geldiler. Bu yuvarlanma faslına alışmıştım sanırım... Sebastian ve Alfred hızla açılan kapıyı kapattılar. Gülümsedim. Hemen sonra Anna, Lulu'ya gülümseyerek "Tamam, anladım." dedi ve kapıya doğru yöneldi. Ardından, ‘’Sebastian, rotamızı bahsettiğin şu adaya doğru çevir hemen!’’ dedi. Büyük bir şaşkınlıkla Anna'ya doğru baktım. "Ama, nasıl..." diye sayıkladım sessizce. Neden arkadaşım için hayat amaçlarını hiçe saymayı göze alıyorlardı ki?... "Anna! Hayır, bu kadarı çok fazla olur. Ben de sizinle daha çok zaman geçirmek istiyorum, sizle birlikte savaşmak istiyorum! Ama her dostluk öyle ya da böyle bitmek zorunda. Lütfen beni bırakın, size daha çok zahmet çıkartmak istemiyorum. Rayl'ı ben kurtaracağım! Lütfen peşinde olduğunuz korsanların olduğu adaya gidin!" dedim. Sözlerimi bitirdiğimde içten içe onlardan ayrılmak istemediğimi hissediyordum.
Hızla merdivenleri inip topluluğun içinde Rayl'ı aramaya başladım. Onu göremediğim her an daha da telaşlanıyordum. Sakallı, bıyıklı yüzleri, beyaz, siyah, sarı saçlıları eledim adamların arasından. Hiçbiri Rayl'ın uzun, kızıl saçlarına ve koyu mavi gözlerine sahip değildi. Bir anda gülümsemesi geldi aklıma, içimi bir huzursuzluk kapladı. Ölmüş müydü?... Belki de esir alınmıştı?... Acı mı çekiyordu yoksa?... Lecter. Seni kendi ellerimle öldüreceğim.
Canım yeterince sıkkındı. Onun burada olacağını düşünmüştüm... Dizlerimin üstüne oturdum, o sırada Anna Sebastian dışındakilerin içeri geçmesini emretti. Bir bir hepsinin ayak seslerini duydum, sonunda kapıyı da kapattılar ve gözlerim bir yere doğru daldı. Rayl'ın ölmüş olabilme ihtimali beni git gide umutsuzluğa sürüklüyordu. Kısa süre sonra Anna ve Sebastian bana doğru yürümeye başladılar, konuşmalarını duyabiliyordum. Anna Sebastian'a emin olmak isteyen bir tavırla herkesi güverteye getirip getirmediğini sordu. Rayl'ın meyve kullanıcısı olma ihtimalini de düşünmüş olsa gerek, suyun altına da bakması gerektiğini ekledi. Hemen ardından Sebastian açıklamasını yaptı; ‘’ Yakındaki bir adaya kadar olan bölgeyi güzelce aradım Leydim. Adada ne ile karşılaşacağımı bilmediğimden adaya yaklaşmamayı tercih ettim. Suyun altına da baktım. Yaklaşık yirmi metre kadar derine indim. Bu durumda arkadaşı ya daha da derine batmış ve ölmüş ya da dalgalardan dolayı yakındaki adaya vurmuştur." Her olasılık benim için kötü sonuçlanıyordu o an. Sanki onun hayatta olması çok imkansız geliyordu bana. Oldukça kötü hissediyordum, onu koruyamamıştım. Bu sırada Anna, açıklamasını bitirmiş olan Sebastian'a "Adaya çıkacak olsak, onlara yetişebilir miyiz?" diye sordu. Sebastian ise şuan bile yetişme ihtimallerinin kesin olmadığını, yeterince zaman kaybettiklerini söyledi. Ardından Anna'nın emriyle odaya geri döndü ve güvertede yalnız kaldık.
Rayl, bahsi geçen adada kıyıya vurmuş da olabilirdi, bu yüzden daha fazla zaman kaybetmeden o adaya bir şekilde ulaşmak zorundaydım. Şuan umudu kesmenin vakti değildi. O sırada tesadüfen kafamı çevirip merdivene doğru baktığımda boşluğa doğru bakmakta olan Sebastian'ı gördüm. Bir sure öyle durup içeri girdi. Ona yaptığı her şey için teşekkür edebilmek isterdim.
Hâlâ yerde oturuyordum. Anna'nın bana yaklaşmakta olduğunu görünce hızlıca ayağa kalktım. Gülümsemeye çalıştı ve konuşmaya başladı. Dediğine göre Kan Korsanları Recurso isimli adaya doğru rota almışlar. Bu yüzden Anna'lar şuanda o adaya gidiyorlarmış... Şuan benim için önemli olan şey Rayl'dı ama bunu duyunca kaybedecekleri tek bir saniye bile olmadığını anladım. Sebastian'a bahsettiği adanın konumunu sorup, yüzmeye başlayabilirdim. Bana bu kadar fazla yardım eden insanların sırtına daha büyük yükler bindirmenin manası yoktu. "Aslında seni tayfama katmayı düşünüyordum; fakat şu şartlarda böyle bir şey mümkün değil gibi. Kiyora, durup sana yardım etmek isterdim; ama bunu yapamayız." Dedi Anna. Söylediklerinde haklıydı. Bir anlığına bu tayfada olduğumu düşündüm de, bu insanlarla daha çok zaman geçirmek isterdim gerçekten. Ama Anna'nın da dediği gibi bu mümkün değildi. Kadının teklifini kabul edip gemiden ayrılmayı düşünüyordum ki, Lulu sol tarafımda belirdi birden. Anna'ya, benimle birlikte adaya gelmek istediğini söylüyordu. Anna ise sinirli bir tavırla Lulu'yu önce neden içeri geçmediği konusunda azarladı ve ardından çocuğu sarsarak bahsettiği şeyin gerçekleşmeyeceğini söyledi. Şaşkınlık içinde, hafif bir gülümsemeyle Lulu'ya baktım. Denediği şeyi takdir etsem de kimseyi peşimde sürüklemeye hakkım yoktu. Sarsılan çocuk ablasını sertçe itti ve yüksek bir ses tonuyla konuşmaya başladı; ‘’ Ne olacak peki? Oraya gidip Kan korsanlarını bulsak bile beni savaşa dahil etmeyeceksin. İçeride Yaşlı Tanaka ile oturacağım. Burada en azından bir işe yarayabilirim. Hem… Hem hani üç kardeş de özgürce yaşayacaktık? Ben zor durumda olan bir kadına sırtımı çevirip öylece gitmek istemiyorum. Örnek aldığımız o insanlar bu durumda öyle mi yaparlardı? Eğer böyle yaparsam nasıl büyüdüğümü söyleyebilirim?’’ Sözleri beni etkilemişti. Yaşı küçük olsa bile yüreği öyle değildi belli ki. Anna da en az benim kadar şaşkın ve mutlu hâlde, Lulu'ya bakıyordu. O sırada biraz önce çıktığımız kapı hızla açıldı, Tanaka ve Mey-Rin yuvarlana yuvarlana yanımıza geldiler. Bu yuvarlanma faslına alışmıştım sanırım... Sebastian ve Alfred hızla açılan kapıyı kapattılar. Gülümsedim. Hemen sonra Anna, Lulu'ya gülümseyerek "Tamam, anladım." dedi ve kapıya doğru yöneldi. Ardından, ‘’Sebastian, rotamızı bahsettiğin şu adaya doğru çevir hemen!’’ dedi. Büyük bir şaşkınlıkla Anna'ya doğru baktım. "Ama, nasıl..." diye sayıkladım sessizce. Neden arkadaşım için hayat amaçlarını hiçe saymayı göze alıyorlardı ki?... "Anna! Hayır, bu kadarı çok fazla olur. Ben de sizinle daha çok zaman geçirmek istiyorum, sizle birlikte savaşmak istiyorum! Ama her dostluk öyle ya da böyle bitmek zorunda. Lütfen beni bırakın, size daha çok zahmet çıkartmak istemiyorum. Rayl'ı ben kurtaracağım! Lütfen peşinde olduğunuz korsanların olduğu adaya gidin!" dedim. Sözlerimi bitirdiğimde içten içe onlardan ayrılmak istemediğimi hissediyordum.
Kiyora Victoria- Ödül Avcısı
- Mesaj Sayısı : 214
Kayıt tarihi : 17/01/16
Nerden : East Blue
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
"Anna! Hayır, bu kadarı çok fazla…’’ diyeceğin sırada Anna’nın sesini duyuyorsun: ‘’Alfred! Bunu kutluyoruz. Buraya içecek getir!’’ Anna seni duymamış gibi gözüküyor. Bu kadarının fazla olduğunu söylemek için ağzını tekrardan açtığında ise araya Lulu giriyor. Lulu: ‘’Yaşasın!’’ diye bağırarak güvertede koşturmaya başlıyor. Koşmaya başlamasından kısa bir süre sonra senle göz göze geliyor ve bir anda koşmayı bırakıyor. Yüzü kızardığından sana arkasını dönüyor.Hafifçe öksürüp ellerini cebine soktuktan sonra başını hafifçe kaldırıp gökyüzüne bakıyor.
Lulu’nun susmasını fırsat bilip Anna ile konuşacağın sırada bu sefer de Mey-Rin araya giriyor. Mey-Rin, Sebastian’ın getirdiği adamlardan birine dönmüş: ‘’Tanaka-samaa. Yoksa öldünüz mü? Özür dilerim! Sizi de düşürmek istememiştim!’’ diye bağırıyor. Asıl Tanaka ise Mey-Rin’in yaklaşık 3-4 metre sağında, horulduyor durumda. Bu sırada Alfred merdivenlerden inip güverteye geliyor. Sağ elinde 3 tane bardak tutuyor. Sol elinde ise iki farklı şişe var. Bu şişelerden biri şarap şişesi iken diğer şişede ise kola var. Alfred Lulu’ya kola koyduktan sonra Anna’ya yöneliyor ve ne içmek istediğini soruyor. Anna, adada ne ile karşılaşacaklarını bilmediğinden şarap yerine kola içmek istediğini söylüyor. Alfred Anna’dan sonra senin de yanına geliyor ve ne içmek istediğini soruyor. Bir şey içip içmemek sana kalmış.
Alfred içecek servisini yaptıktan sonra, Anna ona güvertede duran adamları bağlaması emrini veriyor. Tanaka, Mey-Rin ve Lulu’ya da içeri geçip hazırlanmalarını söylüyor. Böylece Anna ile başbaşa kalıyorsun ve sonunda söylemek istediklerini söyleyebiliyorsun. Anna önce seni düzgünce dinliyor. Ardından da geminin kenarına doğru yürüyüp bir süre batmakta olan güneşi izliyor. Kısa süreli sessizlikten sonra da yüzünü sana dönmeden konuşmaya başlıyor: ‘’ Her dostluk öyle ya da böyle bitmek zorunda mı? Görülüyor ki dostluk anlayışlarımız oldukça farklı.’’ Bunları söyledikten sonra sana dönüp gülümsüyor ve : ‘’Ben sana yardım etmek istemesem bile tayfanın geri kalanı sana yardım etmek istiyor. Tayfasının hislerini umursamayan biri kaptan olamaz.Kısaca şu an denize atlayıp adaya doğru yüzmeye başlasan bile gemimizle seni takip ediyor olacağız.’’ Diyor. Bunun üzerine daha fazla ısrar etmemeye karar veriyorsun.
Yolculuğunuz ara sıra gemiyi sallayan dalgalar dışında sorunsuz geçiyor. Yaklaşık yarım saatlik bir ilerleyiş sonrası güneş tamamen batıyor ve güneşin yerini ay alıyor. Bu gece dolunay var. Derken ada uzaktan gözüküyor. Adaya baktığında gördüğün ilk şey kocaman bir şato oluyor. Şatonun sol tarafında ise ormanlık bir alan var. Gerek havanın kararmış olmasından, gerekse henüz adaya uzak olduğundan ada ile ilgili başka bir şey göremiyorsun. Bir süre sonra adaya varıyor ve demir atıyorsunuz. Gemiden inmeden önce çevrenize bakındığınızda kimseyi göremiyorsunuz. Etrafınız oldukça ıssız. Derken Sebastian herkese sağa bakmasını söylüyor. Demir attığınız yerin sağ tarafında kocaman bir pano görüyorsun. Pano 5-6 metre yüksekliğe asılmış ve birkaç metre genişliğinde.
Panonun sol üst köşesinde mor ,sol alt köşesinde turuncu, Sağ üst köşesinde yeşil, Sağ alt köşesinde Sarı renkli çiçek resmi var. Panonun ortasında ise pembe rengi ile yazılmış bir yazı var. Panoda:‘’Barn Yetimhanesine hoşgeldiniz. Yetimhanemiz, bir Shichibukai olan Doktor Silva’nın cömert bağışları sayesinde inşaa edilmiş olup tüm dünyadaki kimsesiz çocuklara sıcak bir yuva sağlamaktadır.’’ yazıyor.
Lulu’nun susmasını fırsat bilip Anna ile konuşacağın sırada bu sefer de Mey-Rin araya giriyor. Mey-Rin, Sebastian’ın getirdiği adamlardan birine dönmüş: ‘’Tanaka-samaa. Yoksa öldünüz mü? Özür dilerim! Sizi de düşürmek istememiştim!’’ diye bağırıyor. Asıl Tanaka ise Mey-Rin’in yaklaşık 3-4 metre sağında, horulduyor durumda. Bu sırada Alfred merdivenlerden inip güverteye geliyor. Sağ elinde 3 tane bardak tutuyor. Sol elinde ise iki farklı şişe var. Bu şişelerden biri şarap şişesi iken diğer şişede ise kola var. Alfred Lulu’ya kola koyduktan sonra Anna’ya yöneliyor ve ne içmek istediğini soruyor. Anna, adada ne ile karşılaşacaklarını bilmediğinden şarap yerine kola içmek istediğini söylüyor. Alfred Anna’dan sonra senin de yanına geliyor ve ne içmek istediğini soruyor. Bir şey içip içmemek sana kalmış.
Alfred içecek servisini yaptıktan sonra, Anna ona güvertede duran adamları bağlaması emrini veriyor. Tanaka, Mey-Rin ve Lulu’ya da içeri geçip hazırlanmalarını söylüyor. Böylece Anna ile başbaşa kalıyorsun ve sonunda söylemek istediklerini söyleyebiliyorsun. Anna önce seni düzgünce dinliyor. Ardından da geminin kenarına doğru yürüyüp bir süre batmakta olan güneşi izliyor. Kısa süreli sessizlikten sonra da yüzünü sana dönmeden konuşmaya başlıyor: ‘’ Her dostluk öyle ya da böyle bitmek zorunda mı? Görülüyor ki dostluk anlayışlarımız oldukça farklı.’’ Bunları söyledikten sonra sana dönüp gülümsüyor ve : ‘’Ben sana yardım etmek istemesem bile tayfanın geri kalanı sana yardım etmek istiyor. Tayfasının hislerini umursamayan biri kaptan olamaz.Kısaca şu an denize atlayıp adaya doğru yüzmeye başlasan bile gemimizle seni takip ediyor olacağız.’’ Diyor. Bunun üzerine daha fazla ısrar etmemeye karar veriyorsun.
Yolculuğunuz ara sıra gemiyi sallayan dalgalar dışında sorunsuz geçiyor. Yaklaşık yarım saatlik bir ilerleyiş sonrası güneş tamamen batıyor ve güneşin yerini ay alıyor. Bu gece dolunay var. Derken ada uzaktan gözüküyor. Adaya baktığında gördüğün ilk şey kocaman bir şato oluyor. Şatonun sol tarafında ise ormanlık bir alan var. Gerek havanın kararmış olmasından, gerekse henüz adaya uzak olduğundan ada ile ilgili başka bir şey göremiyorsun. Bir süre sonra adaya varıyor ve demir atıyorsunuz. Gemiden inmeden önce çevrenize bakındığınızda kimseyi göremiyorsunuz. Etrafınız oldukça ıssız. Derken Sebastian herkese sağa bakmasını söylüyor. Demir attığınız yerin sağ tarafında kocaman bir pano görüyorsun. Pano 5-6 metre yüksekliğe asılmış ve birkaç metre genişliğinde.
Panonun sol üst köşesinde mor ,sol alt köşesinde turuncu, Sağ üst köşesinde yeşil, Sağ alt köşesinde Sarı renkli çiçek resmi var. Panonun ortasında ise pembe rengi ile yazılmış bir yazı var. Panoda:‘’Barn Yetimhanesine hoşgeldiniz. Yetimhanemiz, bir Shichibukai olan Doktor Silva’nın cömert bağışları sayesinde inşaa edilmiş olup tüm dünyadaki kimsesiz çocuklara sıcak bir yuva sağlamaktadır.’’ yazıyor.
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
Anna'nın keskin kararından sonra itiraz edip konuşmaya başladım. "Anna! Hayır, bu kadarı çok fazla..." Ama o sırada Anna Alfred'e seslenip içecek getirmesini söyledi. Kutlama yapıyormuşuz... Beni duymadığını ancak bu kadar açık belli edebilirdi herhalde. Tekrar konuşmaya başlayıp derdimi anlatacağım sırada bu sefer konuşmamı baltalayan kişi Lulu oldu. "Yaşasın!" naraları atarak güvertede dört dönüyordu. Gülümseyerek onu izlemeye başladıysam da birkaç saniye sonra göz göze gelmemiz çocuğun utanmasına sebep oldu. Anında kızaran yüzünü gizlemeye çalışıyordu belli ki, arkasını döndü. Hafifçe kıkırdadım istemeden. Tavırları gerçekten tatlıydı. Hemen asıl amacıma dönüp bunun bir fırsat olduğunu düşünerek Anna'ya döndüğüm ve "A..." dediğim sırada Mey-Rin'in haykırışı ile cümlem, daha doğrusu kelimem yarıda kesildi. Güvertedeki topluluğun içindeki bir adama dönmüş, Tanaka ile konuşur gibi konuşuyordu. Öldüğünden şüphelenmiş olsa gerek, özür dileyerek isteyerek yapmadığını anlatıyordu. Ama Tanaka kızın birkaç metre solunda, tahmin edilebileceği gibi horulduyordu... Hangi maddenin etkisi bu acaba diye düşünüp sessizce kahkaha attım. Bu gemiyi sevmiştim. Mey-Rin'in saflığından hemen sonra Alfred üç bardak ve iki farklı şişe ile yanımıza geldi. Kola ve şarap dolu olan şişelere bir saniye kadar baktıktan sonra kola içmeyi tercih ettim. Şarabın tadı bana ağır geliyordu. Böylece Anna, Lulu ve ben üçümüz de kola almış olduk.
Hemen sonra Anna, Alfred'e güvertedeki adamları bağlamasını emrini verdi, Tanaka, Mey-Rin ve Lulu üçlüsüne de içeri geçip hazırlanmaları gerektiğini söyledi. Sonunda Anna ile yalnızdık ve defalarca kez konuşamayışımın acısını şuanda çıkartabilirdim... Ona bu kadarının çok fazla olduğunu, kendileriyle birlikte gelmek istesem de Rayl'ı kurtarmanın benim sorumluluğum olduğunu, peşinde oldukları korsanların izinden gitmeleri gerektiğini falan söyledim. Beni dinledikten sonra Anna bana bakmayarak şöyle dedi; ‘’Her dostluk öyle ya da böyle bitmek zorunda mı? Görülüyor ki dostluk anlayışlarımız oldukça farklı.’’ hemen ardından gülümseyerek, kendisi bana yardım etmek istemese bile tayfanın geri kalanının bunu istediğini söyledi. Tayfasının hislerini umursadığını anlatıyordu dolaylı yoldan... "Kısaca şu an denize atlayıp adaya doğru yüzmeye başlasan bile gemimizle seni takip ediyor olacağız.’’ dediği sırada ısrar etmemin faydası olmadığını anlayıp gülümsedim. Onlara borcumu bir şekilde ödemek zorunda hissediyordum kendimi hâlâ. Yavaş yavaş Rayl'ın o adada olma ihtimalini göze alarak döndüğümüz rotada ilerliyorduk.
Güneş batıyordu ufuktan yavaş yavaş, ara sıra gemiyi sallandıran dalgalar haricinde pek bir sorun yaşamadık. Bir süre sonra güneşe kıyasla çok daha fazla sevdiğim ay kendini gösterdi. Ayın ışığında, hiç bilmediğimiz bir adaya doğru ilerliyorduk. Güvertede durup bir süre ayı izledim ve düşündüm... Rayl şuan iyi mi diye, o adada nelerle karşılaşabileceğimizi düşündüm. Artık gece sayıldığı için orada dikkatli olmalıydık. Derken çok uzaklardan ada gözükmeye başladı. Ayın ışığı adayı net görebilmemize olanak vermiyordu hâliyle. Biraz daha yaklaştığımızda adaya dair gördüğüm ilk şey bir şato oldu. Sol tarafında kalan büyük ormanlık alanı da görebiliyordum. Gecenin karanlığında bu görüntü Lulu için korkutucu olabilirdi.
Bir süre sonra adaya vardık. Gemiden inmeden, etrafta kimseleri görememiştik. Burası gerçekten nadiren insanların uğradığı bir adaya benziyordu. Rayl neredeydi acaba...
O sırada Sebastian herkese sağ tarafa bakmasını söyledi. Hep birlikte o yöne baktığımızda epey büyük bir pano gördük. Yaklaşık altı yedi metre yükseklikte asılmış olan bu renkli panonun üzerinde pembe harflerle şunlar yazıyordu; ‘’Barn Yetimhanesine hoşgeldiniz. Yetimhanemiz, bir Shichibukai olan Doktor Silva’nın cömert bağışları sayesinde inşaa edilmiş olup tüm dünyadaki kimsesiz çocuklara sıcak bir yuva sağlamaktadır.’’
"Yetimhane mi? Shichibukai mi?..." diyecektim tayfaya cevabını bekleyen bir tavırla. Ayaküstü gerçekleşmesini beklediğim konuşmadan sonra ise adaya inip Rayl'ı aramaya başlayacaktım. Etraf tehlikeli gözüktüğünden tedbiri elden bırakmayacaktım.
Hemen sonra Anna, Alfred'e güvertedeki adamları bağlamasını emrini verdi, Tanaka, Mey-Rin ve Lulu üçlüsüne de içeri geçip hazırlanmaları gerektiğini söyledi. Sonunda Anna ile yalnızdık ve defalarca kez konuşamayışımın acısını şuanda çıkartabilirdim... Ona bu kadarının çok fazla olduğunu, kendileriyle birlikte gelmek istesem de Rayl'ı kurtarmanın benim sorumluluğum olduğunu, peşinde oldukları korsanların izinden gitmeleri gerektiğini falan söyledim. Beni dinledikten sonra Anna bana bakmayarak şöyle dedi; ‘’Her dostluk öyle ya da böyle bitmek zorunda mı? Görülüyor ki dostluk anlayışlarımız oldukça farklı.’’ hemen ardından gülümseyerek, kendisi bana yardım etmek istemese bile tayfanın geri kalanının bunu istediğini söyledi. Tayfasının hislerini umursadığını anlatıyordu dolaylı yoldan... "Kısaca şu an denize atlayıp adaya doğru yüzmeye başlasan bile gemimizle seni takip ediyor olacağız.’’ dediği sırada ısrar etmemin faydası olmadığını anlayıp gülümsedim. Onlara borcumu bir şekilde ödemek zorunda hissediyordum kendimi hâlâ. Yavaş yavaş Rayl'ın o adada olma ihtimalini göze alarak döndüğümüz rotada ilerliyorduk.
Güneş batıyordu ufuktan yavaş yavaş, ara sıra gemiyi sallandıran dalgalar haricinde pek bir sorun yaşamadık. Bir süre sonra güneşe kıyasla çok daha fazla sevdiğim ay kendini gösterdi. Ayın ışığında, hiç bilmediğimiz bir adaya doğru ilerliyorduk. Güvertede durup bir süre ayı izledim ve düşündüm... Rayl şuan iyi mi diye, o adada nelerle karşılaşabileceğimizi düşündüm. Artık gece sayıldığı için orada dikkatli olmalıydık. Derken çok uzaklardan ada gözükmeye başladı. Ayın ışığı adayı net görebilmemize olanak vermiyordu hâliyle. Biraz daha yaklaştığımızda adaya dair gördüğüm ilk şey bir şato oldu. Sol tarafında kalan büyük ormanlık alanı da görebiliyordum. Gecenin karanlığında bu görüntü Lulu için korkutucu olabilirdi.
Bir süre sonra adaya vardık. Gemiden inmeden, etrafta kimseleri görememiştik. Burası gerçekten nadiren insanların uğradığı bir adaya benziyordu. Rayl neredeydi acaba...
O sırada Sebastian herkese sağ tarafa bakmasını söyledi. Hep birlikte o yöne baktığımızda epey büyük bir pano gördük. Yaklaşık altı yedi metre yükseklikte asılmış olan bu renkli panonun üzerinde pembe harflerle şunlar yazıyordu; ‘’Barn Yetimhanesine hoşgeldiniz. Yetimhanemiz, bir Shichibukai olan Doktor Silva’nın cömert bağışları sayesinde inşaa edilmiş olup tüm dünyadaki kimsesiz çocuklara sıcak bir yuva sağlamaktadır.’’
"Yetimhane mi? Shichibukai mi?..." diyecektim tayfaya cevabını bekleyen bir tavırla. Ayaküstü gerçekleşmesini beklediğim konuşmadan sonra ise adaya inip Rayl'ı aramaya başlayacaktım. Etraf tehlikeli gözüktüğünden tedbiri elden bırakmayacaktım.
Kiyora Victoria- Ödül Avcısı
- Mesaj Sayısı : 214
Kayıt tarihi : 17/01/16
Nerden : East Blue
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
Sorunun ardından Mey-Rin de Shichibukai’nin ne demek olduğunu bilmediğini söylüyor ve Anna’ya bu kelimenin ne anlama geldiğini soruyor. Lulu ise iki elini birleştiriyor ve size bakarak: ‘’Gerçekten bilmiyor musunuz? Mey-Rin neyse de Kiyora-chan’ın bilmemesi çok garip.’’ Diyor. Ardından da söze Anna giriyor: ‘’Gerçekten de öyle. Kiyora, çok ayıp. Bunu nasıl bilmezsin? Lulu, Kiyora ablana Shichibukai’nin ne olduğunu söyle hemen.’’ Diyor. Lulu ise başını iki yana salladıktan sonra: ‘’ Hayır, hayır. Bu cahilleri siz değerli kaptanımız aydınlatın.’’ diyor. Anna ise Lulu’ya dönerek: ‘’Emin misin? Bize ne kadar kültürlü olduğunu gösterebilirsin. Her zaman böyle bir şans vermem bak.’’ Diyor. Lulu ise Shichibukai’nin ne olduğunu Anna’nın söylemesi konusunda ısrar ediyor. Bunun üzerine Anna’nın yüzünün kızardığını görüyor ve alnının hafiften terlediğini fark ediyorsun. Düşünceli gözüken Anna bir anda Sebastian’a dönüyor ve : ‘’Sebastian, Shichibukai’nin ne olduğunu bu iki cahile söylemek ister misin?’’ diyor. Bunun üzerine Sebastian konuşmaya başlıyor. Sebastian konuşurken Anna ve Lulu’nın yüzüne rahatlamış bir ifadenin yerleştiğini görebiliyorsun.
Sebastian: ‘’ Shichibukai, Dünya Hükümeti ile karşılıklı çıkar amaçlı anlaşma yapan korsanlara verilen ünvanın adıdır. Shichibukai olmayı kabul eden korsanların başındaki ödül dondurulur, buna karşılık hükümet tarafından verilen görevleri eksiksiz olarak yerine getirirler. Adından da anlaşılacağı üzere yedi kişi olan bu grubun içindeki her bir korsanın yüzlerce korsan tayfasına bedel olduğu söylenmektedir.’’ Diyor.
Bu sözlerin üzerine Anna sağ elini çenesine götürüp bir süre bir şeyler düşünüyor. Ardından da konuşmaya başlıyor: ‘’ Tamam, planımı yaptım. Eğer durum böyleyse kafamıza göre dağılıp arama yapmak tehlikeli olabilir. Bu yüzden iki gruba ayrılacağız. Gruplardan biri ormana bakacak. Öbür grup ise şatodan içeri girecek ve içeride karşılaşacakları kişilere Kiyora’nın arkadaşını görüp görmediklerini soracak. Eğer Kiyora’nın arkadaşı adaya vurmuşsa büyük ihtimal o şatodakiler bu durumun farkına varmıştır. Bu yüzden Kiyora şato grubundan olacak. Sebastian’ın ağzı iyi laf yapar. Sebastian, sen de Kiyora ile birlikte Şato grubundansın. Şato grubundaki son kişi ise Lulu. Yetenekleri ile size yardımcı olacaktır. Orman grubunda ise Alfred, ben ve Mey-Rin varız. Ormanlık alana ve bu kıyı bölgeye bakacağız. Tanaka-sama da burada durup gemiyi bekleyecek.’’
Anna, planını anlattıktan sonra sana dönüyor ve bu planın senin için uygun olup olmadığını soruyor.
Sebastian: ‘’ Shichibukai, Dünya Hükümeti ile karşılıklı çıkar amaçlı anlaşma yapan korsanlara verilen ünvanın adıdır. Shichibukai olmayı kabul eden korsanların başındaki ödül dondurulur, buna karşılık hükümet tarafından verilen görevleri eksiksiz olarak yerine getirirler. Adından da anlaşılacağı üzere yedi kişi olan bu grubun içindeki her bir korsanın yüzlerce korsan tayfasına bedel olduğu söylenmektedir.’’ Diyor.
Bu sözlerin üzerine Anna sağ elini çenesine götürüp bir süre bir şeyler düşünüyor. Ardından da konuşmaya başlıyor: ‘’ Tamam, planımı yaptım. Eğer durum böyleyse kafamıza göre dağılıp arama yapmak tehlikeli olabilir. Bu yüzden iki gruba ayrılacağız. Gruplardan biri ormana bakacak. Öbür grup ise şatodan içeri girecek ve içeride karşılaşacakları kişilere Kiyora’nın arkadaşını görüp görmediklerini soracak. Eğer Kiyora’nın arkadaşı adaya vurmuşsa büyük ihtimal o şatodakiler bu durumun farkına varmıştır. Bu yüzden Kiyora şato grubundan olacak. Sebastian’ın ağzı iyi laf yapar. Sebastian, sen de Kiyora ile birlikte Şato grubundansın. Şato grubundaki son kişi ise Lulu. Yetenekleri ile size yardımcı olacaktır. Orman grubunda ise Alfred, ben ve Mey-Rin varız. Ormanlık alana ve bu kıyı bölgeye bakacağız. Tanaka-sama da burada durup gemiyi bekleyecek.’’
Anna, planını anlattıktan sonra sana dönüyor ve bu planın senin için uygun olup olmadığını soruyor.
- Şato:
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
Verdiğim tepkinin ardından Mey-Rin de Shichibukai'nin ne demek olduğunu bilmediğini söyledi. Bana epey tanıdık gelen bu kelimenin ne anlama geldiğine bir türlü karar veremiyordum. Mey-Rin'in Anna'ya bu kelimenin anlamını sormasıyla Lulu, ‘’Gerçekten bilmiyor musunuz? Mey-Rin neyse de Kiyora-chan’ın bilmemesi çok garip.’’ dedi. Şaşkınlıkla çocuğa baktım. O kadar önemli bir şeymiş demek ki, diye düşünüyordum. O sırada Anna söze girerek bunu nasıl bilemiyor olduğumu, Lulu'ya bu kelimenin ne demek olduğunu anlatmasını söyledi. Lulu ise hemen ardından kafasını sallayarak bu işi Anna'nın yapması gerektiğini söyledi. Bir süre bu şekilde atıştılar, Anna ise kızarmıştı. "H-hey... İkiniz de bilmiyor musunuz yoksa..." diye düşünüyordum bu görev en sonunda Sebastian'a kalmışken. Genç adam konuşmaya başladığında iki kardeşin rahatlamış yüz ifadesi beni hafifçe gülümsetti.
Sebastian'ın anlattığına göre, kendilerine Shichibukai denilen grup adından da anlaşılacağı üzere yedi kişiden oluşuyormuş. Dünya hükümeti ile karşılıklı çıkar ilişkisi içinde olan bu yedi korsanın ödülleri dondurulmuş, buna karşılık olarak hükümetin istediği görevleri yapmakla yükümlülermiş. Söylenene göre bu korsanların her biri yüzlerce korsan tayfasına bedel güçte imiş. Bunları duyunca şaşırdım. Ara sıra ismi geçen bu kelimenin anlamını hiç bu kadar detaylı olarak öğrenmemiştim. Nasıl kimselerdi acaba, çok güçlüler miydi?...
Sebastian'ın açıklamasının ardından, Anna bir süre düşünceli gözüktü ve konuşmaya başladı. Durum böyle ise kafamıza göre düzensiz ayrılırsak tehlikeye düşebileceğimizi söyledi. İki gruba ayrılacakmışız, bir grup ormanı ararken diğer grup adaya yaklaştığımız sırada kendini gösteren şatoya gidip içeridekilere Rayl'ı görüp görmediklerini soracakmış. "Eğer Kiyora’nın arkadaşı adaya vurmuşsa büyük ihtimal o şatodakiler bu durumun farkına varmıştır. Bu yüzden Kiyora şato grubundan olacak. Sebastian’ın ağzı iyi laf yapar. Sebastian, sen de Kiyora ile birlikte Şato grubundansın. Şato grubundaki son kişi ise Lulu. Yetenekleri ile size yardımcı olacaktır." diyerek devam etti sözlerine. Başımla onaylayarak dinlemeye devam ettim. Orman grubundaki üyeler ise Anna, Alfred ve Mey-Rin olarak belirlendi. Tanaka da geminin başında bizi bekleyecekti.
Bu planın bana uygun olup olmadığını soran Anna'ya dönüp, "Bana uygun. Peki, geri buluşma süremiz olacak mı? Kaç saat sonra buluşacağız ve nasıl haberleşeceğiz?" diyecektim ve cevabımı aldıktan sonra Şato grubu ile beraber yola koyulacaktım. Bulunduğumuz yerden bile gözüken devasa şato, merak uyandırıyordu.
Sebastian'ın anlattığına göre, kendilerine Shichibukai denilen grup adından da anlaşılacağı üzere yedi kişiden oluşuyormuş. Dünya hükümeti ile karşılıklı çıkar ilişkisi içinde olan bu yedi korsanın ödülleri dondurulmuş, buna karşılık olarak hükümetin istediği görevleri yapmakla yükümlülermiş. Söylenene göre bu korsanların her biri yüzlerce korsan tayfasına bedel güçte imiş. Bunları duyunca şaşırdım. Ara sıra ismi geçen bu kelimenin anlamını hiç bu kadar detaylı olarak öğrenmemiştim. Nasıl kimselerdi acaba, çok güçlüler miydi?...
Sebastian'ın açıklamasının ardından, Anna bir süre düşünceli gözüktü ve konuşmaya başladı. Durum böyle ise kafamıza göre düzensiz ayrılırsak tehlikeye düşebileceğimizi söyledi. İki gruba ayrılacakmışız, bir grup ormanı ararken diğer grup adaya yaklaştığımız sırada kendini gösteren şatoya gidip içeridekilere Rayl'ı görüp görmediklerini soracakmış. "Eğer Kiyora’nın arkadaşı adaya vurmuşsa büyük ihtimal o şatodakiler bu durumun farkına varmıştır. Bu yüzden Kiyora şato grubundan olacak. Sebastian’ın ağzı iyi laf yapar. Sebastian, sen de Kiyora ile birlikte Şato grubundansın. Şato grubundaki son kişi ise Lulu. Yetenekleri ile size yardımcı olacaktır." diyerek devam etti sözlerine. Başımla onaylayarak dinlemeye devam ettim. Orman grubundaki üyeler ise Anna, Alfred ve Mey-Rin olarak belirlendi. Tanaka da geminin başında bizi bekleyecekti.
Bu planın bana uygun olup olmadığını soran Anna'ya dönüp, "Bana uygun. Peki, geri buluşma süremiz olacak mı? Kaç saat sonra buluşacağız ve nasıl haberleşeceğiz?" diyecektim ve cevabımı aldıktan sonra Şato grubu ile beraber yola koyulacaktım. Bulunduğumuz yerden bile gözüken devasa şato, merak uyandırıyordu.
Kiyora Victoria- Ödül Avcısı
- Mesaj Sayısı : 214
Kayıt tarihi : 17/01/16
Nerden : East Blue
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
‘’Güzel soru. Buluşma süremiz olsun. İki saat sonra tekrar burada buluşalım. Eğer bir sorunla karşılaşırsak ya da aradığımız kişiyi bulursak fark edebileceğimiz bir işaret vererek haberleşeceğiz. O kısmı bize bırak. Haberleşme konusunda oldukça yetenekliyizdir. ’’ diyor Anna. Bu konuşmadan sonra güverteden inip adaya ayak basıyorsunuz. Alfred sağ taraftan sahil boyunca yürümeye başlıyor. Mey-Rin ve Anna, sol tarafa yönelip ormana doğru ilerlemeye başlıyorlar. Sizse düz bir şekilde ilerlemeye başlıyorsunuz. Tanaka ise geminin baş kısmına oturmuş uyukluyor.
Yaklaşık yirmi dakikalık bir ilerleyiş sonrası köşkün önüne varıyorsunuz. Bulunduğun yerde kan izleri olduğunu fark ediyorsun. Karşınızda ardına kadar açılmış büyük bir kapı var. Karanlıktan dolayı içeride bir şey olup olmadığını göremiyorsunuz. Kan izleri kapıya yaklaştıkça sıklaşıyor. Tedbirli bir şekilde kapıya yaklaştığınız sırada karanlıklar ardından küçük bir kız çıkıyor. Üzerinde pembe renkli geleneksel bir elbise var. Düz kısa saçlara ve gri renkli gözlere sahip olan bu kızın kafasının arkasında maskeye benzeyen bir şey var. Kız dışarı çıktığı gibi başını kaldırıp gökyüzüne bakıyor. Sizi fark etmemiş gibi bir hali var. Gökyüzüne bakarken kendi kendine konuştuğunu duyabiliyorsunuz: ‘’Oh, demek gündüz böyle bir şey. Bu büyük gri şey de güneş olmalı o zaman. Gri şeyin altındaki beyazlıklar da gökkuşağı dedikleri şey mi oluyor acaba? Güzelmiş, değil mi kedicik? ‘’ Kız bu sözleri söyledikten sonra dönüp size bakıyor. Sizi görünce yüzüne şaşkın bir ifade yerleşiyor.
Bu sırada arkadaki büyük kapıdan, elinde kılıç tutan üç adam ve elinde silah tutan bir kadın çıkıyor. Adamlardan ikisinin 4 tane göze sahip olduğunu görüyorsun. Üçüncü adamın tek kolu var. Kadının ise bir gözü siyah renkli iken bir gözü kırmızı renkte. Bu dört kişi küçük kızın üzerine doğru koşmaya başlıyor. Kız ise gözlerini kapatmış, kollarını iki yana açmış bir şekilde hareket etmeden bekliyor. Derken kılıçlı adamlardan biri kızın dibine kadar geliyor ve ona doğru saldırıya geçiyor. Adam kıza saldıracağı sırada, çoktan Sebastian’ın oraya doğru hareketlendiğini fark ediyorsun. Sebastian’ın gözünde güneş gözlüğü var ve iki elinde toplam dört çatal tutuyor. Tam da bu sırada her yeri oldukça parlak bir ışık kaplıyor. Işık çok parlak olduğundan neler olduğunu görmeyi bırak, gözlerini zar zor açık tutabiliyorsun. Bu parlak ışık yaklaşık yirmi saniye boyunca kaybolmuyor.
Işık kaybolduktan sonra kıza saldıran dört kişinin de boğazına bir çatal saplandığını görüyorsun. Kız ise hala aynı pozisyonda, gözleri kapalı bir şekilde duruyor. Sebastian ise güneş gözlüğünü çıkarıp cebine koyduktan sonra yere uzanmış olan Lulu’ya doğru çömeliyor ve bu sefer çok abarttığını söylüyor. Lulu ise dilini dışarı çıkarmış bir vaziyette derin derin nefes alıp vermekte olduğundan bir süre sebastian’a cevap vermiyor. Nefes alış verişi düzene girdikten sonra yattığı yerden kalkıyor ve üstünü silkerken Sebastian’a dönüp: ‘’Neden haber vermeden koşmaya başladın ki? Sen birden saldırıya geçince heyecan yaptım. Ayrıca şey de yanımdaydı o yüzden tü…’’ Lulu birden konuşmasını kesiyor ve sana bakıyor. Sana baktıktan sonra yüzü kızarıyor ve tekrardan Sebastian’a dönüyor:
‘’Neyse ne. Bir şekilde hallettik işte. ‘’
Lulu’nun konuşmasını bitirdiği sırada kızın sesini duyuyorsunuz: ‘’Kedicik, bunlar kim?’’ Kıza baktığında kızın, başının arkasındaki maskeye benzeyen şeyi okşadığını görüyorsun. Daha da garip olan durum ise kız başının arkasındaki şeyi okşadıkça kedi miyavlaması sesi duyuyor olman.
Yaklaşık yirmi dakikalık bir ilerleyiş sonrası köşkün önüne varıyorsunuz. Bulunduğun yerde kan izleri olduğunu fark ediyorsun. Karşınızda ardına kadar açılmış büyük bir kapı var. Karanlıktan dolayı içeride bir şey olup olmadığını göremiyorsunuz. Kan izleri kapıya yaklaştıkça sıklaşıyor. Tedbirli bir şekilde kapıya yaklaştığınız sırada karanlıklar ardından küçük bir kız çıkıyor. Üzerinde pembe renkli geleneksel bir elbise var. Düz kısa saçlara ve gri renkli gözlere sahip olan bu kızın kafasının arkasında maskeye benzeyen bir şey var. Kız dışarı çıktığı gibi başını kaldırıp gökyüzüne bakıyor. Sizi fark etmemiş gibi bir hali var. Gökyüzüne bakarken kendi kendine konuştuğunu duyabiliyorsunuz: ‘’Oh, demek gündüz böyle bir şey. Bu büyük gri şey de güneş olmalı o zaman. Gri şeyin altındaki beyazlıklar da gökkuşağı dedikleri şey mi oluyor acaba? Güzelmiş, değil mi kedicik? ‘’ Kız bu sözleri söyledikten sonra dönüp size bakıyor. Sizi görünce yüzüne şaşkın bir ifade yerleşiyor.
- Gördüğünüz kişi:
Bu sırada arkadaki büyük kapıdan, elinde kılıç tutan üç adam ve elinde silah tutan bir kadın çıkıyor. Adamlardan ikisinin 4 tane göze sahip olduğunu görüyorsun. Üçüncü adamın tek kolu var. Kadının ise bir gözü siyah renkli iken bir gözü kırmızı renkte. Bu dört kişi küçük kızın üzerine doğru koşmaya başlıyor. Kız ise gözlerini kapatmış, kollarını iki yana açmış bir şekilde hareket etmeden bekliyor. Derken kılıçlı adamlardan biri kızın dibine kadar geliyor ve ona doğru saldırıya geçiyor. Adam kıza saldıracağı sırada, çoktan Sebastian’ın oraya doğru hareketlendiğini fark ediyorsun. Sebastian’ın gözünde güneş gözlüğü var ve iki elinde toplam dört çatal tutuyor. Tam da bu sırada her yeri oldukça parlak bir ışık kaplıyor. Işık çok parlak olduğundan neler olduğunu görmeyi bırak, gözlerini zar zor açık tutabiliyorsun. Bu parlak ışık yaklaşık yirmi saniye boyunca kaybolmuyor.
Işık kaybolduktan sonra kıza saldıran dört kişinin de boğazına bir çatal saplandığını görüyorsun. Kız ise hala aynı pozisyonda, gözleri kapalı bir şekilde duruyor. Sebastian ise güneş gözlüğünü çıkarıp cebine koyduktan sonra yere uzanmış olan Lulu’ya doğru çömeliyor ve bu sefer çok abarttığını söylüyor. Lulu ise dilini dışarı çıkarmış bir vaziyette derin derin nefes alıp vermekte olduğundan bir süre sebastian’a cevap vermiyor. Nefes alış verişi düzene girdikten sonra yattığı yerden kalkıyor ve üstünü silkerken Sebastian’a dönüp: ‘’Neden haber vermeden koşmaya başladın ki? Sen birden saldırıya geçince heyecan yaptım. Ayrıca şey de yanımdaydı o yüzden tü…’’ Lulu birden konuşmasını kesiyor ve sana bakıyor. Sana baktıktan sonra yüzü kızarıyor ve tekrardan Sebastian’a dönüyor:
‘’Neyse ne. Bir şekilde hallettik işte. ‘’
Lulu’nun konuşmasını bitirdiği sırada kızın sesini duyuyorsunuz: ‘’Kedicik, bunlar kim?’’ Kıza baktığında kızın, başının arkasındaki maskeye benzeyen şeyi okşadığını görüyorsun. Daha da garip olan durum ise kız başının arkasındaki şeyi okşadıkça kedi miyavlaması sesi duyuyor olman.
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
Anna'ya buluşma süremizi sorduğumda, iki saat sonra gemide buluşmamız gerektiğine sözleştik. Herhangi bir durumda haberleşebilirmişiz, tayfa olarak haberleşme konusunda iyilermiş. Bunu duyunca içim rahatladı ve bu konuyu onlara bıraktım.
Kısa konuşmanın ardından gemiden inip gruplara ayrıldık. Orman grubundan Alfred sağ tarafa, Anna ve Mey-Rin ise sol tarafa doğru yöneldi. Şato grubundan olan bizler ise dümdüz ilerlemeye başladık. Yürüyüşe başladığımız sırada kafamı çevirip son kez gemiye baktım. Tanaka geminin başında her zamanki gibi uyukluyordu...
Sebastian, Lulu ve ben aynı istikamette yirmi dakika kadar yürüdük. Ortamın karanlığı ürkütücü gözüküyordu, beklenmedik şeylere karşı elim sürekli olarak kılıcımın kabzasındaydı. Sonunda şatoya iyiden iyiye yaklaştığımızda, yerlerdeki kan izlerini fark ettim. Karşımızdaki kapı olabildiğine açık olmasına rağmen zifiri karanlık nedeniyle pek bir şey görmek mümkün olmasa da, kapıya yaklaştıkça sıklaşan kan izlerini görebiliyorduk. Yavaşça açık olan kapıya doğru ilerlemeye başladığımızda, karanlıkların içinden bir silüet görür gibi oldum. Birkaç saniye sonra tamamen dışarı çıktığında, bu silüetin kısa siyah saçlı, tatlı bir yüze sahip bir kıza ait olduğunu anladık. Dışarı çıkar çıkmaz kafasını gökyüzüne doğru çevirdiğinden, bizi farketmediğini düşündüm. Burası bir yetimhane ise, gecenin bu vaktinde bu kızın dışarıda olması uygun muydu?
Gökyüzüne doğru bakıp kendi kendine konuşmaya başladı kız; ‘’Oh, demek gündüz böyle bir şey. Bu büyük gri şey de güneş olmalı o zaman. Gri şeyin altındaki beyazlıklar da gökkuşağı dedikleri şey mi oluyor acaba? Güzelmiş, değil mi kedicik?" Kızın garip konuşması kafamı karıştırmıştı, gece saatlerinde böyle bir konuşma yapmış olmasından ne gibi bir anlam çıkarmalıydım acaba?... Hem daha da önemlisi, kedicik?... Pembe elbiseli kız sözlerini bitirdikten sonra gökyüzüne çevrili gözlerini bize yöneltti. Bizi gördüğüne şaşırmış bir hâli vardı.
Mimiksiz bir yüz donuk bakışlarla izlediğim kızın arkasından birden bire dört kişi belirdi. Bu dört kişiyi görmemle beraber mimiksizliğimin yerini iyiden iyiye şaşkınlık alıverdi. Çünkü bu dört kişiden ikisi dörder göze sahipti! Birinin tek kolu vardı ve sonuncu da pek garip gözlere sahipti. Siyah ve kırmızı renkteki gözleriyle oldukça dikkat çeken kadını görünce daha da şaşırdım. Neler oluyordu böyle? Bu insanlar neyin nesiydi? Ellerindeki silahlar ile ne yapmayı amaçlıyorlardı?
Şaşkınlığımı hâlen üstümden atamamıştım ki, bu garip insanlar birden bire kızın üstüne doğru koşmaya başladılar. Kızın kollarını açmış, gözlerini kapatmış hâlini görünce tamamen savunmasız olduğunu anlamak hiç de güç değildi. Belli ki bu değişik tipler kıza saldıracaklardı! Kılıçlı adamlardan birinin kıza oldukça yaklaştığını görüp kılıcımı çıkardım ve hızlıca birkaç adım attım. Lakin o sırada Sebastian'ın çoktan harekete geçtiğini gördüm. Birden durup Sebastian'a baktığımda, gözündeki güneş gözlüklerini ve elindeki dört çatalı gördüm. Arkasından doğru ilerlediğim sırada birden her yer bembeyaz oldu. Sanki devasa bir flaş patlamış gibiydi, neye uğradığımı şaşırıp olduğum yerde gözlerimi sol kolumla kapattım. Öyle ki ışığın etkisinden dolayı gözlerimi doğru düzgün açabilmem pek mümkün olmuyordu. Yaklaşık yirmi saniye boyunca etrafı göremedim. Küçük kız iyi miydi? Peki ya Sebastian ve Lulu?! Endişeli şekilde olup biteni görmeye çalıştığım sırada parlak ışık sonunda kayboldu, etraf eski karanlığına döndü.
Kolumu gözlerimin önünden çekip etrafıma baktığımda, Sebastian'ın elindeki çatalların çoktan karşıdaki dörtlünün işini bitirmiş olduğunu gördüm. Her birinin boğazında birer çatal vardı. Kız ise hâlâ aynı konumda, aynı şekilde duruyordu. Rahatlayarak Sebastian'a baktığımda Lulu'nun yerde olduğunu farkettim. Kılıcımı kabına yerleştirip hızla Lulu'ya ilerlediğim sırada Sebastian'ın Lulu'ya abarttığını söylediğini duydum. Ne yani, bu keskin ışığın sorumlusu Lulu muydu? Sebastian'ın güçlü olmasını az çok bekliyordum ama Lulu... Nasıl bir gücü vardı acaba?
Yerde hızlı hızlı soluklanmaya çalışan Lulu konuşacak gibi olmadığından Sebastian'ın sorusu bir süre cevaplanmadı. Kısa süre sonra nefes alışverişi normale dönen Lulu, ayağı kalkıp üstünü temizledikten sonra konuşmaya başladı; ‘’Neden haber vermeden koşmaya başladın ki? Sen birden saldırıya geçince heyecan yaptım. Ayrıca şey de yanımdaydı o yüzden tü…’’ Göz göze gelmemizle utanıp kafasını çevirdi yine. Hafifçe gülümsedim. Hemen ardından devam eden konuşmayı kestirip attı. O sırada kızın sesini duyduk. ‘’Kedicik, bunlar kim?"
Kızın sesiyle beraber kafamı ona doğru çevirdiğimde, biraz önce de gördüğüm kafasının arkasındaki maskeyi okşadığını gördüm. Yine kedicik demişti kız, ne alaka acaba diye düşünüyordum ki, dikkat kesilip dinlediğimde maskenin miyavladığını duydum! Evet, kız okşadıkça maske miyavlıyordu.
Şaşkın şekilde önce kıza, sonra Lulu'ya, en son da Sebastian'a baktım. Burası gerçekten garip bir yerdi. Kıza sakince, "Kedicik, senin arkadaşın mı? Bu saatte dışarıda olmanız sizin için iyi olacak mı?" diye sorup gülümseyecektim. Konuya bir yerden girmek gerekiyordu pek tabii.
Kısa konuşmanın ardından gemiden inip gruplara ayrıldık. Orman grubundan Alfred sağ tarafa, Anna ve Mey-Rin ise sol tarafa doğru yöneldi. Şato grubundan olan bizler ise dümdüz ilerlemeye başladık. Yürüyüşe başladığımız sırada kafamı çevirip son kez gemiye baktım. Tanaka geminin başında her zamanki gibi uyukluyordu...
Sebastian, Lulu ve ben aynı istikamette yirmi dakika kadar yürüdük. Ortamın karanlığı ürkütücü gözüküyordu, beklenmedik şeylere karşı elim sürekli olarak kılıcımın kabzasındaydı. Sonunda şatoya iyiden iyiye yaklaştığımızda, yerlerdeki kan izlerini fark ettim. Karşımızdaki kapı olabildiğine açık olmasına rağmen zifiri karanlık nedeniyle pek bir şey görmek mümkün olmasa da, kapıya yaklaştıkça sıklaşan kan izlerini görebiliyorduk. Yavaşça açık olan kapıya doğru ilerlemeye başladığımızda, karanlıkların içinden bir silüet görür gibi oldum. Birkaç saniye sonra tamamen dışarı çıktığında, bu silüetin kısa siyah saçlı, tatlı bir yüze sahip bir kıza ait olduğunu anladık. Dışarı çıkar çıkmaz kafasını gökyüzüne doğru çevirdiğinden, bizi farketmediğini düşündüm. Burası bir yetimhane ise, gecenin bu vaktinde bu kızın dışarıda olması uygun muydu?
Gökyüzüne doğru bakıp kendi kendine konuşmaya başladı kız; ‘’Oh, demek gündüz böyle bir şey. Bu büyük gri şey de güneş olmalı o zaman. Gri şeyin altındaki beyazlıklar da gökkuşağı dedikleri şey mi oluyor acaba? Güzelmiş, değil mi kedicik?" Kızın garip konuşması kafamı karıştırmıştı, gece saatlerinde böyle bir konuşma yapmış olmasından ne gibi bir anlam çıkarmalıydım acaba?... Hem daha da önemlisi, kedicik?... Pembe elbiseli kız sözlerini bitirdikten sonra gökyüzüne çevrili gözlerini bize yöneltti. Bizi gördüğüne şaşırmış bir hâli vardı.
Mimiksiz bir yüz donuk bakışlarla izlediğim kızın arkasından birden bire dört kişi belirdi. Bu dört kişiyi görmemle beraber mimiksizliğimin yerini iyiden iyiye şaşkınlık alıverdi. Çünkü bu dört kişiden ikisi dörder göze sahipti! Birinin tek kolu vardı ve sonuncu da pek garip gözlere sahipti. Siyah ve kırmızı renkteki gözleriyle oldukça dikkat çeken kadını görünce daha da şaşırdım. Neler oluyordu böyle? Bu insanlar neyin nesiydi? Ellerindeki silahlar ile ne yapmayı amaçlıyorlardı?
Şaşkınlığımı hâlen üstümden atamamıştım ki, bu garip insanlar birden bire kızın üstüne doğru koşmaya başladılar. Kızın kollarını açmış, gözlerini kapatmış hâlini görünce tamamen savunmasız olduğunu anlamak hiç de güç değildi. Belli ki bu değişik tipler kıza saldıracaklardı! Kılıçlı adamlardan birinin kıza oldukça yaklaştığını görüp kılıcımı çıkardım ve hızlıca birkaç adım attım. Lakin o sırada Sebastian'ın çoktan harekete geçtiğini gördüm. Birden durup Sebastian'a baktığımda, gözündeki güneş gözlüklerini ve elindeki dört çatalı gördüm. Arkasından doğru ilerlediğim sırada birden her yer bembeyaz oldu. Sanki devasa bir flaş patlamış gibiydi, neye uğradığımı şaşırıp olduğum yerde gözlerimi sol kolumla kapattım. Öyle ki ışığın etkisinden dolayı gözlerimi doğru düzgün açabilmem pek mümkün olmuyordu. Yaklaşık yirmi saniye boyunca etrafı göremedim. Küçük kız iyi miydi? Peki ya Sebastian ve Lulu?! Endişeli şekilde olup biteni görmeye çalıştığım sırada parlak ışık sonunda kayboldu, etraf eski karanlığına döndü.
Kolumu gözlerimin önünden çekip etrafıma baktığımda, Sebastian'ın elindeki çatalların çoktan karşıdaki dörtlünün işini bitirmiş olduğunu gördüm. Her birinin boğazında birer çatal vardı. Kız ise hâlâ aynı konumda, aynı şekilde duruyordu. Rahatlayarak Sebastian'a baktığımda Lulu'nun yerde olduğunu farkettim. Kılıcımı kabına yerleştirip hızla Lulu'ya ilerlediğim sırada Sebastian'ın Lulu'ya abarttığını söylediğini duydum. Ne yani, bu keskin ışığın sorumlusu Lulu muydu? Sebastian'ın güçlü olmasını az çok bekliyordum ama Lulu... Nasıl bir gücü vardı acaba?
Yerde hızlı hızlı soluklanmaya çalışan Lulu konuşacak gibi olmadığından Sebastian'ın sorusu bir süre cevaplanmadı. Kısa süre sonra nefes alışverişi normale dönen Lulu, ayağı kalkıp üstünü temizledikten sonra konuşmaya başladı; ‘’Neden haber vermeden koşmaya başladın ki? Sen birden saldırıya geçince heyecan yaptım. Ayrıca şey de yanımdaydı o yüzden tü…’’ Göz göze gelmemizle utanıp kafasını çevirdi yine. Hafifçe gülümsedim. Hemen ardından devam eden konuşmayı kestirip attı. O sırada kızın sesini duyduk. ‘’Kedicik, bunlar kim?"
Kızın sesiyle beraber kafamı ona doğru çevirdiğimde, biraz önce de gördüğüm kafasının arkasındaki maskeyi okşadığını gördüm. Yine kedicik demişti kız, ne alaka acaba diye düşünüyordum ki, dikkat kesilip dinlediğimde maskenin miyavladığını duydum! Evet, kız okşadıkça maske miyavlıyordu.
Şaşkın şekilde önce kıza, sonra Lulu'ya, en son da Sebastian'a baktım. Burası gerçekten garip bir yerdi. Kıza sakince, "Kedicik, senin arkadaşın mı? Bu saatte dışarıda olmanız sizin için iyi olacak mı?" diye sorup gülümseyecektim. Konuya bir yerden girmek gerekiyordu pek tabii.
Kiyora Victoria- Ödül Avcısı
- Mesaj Sayısı : 214
Kayıt tarihi : 17/01/16
Nerden : East Blue
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
Kız: ‘’Evet. Kedicik benim arkadaşım. Daha doğrusu o benim. Bense oyum.’’ diyor ve arkasına doğru dönüp eliyle kafasının arkasını gösteriyor. Gösterdiği kısma baktığında maske olduğunu düşündüğün şeyin gözlerinin ve ağzının oynadığını görüyorsun. Ağzı oynadıkça Miyavlama sesleri çıkıyor. Sen bu garip şeyi incelemeye devam ederken kız yeniden kendi kendine konuşmaya başlıyor: ‘’Kedicik, sanırım yanlış bir zamanda dışarı çıktık. Şimdi ne yapacağız? Güneşi kaçırdık mı kedicik? Şim…’’
Kızın konuşmasını Sebastian bölüyor. Lulu ile birlikte kızın yanına giden Sebastian, eğilip kızın omzuna dokunuyor ve: ‘’ Merhaba kedicik hanım. Bizden korkmanıza gerek yok. Yanımda gördüğünüz bu çocuğu yetimhaneye vermek istiyordum da. Acaba kimle görüşebilirim?’’ diyor. Lulu bunu beklememiş olacak ki ağzı açık bir şekilde önce Sebastian’a sonra sana sonra bir daha Sebastian’a bakıyor. Lulu yetimhaneye verilip verilmeyeceğini anlamaya çalışırken kız Sebastian’ın elini itiyor ve: ‘’Ben kedicik değilim. Kedicik bu!’’ diyor ve kafasının arkasındaki şeyi gösteriyor. Bunun üzerine Sebastian kızdan nazikçe özür diliyor ve kıza adını soruyor. Kız bu soruyu: ‘’Adım kedicik. Söyledim ya ben oyum. O da ben!’’ diyerek cevaplıyor. Bu cevaptan sonra Sebastian’ın kaşlarını çattığını görebiliyorsun. Sebastian elini Lulu’nun omzuna koyuyor ve devam etmesini söylüyor. Ardından da kıza arkasını dönüyor ve gözlerini kapayıp sakinleşmeye çalışıyor.
Sebastian sakinleşmeye çalışırken Lulu az önce Sebastian’ın yapmayı denediği şeyi yapmayı deniyor ve elini kızın omzuna koyduktan sonra kızla konuşmaya başlıyor: ‘’Peki ikinizin de adının aynı olması sorun yaratmıyor mu? Tamam sen osun. O ise sen; fakat diyelim ki ben senin yerine onunla konuşmak istiyorum. Biraz garip değil mi sence de?’’ diyor. Kız Lulu’nun da elini ittikten sonra ellerini beline koyuyor ve öfkeli bir şekilde Lulu’ya bakıyor. Ardından da: ‘’ Öyle bir durum olduğunda kime seslendiğini anlayabiliriz. Aptal olduğumuzu mu düşünüyorsun sen?’’ diye bağırıyor. Bunun üzerine Lulu iki elini birleştirip çenesine götürüyor ve hafifçe eğilerek kızdan özür diliyor. Ardından da az önce Sebastian’ın sorduğu soruyu tekrarlıyor: ‘’Peki kedicik-chan. Yetkili birine nasıl ulaşabiliriz biliyor musun?’’ Kedicik ise Lulu’nun bu sorusuna soru ile karşılık veriyor: ‘’Kedicik derken kimi kastediyorsun? Beni mi kediciği mi?’’ Bu soru üzerine Lulu da Sebastian gibi kıza arkasını dönüp gözlerini kapıyor ve sakinleşmeye çalışıyor.
Lulu ve Sebastian’ın pes etmesi üzerine sıranın sana geldiğini düşünüyor ve kızın yanına doğru hareketleniyorsun. Birkaç adımdan sonra kızın dibine geliyorsun. Kıza ne diyeceğini düşündüğün sırada sana doğru dönmüş olan kız tekrardan konuşmaya başlıyor: ‘’Hey kedicik, bu ablanın saçları bugün gördüğümüz abiye benziyor değil mi? Ne dedin? Evet evet. Şu Hiyora diye bağırıp korumalara saldıranı diyorum. Ne dedin? Fiyora mı diyordu? Hayır kedicik Hiyora diyordu! Fiyora nereden çıktı?’’
Kedicik konuşmasını bitirdiği anda birtakım sesler duyuyorsun. Duyduğun sesler ayak sesleri. Şiddetine ve tekrarlama sıklığına bakarak birkaç kişinin hızlıca bulunduğunuz bölgeye doğru geldiğini düşünüyorsun. Bu durumu Sebastian da fark etmiş olacak ki cebinden birkaç çatal çıkarıyor. Ne yapacağını düşündüğün sırada bir ses daha duyuyorsunuz. Duyduğunuz bu ses oldukça şiddetli bir ses ve köşkün ormana bakan tarafından geliyor. Sesi duyan Lulu, ‘’Abla!’’ diye bağırarak sesin geldiği yöne doğru koşmaya başlıyor.
Kızın konuşmasını Sebastian bölüyor. Lulu ile birlikte kızın yanına giden Sebastian, eğilip kızın omzuna dokunuyor ve: ‘’ Merhaba kedicik hanım. Bizden korkmanıza gerek yok. Yanımda gördüğünüz bu çocuğu yetimhaneye vermek istiyordum da. Acaba kimle görüşebilirim?’’ diyor. Lulu bunu beklememiş olacak ki ağzı açık bir şekilde önce Sebastian’a sonra sana sonra bir daha Sebastian’a bakıyor. Lulu yetimhaneye verilip verilmeyeceğini anlamaya çalışırken kız Sebastian’ın elini itiyor ve: ‘’Ben kedicik değilim. Kedicik bu!’’ diyor ve kafasının arkasındaki şeyi gösteriyor. Bunun üzerine Sebastian kızdan nazikçe özür diliyor ve kıza adını soruyor. Kız bu soruyu: ‘’Adım kedicik. Söyledim ya ben oyum. O da ben!’’ diyerek cevaplıyor. Bu cevaptan sonra Sebastian’ın kaşlarını çattığını görebiliyorsun. Sebastian elini Lulu’nun omzuna koyuyor ve devam etmesini söylüyor. Ardından da kıza arkasını dönüyor ve gözlerini kapayıp sakinleşmeye çalışıyor.
Sebastian sakinleşmeye çalışırken Lulu az önce Sebastian’ın yapmayı denediği şeyi yapmayı deniyor ve elini kızın omzuna koyduktan sonra kızla konuşmaya başlıyor: ‘’Peki ikinizin de adının aynı olması sorun yaratmıyor mu? Tamam sen osun. O ise sen; fakat diyelim ki ben senin yerine onunla konuşmak istiyorum. Biraz garip değil mi sence de?’’ diyor. Kız Lulu’nun da elini ittikten sonra ellerini beline koyuyor ve öfkeli bir şekilde Lulu’ya bakıyor. Ardından da: ‘’ Öyle bir durum olduğunda kime seslendiğini anlayabiliriz. Aptal olduğumuzu mu düşünüyorsun sen?’’ diye bağırıyor. Bunun üzerine Lulu iki elini birleştirip çenesine götürüyor ve hafifçe eğilerek kızdan özür diliyor. Ardından da az önce Sebastian’ın sorduğu soruyu tekrarlıyor: ‘’Peki kedicik-chan. Yetkili birine nasıl ulaşabiliriz biliyor musun?’’ Kedicik ise Lulu’nun bu sorusuna soru ile karşılık veriyor: ‘’Kedicik derken kimi kastediyorsun? Beni mi kediciği mi?’’ Bu soru üzerine Lulu da Sebastian gibi kıza arkasını dönüp gözlerini kapıyor ve sakinleşmeye çalışıyor.
Lulu ve Sebastian’ın pes etmesi üzerine sıranın sana geldiğini düşünüyor ve kızın yanına doğru hareketleniyorsun. Birkaç adımdan sonra kızın dibine geliyorsun. Kıza ne diyeceğini düşündüğün sırada sana doğru dönmüş olan kız tekrardan konuşmaya başlıyor: ‘’Hey kedicik, bu ablanın saçları bugün gördüğümüz abiye benziyor değil mi? Ne dedin? Evet evet. Şu Hiyora diye bağırıp korumalara saldıranı diyorum. Ne dedin? Fiyora mı diyordu? Hayır kedicik Hiyora diyordu! Fiyora nereden çıktı?’’
Kedicik konuşmasını bitirdiği anda birtakım sesler duyuyorsun. Duyduğun sesler ayak sesleri. Şiddetine ve tekrarlama sıklığına bakarak birkaç kişinin hızlıca bulunduğunuz bölgeye doğru geldiğini düşünüyorsun. Bu durumu Sebastian da fark etmiş olacak ki cebinden birkaç çatal çıkarıyor. Ne yapacağını düşündüğün sırada bir ses daha duyuyorsunuz. Duyduğunuz bu ses oldukça şiddetli bir ses ve köşkün ormana bakan tarafından geliyor. Sesi duyan Lulu, ‘’Abla!’’ diye bağırarak sesin geldiği yöne doğru koşmaya başlıyor.
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
Kıza samimi bir tavırla sorumu yönelttiğimde, ‘’Evet. Kedicik benim arkadaşım. Daha doğrusu o benim. Bense oyum.’’ cevabını aldım. Kız kedicik dediği maskesini gösterdiğinde, bu şeyin gözlerinin ve ağzının oynadığını gördüm. Ağzını oynattıkça miyavlama sesleri duyuyordum. Bugün beni şaşırtan çok fazla şey olduğundan dolayı bu maskeyi ister istemez normal karşılamaya başlamıştım... O sırada kız kendi kendine konuşuyordu. Daha doğrusu kedicik ile konuşuyordu; ‘’Kedicik, sanırım yanlış bir zamanda dışarı çıktık. Şimdi ne yapacağız? Güneşi kaçırdık mı kedicik? Şim…’’
Kızın konuşmasını bölen kişi Sebastian oldu. Lulu ile birlikte kızın yanına gelmişlerdi, eğilip kızın omzuna dokundu ve konuşmaya başladı Sebastian. Merhaba Kedicik hanım diyerek başladığı konuşmasına, Lulu'yu yetimhaneye vermek istediğini söyleyerek devam etti. Kendimi tutmasam sesli gülebilirdim, bu nasıl bir yaratıcılıktır böyle... Belli ki bu yaratıcılığı Lulu da beklemiyordu, ağzı açık, önce Sebastian'a, sonra bana sonra tekrar Sebastian'a baktı. Kıza belli etmeden hafifçe kıkırdadım. Sebastian'ın içeri girmek için ortaya attığı bahaneden sonra kız Sebastian'ın elini itti ve ‘’Ben kedicik değilim. Kedicik bu!’’ diyerek maskesini gösterdi. Belli ki işler karışmaya başlıyordu yavaş yavaş. Kızın çıkışından sonra Sebastian kibarca özür diledi ve ona ismini sordu. Kız ise aynen beklediğim gibi, ‘’Adım kedicik. Söyledim ya ben oyum. O da ben!’’ cevabını verdi. Sebastian'ın tepkisini görünce tekrar gülecek gibi oldum, kaşları çatılmış şekilde Lulu'ya dönüp devam etmesini söylemişti çünkü. Arkası dönük, sakinleşmeye çalışıyordu. Olanları merakla beklerken Lulu'nun performansını izlemeye başladım. O da Sebastian gibi kibarca kıza yaklaştı ve şöyle dedi; ‘’Peki ikinizin de adının aynı olması sorun yaratmıyor mu? Tamam sen osun. O ise sen; fakat diyelim ki ben senin yerine onunla konuşmak istiyorum. Biraz garip değil mi sence de?’’ "Yine aynısı olacak Lulu... Deneme." diye içten içe gülüyordum Lulu bu konuşmayı yaparken. Lulu'nun cümlelerinin ardından kız onun da elini itti ve ‘’ Öyle bir durum olduğunda kime seslendiğini anlayabiliriz. Aptal olduğumuzu mu düşünüyorsun sen?’’ diyerek bağırdı. Bir anlığına da olsa gelişme kaydettiğimizi düşündüm. Ama belli ki öyle olmamıştı... Lulu da aynı Sebastian gibi özür dileyip kediciğe kimle görüşeceklerini sorduğunda küçük kız, "Kedicik derken kimi kastediyorsun? Beni mi kediciği mi?" diyerek cevap verdi. Artık sesli gülme noktasına ulaşmıştım ama bu noktada gülmemem gerekiyordu. Kendimi tutarak Lulu'ya baktığımda onun da bir köşede sakinleşmeye çalışıyor olduğunu gördüm. Belli ki sıra bana gelmişti.
Ciddileşip yavaş yavaş kıza doğru yürümeye başladım. Kısa süre sonra yanına ulaştığımda kız benden önce konuşmaya başlamıştı bile; "Hey kedicik, bu ablanın saçları bugün gördüğümüz abiye benziyor değil mi? Ne dedin? Evet evet. Şu Hiyora diye bağırıp korumalara saldıranı diyorum. Ne dedin? Fiyora mı diyordu? Hayır kedicik Hiyora diyordu! Fiyora nereden çıktı?’’ Kızın farkında olmadan bana verdiği bilgiden sonra yüzümü kocaman bir gülümseme kapladı. Kiyora! O abi Kiyora diye bağırıyordu kedicik! Rayl yaşıyor. Biliyordum... Rahatlatayak kıza baktım, daha fazla ayrıntı öğrenmek için konuşmaya başlayacağım sırada kulağıma birtakım sesler ilişti.
Ayak sesleri... Birkaç kişi hızla buraya geliyor. Elimi kızın omzundan çekip kılıcıma doğru götürdüm, belli ki Sebastian da bu durumu farketmişti. Onun da ellerine birkaç çatal aldığını gördüm. O sırada büyük bir gürültü duydum. Refleksle kılıcımı çekip küçük kızı korumak için ona sarıldım. Ama ses ormandan gelmişti... Yavaşça kızı bıraktığım sırada Lulu "Abla!" diyerek sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladı. Hey, yoksa... Anna, zarar görmüş olamazsınız değil mi?!
Küçük kıza içeri geçip beni beklemesini söyleyecek ve kılıcım elimde, Lulu'nun peşinden gidecektim.
Kızın konuşmasını bölen kişi Sebastian oldu. Lulu ile birlikte kızın yanına gelmişlerdi, eğilip kızın omzuna dokundu ve konuşmaya başladı Sebastian. Merhaba Kedicik hanım diyerek başladığı konuşmasına, Lulu'yu yetimhaneye vermek istediğini söyleyerek devam etti. Kendimi tutmasam sesli gülebilirdim, bu nasıl bir yaratıcılıktır böyle... Belli ki bu yaratıcılığı Lulu da beklemiyordu, ağzı açık, önce Sebastian'a, sonra bana sonra tekrar Sebastian'a baktı. Kıza belli etmeden hafifçe kıkırdadım. Sebastian'ın içeri girmek için ortaya attığı bahaneden sonra kız Sebastian'ın elini itti ve ‘’Ben kedicik değilim. Kedicik bu!’’ diyerek maskesini gösterdi. Belli ki işler karışmaya başlıyordu yavaş yavaş. Kızın çıkışından sonra Sebastian kibarca özür diledi ve ona ismini sordu. Kız ise aynen beklediğim gibi, ‘’Adım kedicik. Söyledim ya ben oyum. O da ben!’’ cevabını verdi. Sebastian'ın tepkisini görünce tekrar gülecek gibi oldum, kaşları çatılmış şekilde Lulu'ya dönüp devam etmesini söylemişti çünkü. Arkası dönük, sakinleşmeye çalışıyordu. Olanları merakla beklerken Lulu'nun performansını izlemeye başladım. O da Sebastian gibi kibarca kıza yaklaştı ve şöyle dedi; ‘’Peki ikinizin de adının aynı olması sorun yaratmıyor mu? Tamam sen osun. O ise sen; fakat diyelim ki ben senin yerine onunla konuşmak istiyorum. Biraz garip değil mi sence de?’’ "Yine aynısı olacak Lulu... Deneme." diye içten içe gülüyordum Lulu bu konuşmayı yaparken. Lulu'nun cümlelerinin ardından kız onun da elini itti ve ‘’ Öyle bir durum olduğunda kime seslendiğini anlayabiliriz. Aptal olduğumuzu mu düşünüyorsun sen?’’ diyerek bağırdı. Bir anlığına da olsa gelişme kaydettiğimizi düşündüm. Ama belli ki öyle olmamıştı... Lulu da aynı Sebastian gibi özür dileyip kediciğe kimle görüşeceklerini sorduğunda küçük kız, "Kedicik derken kimi kastediyorsun? Beni mi kediciği mi?" diyerek cevap verdi. Artık sesli gülme noktasına ulaşmıştım ama bu noktada gülmemem gerekiyordu. Kendimi tutarak Lulu'ya baktığımda onun da bir köşede sakinleşmeye çalışıyor olduğunu gördüm. Belli ki sıra bana gelmişti.
Ciddileşip yavaş yavaş kıza doğru yürümeye başladım. Kısa süre sonra yanına ulaştığımda kız benden önce konuşmaya başlamıştı bile; "Hey kedicik, bu ablanın saçları bugün gördüğümüz abiye benziyor değil mi? Ne dedin? Evet evet. Şu Hiyora diye bağırıp korumalara saldıranı diyorum. Ne dedin? Fiyora mı diyordu? Hayır kedicik Hiyora diyordu! Fiyora nereden çıktı?’’ Kızın farkında olmadan bana verdiği bilgiden sonra yüzümü kocaman bir gülümseme kapladı. Kiyora! O abi Kiyora diye bağırıyordu kedicik! Rayl yaşıyor. Biliyordum... Rahatlatayak kıza baktım, daha fazla ayrıntı öğrenmek için konuşmaya başlayacağım sırada kulağıma birtakım sesler ilişti.
Ayak sesleri... Birkaç kişi hızla buraya geliyor. Elimi kızın omzundan çekip kılıcıma doğru götürdüm, belli ki Sebastian da bu durumu farketmişti. Onun da ellerine birkaç çatal aldığını gördüm. O sırada büyük bir gürültü duydum. Refleksle kılıcımı çekip küçük kızı korumak için ona sarıldım. Ama ses ormandan gelmişti... Yavaşça kızı bıraktığım sırada Lulu "Abla!" diyerek sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladı. Hey, yoksa... Anna, zarar görmüş olamazsınız değil mi?!
Küçük kıza içeri geçip beni beklemesini söyleyecek ve kılıcım elimde, Lulu'nun peşinden gidecektim.
Kiyora Victoria- Ödül Avcısı
- Mesaj Sayısı : 214
Kayıt tarihi : 17/01/16
Nerden : East Blue
2 sayfadaki 14 sayfası • 1, 2, 3 ... 8 ... 14
Similar topics
» Kiyora Victoria
» Parlak zamanlar [Kiyora&Wiksax]
» [Envanter] Kiyora Victoria
» Pulau Menakutkan [Kiyora Victoria]
» Kızıl Kafalar (Rayl - Kiyora)
» Parlak zamanlar [Kiyora&Wiksax]
» [Envanter] Kiyora Victoria
» Pulau Menakutkan [Kiyora Victoria]
» Kızıl Kafalar (Rayl - Kiyora)
One Piece Rpg :: 4 Deniz Rp :: East Blue
2 sayfadaki 14 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz