Yalnız Kurt [Akaba Nimura]
3 posters
8 sayfadaki 8 sayfası
8 sayfadaki 8 sayfası • 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8
Geri: Yalnız Kurt [Akaba Nimura]
Nimura koltuktan dikilip masaya ellerini koyduğunda, Whayto da hızlıca yerinden kalkmıştı;fakat Fione: ''Sakin ol. Sadece konuşuyoruz.'' diyerek Whayto'yu sakinleştirmişti. Whayto tekrardan yerine oturduktan sonra, konuşmaya devam etmişti Fione:
''Karargahtaki dostlarımızdan aldığımız bilgiye göre, adada dolaşan seri katil aşağı yukarı senin yaşlarında olan Na-ha ırkından bir kadın. İşe bak ki sen de Na-ha ırkındansın. Irkçılık yapmak istemem.Sonuçta göz renklerimiz dışında her şeyimiz aynı;fakat Na-ha ırkındakiler çok nadir ortalıkta gözükürler ve işe bak ki elimizde iki Na-ha var.
Bunları söyledikten sonra tıpkı Nimura gibi ayağa kalkıp ellerini masanın üzerine koyan Fione, başını Nimura'ya doğru uzatıp direkt olarak Nimura'nın gözlerinin içine bakarak: ''En güzel bulma yönteminin bu doğum günü olduğunu söyledin. Bu gece bir şeyler olacağından nasıl bu kadar emin olabilirsin ki? Yoksa katilimizle bir bağın mı var? Sevgili misiniz yoksa arkadaş mı?'' demişti. Fione'nin sözlerinden sonra Whayto tekrardan ayaklanmıştı;fakat Whayto'nun ikide bir ayaklanmasına kızan Fione, onu azarlamış ve ona odanın dışına çıkmasını emretmişti.
Sonrasında ise derin bir nefes alıp yerine oturmuştu Fione. Nimura'ya da eli ile sandalyeyi işaret edip: ''Dinliyorum Na-ha-kun. Beni her şeyin bir rastlantı olduğuna inandır.'' demişti.
''Karargahtaki dostlarımızdan aldığımız bilgiye göre, adada dolaşan seri katil aşağı yukarı senin yaşlarında olan Na-ha ırkından bir kadın. İşe bak ki sen de Na-ha ırkındansın. Irkçılık yapmak istemem.Sonuçta göz renklerimiz dışında her şeyimiz aynı;fakat Na-ha ırkındakiler çok nadir ortalıkta gözükürler ve işe bak ki elimizde iki Na-ha var.
Bunları söyledikten sonra tıpkı Nimura gibi ayağa kalkıp ellerini masanın üzerine koyan Fione, başını Nimura'ya doğru uzatıp direkt olarak Nimura'nın gözlerinin içine bakarak: ''En güzel bulma yönteminin bu doğum günü olduğunu söyledin. Bu gece bir şeyler olacağından nasıl bu kadar emin olabilirsin ki? Yoksa katilimizle bir bağın mı var? Sevgili misiniz yoksa arkadaş mı?'' demişti. Fione'nin sözlerinden sonra Whayto tekrardan ayaklanmıştı;fakat Whayto'nun ikide bir ayaklanmasına kızan Fione, onu azarlamış ve ona odanın dışına çıkmasını emretmişti.
Sonrasında ise derin bir nefes alıp yerine oturmuştu Fione. Nimura'ya da eli ile sandalyeyi işaret edip: ''Dinliyorum Na-ha-kun. Beni her şeyin bir rastlantı olduğuna inandır.'' demişti.
Grand Line Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 110
Kayıt tarihi : 21/01/16
Geri: Yalnız Kurt [Akaba Nimura]
- Rp ile güzel gider..!:
Konuşmamı bitirdiğimde kendimi ayakta bulmuştum. Bedenim istemsizce tepki mi vermişti? Bilmiyorum ama nedense benim ayaklanmamla beyazda bir anda fırlamıştı. Ani hareketlerime karşı bu kadar temkinli olmaları inanılmazdı. Kadınsa oradan sakin olmamızı söylüyordu. Ben sinirli ya da öfkeli değildim ki. Şüphe ettikleri şey her neyse tek bir hareketime karşılık öldürecek gibiydiler. Vay be...
Gülümseyerek "Zaten sakindim, ne bu asabiyet beyaz." alaycı bir ifadeyle tekrar yerime oturmuştum. İkimizde yerimize oturunca kadın konuşmasına devam ederek denizcilerin söylediklerine göre 29 milyon benim yaşlarımda ve benim ırkımdan birisiymiş. Na-ha olduğunu söylediğinde şaşkınlığa uğramıştım. Kadının şüphe etmesi ne kadar doğal görünse de dedikleri sadece kendi varsayımları ve bu varsayımları düşünme biçimleri tamamen yanlıştı. Nadir görünmemiz doğru ama bir adada sırf iki tane olmamızdan yola çıkması aşırı saçmaydı. Hımph neyse ne... Artık bu olay daha da ilgimi çekmeye başladı. Kendi ırkımdan biriyle karşılaşacağım demek. Vay be.. Hayatımda sadece babamla dövüştüm. Tabi anneminde bir iki kez gücünü görmüştüm ama ırkımdan başka birisiyle karşılaşacak olmam vuhuuuu..
Yüzümdeki şaşkınlığın yerini şeytani bir gülümseme ve sabırsızlık alıyordu ki kadın ayaklanıp gözlerimin içine bakarak düşüncemden nasıl bu kadar emin olduğumu sordu. Sonrasında da 29 milyon ile kan bağımın olup olmadığını hatta sevgili olup olmadığımızı falan sordu. Tabi o sıra sözlerini duyunca kahkahayı patlatmadan edemedim. "TEHHAHAHAHA..!" tabi olay öyle olunca beyaz yine ayaklanmıştı ki kadın bu duruma sinirlenip ona çıkmasını söylemişti.
Beyazın odadan çıkmasının ardından kadın tekrar yerine oturup onu olayların rastlantı olmadığına inandırmamı istedi. Koltukta iyice yayılıp ayak ayak üstüne atarak alaycı tiple "Arkadaş demek.. Öncelikle hayatımda sadece 2 tane Na-ha tanıdım anne ve babam. Ha soruna geleyim kafama öyle esti sadece. Bu tür şeylere inanman ya da inanmaman umrumda bile değil. Dediğim gibi zaten yarın yüksek ihtimalle giderim. Tek isteğim 29 milyonla kapışmak. İsterseniz tedbirli davranın ister işten çıkartın isterseniz başıma 20 kişi dikin sikimde değil. Benim tek amacım 29 milyonla çar-pış-mak." diyecek ve sonra ayaklanıp çantamı aldığımda "Umarım anlamışsınızdır." diyecek ve hafiften yavaş tempo ile yürürken "Eğer hala işteysem bana rica ediyorum emir vermeyin, sevmediğim şeylerdir. Ben kendimce bir yerde dururum gördüğüm ilk andan itibaren ise 29 milyonluk benimdir ölene ya da dövüşemeyecek duruma gelene kadar kimse karışmazsa sevinirim. Gerekirse para da vermeyin zaten o da pek umrumda değil." diyecektim. Tabi biraz uzun konuşunca ve oda da küçük olunca lafım bitine kadar biraz kapının önünde dikilmiştim. Kapıyı açtığımda da "Neyse şimdilik dışarı çıkıyorum. İşteysem haber edersin. Görüşürüz." diyerek kapıyı açmış ve hafiften dışarı doğru hareketlenmiştim. Sanırım cidden birinin benden şüphe etmesinden zihnen hoşlanmamıştım.
Ama en çok ilgimi çeken şey bir Na-ha'nın daha bu adada olmasıydı. Bakalım olaylar nasıl gelişecek çok merak ediyordum. Umarım 29 milyon bu gece belirir ve onunla en kısa sürede tanışırım. Bu gece olmazsa sanırım birkaç gün daha kalmam gerekecek. Çünkü bu fırsat aslanın ağzına bir kez gelir.
- Out:
- Sempai 20'sine kadar müsait olmayacağım, malum ev işleri ve bayram birleşince sıkıntılı durumlar... Bu nedenle şimdiden özür dilerim, sempai.
Akaba Nimura- Mesaj Sayısı : 50
Kayıt tarihi : 12/08/16
Yaş : 30
Nerden : Gonya
Geri: Yalnız Kurt [Akaba Nimura]
- Out:
- İyi bayramlar Nimura-kun!
İki Gün Önce
Peşindekileri zar zor atlatabilmişti. Büyük bir ağacın yukarısında kalan dallarından birinde uzanıyordu şimdi. Oldukça yorulmuştu. Eve gitmek istese de kolunu kaldıracak hali kalmamıştı. Hem birazdan sabah olacaktı. Şu an ormandan çıkması ölümüne davetiye çıkarmaktan farksızdı. Zar zor açık tutabildiği gözleriyle gökyüzüne bakarken hayatın ne kadar da garip olduğunu düşündü. Küçükken, gece geç saatlere kadar uyumayan yetişkinlere hayranlık duyardı. Aldığı her nefesin kendisine yoğun bir acı verdiği zamanlarda, sürekli birilerinin uyanık olup olmadığını düşünürdü. Acaba ay dedenin bile uykuya daldığı zamanlarda hala uyanık olan yetişkinler var mıydı? Acaba gecenin bir yarısı yine kriz geçirirse bu yetişkinler yardıma gelir miydi? Yoksa herkes uykudayken ölür ve ebediyete mi karışırdı?
Hafifçe doğrulup bacaklarından aldığı kuvvetle kendisini geri iterek sırtını ağacın gövdesine dayadı. Bu sırada çocukken ne kadar da saf olduğunu düşündü. Hayat küçükken düşündüğünden çok daha acımasızdı. Tüm gece uyanık kalan yetişkinler vardı. Kendisi de onlardan biri olmuştu hatta; fakat o yetişkinlerin hiçbiri küçük haline yardım edecek kadar iyi insanlar değildi. Buna ne yazık ki kendisi de dahildi. Kendi gibi insanlar, gecenin karanlığını kendi pisliklerini temizlemek için kullanırdı. Gündüz de bir vampir gibi kuytu köşelere çekilirlerdi. Kendilerinin vampirden tek farkları, kan yerine öldürdüklerinin canlarıyla besleniyor olmalarıydı. Yine de bundan pişmanlık duyacak değildi. Masum kişilerin canını aldığı olmuştu. Özellikle bu adada işler iyice çığırından çıkmıştı;fakat öldürdüğü kişilerin çoğu ölümü hak ediyordu ve o kişileri yine olsa, yine gözünü bir saniye bile kırpmadan öldürürdü. Derken göz kapakları yavaşça kapandı. Üzerinde günlerdir büyük bir baskı olan kasları, ölmüşcesine gevşedi. Geçmişe dair bir rüya görmeye başladı.
On Beş Sene Önce
Her nefes aldığında ciğerlerine dikenler saplanıyordu sanki. Nefes almak kendisi için korkutucuydu. Özellikle derin bir şekilde nefes aldığında tüm vücudunu tarifsiz bir acı kaplardı. Acı hissetmemek için nefesini tuttuğu zamanlar olurdu. Böyle zamanlarda bayılırdı ve uzunca bir süre uyurdu. Zaten birkaç saat uyanık durduğunda da acıdan bayılıyordu. Acı duymadan bayılmak kendisi için daha iyiydi. Tüm bu yaşananların sebebi kusurlu bir şekilde doğmasıydı. Ciğerlerinde bulunan bir kist ile doğmuştu. Daha sonra bu kist alınmıştı;fakat kist alındığı sırada yapılan bir hatadan dolayı ciğerlerinin durumu daha da kötüleşmişti. Hızlı hızlı nefes alıp verdiğinde kriz geçirip bayıldığından dolayı, hastaneye gittikleri zamanlar haricinde dışarıya çıkamıyordu.
Anne, baba ve abisini üzmemek için durumundan şikayet etmemeye çalışsa da artık bu durum canına tak etmişti. Dışarı çıkmak, koşup oynamak ve derin derin nefes alabilmek istiyordu. Özellikle dış dünyayı çok merak ediyordu. Annesi, kendilerinin Na-ha adlı bir ırktan olduklarını ve diğer insanlardan farklı olduklarını söylüyordu. Annesine göre tüm insanlar kendilerinden nefret ediyordu. Babası ise, Annesi bunu söylediğinde Annesine kızıyor ve dünyada iyi insanlar olduğunu da söylüyordu. Çocukluk arkadaşı olan Tom adındaki bir adamdan bahsediyordu babası. Abisi ise iyileştiği zaman dışarı çıkıp, kimin haklı olduğuna kendi gözleriyle karar vermesi gerektiğini söylüyordu. Ailesinin bu tavırları, kendisinin dışarıya olan merakını daha da arttırıyordu.
Bir gece, dışarıdan gelen çatışma sesleriyle uyandı. Sesler oldukça şiddetliydi ve bu durum onu korkutuyordu. Heyecanlanmamaya çalışsa da, Annesinin odasına girip kendisini kucağına almasının ve evin arka kapısından hızlıca çıkmasının ardından kalbi yerinden fırlayacakmışçasına atmaya başlamıştı. Annesi ,kendisiyle birlikte evlerinin arkasındaki ormana doğru son sürat koşuyordu. Kıpkırmızı gözleri ile babası ve abisine bakınsa da, gördüğü tek şey kendilerini kovalayan beyaz tenli bir adamdı. Elinde büyük bir kılıç tutan bu adam, hızla üzerilerine doğru geliyordu. Sonrasında ise, yeniden kriz geçirmişti. Hastalıklı vücudu bu kadar adrenalini kaldıramamıştı.
Gözlerini açtığında, iğrenç kokan rutubetli bir odada bulmuştu kendisini. Ayak bileklerinde, ellerinde ve boynunda garip zincirler ve halkalar vardı. Çevresinde kendisi gibi zincirlenmiş pek çok yabancı vardı. Annesi, babası ve abisinin yanında olmadığı fark ettiğinde bağırıp çağırmaya başlamıştı;fakat zar zor nefes alıp verebilen cılız bedeninden çıkardığı tiz bağırışları kimse umursamıyordu. Gerek kendisi gibi zincirlenmiş insanlar, gerekse parmaklıkların öbür tarafındaki üniformalı insanlar onu umursamıyordu.
Günümüz
Parmaklarını küf tutmuş duvarlar üzerinde gezdirirken, kızıl gözleriyle son bir kez odasına baktı. Evini bulmak için yıllarını harcamasına rağmen fazla bir şey hissetmiyordu. İçten içe, evini bulduğunda geçmişteki tüm o güzel yaşanmışlıkların kendisini daha güçlü kılacağını düşünüyordu; fakat içinde ailesi olmayınca, sıradan bir yapıdan farksızdı çocukluğunu geçirdiği bu ev.
Odasına bakmasının ardından, üzerindekileri değiştirdi ve tırpanını alıp dışarı çıktı. Her şeyi bu gece bitirecekti. Kendisini tutmayı bırakacak ve içindeki tüm öfkeyi kusacaktı. Sonrasında, tıpkı evini bulduğu zamandaki gibi, bir şey hissetmeyeceğine emindi. İntikam kendisini yaşatan şeydi ve bu gece yaşam amacı da kaybolacaktı. Sonrasında Sabaody'e, Fujita'nın yanına giderdi belki. Gerçi Fujita gibi biri bile, bir canavara dönüşmüş kendisini yanına kabul etmeyebilirdi.
Bu düşünceler eşliğinde yürürken aklına bir fikir geldi ve geri döndü. Evini yakacaktı. Günlerdir evi için bir alıcı aramasının, hatta biri evini alıp berbat durumdaki bu döküntüyü yaşatsın diye fiyatı neredeyse bedavaya düşürüp bir ilan bile yaptırmasının ardından bunda karar kılması kendi standartlarına göre bile garipti. Yine de kimse bu döküntüye bakmaya gelmemişti. Ayrıca aklında güzel bir plan vardı.
****************************************************************************
Nimura'nın konuşmasını bitirip odanın dışına çıktığı ana kadar Fione ağzını açmamıştı. Nimura'nın odadan çıkmasının hemen ardından, Whayto Nimura'nın yanından geçip içeriye girmiş ve kapıyı kapatmıştı. Nimura'yı öldürüp öldermeyeceğini sormak istese de, biraz önce azar işittiğinden ağzını açmaya çekinmişti Whayto.
Bir iki dakikalık sessizliğin ardındansa Fione konuşmaya başlamıştı: ''Şimdilik devam etsin. Yalan söylüyor gibi gelmedi. Ayrıca şu an onu öldürecek vaktin yok. Birazdan misafirlerimiz gelmeye başlayacaktır. Yukarı çık ve diğerlerine yardım et. Na-ha'ya da bizi yavaşlatmadığı sürece karışma. Eğer elemanın bahsettiği tarz bir olay olursa, oluşacak kargaşada ona istediğini yapabilirsin.''
Koridorda yalnız başına dikiliyordu Nimura. Arkasında kalan koridorun sonunda, sağ tarafta yukarıya doğru çıkan merdivenler olduğu gözüküyordu. İlerisine dikkatlice bakacak olursa, binanın girişinde dikilen Blekko'yu görebilirdi. İçerideki diğer çalışanlarsa ortalıkta gözükmüyorlardı. İçeri giren Whayto ise, hala odadan çıkmamıştı.
Grand Line Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 110
Kayıt tarihi : 21/01/16
Geri: Yalnız Kurt [Akaba Nimura]
Söylediklerime karşılık kadın tepkisiz kalmıştı. Tabi bir şey demesini de beklemediğimden odadan çıktığım anda beyaz yanımdan geçip içeriye girmişti. Belli ki herif cidden gördüğünden beri benden şüpheleniyordu ya da aklında başka şeyler var. Aman, neyse ne...
Sağlam elimle para çantasını sırtıma attıktan sonra hafif kambur şekilde yavaş yavaş dışarı doğru yürümeye başladım. Koridorda kimsecikler görünmüyordu. Kapının önünde ise siyah duruyordu. Yüksek ihtimal o da durumdan haberdardır. Bir şey demediklerinden dolayı işte miyim değil miyim emin değildim. Ama yine de bana karışan olmadığı sürece binanın etrafında kafamın estiğince takılabilirdim. Karışan olursa da zaten ters tarafımı görürdü.
Ama beni düşündüren ise neden içeride tuhaf davrandım? Ayrıca acaba benim dışımda bir Na-ha ile karşılaşınca gerçekten umursamadan dövüşebilecek miyim? Hayır, hayır. Benim amacım güçlü olmak. Ama bu sakat kolla nasıl dövüşebilirim ki? Doğru düzgün hissetmiyorum bile... Hem o da benim gibi dışlanan birisi. Belki de bir iki gün dinlenip öyle kafasını almalıydım. Dinlenme süresince de bilgi alırdım. Bu zamana kadar nasıl yaşadığı hakkında ve Na-ha ırkı hakkında... Annem ve babamın anlatmadığı ırkımız hakkında bilgiler işime yarardı da. Hmm.. Bakalım, belki buraya bile gelmez. Olacakları ilerleyen saatlerde göreceğiz.
Dışarıya çıktığımda toplantı sırasında gördüklerimden birini görsem bile hiçbir şey demeden etrafı gezinecektim. Şimdilik kafamdaki fikir dışarıda bina etrafında gezerek gelebileceği ilk alanda olmaktı. Herhangi bir terslikte kesin bir şeyler duyabilirdim. Gerçi, akşam akşam pek bir tuhaflığı rahat seçemeyebilirdim ama kadının da dediği gibi benim gibi kızıl gözlere sahip insan yok ve zaten diğerlerine falan yakalanmadan içeriye girmesinin de yolu yoktu. Yüksek ihtimalle eğer gelirse bu partiye ilk kargaşa burada olacaktı. O nedenle dışarıda gezecektim bende... En kötü ihtimalle kaçış noktası olacak yani kesinlikle en mantıklı bekleme noktası binanın dışıydı.
Sağlam elimle para çantasını sırtıma attıktan sonra hafif kambur şekilde yavaş yavaş dışarı doğru yürümeye başladım. Koridorda kimsecikler görünmüyordu. Kapının önünde ise siyah duruyordu. Yüksek ihtimal o da durumdan haberdardır. Bir şey demediklerinden dolayı işte miyim değil miyim emin değildim. Ama yine de bana karışan olmadığı sürece binanın etrafında kafamın estiğince takılabilirdim. Karışan olursa da zaten ters tarafımı görürdü.
Ama beni düşündüren ise neden içeride tuhaf davrandım? Ayrıca acaba benim dışımda bir Na-ha ile karşılaşınca gerçekten umursamadan dövüşebilecek miyim? Hayır, hayır. Benim amacım güçlü olmak. Ama bu sakat kolla nasıl dövüşebilirim ki? Doğru düzgün hissetmiyorum bile... Hem o da benim gibi dışlanan birisi. Belki de bir iki gün dinlenip öyle kafasını almalıydım. Dinlenme süresince de bilgi alırdım. Bu zamana kadar nasıl yaşadığı hakkında ve Na-ha ırkı hakkında... Annem ve babamın anlatmadığı ırkımız hakkında bilgiler işime yarardı da. Hmm.. Bakalım, belki buraya bile gelmez. Olacakları ilerleyen saatlerde göreceğiz.
Dışarıya çıktığımda toplantı sırasında gördüklerimden birini görsem bile hiçbir şey demeden etrafı gezinecektim. Şimdilik kafamdaki fikir dışarıda bina etrafında gezerek gelebileceği ilk alanda olmaktı. Herhangi bir terslikte kesin bir şeyler duyabilirdim. Gerçi, akşam akşam pek bir tuhaflığı rahat seçemeyebilirdim ama kadının da dediği gibi benim gibi kızıl gözlere sahip insan yok ve zaten diğerlerine falan yakalanmadan içeriye girmesinin de yolu yoktu. Yüksek ihtimalle eğer gelirse bu partiye ilk kargaşa burada olacaktı. O nedenle dışarıda gezecektim bende... En kötü ihtimalle kaçış noktası olacak yani kesinlikle en mantıklı bekleme noktası binanın dışıydı.
Akaba Nimura- Mesaj Sayısı : 50
Kayıt tarihi : 12/08/16
Yaş : 30
Nerden : Gonya
Geri: Yalnız Kurt [Akaba Nimura]
15 Sene Önce
Saatler günleri, günler ayları kovalamıştı. Rahatça uyuyamıyordu. Tüm vücudunu saran zincirler canını yakıyordu. Neden herkesin zincirlere vurulduğunu anlayamıyordu. Zaten kalın parmaklıkların ardındalardı.
Karnı hep açtı. Fazla yemek yiyemiyordu. Sağlık durumu daha da kötüye gidiyordu. Yine de tüm bunlar ailesini görememesinin yanında küçük bir ayrıntı gibi kalıyordu.
Annesi, babası ve abisine neler olduğunu bilmiyordu ve onlar olmadan hayatta kalmaya çalışacak gücü kendisinde bulamıyordu. Kendisi gibi zincire vurulmuş adamlardan biri ailesinin çoktan öldüğünü söylese de, o her gün parmaklıkların ardındaki gardiyanlara ailesini sormaya devam ediyordu. Ailesinin ölmüş olabileceğine inanmak istemiyordu. Kendisi hala hayattaydı. Bir şekilde diğerleri de kurtulmuş olmalıydı.
Haftada iki kez parmaklıkların ardından çıkarılıyordu. Bunlardan ilkinde, birkaç gardiyan kendisini binanin farklı bir yerinde bulunan doktora götürüyordu. Yaşlı doktor kendisine oldukça iyi davranıyordu. Özellikle,kendisi pek anlam veremese de,gözlerinin ne kadar iyi gördüğüyle ilgileniyordu.
Ikincisinde ise, gardiyanlar tüm elbiselerini çıkardıktan sonra boynuna birkaç halka daha ekleyip ayak bileklerindeki zincirleri sıklastırarak kendisini bir salona çıkartıyorlardi .
Çırılçıplak bir şekilde bir salon dolusu insanın önünde dikilirken, elinde mikrafon tutan bir adam kendisini övüyordu.
Neler döndüğüne aklı ermese de böyle zamanlarda kaçmak, salondakilerden bağırarak yardım istemek istiyordu; fakat en son kaçmayı deneyen kişinin kafasının patladığını bizzat görmüştü.
Bir gece, tıpkı ailesinden ayrı düştüğü zamanda olduğu gibi, dışarıdan gelen çatışma sesleri ile uyandı. Her geçen saniyede, silah seslerine karışan çığlık sesleri bulunduğu tarafa doğru yaklaşıyordu. Bir süre sonra şiddetli sarsıntılar hissetmeye başladı. Öyle ki, bir an bulunduğu binanın yıkılacağını düşündü. Uzun bir süre devam eden sarsıntılar, onu görmesi ile son bulmuştu
Günümüz
Kendi evini çoktan yutmuş olan cayır cayır yanan alevler, çevreye de yayılmaya başlamıştı. Neyse ki bu bölgede fazla insan yoktu. Büyük ihtimalle yangından dolayı fazla insan ölmeyecekti. Bir katil olsa da, daha önce elini kirletmemiş insanların canını almaktan hoşlanmıyordu. Gebermeyi, Frankois ve Hotura gibi adamlar hak ediyordu.
Yangın iyice büyürken, hızlıca merkeze doğru koşmaya başladı. Denizcilerin bir şeylerden şüphelenip orman bölgesine gelmesi an meselesiydi. Kendisi de bu sırada Hotura denen adamın gözlerini oyup Frankois'in kellesini alacaktı. Bunun düşündüğü kadar kolay olmayacağının farkındaydı. Yine de bunu yapamazsa, bir gün geri döndüğünde onun yüzüne nasıl bakardı?
*******************
Nimura ilerleyip dışarı çıkmıştı. Dışarı çıktığında ilk gördüğü kişi sigara içmekte olan Blekko idi. Blekko Nimura'yı başı ile selamlamakla yetinmişti. Binanın önünde biten bayır yukarı çıkan yola baktığında, yukarıya doğru gelen, iki ya da üç kişiden oluşan birkaç kişi görmüştü Nimura. Çoğunlukla yaşlı olan bu insanlar, misafirmiş gibi gözüküyordu. Bunun dışında anormal bir durum göremeyen Nimura, Binanın çevresinde gezinmeye başlamıştı
Binanın sol tarafının beş on metre aşağısında pek çok ev vardı. Evlerden, binanin sol tarafına ulaşmanın bir yolu yok gibi gözüküyordu. Binanın arka tarafı ise bir tür uçurumu andırıyordu. Arka tarafın oldukça aşağısında deniz vardı; fakat bu mesafeden denize atlayan bir insanın öleceği aşikardı. Binanın sağ tarafında ise, tıpki Nimura gibi şirkete yeni katılmış iki adam vardı. Muhabbet etmekte olan ikili Nimura'ya selam verse de Nimura onlara aldırmamıştı. An itibari ile, Nimura tekrardan binanin ön kismindaydı.
Saatler günleri, günler ayları kovalamıştı. Rahatça uyuyamıyordu. Tüm vücudunu saran zincirler canını yakıyordu. Neden herkesin zincirlere vurulduğunu anlayamıyordu. Zaten kalın parmaklıkların ardındalardı.
Karnı hep açtı. Fazla yemek yiyemiyordu. Sağlık durumu daha da kötüye gidiyordu. Yine de tüm bunlar ailesini görememesinin yanında küçük bir ayrıntı gibi kalıyordu.
Annesi, babası ve abisine neler olduğunu bilmiyordu ve onlar olmadan hayatta kalmaya çalışacak gücü kendisinde bulamıyordu. Kendisi gibi zincire vurulmuş adamlardan biri ailesinin çoktan öldüğünü söylese de, o her gün parmaklıkların ardındaki gardiyanlara ailesini sormaya devam ediyordu. Ailesinin ölmüş olabileceğine inanmak istemiyordu. Kendisi hala hayattaydı. Bir şekilde diğerleri de kurtulmuş olmalıydı.
Haftada iki kez parmaklıkların ardından çıkarılıyordu. Bunlardan ilkinde, birkaç gardiyan kendisini binanin farklı bir yerinde bulunan doktora götürüyordu. Yaşlı doktor kendisine oldukça iyi davranıyordu. Özellikle,kendisi pek anlam veremese de,gözlerinin ne kadar iyi gördüğüyle ilgileniyordu.
Ikincisinde ise, gardiyanlar tüm elbiselerini çıkardıktan sonra boynuna birkaç halka daha ekleyip ayak bileklerindeki zincirleri sıklastırarak kendisini bir salona çıkartıyorlardi .
Çırılçıplak bir şekilde bir salon dolusu insanın önünde dikilirken, elinde mikrafon tutan bir adam kendisini övüyordu.
Neler döndüğüne aklı ermese de böyle zamanlarda kaçmak, salondakilerden bağırarak yardım istemek istiyordu; fakat en son kaçmayı deneyen kişinin kafasının patladığını bizzat görmüştü.
Bir gece, tıpkı ailesinden ayrı düştüğü zamanda olduğu gibi, dışarıdan gelen çatışma sesleri ile uyandı. Her geçen saniyede, silah seslerine karışan çığlık sesleri bulunduğu tarafa doğru yaklaşıyordu. Bir süre sonra şiddetli sarsıntılar hissetmeye başladı. Öyle ki, bir an bulunduğu binanın yıkılacağını düşündü. Uzun bir süre devam eden sarsıntılar, onu görmesi ile son bulmuştu
Günümüz
Kendi evini çoktan yutmuş olan cayır cayır yanan alevler, çevreye de yayılmaya başlamıştı. Neyse ki bu bölgede fazla insan yoktu. Büyük ihtimalle yangından dolayı fazla insan ölmeyecekti. Bir katil olsa da, daha önce elini kirletmemiş insanların canını almaktan hoşlanmıyordu. Gebermeyi, Frankois ve Hotura gibi adamlar hak ediyordu.
Yangın iyice büyürken, hızlıca merkeze doğru koşmaya başladı. Denizcilerin bir şeylerden şüphelenip orman bölgesine gelmesi an meselesiydi. Kendisi de bu sırada Hotura denen adamın gözlerini oyup Frankois'in kellesini alacaktı. Bunun düşündüğü kadar kolay olmayacağının farkındaydı. Yine de bunu yapamazsa, bir gün geri döndüğünde onun yüzüne nasıl bakardı?
*******************
Nimura ilerleyip dışarı çıkmıştı. Dışarı çıktığında ilk gördüğü kişi sigara içmekte olan Blekko idi. Blekko Nimura'yı başı ile selamlamakla yetinmişti. Binanın önünde biten bayır yukarı çıkan yola baktığında, yukarıya doğru gelen, iki ya da üç kişiden oluşan birkaç kişi görmüştü Nimura. Çoğunlukla yaşlı olan bu insanlar, misafirmiş gibi gözüküyordu. Bunun dışında anormal bir durum göremeyen Nimura, Binanın çevresinde gezinmeye başlamıştı
Binanın sol tarafının beş on metre aşağısında pek çok ev vardı. Evlerden, binanin sol tarafına ulaşmanın bir yolu yok gibi gözüküyordu. Binanın arka tarafı ise bir tür uçurumu andırıyordu. Arka tarafın oldukça aşağısında deniz vardı; fakat bu mesafeden denize atlayan bir insanın öleceği aşikardı. Binanın sağ tarafında ise, tıpki Nimura gibi şirkete yeni katılmış iki adam vardı. Muhabbet etmekte olan ikili Nimura'ya selam verse de Nimura onlara aldırmamıştı. An itibari ile, Nimura tekrardan binanin ön kismindaydı.
Grand Line Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 110
Kayıt tarihi : 21/01/16
Geri: Yalnız Kurt [Akaba Nimura]
Binanın etrafında gezinmeye başladığımda yavaş yavaş etrafı gözlemeye başladım. Binanın sol tarafı binalarla doluydu. Arkasında uçurum gibi bir alan bulunuyordu. Dikkatle oradan sağ tarafa geçtiğimde de toplantıda bulunan iki kişi duruyordu. Önden de misafirler geliyordu ve siyah vardı. Demek ki bayan Na-ha buraya gelirse ya sağdan ya da önden gelebilirdi. Ya da önden gelir sağdan, sağdan gelir önden kaçabilirdi. Bu olasılıkların dışında bir olasılık olamazdı. O nedenle tek yapmam gereken beklemekti.
Ön tarafta merdivenlerin başına geçip çantalarımı yanıma koyduktan sonra kılıçlarımı çıkartıp sol elimde tutarak merdivene oturacak ve beklemeye başlayacaktım. Zaten gelenlerin hepsi yaşlı olduğundan pek de umursayacağım kişiler olduğunu düşünmüyordum. Ama tabi ne olur ne olmaz diye önüme dikkat kesilecek ve bayan Na-ha'yı bekleyecektim.
Ön tarafta merdivenlerin başına geçip çantalarımı yanıma koyduktan sonra kılıçlarımı çıkartıp sol elimde tutarak merdivene oturacak ve beklemeye başlayacaktım. Zaten gelenlerin hepsi yaşlı olduğundan pek de umursayacağım kişiler olduğunu düşünmüyordum. Ama tabi ne olur ne olmaz diye önüme dikkat kesilecek ve bayan Na-ha'yı bekleyecektim.
Akaba Nimura- Mesaj Sayısı : 50
Kayıt tarihi : 12/08/16
Yaş : 30
Nerden : Gonya
Geri: Yalnız Kurt [Akaba Nimura]
On Beş Yıl Önce
Gözlerini açtığında açık havada bulmuştu kendisini. Üzerinde birkaç adet mont vardı. Gökyüzündeki yıldızlara bakarak hala gecenin bitmediğini fark etmişti. Bunu fark ettiği gibi bulunduğu yerden fırlamıştı. Ayağa kalktığında bir sandalın üzerinde olduğunu fark etmişti. Bulunduğu sandal koca okyanusun ortasındaydı. Şaşkınlıkla çevresini incelerken sandalın ucundaki kişiye ilişti gözü. Sırtı kendisine dönük olan beyaz saçlı bir kadın kayıkları hızlıca hareket ettiriyordu. Üzerinde ince askılı bir kıyafetten başka bir şey olmayan kadının titrediğini fark etmek zor değildi. Kadına sesleneceği sırada, kadın konuşmaya başlamıştı. ''Demek uyandın. Birkaç saattir uyuyordun. Senle konuşacağım sırada bir anda kendinden geçmiştin.'' demişti kadın.
Bu açıklamanın ardından, neler olduğunu çok az da olsa anlayabilmişti. Çok fazla heyecanlandığından hastalıklı vücudu buna dayanamamıştı ve bayılıvermişti. Bu kadın ise boynundaki halkaları çıkartıp kendisini yanına almıştı. Peki şimdi ne olacaktı? Diğerlerine ne olmuştu? Niye okyanusun ortasındalardı? Ölecek miydi? Yoksa korkunç bir yere mi götürülüyordu? Bunları düşündüğü sırada, ayağa kalkıp kendisine doğru dönen kadın tekrardan konuşmaya başlamıştı: ''Nefes alışverişinden korktuğunu anlayabiliyorum. Sakin ol. Ölsem bile Na-ha ırkından birini öldürmem. Sana hiçbir şekilde zarar vermeyeceğim''
Şaşkındı. Kırmızı renkli dev bir orağa, beyaz saçlara ve kıpkırmızı gözlere sahip bu kadın; uzun boyuna ve yüzündeki büyük yara izine rağmen kendisine korkutucu gelmiyordu. Sanki bu kadını uzun bir süredir tanıyormuş gibi hissetmişti bir anlığına da olsa. Böyle hissetmesinin sebebinin karşısındaki kişinin de kendisi gibi Na-ha olmasından mı yoksa okyanusun ortasındaki bu kadına güvenmekten başka çaresinin olmamasından mı kaynaklandığını bilmiyordu. Her şekilde, bir süre daha bu kadınla beraber kalmak zorunda gibiydi. Bu yüzden kadına güvenmeyi seçip başından geçen her şeyi kadına anlattı.
Başından geçenleri anlatmayı bitirmesinin hemen ardından, kadın kendisine sıkıca sarılmıştı. Bir yandan kafasını göğsüne doğru bastırırken, bir yandan da titreyen sesiyle: ''Senin ailen ö... Senin ailen eminim ki yaşıyordur. Yalnız onları bulmak uzun sürebilir. Bu yüzden sana bir teklifim olacak. İlk önce seni bir dostumla tanıştıracak ve tedavi olmanı sağlayacağım. Sonra da aileni aramana yardım edeceğim. Eğer teklifimi kabul etmezsen, bir sonraki adada seni bırakacağım. Yollarımız ayrılmış olacağından istediğini yapmakta özgür olacaksın.''
On Dört Yıl Önce
Balıkadam adasındaki ilk yılını doldurmasına az bir zaman kalmıştı. Zaman gerçekten de hızlı geçmişti. Deniz Ormanındaki ağaçlardan birinin tepesinde derin derin nefes alıp verebilmenin tadını çıkartırken Mizune'yi düşündü. Yakında onu tekrar görebilecekti.
Sandaldaki beyaz saçlı kadının teklifini kabul etmesinin ardından, Balıkadam Adası’na doğru yola çıkmışlardı. Yolculukları süresince isminin Mizune olduğunu öğrendiği kırmızı gözlü kadınla birlikte yaşamıştı. Mizune bir gezgindi. Dünyayı dolaşıp Na-ha ırkından olanları arıyor ve onlara yardım ediyordu. Yolculukları sırasında ihtiyacı olan parayı ise birkaç korsanı avlayarak kazanıyordu. Perdagangan adlı adada gezindiği sırada, insan müzayede evlerinden birinde çocuk bir Na-ha’nın satılığa çıkartıldığını duyup çocuğu kurtarmaya geldiğinde kendisiyle karşılaşmıştı.
İki ay sonra balıkadam adasına varmışlardı. Bu sürede pek çok şey görmüştü. Bir gün içinde dört mevsim yaşanan adalardan , dev volkanlara sahip adalara kadar pek çok ilginç yer görmüştü; fakat nereye giderseler gitsinler, gittikleri adalardaki insanlar kendilerine kötü davranıyorlardı. Hatta kendilerine saldıranlar bile vardı; fakat Mizune kendilerine saldırmaya kalkan herkesin hakkından geliyordu. Bu durum kendisini üzse de Mizune ile birlikte olduğu için memnundu. Balıkadam adasına indiklerinde, ilk işleri deniz ormanının derinliklerinde yaşayan doktora gitmek olmuştu…..
Günümüz
Kestirme yollardan giderek ormana doğru gelen denizcileri kolaylıkla atlatmış ve karargaha ulaşmıştı. Günlerdir adanın çeşitli yerlerinde gezinip rastgele adam öldürmesinin meyvelerini şimdi alıyordu. Başından beri bu işe masumları karıştırıp karıştırmamakta kararsız olsa da, sadece ölüme yakın olan yaşlı adamları öldürdüğünden dolayı vicdan azabı çekmiyordu. Sonuçta Francois her ihtimale karşılık as adamlarını yanına çağırmıştı ve bu sayede öldürmek istediği herkesi öldürebilecekti.
Uygun an geldiğinde, karargahın önünden hızlıca geçip şirkete çıkan yola girmişti. Zekası, hızı ve binaların sıklığı sayesinde fark edilmeden belli bir mesafeye kadar ilerleyebilse de yolun devamında kalan tek binanın şirket olacağı andan itibaren dövüşmek zorunda kalacaktı. Birkaç fazlalığı halletmek kendisi için sorun değildi; fakat binanın içine gireceği ana kadar fark edilmemesi işine gelirdi. Bu işe bir çözüm bulacağı ana kadar beklemeye karar vermişti. Nasıl olsa gece uzundu.
*******************************************************************************
Ön taraftaki merdivenlerin başına geçerek beklemeye başlamıştı Nimura. Misafirler sıra ile gelmeye başlamıştı. İlk gelen kişi kıvırcık sarı saçlara sahip yaşlı bir kadındı. Şık giyinmiş olan bu kadının yanında, uzun pembe saçlara sahip genç bir kadın vardı. İkinci misafir ise kısa boylu, kamburlu kel bir adamdı. Bu adamın yanında, üzerinde denizci üniforması olan orta yaşlı bir adam vardı. Sonraki misafirler de aşağı yukarı bu kadın ve adam profilindeydi. Kısaca, gelen misafirlerin çoğu zengin ve yaşlı insanlardan oluşuyordu. Bu profile uymayan birkaç kişi de vardı elbette. Özellikle beyaz bir ceket giymiş, turuncu saçlarını kafasına geçirdiği uzun siyah şapkası ile kapatmış, elindeki mor bastonu sallayarak yürüyen genç bir adam Nimura’nın ilgisini çekmişti.
Blekko kapının önüne gelen tüm insanları nazikçe karşılamış ve yukarıdaki salona, koridorun sonuna kadar yürüyüp sağdaki merdivenden çıkarak ulaşabileceklerini söylemişti. Üst katta kendilerini karşılayacak başka bir görevli göreceklerini ekleyip iyi eğlenceler dilemeyi de ihmal etmemişti. Karşılama merasiminin bitmesinin ardından cebinden paketini çıkarıp sigara yakmıştı Blekko. Kendi sigarasını yakmasının ardından, paketten bir dal sigara çıkarıp çakmakla beraber Nimura’ya uzatan Blekko: ‘’Hayırdır canın sıkkın gibi. İçeride seni çok mu sıktılar?’' demişti. Nimura’nın sigarayı almasının/almamasının ve soruya cevap vermesinin/vermemesinin ardından, binanın dışında devriye yapan iki adamın yanına çağırıp onlara da sigara uzatmıştı Blekko. İri yarı adam sigarayı alırken, gözlüklü adam nazikçe Blekko’nun teklifini reddetmişti.
Bu olaydan birkaç dakika sonra, köşke çıkan yokuşun sonunda iki kişi daha görünmüştü. İki kişiden biri uzun boylu yaşlı bir kadındı. Mavi gözlere ve mavi mücevherlere sahip yaşlı kadının yüzünde zoraki bir gülümseme vardı. Diğeri ise genç bir kadındı. Yaşlı kadının hemen arkasından yürüyen genç kadın bel ve göğüs bölgeleri siyah, kol bölgesi ise beyaz renkli olan bir elbise giymişti. 1.60 boylarında olan cılız sayılabilecek kadının boynunda büyük, kırmızı bir fular vardı. Kızıl saçlara ve kızıl gözlere sahip bu kadın, etrafa gülücükler dağıtarak ilerliyordu.
Gözlerini açtığında açık havada bulmuştu kendisini. Üzerinde birkaç adet mont vardı. Gökyüzündeki yıldızlara bakarak hala gecenin bitmediğini fark etmişti. Bunu fark ettiği gibi bulunduğu yerden fırlamıştı. Ayağa kalktığında bir sandalın üzerinde olduğunu fark etmişti. Bulunduğu sandal koca okyanusun ortasındaydı. Şaşkınlıkla çevresini incelerken sandalın ucundaki kişiye ilişti gözü. Sırtı kendisine dönük olan beyaz saçlı bir kadın kayıkları hızlıca hareket ettiriyordu. Üzerinde ince askılı bir kıyafetten başka bir şey olmayan kadının titrediğini fark etmek zor değildi. Kadına sesleneceği sırada, kadın konuşmaya başlamıştı. ''Demek uyandın. Birkaç saattir uyuyordun. Senle konuşacağım sırada bir anda kendinden geçmiştin.'' demişti kadın.
Bu açıklamanın ardından, neler olduğunu çok az da olsa anlayabilmişti. Çok fazla heyecanlandığından hastalıklı vücudu buna dayanamamıştı ve bayılıvermişti. Bu kadın ise boynundaki halkaları çıkartıp kendisini yanına almıştı. Peki şimdi ne olacaktı? Diğerlerine ne olmuştu? Niye okyanusun ortasındalardı? Ölecek miydi? Yoksa korkunç bir yere mi götürülüyordu? Bunları düşündüğü sırada, ayağa kalkıp kendisine doğru dönen kadın tekrardan konuşmaya başlamıştı: ''Nefes alışverişinden korktuğunu anlayabiliyorum. Sakin ol. Ölsem bile Na-ha ırkından birini öldürmem. Sana hiçbir şekilde zarar vermeyeceğim''
Şaşkındı. Kırmızı renkli dev bir orağa, beyaz saçlara ve kıpkırmızı gözlere sahip bu kadın; uzun boyuna ve yüzündeki büyük yara izine rağmen kendisine korkutucu gelmiyordu. Sanki bu kadını uzun bir süredir tanıyormuş gibi hissetmişti bir anlığına da olsa. Böyle hissetmesinin sebebinin karşısındaki kişinin de kendisi gibi Na-ha olmasından mı yoksa okyanusun ortasındaki bu kadına güvenmekten başka çaresinin olmamasından mı kaynaklandığını bilmiyordu. Her şekilde, bir süre daha bu kadınla beraber kalmak zorunda gibiydi. Bu yüzden kadına güvenmeyi seçip başından geçen her şeyi kadına anlattı.
Başından geçenleri anlatmayı bitirmesinin hemen ardından, kadın kendisine sıkıca sarılmıştı. Bir yandan kafasını göğsüne doğru bastırırken, bir yandan da titreyen sesiyle: ''Senin ailen ö... Senin ailen eminim ki yaşıyordur. Yalnız onları bulmak uzun sürebilir. Bu yüzden sana bir teklifim olacak. İlk önce seni bir dostumla tanıştıracak ve tedavi olmanı sağlayacağım. Sonra da aileni aramana yardım edeceğim. Eğer teklifimi kabul etmezsen, bir sonraki adada seni bırakacağım. Yollarımız ayrılmış olacağından istediğini yapmakta özgür olacaksın.''
On Dört Yıl Önce
Balıkadam adasındaki ilk yılını doldurmasına az bir zaman kalmıştı. Zaman gerçekten de hızlı geçmişti. Deniz Ormanındaki ağaçlardan birinin tepesinde derin derin nefes alıp verebilmenin tadını çıkartırken Mizune'yi düşündü. Yakında onu tekrar görebilecekti.
Sandaldaki beyaz saçlı kadının teklifini kabul etmesinin ardından, Balıkadam Adası’na doğru yola çıkmışlardı. Yolculukları süresince isminin Mizune olduğunu öğrendiği kırmızı gözlü kadınla birlikte yaşamıştı. Mizune bir gezgindi. Dünyayı dolaşıp Na-ha ırkından olanları arıyor ve onlara yardım ediyordu. Yolculukları sırasında ihtiyacı olan parayı ise birkaç korsanı avlayarak kazanıyordu. Perdagangan adlı adada gezindiği sırada, insan müzayede evlerinden birinde çocuk bir Na-ha’nın satılığa çıkartıldığını duyup çocuğu kurtarmaya geldiğinde kendisiyle karşılaşmıştı.
İki ay sonra balıkadam adasına varmışlardı. Bu sürede pek çok şey görmüştü. Bir gün içinde dört mevsim yaşanan adalardan , dev volkanlara sahip adalara kadar pek çok ilginç yer görmüştü; fakat nereye giderseler gitsinler, gittikleri adalardaki insanlar kendilerine kötü davranıyorlardı. Hatta kendilerine saldıranlar bile vardı; fakat Mizune kendilerine saldırmaya kalkan herkesin hakkından geliyordu. Bu durum kendisini üzse de Mizune ile birlikte olduğu için memnundu. Balıkadam adasına indiklerinde, ilk işleri deniz ormanının derinliklerinde yaşayan doktora gitmek olmuştu…..
Günümüz
Kestirme yollardan giderek ormana doğru gelen denizcileri kolaylıkla atlatmış ve karargaha ulaşmıştı. Günlerdir adanın çeşitli yerlerinde gezinip rastgele adam öldürmesinin meyvelerini şimdi alıyordu. Başından beri bu işe masumları karıştırıp karıştırmamakta kararsız olsa da, sadece ölüme yakın olan yaşlı adamları öldürdüğünden dolayı vicdan azabı çekmiyordu. Sonuçta Francois her ihtimale karşılık as adamlarını yanına çağırmıştı ve bu sayede öldürmek istediği herkesi öldürebilecekti.
Uygun an geldiğinde, karargahın önünden hızlıca geçip şirkete çıkan yola girmişti. Zekası, hızı ve binaların sıklığı sayesinde fark edilmeden belli bir mesafeye kadar ilerleyebilse de yolun devamında kalan tek binanın şirket olacağı andan itibaren dövüşmek zorunda kalacaktı. Birkaç fazlalığı halletmek kendisi için sorun değildi; fakat binanın içine gireceği ana kadar fark edilmemesi işine gelirdi. Bu işe bir çözüm bulacağı ana kadar beklemeye karar vermişti. Nasıl olsa gece uzundu.
*******************************************************************************
Ön taraftaki merdivenlerin başına geçerek beklemeye başlamıştı Nimura. Misafirler sıra ile gelmeye başlamıştı. İlk gelen kişi kıvırcık sarı saçlara sahip yaşlı bir kadındı. Şık giyinmiş olan bu kadının yanında, uzun pembe saçlara sahip genç bir kadın vardı. İkinci misafir ise kısa boylu, kamburlu kel bir adamdı. Bu adamın yanında, üzerinde denizci üniforması olan orta yaşlı bir adam vardı. Sonraki misafirler de aşağı yukarı bu kadın ve adam profilindeydi. Kısaca, gelen misafirlerin çoğu zengin ve yaşlı insanlardan oluşuyordu. Bu profile uymayan birkaç kişi de vardı elbette. Özellikle beyaz bir ceket giymiş, turuncu saçlarını kafasına geçirdiği uzun siyah şapkası ile kapatmış, elindeki mor bastonu sallayarak yürüyen genç bir adam Nimura’nın ilgisini çekmişti.
Blekko kapının önüne gelen tüm insanları nazikçe karşılamış ve yukarıdaki salona, koridorun sonuna kadar yürüyüp sağdaki merdivenden çıkarak ulaşabileceklerini söylemişti. Üst katta kendilerini karşılayacak başka bir görevli göreceklerini ekleyip iyi eğlenceler dilemeyi de ihmal etmemişti. Karşılama merasiminin bitmesinin ardından cebinden paketini çıkarıp sigara yakmıştı Blekko. Kendi sigarasını yakmasının ardından, paketten bir dal sigara çıkarıp çakmakla beraber Nimura’ya uzatan Blekko: ‘’Hayırdır canın sıkkın gibi. İçeride seni çok mu sıktılar?’' demişti. Nimura’nın sigarayı almasının/almamasının ve soruya cevap vermesinin/vermemesinin ardından, binanın dışında devriye yapan iki adamın yanına çağırıp onlara da sigara uzatmıştı Blekko. İri yarı adam sigarayı alırken, gözlüklü adam nazikçe Blekko’nun teklifini reddetmişti.
Bu olaydan birkaç dakika sonra, köşke çıkan yokuşun sonunda iki kişi daha görünmüştü. İki kişiden biri uzun boylu yaşlı bir kadındı. Mavi gözlere ve mavi mücevherlere sahip yaşlı kadının yüzünde zoraki bir gülümseme vardı. Diğeri ise genç bir kadındı. Yaşlı kadının hemen arkasından yürüyen genç kadın bel ve göğüs bölgeleri siyah, kol bölgesi ise beyaz renkli olan bir elbise giymişti. 1.60 boylarında olan cılız sayılabilecek kadının boynunda büyük, kırmızı bir fular vardı. Kızıl saçlara ve kızıl gözlere sahip bu kadın, etrafa gülücükler dağıtarak ilerliyordu.
- Yaşlı Kadın:
- Genç Kadın:
Grand Line Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 110
Kayıt tarihi : 21/01/16
Geri: Yalnız Kurt [Akaba Nimura]
Merdivenin başına oturmuş, gelen geçeni izliyordum. Bir yandan da düşüncelere dalmıştım. Ne yapmam gerekiyor? Cidden kızla burada karşılaşırsak bir kolum bu kadar zarardayken savaşmam neredeyse imkansız. Ayrıca doktorun dediği gibi kötüleşirse ve kolumu kaybetme ihtimalimi düşünürsek kesinlikle savaşmam imkansızdı. Bu kızın ne düşündüğü umrumda değil. Ama ırkımız hakkında bir şeyler öğrenirsem belki de kendimi geliştirmeme olanak sağlayabilir. En azından bir şeyler öğrenmiş olurum. Kızın planı her ne olursa olsun umrumda değildi ama buraya geldiğinde öleceğine garanti verebilirim. Siyah ve beyazın güçleri gerçekten olağan dışı... Diğerlerini de katarsak felaket kaçınılmaz olacaktı. Ama o kızı onlara bırakamam, kafası da gücü de benim olmalıydı.
Düşüncelere daldığım sırada yanımdan geçenlerin ardı arkasının kesildiğini siyahın yanıma gelip sorduğu soruyla farkettim. Kendimden baya geçmişim anlaşılan. Sigara uzattı ve canımın sıkkın olup olmadığını sordu. Hmmm bir aralar sigara içmişliğim vardı. Neden bırakmıştım acaba? Neyse kabul edip tekrar içsem bir şeyler olmaz. Alıp sigarayı yakarken siyah diğerlerine seslendi ve onlara da uzattı. Bende o arada sigaradan bir duman alıp üflerken "Yok, alışık olduğum şeyler ki zaten insanların bir şeyler demesini hayatta takmam. Sadece bir şeyler düşünüyordum işte." diye karşılık vermiştim. Bir nevi uzattığı sigaraya karşılık olarak düşünerek..
Konuşurken yokuşu çıkan iki kişi görmüştüm. Belli ki davetliler bitmemişti. Ama en çok dikkatimi çeken yaşlı kadın değildi, genç olan kızdı. Kızıl saçlarının yanında kızıl gözleri... O gözleri gördüğümde tüm bedenim fal taşı gibi olmuştu. İşte beklediğim kız oydu. Siyahın ve diğerlerinin fark etmemesi ve ona odaklanmamaları gerekiyordu. Hemen o kızı almalıydım. Sırtımdaki çantayı çıkartmamıştım, elimdeki çanta yerdeydi. Onu almaya çalışarak zaman kaybedemezdim. Şuan en hızlı şekilde hareket etmem gerektiğinin farkındaydım. Bu nedenle elimdeki sigarayı yere atıp kılıçlarımı kaptığım gibi fırlayacaktım. Her anda hızıma hız katacak ve o mesafeyi kapatırken kılıçlarımı yerine takacaktım. Çünkü o kızı burada uzaklaştırabilmem için sağlam kolumla onu tutup kaçırmam gerekiyordu. Umarım aptal gibi saldırdığımı zannedip de kaçmaya kalkmaz. Bunu yaparsa kesinlikle diğerlerinin dikkatini çekerdi. Zaten kalkıp koşmam da çekecek ya neyse..
Şimdi yapacaklarımı gözden geçireyim, yerimden kalkıp hızla kıza koştuğumda sağlam elimle kızı tutup oradan olabildiğince uzaklaştırmaya çalışacaktım. Diğerleri peşime düşebilirlerdi ya da düşmezlerdi şimdilik tek problem kızdı, benim için. Şuanlık kızla dövüşmek istemiyordum.
Düşüncelere daldığım sırada yanımdan geçenlerin ardı arkasının kesildiğini siyahın yanıma gelip sorduğu soruyla farkettim. Kendimden baya geçmişim anlaşılan. Sigara uzattı ve canımın sıkkın olup olmadığını sordu. Hmmm bir aralar sigara içmişliğim vardı. Neden bırakmıştım acaba? Neyse kabul edip tekrar içsem bir şeyler olmaz. Alıp sigarayı yakarken siyah diğerlerine seslendi ve onlara da uzattı. Bende o arada sigaradan bir duman alıp üflerken "Yok, alışık olduğum şeyler ki zaten insanların bir şeyler demesini hayatta takmam. Sadece bir şeyler düşünüyordum işte." diye karşılık vermiştim. Bir nevi uzattığı sigaraya karşılık olarak düşünerek..
Konuşurken yokuşu çıkan iki kişi görmüştüm. Belli ki davetliler bitmemişti. Ama en çok dikkatimi çeken yaşlı kadın değildi, genç olan kızdı. Kızıl saçlarının yanında kızıl gözleri... O gözleri gördüğümde tüm bedenim fal taşı gibi olmuştu. İşte beklediğim kız oydu. Siyahın ve diğerlerinin fark etmemesi ve ona odaklanmamaları gerekiyordu. Hemen o kızı almalıydım. Sırtımdaki çantayı çıkartmamıştım, elimdeki çanta yerdeydi. Onu almaya çalışarak zaman kaybedemezdim. Şuan en hızlı şekilde hareket etmem gerektiğinin farkındaydım. Bu nedenle elimdeki sigarayı yere atıp kılıçlarımı kaptığım gibi fırlayacaktım. Her anda hızıma hız katacak ve o mesafeyi kapatırken kılıçlarımı yerine takacaktım. Çünkü o kızı burada uzaklaştırabilmem için sağlam kolumla onu tutup kaçırmam gerekiyordu. Umarım aptal gibi saldırdığımı zannedip de kaçmaya kalkmaz. Bunu yaparsa kesinlikle diğerlerinin dikkatini çekerdi. Zaten kalkıp koşmam da çekecek ya neyse..
Şimdi yapacaklarımı gözden geçireyim, yerimden kalkıp hızla kıza koştuğumda sağlam elimle kızı tutup oradan olabildiğince uzaklaştırmaya çalışacaktım. Diğerleri peşime düşebilirlerdi ya da düşmezlerdi şimdilik tek problem kızdı, benim için. Şuanlık kızla dövüşmek istemiyordum.
Akaba Nimura- Mesaj Sayısı : 50
Kayıt tarihi : 12/08/16
Yaş : 30
Nerden : Gonya
Geri: Yalnız Kurt [Akaba Nimura]
14 Sene Önce
Ağaçtan inip ormanın içine doğru ilerlemişti. Bir süre daha ilerledikten sonra Doktor Falo'nun evinin önüne gelmişti. Gerçi buraya ev demeye bin şahit isterdi. Her tarafta değişik aletler vardı. Bu garip ortamda, yürüyebilen bir balıkla yaşamak oldukça zor olsa da, Doktor Falo'ya büyük bir minnet borcu vardı. Kendisini iyileştiremeyen doktorların yapamadığını yapıp ciğerindeki sorunu çözmüştü. Acı ile geçen anlarını unutmamıştı ve canı acımadan aldığı her nefesi bu insana borçlu olduğunun farkındaydı. Mizune ile birlikte ailesini bulduktan sonra, herkesle birlikte buraya tekrardan gelip Falo'ya güzel bir hediye vermeyi amaçlıyordu. Bu güzide balık, en azından bunu hak ediyordu.
Evin içine girdiğinde, iki kişinin konuştuğunu duydu. Konuşanlardan biri Falo idi. Avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Falo gibi sakin birinin bağirmasi oldukça nadir bir olay olduğundan adımlarını sesin geldiği yöne doğru sıklaştırmıştı. Biraz daha yürüdükten sonra Mizune'nin sesi gelmişti kulaklarına. Bu andan itibaren Mizune'yi görmek için hevesle koşmaya başlamıştı; fakat Mizune'yi gördüğünde hevesi kedere dönüşmüştü.
Günümüz
Geri dönmüş ve şirkete çıkan yolun kuytu bir köşesine geçerek beklemeye başlamıştı. Birkaç dakikalık bekleyişin ardından, yanında takım elbiseli bir adamla beraber yürüyen, şık kıyafetlere sahip yaşlı bir kadın görmüştü. Bu ikiliyi, şirketin çalışanları tarafından fark edilmeden, bir süre takip etmiş ve ikilinin şirkete gittiğinden emin olmuştu. Zaten, denizlerdeki on bir yıllık tecrübesine göre, takım elbiseli adamların yanındaki yaşlı insanlar her zaman kötü şeylere işaretti.
Uygun an geldiğinde, bulunduğu yerden fırlamış ve kadının yanındaki adamı hizlica öldürüp kadını bir binanın arkasına çekivermişti. Bir yandan sol eliyle kadinin ağzini kapatırken, bir yandan da sağ elindeki silahını kadının sırtına değdiriyordu. Bunları yaparken de gülümseyerek yürümeye devam etmediği taktirde kadını öldüreceğini söylüyordu.
Sonrasında ise kadınla beraber şirkete doğru yürümeye başlamışlardı. Şanslıydı. Kadın can korkusundan ters bir tepki verebilirdi;fakat vermemişti. Ayrıca salak korumalar durumu çakamamıştı. Bugunlerde korumalara hicbir şey öğretmiyorlardı anlaşılan. Eski korumaların daha zeki olduğunu düşünüyordu. Ya da kendisi eskiden daha saftı. Ne olursa olsun, şirkete çıkan yoldaki elemanları atlatmayı başarmıştı.
Yokuşu çıktığında ise, kendisini oldukça şaşırtan bir şeyle karşılaşmıştı. Karşısında bir Na-ha vardi. Kırmızı gözleriyle karşısında dikilen bu adama baktığında, kendisini aynada görmüş gibi hissetmişti. Soğukkanlı biri olmasaydı donup kalabilirdi; fakat ne yazık ki kaybedecek bir saniyesi bile yoktu. Kırmızı gözlü adam kendisini gördüğü gibi koşmaya başlamıştı ve adamın bu hareketinden dolayı diğer üç adam istemsizce kavgaya hazır bir konuma geçmişlerdi. Neden Na-ha olan bu adam bir anda koşmaya başlamıştı ki? Anlaşılan kusursuz planı o kadar da kusursuz değildi. Oysa içeri rahatça girebileceğini dair ümitleri vardı!
Üzerine doğru gelmekte olan kırmızı gözlü adam pek sevecen bir tipe benzemiyordu. Oysa ki yıllardır bir Na-ha ile karsilaşmamıştı. Mizune'nin başına gelenlerden dolayı kendi ırkından haz etmese de, en azından bir Na-ha ile bir yerde oturup Na-ha haklarından falan konuşmak isterdi. Zorunda kalmadıkça bir Na-ha'yı öldürmek istemiyordu; fakat hocasi kadar nazik olmayı da düşünmüyordu. Kimse kusura bakmasın, kendi intikamı ve kendi canı önce gelirdi.
Yanındaki kadını, ırkdaşının üzerine doğru hızlıca fırlatmış ve hemen ardından da ırkdaşının solundan fırlayıp kapıya doğru ilerlemişti. Ilerlediği sırada da orağının sapına basıp silahını orjinal boyutuna getirmişti. Karşısına ilk çıkan kişi siyah saçlı, koca kulaklı bir adam olmuştu. Adam bir anda yanında bitip eliyle kafasına doğru bir hamle yapsa da, eğilip kendi çevresinde hızlıca dönerek odağını adama doğru savurarak rakibine darbe vurmuştu; fakat rakibi ortadan ikiye ayrılmak yerine metrelerce uçmuştu. Yine de bunu kafaya takacak değildi. An itibari ile kapı ile arasındaki tek engel. Karşısında duran iki adamdı.
*****************************************
Nimura genç kadına doğru koştuğu sırada, genç kadın Nimura'nin üzerine yaşlı kadını fırlatmıştı. Nimura'ya çarpan kadin Nimura'yı düşürmeye yetmese de, genç Kadin bu sırada Nimura'nın sol tarafından bir ok gibi fırlamıştı.
Arkadan kadına baktığında, Blekko'nun kadının yanında bittiğini görmüştü Nimura. Blekko hızlıca kadının kafasına doğru salsırsa da, saldırıyı kolayca atlatan kadın, az önce Nimura'nın göremediği orak ile Blekko'yu binanın sol tarafın uç kısımlarına kadar uçurmuştu. Hemen ardından da ilerlemeye devam etmişti.
Ağaçtan inip ormanın içine doğru ilerlemişti. Bir süre daha ilerledikten sonra Doktor Falo'nun evinin önüne gelmişti. Gerçi buraya ev demeye bin şahit isterdi. Her tarafta değişik aletler vardı. Bu garip ortamda, yürüyebilen bir balıkla yaşamak oldukça zor olsa da, Doktor Falo'ya büyük bir minnet borcu vardı. Kendisini iyileştiremeyen doktorların yapamadığını yapıp ciğerindeki sorunu çözmüştü. Acı ile geçen anlarını unutmamıştı ve canı acımadan aldığı her nefesi bu insana borçlu olduğunun farkındaydı. Mizune ile birlikte ailesini bulduktan sonra, herkesle birlikte buraya tekrardan gelip Falo'ya güzel bir hediye vermeyi amaçlıyordu. Bu güzide balık, en azından bunu hak ediyordu.
Evin içine girdiğinde, iki kişinin konuştuğunu duydu. Konuşanlardan biri Falo idi. Avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Falo gibi sakin birinin bağirmasi oldukça nadir bir olay olduğundan adımlarını sesin geldiği yöne doğru sıklaştırmıştı. Biraz daha yürüdükten sonra Mizune'nin sesi gelmişti kulaklarına. Bu andan itibaren Mizune'yi görmek için hevesle koşmaya başlamıştı; fakat Mizune'yi gördüğünde hevesi kedere dönüşmüştü.
Günümüz
Geri dönmüş ve şirkete çıkan yolun kuytu bir köşesine geçerek beklemeye başlamıştı. Birkaç dakikalık bekleyişin ardından, yanında takım elbiseli bir adamla beraber yürüyen, şık kıyafetlere sahip yaşlı bir kadın görmüştü. Bu ikiliyi, şirketin çalışanları tarafından fark edilmeden, bir süre takip etmiş ve ikilinin şirkete gittiğinden emin olmuştu. Zaten, denizlerdeki on bir yıllık tecrübesine göre, takım elbiseli adamların yanındaki yaşlı insanlar her zaman kötü şeylere işaretti.
Uygun an geldiğinde, bulunduğu yerden fırlamış ve kadının yanındaki adamı hizlica öldürüp kadını bir binanın arkasına çekivermişti. Bir yandan sol eliyle kadinin ağzini kapatırken, bir yandan da sağ elindeki silahını kadının sırtına değdiriyordu. Bunları yaparken de gülümseyerek yürümeye devam etmediği taktirde kadını öldüreceğini söylüyordu.
Sonrasında ise kadınla beraber şirkete doğru yürümeye başlamışlardı. Şanslıydı. Kadın can korkusundan ters bir tepki verebilirdi;fakat vermemişti. Ayrıca salak korumalar durumu çakamamıştı. Bugunlerde korumalara hicbir şey öğretmiyorlardı anlaşılan. Eski korumaların daha zeki olduğunu düşünüyordu. Ya da kendisi eskiden daha saftı. Ne olursa olsun, şirkete çıkan yoldaki elemanları atlatmayı başarmıştı.
Yokuşu çıktığında ise, kendisini oldukça şaşırtan bir şeyle karşılaşmıştı. Karşısında bir Na-ha vardi. Kırmızı gözleriyle karşısında dikilen bu adama baktığında, kendisini aynada görmüş gibi hissetmişti. Soğukkanlı biri olmasaydı donup kalabilirdi; fakat ne yazık ki kaybedecek bir saniyesi bile yoktu. Kırmızı gözlü adam kendisini gördüğü gibi koşmaya başlamıştı ve adamın bu hareketinden dolayı diğer üç adam istemsizce kavgaya hazır bir konuma geçmişlerdi. Neden Na-ha olan bu adam bir anda koşmaya başlamıştı ki? Anlaşılan kusursuz planı o kadar da kusursuz değildi. Oysa içeri rahatça girebileceğini dair ümitleri vardı!
Üzerine doğru gelmekte olan kırmızı gözlü adam pek sevecen bir tipe benzemiyordu. Oysa ki yıllardır bir Na-ha ile karsilaşmamıştı. Mizune'nin başına gelenlerden dolayı kendi ırkından haz etmese de, en azından bir Na-ha ile bir yerde oturup Na-ha haklarından falan konuşmak isterdi. Zorunda kalmadıkça bir Na-ha'yı öldürmek istemiyordu; fakat hocasi kadar nazik olmayı da düşünmüyordu. Kimse kusura bakmasın, kendi intikamı ve kendi canı önce gelirdi.
Yanındaki kadını, ırkdaşının üzerine doğru hızlıca fırlatmış ve hemen ardından da ırkdaşının solundan fırlayıp kapıya doğru ilerlemişti. Ilerlediği sırada da orağının sapına basıp silahını orjinal boyutuna getirmişti. Karşısına ilk çıkan kişi siyah saçlı, koca kulaklı bir adam olmuştu. Adam bir anda yanında bitip eliyle kafasına doğru bir hamle yapsa da, eğilip kendi çevresinde hızlıca dönerek odağını adama doğru savurarak rakibine darbe vurmuştu; fakat rakibi ortadan ikiye ayrılmak yerine metrelerce uçmuştu. Yine de bunu kafaya takacak değildi. An itibari ile kapı ile arasındaki tek engel. Karşısında duran iki adamdı.
*****************************************
Nimura genç kadına doğru koştuğu sırada, genç kadın Nimura'nin üzerine yaşlı kadını fırlatmıştı. Nimura'ya çarpan kadin Nimura'yı düşürmeye yetmese de, genç Kadin bu sırada Nimura'nın sol tarafından bir ok gibi fırlamıştı.
Arkadan kadına baktığında, Blekko'nun kadının yanında bittiğini görmüştü Nimura. Blekko hızlıca kadının kafasına doğru salsırsa da, saldırıyı kolayca atlatan kadın, az önce Nimura'nın göremediği orak ile Blekko'yu binanın sol tarafın uç kısımlarına kadar uçurmuştu. Hemen ardından da ilerlemeye devam etmişti.
Grand Line Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 110
Kayıt tarihi : 21/01/16
Geri: Yalnız Kurt [Akaba Nimura]
Konu sonlanmıştır.
Nefertari Vivi- Mesaj Sayısı : 34
Kayıt tarihi : 22/05/16
8 sayfadaki 8 sayfası • 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8
8 sayfadaki 8 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz