[Karne]Akaba Nimura
One Piece Rpg :: Başlangıç :: Karakter Oluşturma :: Karne
1 sayfadaki 1 sayfası
[Karne]Akaba Nimura
Ad Soyad: Akaba Nimura Irk: Na-ha Yaş: 22 Boy: 1,77 Kilo: 68 Cinsiyet: Erkek Meyve: - | Taraf: Ödül Avcısı Bulunduğu Deniz:Grand Line Grup: - |
- Kişilik + Geçmiş:
Kişilik:İnsanların ona yaklaşımı ya da tavırları hiçbir zaman umrunda olmaz. Gözlerinden korktuğunu hissettiği bir insan olursa biraz tuhaflaşır ve onunla oynama hissine girer. Kendisini durdurmaya yeltenen insanlara karşıda pek kibar davranmaz. Aşırı soğuk bir kişiliği vardır.
Yerine göre susup yerine göre konuşmasını, ciddi olması gerektiği durumlarda ciddi durmasını bilir. Birisine ona “seni öldüreceğim” gibi bir replikle yanaştığında ise şeytani bir hale bürünür ve hatta gülmeye başlar. Savaşlarda kendini pek sakin tutamadığı gibi karşısındakini de pek canlı bırakmayı düşünmez. ‘Arkadaş’ kelimesini yıllar önce silmiştir. Güvenmek gibi bir hissi yoktur. Bir insan ya düşmandır ya da bilgi aracıdır.
Bir hedefi olmadığı gibi bir planı da yoktur. Pek uzun uzadıya plan yaptığı görülmez. Anlık olarak kafasına eseni yapmayı sevdiğini söyleyebilirim. Güç hastasıdır. Bu nedenle korsanları avlayarak gücünü yansıtmaya merak salmıştır. ‘Eğer kafasına ödül konmuşsa güçlüdür.’ Felsefesini benimsediğinden ötürü karşısına çıkabilecek en güçlü kişiyi aramaktadır. Anlayacağınız şuanlık amacı/hedefi, güçlü biriyle savaşma isteği/arzusuyla yanıp tutuşmaktadır.
Emir almayı, bekletilmeyi, yalanı hiç ama hiç sevmez ve hoş karşılamaz. Kız/erkek, büyük/küçük demeden öldürebilir. Boş kaldığı her an ise fiziksel ve tekniksel olarak çalışma hastasıdır.Geçmiş: Nort Blue’nun ücra köşelerinde bir adada doğmuştu. Ailesi Na-ha ırkından gelmekteydi. Ama ırklarından uzakta bir yere yerleşmişlerdi. Nedenini hiç bilmiyordu. Ada pek sistemsel ya da ticari amaçlı işleyen bir yer değildi. Hani kendilerince balık avlayarak, ekin ekerek geçimlerini sağlayan insanlardı. Öyle zengin bir ada değildi, anlayacağınız. Ayrıca gazeteler gelmesine rağmen pek bir dışarıyla da haberleşme sistemi de yoktu. Herkes kendince yaşıyor, kendi ailesiyle ilgileniyor, dışarıyı aşırı umursamıyorlardı. Zaten alım-satım da pek yoktu. Eğer birinin bir ihtiyacı varsa kendi başının çaresine bakabileceği düşünülüyordu.
Ailemde pek merkezde yaşamak istemediklerinden dolayı böyle nehir kenarında toprağı elverişli bir yere tahtadan bir ev kurmuşlar ve orada yaşamlarını sürdürmüşler. Yerleşimin yaklaşım 5 yıl sonra ben doğmuşum. Yani ailem ben doğduğum sıralar tarlamız ve balık tutma şekillerine falan baya oturmuşlar. Ayrıca ormanda buldukları tavşanları, ceylanları yakalayıp bir yere de ufak bir hayvanlar için yer bile yapmışlar. Çiftleştirip büyüterek onların etlerinden falan yararlanıyorlardı. Bu iş hakkında nasıl yaptıklarından nereden öğrendiklerinden hiçbir bilgim yoktu.
7 yaşıma gelene kadar hep oyunlar oynamayı koşup zıplamayı falan çok seviyordum. Tavşanların yanına gidiyor onlarla oynuyordum. Ceylanları falan seviyordum. Çok eğlenceliydi. 7 yaşımdan sonra artık neden burada tek yaşadığımızı merak etmeye başlamıştım. Ailemi seviyordum ama yalnız hissediyordum kendimi. Arkadaşlarım olsun istiyordum. Yaşıtım insanlarla tanışmak istiyordum. Yani daha doğrusu kavram olarak bilmiyordum, sadece içimde bir yalnızlık dürtüsü hissediyordum. Dünyada sadece biz olduğumuzu zannediyordum. 8 yaşıma geldiğimde babamın arada sırada bir yere gidip tahtalarla geldiğini görüyordum. Böyle dümdüz, kullanımlık tahtalar… 1 yıl boyunca babamı takip etmeyi denedim ama yarı yarıya yollarda korkuyordum ve ağlayarak kendimi açığa veriyordum. Babam beni görünce de gitmekten vazgeçip beni eve götürüp evde ilgileniyordu. Ailem tarafından çok seviliyordum. Bende onları seviyordum. 1 yılın sonunda babamın peşinden sessizce gitmeyi başardım ve gittiği yeri öğrenmiştim. Babam önce uzakta bir yerde bir ağaç kesiyordu güzelce temizledikten sonra onu parça parça yaptıktan sonra bir yere yol almıştı. Vardığın yerde ise başka insanlar vardı. O gün başka insanları gördüğümde şaşırarak etrafı gezmeye başladım. Boyumda bir çocuğu görünce hemen yanına gittim ve “Sen benimle aynı yaşta mısın? Adın ne?” diyerek yanaşmıştım. Ama çocuk benimle göz göze gelince yanındaki adamın ayağına sarılıp “Babaaaa bu çocuğun gözleri çok korkutucuuuuu.. Uvaaahhhhhh…” diyerek ağlamaya başlamıştı. Adam ise çocuğu ağlayınca beni itekleyerek “Yürü git pislik çocuk. Yanaşma aileme.” Demişti. Ne olduğunu bile anlamamıştım adamın hareketlerinden sonra biraz iteklenince geriye doğru gitmiş ve bir şeye çarpmıştım. Kafamı çevirdiğimde “Lan velet bas git. Kuralları bilmiyor musun? Bana bulaşma.” demişti, hafiften ayağıyla iterek. Bu hareketle götümün üstüne düşüvermiştim. Neler olduğunu anlamadığımdan “Babaaaaa…” diye bağırarak ağlamaya başlamıştım. İnsanların davranışlarından dolayı içimde bir sancı hissediyordum. Neden ağladığımı bile tam bilmiyordum. Sadece ağlamak istiyordum. İnsanlar benim ağlamamdan sonra “Bu çocuğun ailesi kim?” “Ona nasıl davranacağını öğretmemişler mi?” diye kendilerince konuşarak geçerken bir tanesi durup “Aaaaahhh bi sus be, lanet velet.” Diyerek tokat atmıştı. Tokatla kendimi yerde bulmuştum ve bayılmıştım. Uyandığımda babamın kucağındaydım. Yürüyordu. Başım ise ağrıyordu.
O günden sonra babam adanın merkezini bana yasaklamıştı. Bir daha asla gitmememi söylemişti. Sinirliydi. Ama neden olduğunu bilmiyordum. Aradan aylar geçmişti, içten içe gitmek ve çocuklarla tanışmak istiyordum. Ama kalbimde bir sızı hissediyordum. Anneme durumu anlatmaktan başka çare bulamamıştım. Annem o sıra bu sızının yalnızlık ve o anın getirdiği üzgünlük, kırgınlık hissi olduğunu söylemişti. Bunu yaşamım boyunca yaşayacağımı söylemişti. “Şimdi diyeceğimi anlamayacaksın ama kendini insanlara kapatmalısın, umursamamayı öğrenmelisin.” Demişti. Ayrıca o gün güçsüz olduğumu da hissetmiştim. Bu nedenle akşam yemeğinde hep birlikteyken babama güçlenmek istediğimi söylemiştim. Gülümsedi. “İyi bakalım, yarın oturup güzelce konuşalım. Biraz daha büyü istiyordum da neyse sıkıntı yok.” Demişti.
Ertesi günden itibaren vücudumu geliştirmem gerektiğini söylemişti. Koşu olsun, ağırlık kaldırma olsun türlü türlü eğitimler yapmam gerektiğini söylemişti. Babamın her daim doğru söylediğini bildiğimden dolayı onaylamış ve asla sözünden çıkmadan ilerlemeye başlamıştım.
2 yıl sonra yeterli güce ulaştığımı düşündüğünü söyleyerek kendi stilinden bahsetmişti. Na-ha stili diye adlandırdığı kılıç tekniğiydi. Bu stil için gerekli olan durumlardan bahsetmişti. Artık biraz daha düşünme yetimi, söylenenleri kavrama olarak da büyüdüğümden dolayı daha iyi kavrıyordum. Bu andan itibaren eğitimlerimin üstüne kılıç tekniğinin üzerine de çalışıyorduk. Ayrıca babamla da daha çok zaman geçiriyorduk. Hatta bazen onunla birlikte köye bile iner olmuştum. O sıralarda da kendime annemin söylediği şeyleri hatırlatıyor ve genellikle babamın yanından ayrılmıyordum. Bu arada öğrendiklerim arasında babamın sütü köyden et ile takaslayarak aldığı olmuştu. Bir de tahtalar hakkında bilen insana gidip elinde tavşan kürkünü vererek tahtaları kullanabilir halde geri alıyordu. Böyle bir yöntem bulmuştu. Ama gördüğüm diğer nokta ise hiçbir insan birbirleriyle sohbet etmiyor ve biz geldiğimizde daha bir soğuk oluyorlardı. Her gittiğimde bu hissi hissetmek gerçekten tuhaf bir tecrübeydi.
10 yıl boyunca çalışmamla artık stili kullanmada çok iyi yerlere gelmiştim. Babam bile bunu kabul edebiliyordu. Hatta “eğer vücudun yeterli seviyede olsa beni cidden aşırı zorlardın. Senin adına gerçekten seviniyorum.” Demişti. Ertesi gün eğitim savaşımızdan sonra köye gidip biten sütümüzün yenisin almaya gitmiştik. Tahtamız yeterli düzeyde olduğundan dolayı sadece süt alıp dönmüştük bu nedenle işimiz erken bitmiş ve akşam yemeğinden önce evde olduğumuzdan dolayı biraz süt kaynatıp içmeyi istemişti babam. Ben kendimi hafif yorgun hissettiğimden ve sıcaklıktan dolayı kendimi banyoya atmıştım. Banyodan çıkıp üzerimi değiştirdikten sonra aşağı inmiştim ve annemi de babamı da yerde bulmuştum. Neler olduğunu anlamak için yanlarına koştum, telaşlıydım. Zar zor nefes alıyorlardı, onları hafiften destekleyerek düzelmelerinin gerektiğini söyleyip bir şekilde hafifçe düzeltmişti. Konuşmaya çalışıyorlardı ama onları dinlemeden köye koştum. İnsanların bana nasıl davrandıklarını artık umursamıyordum. Ailemi kurtarmam gerekiyordu. Bu konularda hiçbir bilgim olmadığından bir doktor bulmalıydım. Köye vardığımda soluk soluğa ve hafiften gözlerim yaşlıydı. Hızla doktor arıyordum. Ama bulamıyordum. İnsanların hiçbiri beni umursamıyordu. Sinirimden en sonunda birisine tekme tokat dalmaya başladım. Bağırarak “Sadece yardım istiyordum. Ailem… Ailem ölüyor. Seni kalpsiz şerefsiz… Hiç mi, umrunda değil? Sizin kalbinizi sikeyim ben. Pislikler…” diyerek sinirimi atmıştım ve insanların tutmalarından sonra ağlayarak eve dönmüştüm. Sonuçsuz kalmıştım. Ellerim boş dönmüştüm ve vardığımda bulduğum sonuç, ailemin son nefeslerini vermiş olduklarıydı. Ağlıyordum. Şimdi asıl yalnızdım. Yanımda kimse kalmamıştı.
O günün akşamı ailemi evimizin hafiften uzağına mezarlarını kazıp koymuştum. Ama 1 hafta boyunca o mezardan doğru düzgün ayrılmıyordum. 1 gün aç durabiliyordum ama 2. Gün zoraki olarak açlıktan yemek yiyordum, ağlayarak… 1 gün aç 1 gün tok duruyordum. Ama her daim ağlıyordum. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. 1 haftanın sonunda mezarın kenarında uyuduğum sırada seslerden uyanmıştım. Hayatımda ilk defa evimin yakınlarında bu kadar çok ses vardı. Köydeki insanlar benim yaptığım şeyden dolayı sinirlenmişler ve beni bu adadan kovmak için geliyorlardı. Seslerden belliydi. Yapacağım bir şey olmadığını bildiğimden dolayı gidip babamın kılıçları alıp birazcık et aldıktan sonra o evden ayrılmıştım. Hazırlıklarımı bitirdiğimde insanlar eve gelmişlerdi. O anda annemin sözü aklıma geldi, tekrardan; “umursamamayı öğrenmelisin.” İşte şimdi anlamıştım. Gülümseyerek “Siz pislikler, hepiniz umarım pis bir şekilde ölürsünüz.” Demiştim. Sonra kılıçlarımı kemerimin sol tarafına takıp sırt çantamı sağ koluma attıktan sonra aralarından ilerlemiştim. Şimdi gelmelerinin bir diğer nedeni de köye gelmiş olan gemiydi. Çok nadir uğrayan bir yolcu gemisi… Yılda 2 defa 6 ayda 1 defa gelen bir gemiydi. Gelişlerinden anlamıştım. O günden sonra kendimi denizlere atmıştım. 1 yıl boyunca Nort Blue’da adadan adaya gezerken bulmuştum. En sonunda yeterli paraya ve gidecek bir gemiye ulaşınca Grand Line’a atmıştım. Kendime koyduğum hedef, güç olmuştu. Grand Line denen yere gitme nedenim ise korsanlar olmuştu. Onların içinde yavaş yavaş en güçlüsüne ilerleyecek ve sonunda bu dünyanın en güçlüsü olana kadarda ilerleyecektim. Kimse artık umrumda değildi. Yalnız yaşamak benim için daha iyiydi.
Statlar Güç: 1,3 Dayanıklılık: 2,2 Hız: 2,1 Farkındalık: 1,3 | Meslek Statları [Meslek 1]: - [Meslek 2]: - Yan Meslek: | Meyve Statları Meyve İsmi: - Türü: - Saf Meyve Gücü: - Kullanım Süresi: - Ek Güçler: - Mod/ Ek Dönüşüm: - Kontrol: - |
Dövüş Tekniği: 5 Tekniğin Adı: Na-ha Stili Tekniğin Stili: Çift Kılıç Teknikte Kullanılan Ekipman yada Ekipmanlar:İki Kılıç Tekniğin Açıklaması:
| Tekniğin Altdalları: Teknik: 10 Yetenek: 5 Yan Stil: - Mod: - Özel Stil: - | Değerler-Eşyalar Eşyalar: İki adet standart iyi kalitede kılıçlar (Görünümü: Futago Mikadzuki Ken (Bu kılıçtan aynı şekilde iki tane olduğunu varsayın.)) Kafa Ödülü:- Para: 38 Milyon Beli Dağıtılmamış Stat: - |
Akaba Nimura- Mesaj Sayısı : 50
Kayıt tarihi : 12/08/16
Yaş : 30
Nerden : Gonya
One Piece Rpg :: Başlangıç :: Karakter Oluşturma :: Karne
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz