Öğle Güneşi[Akira-Karl]
4 sayfadaki 8 sayfası
4 sayfadaki 8 sayfası • 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8
Geri: Öğle Güneşi[Akira-Karl]
Yaralı ayağının üzerine düşen Akira hiç bir şey yapamazken, adam yavaşça Karl'a yaklaşıyor, bu sırada kılıcını şişman adamın eline sonrasında boynuna itmeye çalışan Karl, demir bir bloğa denk gelmiş gibi, bir türlü ilerleyemiyordu. Arkasından adım adım yaklaşan adam, Karl'ın omuzuna elini atıp onu geriye, Akira'nn yanına gönderiyor. Beyaz gömleğinin sağ kolunu katlıyor ve size bakarak,
"Ön tarafa, Kaptan'ın yanına gidin, savaş şimdiye bitmiştir." diyor ve elini şişman adamın vücudundan içeri sokup kalbini çıkarıyor. Dışarıdan hiç bir yara görünmese de, adamın elinde hala atan bir kalp var ve şişman adam yere düşüyor. Sonrasında çatıdaki küçük kız atlayarak yanınıza geliyor ve "Hadi ama, Kaptan'ı bekletirseniz çok sinirlenir." diyor ve şişman adam ve 3 adamın çıktığı kapıdan içeri giriyor.
Evde küçük kızı takip ederseniz, bir kaç koridordan sonra ön bahçeye çıkacaksınız. Ön bahçe ceset yığınıyla dolu. Rütbesiz bir kaç asker, eski yüzbaşı ve aşçınız Ruoka da ölen askerlerden biri. Ama korsanların cesetleri çok daha fazla. İleride Kaptan ve Yüzbaşı yanlarında kelepçeli bir korsan ile bekliyor. Sizi ve küçük kızı görünce çok şaşırıyor. Bu tayfanın kaptanı olmalı. Kaptan Hermo doğrudan küçük kıza konuşarak "Nasıllar?" diye sordu.
Küçük kız cevapladı, "Fena değiller, ama işimize yaramazlar."
Arkanızdan gelen adam, kanlı ellerini mendili ile silerken, "Bir şans verebiliriz bence." dedi.
Kaptan Hermo çenesini okşayarak, "Gemide karar veririz, hadi gidelim." dedi ve gemiye doğru yürümeye başladılar.
"Ön tarafa, Kaptan'ın yanına gidin, savaş şimdiye bitmiştir." diyor ve elini şişman adamın vücudundan içeri sokup kalbini çıkarıyor. Dışarıdan hiç bir yara görünmese de, adamın elinde hala atan bir kalp var ve şişman adam yere düşüyor. Sonrasında çatıdaki küçük kız atlayarak yanınıza geliyor ve "Hadi ama, Kaptan'ı bekletirseniz çok sinirlenir." diyor ve şişman adam ve 3 adamın çıktığı kapıdan içeri giriyor.
Evde küçük kızı takip ederseniz, bir kaç koridordan sonra ön bahçeye çıkacaksınız. Ön bahçe ceset yığınıyla dolu. Rütbesiz bir kaç asker, eski yüzbaşı ve aşçınız Ruoka da ölen askerlerden biri. Ama korsanların cesetleri çok daha fazla. İleride Kaptan ve Yüzbaşı yanlarında kelepçeli bir korsan ile bekliyor. Sizi ve küçük kızı görünce çok şaşırıyor. Bu tayfanın kaptanı olmalı. Kaptan Hermo doğrudan küçük kıza konuşarak "Nasıllar?" diye sordu.
Küçük kız cevapladı, "Fena değiller, ama işimize yaramazlar."
Arkanızdan gelen adam, kanlı ellerini mendili ile silerken, "Bir şans verebiliriz bence." dedi.
Kaptan Hermo çenesini okşayarak, "Gemide karar veririz, hadi gidelim." dedi ve gemiye doğru yürümeye başladılar.
South Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 42
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Öğle Güneşi[Akira-Karl]
Akira, merdivenden atlayıp Karl'a yardım etmek istemiş fakat merdivenden bira inerek atlaması bile kar etmeyip ayağının acısıyla olduğu yerde kalmıştı. Çaresizce elleriyle yaralı ayağını tutuyor ve kafasını kaldırıp, adamın Karl'a doğru yürüyüşünü izliyordu. Adam Karl'a yaklaşıp eliyle omzundan tuttuğu gibi Akira'nın yanına fırlatmış ve Karl hiçbir şey yapamamıştı. Akira bu olanları şaşkınlıkla izlemeye devam ediyordu, kafasında türlü türlü sorular elirtmişti. Bu adam kimdi, Karl'a neden saldırmadı? gibi sorular kafasında dolaşsa da olay anında onun bir denizci olduğunu kavrayamamıştı. Adamın karşısındaki korsanla dövüşünü şaşkınlıkla izledikten sonra kafasını Karl'a çevirmiş ve "Bu adam da kim?" diye soru sormuştu. Bu sırada çatıdaki küçük kız çatıdan atlamış ve yanımıza gelip Kaptanın bekletilmekten hoşlanmadığını söylemişti.
Akira kızın kendilerini ispiyonladığını ve bu yüzden korsanların kendilerini yakaladığını düşünüyordu. Anlaşılan durum sandığından epey bir farklıydı. Akira, şaşkınlığını attıktan sonra doğrulup kızı takip etmek için harekete geçmişti, içinde hala cevap bekleyen sorular barındırıyordu. Malikaneden geçip ön kısıma ulaştıklarında bir sürü cesetle karşılaşmıştı. Çoğunluğu korsan ceseti de olsa arada denizci erleri ve birkaç rütbeli askerde bulunuyordu. Koto-chan de onlardan birisiydi, Akira onu görünce biraz tuhaf hissetmişti ama yapabileceği bir şey de yoktu. Zorlu bir savaş yaşandığı belli oluyordu ve kayıp verilmesi normal karşılanabilecek birşeydi.
Kaptan Hermo bizi küçük kızla birlikte görünce şaşırmış ve aralarında kısa bir konuşma geçmişti. Bu konuşmaya garip silahlı adam da dahil olmuştu. Son olarak Kaptan Hermo'nun talimatıyla gemiye doğru yürümeye başlanılmıştı. Akira bu yürüyüş sırasında etrafında olan bitenleri tekrar gözden geçirmiş fakat Kaptan Hermo ve diğer rütbelilerin bu davranışlarına bir anlam verememişlerdi. Kayıplarının olmasına rağmen nasıl bu kadar soğukkanlılıklarını koruyabiliyorlardı. Onlar için ölüm bu kadar basit bir şey miydi?
Akira kızın kendilerini ispiyonladığını ve bu yüzden korsanların kendilerini yakaladığını düşünüyordu. Anlaşılan durum sandığından epey bir farklıydı. Akira, şaşkınlığını attıktan sonra doğrulup kızı takip etmek için harekete geçmişti, içinde hala cevap bekleyen sorular barındırıyordu. Malikaneden geçip ön kısıma ulaştıklarında bir sürü cesetle karşılaşmıştı. Çoğunluğu korsan ceseti de olsa arada denizci erleri ve birkaç rütbeli askerde bulunuyordu. Koto-chan de onlardan birisiydi, Akira onu görünce biraz tuhaf hissetmişti ama yapabileceği bir şey de yoktu. Zorlu bir savaş yaşandığı belli oluyordu ve kayıp verilmesi normal karşılanabilecek birşeydi.
Kaptan Hermo bizi küçük kızla birlikte görünce şaşırmış ve aralarında kısa bir konuşma geçmişti. Bu konuşmaya garip silahlı adam da dahil olmuştu. Son olarak Kaptan Hermo'nun talimatıyla gemiye doğru yürümeye başlanılmıştı. Akira bu yürüyüş sırasında etrafında olan bitenleri tekrar gözden geçirmiş fakat Kaptan Hermo ve diğer rütbelilerin bu davranışlarına bir anlam verememişlerdi. Kayıplarının olmasına rağmen nasıl bu kadar soğukkanlılıklarını koruyabiliyorlardı. Onlar için ölüm bu kadar basit bir şey miydi?
Misafir- Misafir
Geri: Öğle Güneşi[Akira-Karl]
Beklenmedik şeyler nasıl içinize oturuyor değil mi? Düşünsenize bir anda bir şey oluyor. Bu şey, hüzünlü de olsa neşeli de olsa sizin beyninizi sallantıya uğratıyor. Bilinmezlik ve bu yaşanan eyleme hiçbir şekilde cevap verememek böyle bir şey. Çok mutlu olsanız da, çok hüzünlü olsanız da ani bir tepki veya ani bir olay karşısında bu duygular değişkenlik gösteriyor; hem de hızlı bir biçimde.
Karl, kılıcını şişman adamın elinden ilerisine geçirmek istiyordu. Sadece bunu istiyordu ama istemekle her şey olmuyordu. Her şey istediği gibi gitseydi zaten, şu anda bu dövüş çoktan bitmişti. Durumun gayet farkındaydı, biliyordu. Tıpkı bir rüyadan uyanamamak ile eşdeğerdi durumu; ya intihar edecekti ya da o rüyaya hapsolacaktı. O el Karl'ın rüyasıydı; güzel bir rüya gördüğü söylenemezdi ve bilirsiniz güzel rüyalar çabuk biter. Etkisi ise bir hayli kısadır; ama ya kabuslar? Onlar insanın beynini kemirir. O an "lütfen öyle olmasın diye dualar ile geçer" ve tabii gün içinde "olabilir mi?" ile devam eder. Karl bir kabusun içerisindeydi; ama bu rüyayı tersine çevirmesi sadece mucizeler ile mümkündü. Bir de bu rüyanın tam tersine dönüşmesine engel olan ve Karl'ın arkasından adım adım, "ben geliyorum" diyerek Karl'ı kuşkuya düşüren birtakım ayak sesleri gitgide daha da bir yaklaşıyordu. İnanılmaz değil mi? En kötü kabusunuzdan da beter değil mi? Çünkü gerçek...
Karl o an, boğuk, hüzünlü ve bir o kadar da mağlup olmuş kısık bir ses tonuyla: "Her şey bitti" dedi. Bir filmin içersinde olsaydı eğer, şu anda rüyadan uyanırdı; ama işte değildi. Kalbi hızlandı ve içinde bulunduğu durumu kabullendi. İnsanın ve bütün canlıların doğasında olan ölümü kabullenmek çok zordu. Güçsüzlüğün sonunda ulaşılan yere doğru gidiyordu. Bir mezarlığa gidecekti: Kahverengi tonunda bir toprağın bulunduğu ve hemen karşısında büyükçe bir beyazlıkta mezar taşının olduğu, özenle yapılmış bir mezarlığa. Tabii etrafında bir güruh insan, bir kahramanın karşısında asker selamı verip, asker gibi dik durarak: "Görevi başında öldü", "Bizim için öldü" diyecekti. Aslında gözü yaşlı kimseler de olmayacak değildi. Peki ya sonra? Bir gün, bir hafta, bir ay, bir yıl ve bir yıllar sonra? Söylemek biraz acı olsa da unutalacaktı. Tarihin o tozlu sayfalarının arasında yerini alacaktı elbet. Elbette o sayfaları birisi çevirecekti ve diyecekti ki: "Bu adam ki, halkı için öldü. Bu adam ki, görevinden başka bir şey düşünmezdi." diyecekti. Hem de öyle bir ses tonuyla söyleyecekti ki, bu, asilce olacaktı. Ama anlattığı kimselerin umurunda olmayacaktı. Karl böyle olacağını düşünüyordu. Aklından bir anda geleceğin resmini çizmişti. Olacakları düşünmüştü ve böyle olacağının kanısına varmıştı. Ölümü bekliyordu...
En son düşündüğü şeyler bir anda geriye doğru giderken duruldu. Bir el, omzundan çekti. Bu rüyanın sonuydu: "Uyan!" dedi. Geriye doğru giderken, şaşkın bir vaziyette kalmıştı. Akira'nın yanında bulduğu anda kendisini hala üzerindeki şok etkisi ileydi. Kendisini geriye doğru yollayan adama göz kesince kim olduğu kanısına varmıştı: Beyaz gömlekli, ince bıyıklı, hafif top sakallı ve iki tane silahı ile caka satan adamdı. Beyaz gömleğinin kolunu katlayıp, Karl ile Akira'ya bakıp konuştuğu anda her şeyin farkına varıyordu Karl. Tabii bununla yetinmiyordu bu adam, elleriyle şişman adamın kalbine dalışını gerçekleştiriyordu. Sonuç, adamın elinde atan bir kalp ve hemen önüne uzanan bir adam oluyordu. Karl, Akira'nın sesi sonrası sadece hayretle: "Bilmiyorum" dışında hiçbir şey diyemiyordu. Akabinde çatıdan zaman ile ilgili konuşan küçük kız, çatıdan atlayarak gelmişti. Tabii sadece Karl ile Akira'nın yanına gelmekle yetinmeyip bir şeyler gevelerek, şişman adamın zor girdiği kapıdan girişini yapmıştı. Karl ikisi hakkında düşünmeye başlamıştı; bu ikili müttefikti ama nasıl da tüm olay boyu hiçbir şey yapmaz? Kafasındaki tek soru bu değildi elbette. Ama sonları nedense hep, "Neden?" ile bitiyordu.
Karl, doğrulup ve kendine olabildiğince gelmeye çalışarak, hemen küçük kızın arkasından ilerlemişti. Karl, ilerleyiş anı boyunca bir tünelin içindeymiş hissine kapıldı. Bütün her şeyin başlaması da böyle olmuştu zaten. Tünelin ucunda bir ışık yanmamıştı. Bir parıltı dahi gözlerine nüfuz etmemişti. O parıltıyı görse her şey daha da bir güzel olabilirdi. Sonu belli olmayan bir tünelde yürüyen bir insan belli bir yerden sonra pes ederdi; daha doğrusu etmek zorunda kalırdı. Karl da tam pes etmek üzereyken, uzaklardan bir ışık gözüne geldi. Ama o ışığı görmesi mümkün olmadı... Aslında yaşanan olay sonrası tek bir şey ortadaydı, meslektaşı ile birlikte salak yerine konmuştu. Bir sınava tabi mi tutuluyorlardı? Bilmiyordu, hiçbir şekilde bir fikri dahi yoktu...
Yürüyüş sonrası arka bahçeye ulaşmıştı. Etraf cesetler ile doluydu. Ölüm, buradan sert bir rüzgar gibi geçmiş gibiydi; ama bir rüzgarın bu kadar can alması doğru değildi. Tabii arkasından gelen hortumu göremeyecek kadar kör olmuştu gözler. Denizciler ve korsan cesetleri ile yığılı bir alanın içerisindeydi; korsan cesetleri, denizci cesetlerine göre bir hayli fazlaydı ve bu yüzden savaşın galibi belliydi. Daha sabah kahvaltı sonrası gördüğü aşçı bile yerdeki cesetler arasında yer alıyordu. Ne trajedi ama! Karl, cesetlere baka baka ilerlerken, gözlerini cesetlerden ayırarak ileriye doğru baktığı anda Kaptan Hermo ile elleri kelepçeli bir korsan görüyordu. Bu göz teması sonrası Kaptan Hermo'nun şaşkınlık hissinini alelade ele veren yüz görüntüsü Karl'a anlamsız geliyordu. Şu anda anlamlı tek bir şey varsa o da yaşadığıydı ve tabii bir salak olarak! Kaptan Hermo, küçük kızı kaale alarak konuşma girişimine başladığı anda Karl soğukkanlı bir surata bürünüyordu. Karl'ın ne olduğu hakkında hiçbir bilgisi yoktu, ama sınandığı konusunda bir hissi vardı. Tabii Kaptan ile küçük kızın konuşmasının ardından tekrardan Karl'ı tereddüte ve şaşkınlığa uğratan adamın sesi gelmişti. Karl için bu diyaloğun vardığı nokta belli değildi; ama son sözün söylendiği anın gemide son bulacağıydı. Karl'ın şu anda için yapabileceği şey, Kaptan Hermo ve diğerleri ile birlikte gemiye doğru yol alacağıydı.
"Kuşlar hala uçuyorsa fırtına dinmeli mi?
Yoksa rüzgarın arkasından gelen hortum görünmeli mi?
Tünelin ucundaki tren ne zaman gelir ve o gelmeden ışığı görebilir miyiz?
Söyle Beyaz Kral, 'neden'lerin arasından sıyrılıp söyle!
Aptal olmak değil de, aptal yerine koyulmak daha da bir koyuyor değil mi?"
Karl, kılıcını şişman adamın elinden ilerisine geçirmek istiyordu. Sadece bunu istiyordu ama istemekle her şey olmuyordu. Her şey istediği gibi gitseydi zaten, şu anda bu dövüş çoktan bitmişti. Durumun gayet farkındaydı, biliyordu. Tıpkı bir rüyadan uyanamamak ile eşdeğerdi durumu; ya intihar edecekti ya da o rüyaya hapsolacaktı. O el Karl'ın rüyasıydı; güzel bir rüya gördüğü söylenemezdi ve bilirsiniz güzel rüyalar çabuk biter. Etkisi ise bir hayli kısadır; ama ya kabuslar? Onlar insanın beynini kemirir. O an "lütfen öyle olmasın diye dualar ile geçer" ve tabii gün içinde "olabilir mi?" ile devam eder. Karl bir kabusun içerisindeydi; ama bu rüyayı tersine çevirmesi sadece mucizeler ile mümkündü. Bir de bu rüyanın tam tersine dönüşmesine engel olan ve Karl'ın arkasından adım adım, "ben geliyorum" diyerek Karl'ı kuşkuya düşüren birtakım ayak sesleri gitgide daha da bir yaklaşıyordu. İnanılmaz değil mi? En kötü kabusunuzdan da beter değil mi? Çünkü gerçek...
Karl o an, boğuk, hüzünlü ve bir o kadar da mağlup olmuş kısık bir ses tonuyla: "Her şey bitti" dedi. Bir filmin içersinde olsaydı eğer, şu anda rüyadan uyanırdı; ama işte değildi. Kalbi hızlandı ve içinde bulunduğu durumu kabullendi. İnsanın ve bütün canlıların doğasında olan ölümü kabullenmek çok zordu. Güçsüzlüğün sonunda ulaşılan yere doğru gidiyordu. Bir mezarlığa gidecekti: Kahverengi tonunda bir toprağın bulunduğu ve hemen karşısında büyükçe bir beyazlıkta mezar taşının olduğu, özenle yapılmış bir mezarlığa. Tabii etrafında bir güruh insan, bir kahramanın karşısında asker selamı verip, asker gibi dik durarak: "Görevi başında öldü", "Bizim için öldü" diyecekti. Aslında gözü yaşlı kimseler de olmayacak değildi. Peki ya sonra? Bir gün, bir hafta, bir ay, bir yıl ve bir yıllar sonra? Söylemek biraz acı olsa da unutalacaktı. Tarihin o tozlu sayfalarının arasında yerini alacaktı elbet. Elbette o sayfaları birisi çevirecekti ve diyecekti ki: "Bu adam ki, halkı için öldü. Bu adam ki, görevinden başka bir şey düşünmezdi." diyecekti. Hem de öyle bir ses tonuyla söyleyecekti ki, bu, asilce olacaktı. Ama anlattığı kimselerin umurunda olmayacaktı. Karl böyle olacağını düşünüyordu. Aklından bir anda geleceğin resmini çizmişti. Olacakları düşünmüştü ve böyle olacağının kanısına varmıştı. Ölümü bekliyordu...
En son düşündüğü şeyler bir anda geriye doğru giderken duruldu. Bir el, omzundan çekti. Bu rüyanın sonuydu: "Uyan!" dedi. Geriye doğru giderken, şaşkın bir vaziyette kalmıştı. Akira'nın yanında bulduğu anda kendisini hala üzerindeki şok etkisi ileydi. Kendisini geriye doğru yollayan adama göz kesince kim olduğu kanısına varmıştı: Beyaz gömlekli, ince bıyıklı, hafif top sakallı ve iki tane silahı ile caka satan adamdı. Beyaz gömleğinin kolunu katlayıp, Karl ile Akira'ya bakıp konuştuğu anda her şeyin farkına varıyordu Karl. Tabii bununla yetinmiyordu bu adam, elleriyle şişman adamın kalbine dalışını gerçekleştiriyordu. Sonuç, adamın elinde atan bir kalp ve hemen önüne uzanan bir adam oluyordu. Karl, Akira'nın sesi sonrası sadece hayretle: "Bilmiyorum" dışında hiçbir şey diyemiyordu. Akabinde çatıdan zaman ile ilgili konuşan küçük kız, çatıdan atlayarak gelmişti. Tabii sadece Karl ile Akira'nın yanına gelmekle yetinmeyip bir şeyler gevelerek, şişman adamın zor girdiği kapıdan girişini yapmıştı. Karl ikisi hakkında düşünmeye başlamıştı; bu ikili müttefikti ama nasıl da tüm olay boyu hiçbir şey yapmaz? Kafasındaki tek soru bu değildi elbette. Ama sonları nedense hep, "Neden?" ile bitiyordu.
Karl, doğrulup ve kendine olabildiğince gelmeye çalışarak, hemen küçük kızın arkasından ilerlemişti. Karl, ilerleyiş anı boyunca bir tünelin içindeymiş hissine kapıldı. Bütün her şeyin başlaması da böyle olmuştu zaten. Tünelin ucunda bir ışık yanmamıştı. Bir parıltı dahi gözlerine nüfuz etmemişti. O parıltıyı görse her şey daha da bir güzel olabilirdi. Sonu belli olmayan bir tünelde yürüyen bir insan belli bir yerden sonra pes ederdi; daha doğrusu etmek zorunda kalırdı. Karl da tam pes etmek üzereyken, uzaklardan bir ışık gözüne geldi. Ama o ışığı görmesi mümkün olmadı... Aslında yaşanan olay sonrası tek bir şey ortadaydı, meslektaşı ile birlikte salak yerine konmuştu. Bir sınava tabi mi tutuluyorlardı? Bilmiyordu, hiçbir şekilde bir fikri dahi yoktu...
Yürüyüş sonrası arka bahçeye ulaşmıştı. Etraf cesetler ile doluydu. Ölüm, buradan sert bir rüzgar gibi geçmiş gibiydi; ama bir rüzgarın bu kadar can alması doğru değildi. Tabii arkasından gelen hortumu göremeyecek kadar kör olmuştu gözler. Denizciler ve korsan cesetleri ile yığılı bir alanın içerisindeydi; korsan cesetleri, denizci cesetlerine göre bir hayli fazlaydı ve bu yüzden savaşın galibi belliydi. Daha sabah kahvaltı sonrası gördüğü aşçı bile yerdeki cesetler arasında yer alıyordu. Ne trajedi ama! Karl, cesetlere baka baka ilerlerken, gözlerini cesetlerden ayırarak ileriye doğru baktığı anda Kaptan Hermo ile elleri kelepçeli bir korsan görüyordu. Bu göz teması sonrası Kaptan Hermo'nun şaşkınlık hissinini alelade ele veren yüz görüntüsü Karl'a anlamsız geliyordu. Şu anda anlamlı tek bir şey varsa o da yaşadığıydı ve tabii bir salak olarak! Kaptan Hermo, küçük kızı kaale alarak konuşma girişimine başladığı anda Karl soğukkanlı bir surata bürünüyordu. Karl'ın ne olduğu hakkında hiçbir bilgisi yoktu, ama sınandığı konusunda bir hissi vardı. Tabii Kaptan ile küçük kızın konuşmasının ardından tekrardan Karl'ı tereddüte ve şaşkınlığa uğratan adamın sesi gelmişti. Karl için bu diyaloğun vardığı nokta belli değildi; ama son sözün söylendiği anın gemide son bulacağıydı. Karl'ın şu anda için yapabileceği şey, Kaptan Hermo ve diğerleri ile birlikte gemiye doğru yol alacağıydı.
"Kuşlar hala uçuyorsa fırtına dinmeli mi?
Yoksa rüzgarın arkasından gelen hortum görünmeli mi?
Tünelin ucundaki tren ne zaman gelir ve o gelmeden ışığı görebilir miyiz?
Söyle Beyaz Kral, 'neden'lerin arasından sıyrılıp söyle!
Aptal olmak değil de, aptal yerine koyulmak daha da bir koyuyor değil mi?"
Misafir- Misafir
Geri: Öğle Güneşi[Akira-Karl]
Kıyıya geldiğinizde açıkta bıraktığınız geminin çoktan kıyıya vardığını görüyorsunuz. 20 kişi gelmiştiniz, şimdi ise 5 tane rütbesiz er, rotacı, kaptan, yüzbaşı, korsan kaptanı ve 2 misafirinizle toplamda 13 kişisiniz. Gemiye çıktığınızda geminn doktoru Laakari hazır bekliyor, şöyle bir herkesi süzüp ilk olarak Akira'ya doğru geliyor. Ayağında ki yaranın ciddi olduğunu düşünüyor olmalı. Sonrasında yüzbaşı korsan kaptanını içeri götürüyor.
Kaptan Hermo size doğru dönüyor ve "Tedaviniz bitince kaptanı sorgulayın." diyor sonra ekliyor. "Barbam sen de onlarla gir." Sonrasında odasına çekiliyor. Gemiden inen yaklaşık 30 er cesetleri gemiye taşımaya başlıyor. Korsan kaptanın odasına girdiğiniz de yüzbaşı sinsi gülümsemesi ile size bakıp çıkıyor. Korsan kaptanı zayıf bedeni ve dökülmüş dişleri ile o kadar zavallı görünüyor ki, bir tayfaya kaptanlık yaptığı hele de cani bir korsan olduğu hiç beklenemez. Siyah derisi ve siyah gözleri ile korku ile yanınızdaki adının Barbam olduğunu öğrendiğiniz adama bakıyor.
Titreyerek "Zaten senin gibi bir adamın bana katılmasından anlamalıydım, sen ve o küçük cadı, bu kadar güçlü kişilerin bana katılmasında bir hata olmalıydı." diyor. Bu adam çözülmüş görünüyor, yanınızdaki adam tek sandalyeye oturup sizi ayakta bırakıyor, odadaki ağırlığını koyarcasına ve "Sorun." diyor.
Kaptan Hermo size doğru dönüyor ve "Tedaviniz bitince kaptanı sorgulayın." diyor sonra ekliyor. "Barbam sen de onlarla gir." Sonrasında odasına çekiliyor. Gemiden inen yaklaşık 30 er cesetleri gemiye taşımaya başlıyor. Korsan kaptanın odasına girdiğiniz de yüzbaşı sinsi gülümsemesi ile size bakıp çıkıyor. Korsan kaptanı zayıf bedeni ve dökülmüş dişleri ile o kadar zavallı görünüyor ki, bir tayfaya kaptanlık yaptığı hele de cani bir korsan olduğu hiç beklenemez. Siyah derisi ve siyah gözleri ile korku ile yanınızdaki adının Barbam olduğunu öğrendiğiniz adama bakıyor.
Titreyerek "Zaten senin gibi bir adamın bana katılmasından anlamalıydım, sen ve o küçük cadı, bu kadar güçlü kişilerin bana katılmasında bir hata olmalıydı." diyor. Bu adam çözülmüş görünüyor, yanınızdaki adam tek sandalyeye oturup sizi ayakta bırakıyor, odadaki ağırlığını koyarcasına ve "Sorun." diyor.
South Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 42
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Öğle Güneşi[Akira-Karl]
Akira, Kaptan Hermo'nun talimatlarıyla birlikte grup ile beraber kıyıya kadar çevirilen dalavereleri anlamaya çalışarak yürümüştü. Kıyıya ulaştıklarında kendilerini beklemekte olan denizci gemisini görüyor ve gemiye bindiğinde kendiside dahil olmak üzere yaralılar için geminin doktorunun hazır halde beklediğini görüyordu. Doktor yaralıları iyice bir süzdükten sonra Akira'dan başlamaya karar vermiş ve işe koyulmuştu. Akira ise kendisinin ciddi bir yara almadığını düşünse de doktorun kararına saygı göstermiş ve o müdahalesini yaparken sessizce beklemeye başlamıştı. Bu sırada Kaptan Hermo o ve Karl'a yeni bir emir vermiş ve Karl'a yardım eden adama da adıyla seslenip bize eşlik etmesini tembih etmişti.
Akira bir süre tedavi ile oyalandıktan sonra isminin Barbam olduğunu öğrendiği adama ve Karl'a "İşim bitti gidebiliriz." demiş ve korsanın götürüldüğü odaya doğru yola koyulmuştu. Akira, Kaptan Hermo ile buluşma, gemiye yürüyüş ve tedavi esnasında kafasındaki sorulara cevaplar aramış ve sonunda kendisini tatmin edecek cevapları bulabilmişti. Kaptan Hermo'nun toplantıda anlattığı şeyleri hatırlaması yeterli olmuştu aslında.
Odaya girdiğinde, meymenetsiz, yalaka yüzbaşı sinsice sırıtmış ve odadan çıkmıştı. Akira o adamdan hiç hazetmiyordu ama bir şey de diyemiyordu, o çıkarken içinden "Keşke bu savaşta ölenlerin bir tanesinin yerinde sen olsaydın." diye söylenmiş ve kafasını korsana çevirmişti. Onu bir süre süzdükten sonra karşısında acınası pisliğin teki olduğunu görecekti. Acınası olup olmadığı önemli olmasa da Akira için her korsan bir pislikti ve bu denizlerde seyahat etmeyi haketmiyorlardı.
Halsiz duruşu, dökük dişleri, kararmış teniyle karşısında duran korsan, Barbum isimli rütbeliye övgülerde bulunup, aptallığından yakınmıştı. O ise bir sandalyeye oturmuş ve topu Akira ve Karl'a atmıştı. Akira, Karl'a bakacak ve daha sonra iki elini de masaya koyduktan sonra korsana "Şimdi beni iyi dinle. Siz korsanlar aşağılık, şerefsiz adamların tekisiniz. Masum insanları eziyor, zoru görünce kaçıyorsunuz. Bu dünyada yaşamayı haketmiyorsunuz bile, bu yüzden ne sorarsak cevap vereceksin. Aksi taktirde..." diyecek ve yarı formuna geçip sağ elinin işaret parmağındaki pençesini çıkarıp korsanın elinin ayasının arka kısmına biraz bastıracaktı. Daha sonra biraz doğrulup "Başlıyorum. Eğer cevap verirken biraz olsun duraklarsan bu pençe daha derine inecek ve daha sonra hareket etmeye başlayacak." demiş ve biraz duraksadıktan sonra sesini de yükselterek "Siz Akaken korsanlarının, Dolandırıcı korsanların ve kaptanları Tatsumaki'nin yerini bildiğinizi biliyoruz. Söyle! Nerede konaklıyorlar? Üss'leri nerede? Kaç kişiler? Konakladıkları yer hakkında neler biliyorsun?" diyecek ve bir-iki saniye bekleyecekti. Ses çıkmazsa pençesini biraz daha derine bastıracak ve bir-iki saniye daha bekleyecekti. Hala cevap yoksa pençesini parmaklarına doğru yavaşca hareket ettirmeye başlayacaktı. Adam konuşana kadar kendisine müdahale edilmezse bunu sürdürmeyi planlıyordu.
Akira bir süre tedavi ile oyalandıktan sonra isminin Barbam olduğunu öğrendiği adama ve Karl'a "İşim bitti gidebiliriz." demiş ve korsanın götürüldüğü odaya doğru yola koyulmuştu. Akira, Kaptan Hermo ile buluşma, gemiye yürüyüş ve tedavi esnasında kafasındaki sorulara cevaplar aramış ve sonunda kendisini tatmin edecek cevapları bulabilmişti. Kaptan Hermo'nun toplantıda anlattığı şeyleri hatırlaması yeterli olmuştu aslında.
Odaya girdiğinde, meymenetsiz, yalaka yüzbaşı sinsice sırıtmış ve odadan çıkmıştı. Akira o adamdan hiç hazetmiyordu ama bir şey de diyemiyordu, o çıkarken içinden "Keşke bu savaşta ölenlerin bir tanesinin yerinde sen olsaydın." diye söylenmiş ve kafasını korsana çevirmişti. Onu bir süre süzdükten sonra karşısında acınası pisliğin teki olduğunu görecekti. Acınası olup olmadığı önemli olmasa da Akira için her korsan bir pislikti ve bu denizlerde seyahat etmeyi haketmiyorlardı.
Halsiz duruşu, dökük dişleri, kararmış teniyle karşısında duran korsan, Barbum isimli rütbeliye övgülerde bulunup, aptallığından yakınmıştı. O ise bir sandalyeye oturmuş ve topu Akira ve Karl'a atmıştı. Akira, Karl'a bakacak ve daha sonra iki elini de masaya koyduktan sonra korsana "Şimdi beni iyi dinle. Siz korsanlar aşağılık, şerefsiz adamların tekisiniz. Masum insanları eziyor, zoru görünce kaçıyorsunuz. Bu dünyada yaşamayı haketmiyorsunuz bile, bu yüzden ne sorarsak cevap vereceksin. Aksi taktirde..." diyecek ve yarı formuna geçip sağ elinin işaret parmağındaki pençesini çıkarıp korsanın elinin ayasının arka kısmına biraz bastıracaktı. Daha sonra biraz doğrulup "Başlıyorum. Eğer cevap verirken biraz olsun duraklarsan bu pençe daha derine inecek ve daha sonra hareket etmeye başlayacak." demiş ve biraz duraksadıktan sonra sesini de yükselterek "Siz Akaken korsanlarının, Dolandırıcı korsanların ve kaptanları Tatsumaki'nin yerini bildiğinizi biliyoruz. Söyle! Nerede konaklıyorlar? Üss'leri nerede? Kaç kişiler? Konakladıkları yer hakkında neler biliyorsun?" diyecek ve bir-iki saniye bekleyecekti. Ses çıkmazsa pençesini biraz daha derine bastıracak ve bir-iki saniye daha bekleyecekti. Hala cevap yoksa pençesini parmaklarına doğru yavaşca hareket ettirmeye başlayacaktı. Adam konuşana kadar kendisine müdahale edilmezse bunu sürdürmeyi planlıyordu.
Misafir- Misafir
Geri: Öğle Güneşi[Akira-Karl]
Karl, Kaptan Hermo ve diğerlerini takip etmeye başlamıştı; toplamda 13 kişilerdi ve bu 13 kişiden üçü daha sonradan aralarına katılan yabancılardı; ikisi müttefik, birisi ise yakaladıkları korsan. Sandallar ile gelinen yolculuk sadece başlangıç içindi, çünkü şimdi gemi kıyaya yanaşmıştı. Ve tabii böyle olunca gemiye doğru hareketlenilmeye başlanıldı. Gemiye vardıkları anda geminin doktoru herkesi inceden süzmüş ve sonrası Akira'nın yarasının ciddi olduğunu düşünerek ona doğru harekete geçmişti. Karl ise bu eyleme karşılık boş gözlerle bakınmaktaydı. Karl aslında fiziksel olarak yaralı değildi ama zihinsel olarak oldukça fazla bir şekilde yaralanmıştı. Bu olayları seyre dalarken, Yüzbaşı yakalanan korsanı içeriye doğru götürüyordu. Tabii bu sırada Kaptan Hermo, Karl ile Akira'ya bir dönüş gerçekleştirerek sıradaki emrini veriyordu. Tabii bununla da yetinmiyordu, Akira'nın tedavisi ve sonrası için yanlarına bir adam veriyordu. Karl'a durum biraz tuhaf gelse de yapabileceği pek bir şey yoktu; hatta "pek" demek bile yersiz kalır; yapabileceği hiçbir şey yoktu! Akira'nın tedavisi için yola koyulurlarken gemiden inen yaklaşık olarak 30 kadar kadar er, dışardaki ceset yığınlarını gemiye doğru taşımaya başlamıştı. Karl'ın aklına ise bu durum sonrası tek bir şey gelmişti: "Ölüler taşınsa ne olurdu, taşınmasa ne olurdu?" Yapılan bu eylemi zaman kaybı olarak görüyordu. Belki de haklıydı, kim bilir...
Karl şu anlık beklemedeydi ve bu beklemeni tek sorumlusu Akira idi. Tabii tedavi faslı hızlıca geçmişti ve Akira'nın tedavisi biter bitmez yola koyulmuşlardı. İstikamet sonrası korsan kaptanın tutulduğu odaya girilmişti. Tabii yalaka yüzbaşının bu girişe karşılık selamlama faslı hiç de hoş değildi. Karl, bu adamdan nefret ediyordu; yüzünü görmeye tahammül edemiyordu. Tabii Yüzbaşı bu yüz gösterme eylemini gerçekleştirip, odadan ayrıldığında, Karl soğukkanlı bir tavır takındı. Karl hiç bozuntuya vermeden sorgulanacak adama göz kesmişti bile: Karşısında zayıf bir beden ve buna eşlik eden dökük dişler ile siyah bir bedene hapsolmuş bir adam vardı. Siyah gözlerindeki korku ile Barbam'a doğru bakıp, bir şey geveliyordu. Karl, Barbam hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Denizci olmadığını düşünüyordu; ama Denizcilere çalışan bir adam olabilirdi. Korsanın konuşması sonrası, O'nun hakkında bilgi edinmesi gerektiğinin farkına vardı. Tabii Barbam odada bulunan tek sandalyeye oturup, komutanın kendisinde olduğunu gösterecek şekilde emir verirken, Karl bu adamın sıradan birisi olmadığını anladı.
Karl, adamı iyiden iyiye incelemeye başlamaya çalıştığı anda, Akira'nın kendisine doğru bakması ve ardından adama doğru yönelmesine karşılık, sakin bir şekilde baktı. Akira biraz sert çıkışıyordu adama ama yapabileceği bir şey yoktu. Sadece durumu izliyordu. Karl, Akira'nın daha fazla ileriye gitmesine izin vermeyecekti. Baygın veya ölü bir adamın onlar için hiçbir avantajı yoktu. Karl, Akira konuşmasını bitirir bitirmez, tek eliyle geriye doğru çekecek ve ardından korsana doğru oldukça soğuk bir ses tonuyla: "Burada iyi adam veya kötü adam yok. Bildiklerini anlatırsan iyi edersin, yoksa..." diyerek belinde bulunan kınındaki kılıcın kabzasından tutacaktı. Ardından kılıcını çıkararak düz bir şekilde, parmaklarına doğru tutacaktı ve: "Eğer yalan söylemeye kalkar ve hissedersem parmaklarından birisi gider. Eğer hala buna devam edersen bir diğeri gider. Eğer susarsan, sustuğun dakika kadar bir parmağın gider. Ve sonunda parmaksız bir korsan olarak anılırsın. Tabii bunlar sadece başlangıç için böyle. Hiçbir parmağın kalmadığı zaman, uzayan uzvun gider." diyerek bel altı bölgesini gösterecekti.
"Şunu da söylemek gerek, ölü bir adam olmak senin durumuna göre belki de yapabileceğimiz en iyi şey. Ama konuşmazsan, seni öldürmeyeceğiz. Yaşayacaksın ve yaşamaya devam etmen senin için çok zor olacak; çünkü hiçbir kimse bu dünyada zevk almadan yaşayamaz." diyerek durumu hakkında daha da bir kesinlik kazandıracaktı ve devam edecekti: "Uzuvların gidince kısa bir tedavi altına alınabilirsin belki, ama bundan sonrası senin için daha bir çetrefilli olacak: Dünyaya bakışını değiştirebilirim, sanırım gözlerin olmazsa değişir. Gözlerini oyacağım ve sonra senin için kendi sesimi keseceğim. Sesimin sana ulaşması senin için büyük acı olur. Kulakların olmazsa beni duyamazsın. Sana kısa vadeli bir iyilik edeceğim, ama şunu da söylemem gerekiyor: Hiç kör ve sağır bir adam görmüş müydün? Görmüşsündür, işte ondan daha beter olacaksın..." diyerek sözlerine noktayı koymayı düşünürdü; ama sonra nezaketini yitirmemek adına bir şeyler yapmaya çalışacaktı. Sakin bir edayla: "Şimdi, bildiklerini bize anlatmanı istiyorum." diyecekti. Eğer yanıt gelir ve yalan olduğunu sezerse veya yanıt gelmezse ilk konuşmasında geçenleri uygulamaya çalışacaktı.
Karl şu anlık beklemedeydi ve bu beklemeni tek sorumlusu Akira idi. Tabii tedavi faslı hızlıca geçmişti ve Akira'nın tedavisi biter bitmez yola koyulmuşlardı. İstikamet sonrası korsan kaptanın tutulduğu odaya girilmişti. Tabii yalaka yüzbaşının bu girişe karşılık selamlama faslı hiç de hoş değildi. Karl, bu adamdan nefret ediyordu; yüzünü görmeye tahammül edemiyordu. Tabii Yüzbaşı bu yüz gösterme eylemini gerçekleştirip, odadan ayrıldığında, Karl soğukkanlı bir tavır takındı. Karl hiç bozuntuya vermeden sorgulanacak adama göz kesmişti bile: Karşısında zayıf bir beden ve buna eşlik eden dökük dişler ile siyah bir bedene hapsolmuş bir adam vardı. Siyah gözlerindeki korku ile Barbam'a doğru bakıp, bir şey geveliyordu. Karl, Barbam hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Denizci olmadığını düşünüyordu; ama Denizcilere çalışan bir adam olabilirdi. Korsanın konuşması sonrası, O'nun hakkında bilgi edinmesi gerektiğinin farkına vardı. Tabii Barbam odada bulunan tek sandalyeye oturup, komutanın kendisinde olduğunu gösterecek şekilde emir verirken, Karl bu adamın sıradan birisi olmadığını anladı.
Karl, adamı iyiden iyiye incelemeye başlamaya çalıştığı anda, Akira'nın kendisine doğru bakması ve ardından adama doğru yönelmesine karşılık, sakin bir şekilde baktı. Akira biraz sert çıkışıyordu adama ama yapabileceği bir şey yoktu. Sadece durumu izliyordu. Karl, Akira'nın daha fazla ileriye gitmesine izin vermeyecekti. Baygın veya ölü bir adamın onlar için hiçbir avantajı yoktu. Karl, Akira konuşmasını bitirir bitirmez, tek eliyle geriye doğru çekecek ve ardından korsana doğru oldukça soğuk bir ses tonuyla: "Burada iyi adam veya kötü adam yok. Bildiklerini anlatırsan iyi edersin, yoksa..." diyerek belinde bulunan kınındaki kılıcın kabzasından tutacaktı. Ardından kılıcını çıkararak düz bir şekilde, parmaklarına doğru tutacaktı ve: "Eğer yalan söylemeye kalkar ve hissedersem parmaklarından birisi gider. Eğer hala buna devam edersen bir diğeri gider. Eğer susarsan, sustuğun dakika kadar bir parmağın gider. Ve sonunda parmaksız bir korsan olarak anılırsın. Tabii bunlar sadece başlangıç için böyle. Hiçbir parmağın kalmadığı zaman, uzayan uzvun gider." diyerek bel altı bölgesini gösterecekti.
"Şunu da söylemek gerek, ölü bir adam olmak senin durumuna göre belki de yapabileceğimiz en iyi şey. Ama konuşmazsan, seni öldürmeyeceğiz. Yaşayacaksın ve yaşamaya devam etmen senin için çok zor olacak; çünkü hiçbir kimse bu dünyada zevk almadan yaşayamaz." diyerek durumu hakkında daha da bir kesinlik kazandıracaktı ve devam edecekti: "Uzuvların gidince kısa bir tedavi altına alınabilirsin belki, ama bundan sonrası senin için daha bir çetrefilli olacak: Dünyaya bakışını değiştirebilirim, sanırım gözlerin olmazsa değişir. Gözlerini oyacağım ve sonra senin için kendi sesimi keseceğim. Sesimin sana ulaşması senin için büyük acı olur. Kulakların olmazsa beni duyamazsın. Sana kısa vadeli bir iyilik edeceğim, ama şunu da söylemem gerekiyor: Hiç kör ve sağır bir adam görmüş müydün? Görmüşsündür, işte ondan daha beter olacaksın..." diyerek sözlerine noktayı koymayı düşünürdü; ama sonra nezaketini yitirmemek adına bir şeyler yapmaya çalışacaktı. Sakin bir edayla: "Şimdi, bildiklerini bize anlatmanı istiyorum." diyecekti. Eğer yanıt gelir ve yalan olduğunu sezerse veya yanıt gelmezse ilk konuşmasında geçenleri uygulamaya çalışacaktı.
Misafir- Misafir
Geri: Öğle Güneşi[Akira-Karl]
Gemi hareket etmeye başlamıştı. Geminin eski tahtaları gıcırdarken önce Akira, sonrasında Karl adamı tehtid ederek konuşturmaya çalışıyorlardı. Ama bu adamı korkutmaya gerek var mıydı? O adam o kadar ürkek gözlerle Barbum'a bakıyordu ki, korsan olduğunu bilmeseniz adama acırdınız. Göz bebekleri küçülmüş, kelepçeli ellerindeki zincirler titremeden birbirine çarpıp ses çıkarıyordu. Eğer sessiz bir odada olsaydınız, dizlerinin titremesi duyabilirdiniz.
Adam ikinizinde tehtidlerini umursamıyor. Odada olduğunuzun farkında bile değil sanki. Gözlerini diktiği adamdan hiç ayırmıyor, gözlerini kırpmaya bile korkuyor. Çünkü gözünü kırparsa adamın ona zarar vereceğinden korkuyor. Aklına o lanet gün geliyor belki. Korkudan anlından akan ter ona o yağmurlu günü hatırlatıyor belki. Küçük tayfasıyla yaptığı deniz savaşında yenilmiş, yaralarını sarıyorlardı. Neredeyse hepsi ölecekti, ama bir şekilde çıkabilmişlerdi o lanet yerden. Sonra saklandıkları adada, bir adam ve küçük kız gelmişti ve tayfaya katılmak istediklerini söylemişlerdi.Gülmüştü Korsan Tayfasının kaptanı. "Bu tayfa öldü, gidin başka yerde arayın hayalinizi." demişti. Gülmüştü sakallı adam, "Sana gücümü veriyorum. Sadece hedefini söyle." demişti. Sonraki gün adam ve küçük kız tüm rakip tayfayı yok etmişti, korsan tayfası kaptanı umutlanmıştı yine, neden böylesi adamların kendisine katıldığını bilmiyordu, başta umurunda da olmamıştı. Sonra Dolandırıcı Korsan Tayfası Tatsumaki ile iş yaptıkları bir günde, Tatsumiki'nin kaptanı Berry Chip bu ikili hakkında çok hoş olmayan şeyler söylemişti. İnanmamıştı ama adam. Neden inansındı ki? Bu adamlar neden ona katılsındı ki? Böyle düşünmüştü, ama şimdi her şey çok barizdi. Kader adamın rolünü biçmişti.
Gözleri düzelmişti, ateş tekrar ortaya çıkmıştı. Etrafında olan biteni kavrıyor gibi görünüyordu tekrar. Kahkaha atmaya başladı. Deli gibi gülüyordu şimdi adam. Kafayı mı yemişti acaba. Konuşmaya başladı tekrar;
"Bu boş tehtidlerinize gerek yok, istediğiniz şeyi sorun anlatayım, ama siz körpeler hiç bir şeyin farkında değilsiniz, belki de hiç olmayacaksınız. Bu adamı tanımıyorsunuz, bu adamın denizci olduğunu mu sanıyorsunuz gerçekten. Ahahaha. GÖZÜNÜZÜ AÇIN VELETLER, KARŞINIZDA DURAN ADAM -"
Adam cümlesini bitiremeden kafası masanın üstüne düştü. Ne olduğunu anlamak için baktığınızda Barbum'un adamın kalbini elinde tuttuğunu görecektiniz. İkinci kez görmenize rağmen, hala bir açıklaması yoktu bunun. Sadece saçmalıktı...
Adam ikinizinde tehtidlerini umursamıyor. Odada olduğunuzun farkında bile değil sanki. Gözlerini diktiği adamdan hiç ayırmıyor, gözlerini kırpmaya bile korkuyor. Çünkü gözünü kırparsa adamın ona zarar vereceğinden korkuyor. Aklına o lanet gün geliyor belki. Korkudan anlından akan ter ona o yağmurlu günü hatırlatıyor belki. Küçük tayfasıyla yaptığı deniz savaşında yenilmiş, yaralarını sarıyorlardı. Neredeyse hepsi ölecekti, ama bir şekilde çıkabilmişlerdi o lanet yerden. Sonra saklandıkları adada, bir adam ve küçük kız gelmişti ve tayfaya katılmak istediklerini söylemişlerdi.Gülmüştü Korsan Tayfasının kaptanı. "Bu tayfa öldü, gidin başka yerde arayın hayalinizi." demişti. Gülmüştü sakallı adam, "Sana gücümü veriyorum. Sadece hedefini söyle." demişti. Sonraki gün adam ve küçük kız tüm rakip tayfayı yok etmişti, korsan tayfası kaptanı umutlanmıştı yine, neden böylesi adamların kendisine katıldığını bilmiyordu, başta umurunda da olmamıştı. Sonra Dolandırıcı Korsan Tayfası Tatsumaki ile iş yaptıkları bir günde, Tatsumiki'nin kaptanı Berry Chip bu ikili hakkında çok hoş olmayan şeyler söylemişti. İnanmamıştı ama adam. Neden inansındı ki? Bu adamlar neden ona katılsındı ki? Böyle düşünmüştü, ama şimdi her şey çok barizdi. Kader adamın rolünü biçmişti.
Gözleri düzelmişti, ateş tekrar ortaya çıkmıştı. Etrafında olan biteni kavrıyor gibi görünüyordu tekrar. Kahkaha atmaya başladı. Deli gibi gülüyordu şimdi adam. Kafayı mı yemişti acaba. Konuşmaya başladı tekrar;
"Bu boş tehtidlerinize gerek yok, istediğiniz şeyi sorun anlatayım, ama siz körpeler hiç bir şeyin farkında değilsiniz, belki de hiç olmayacaksınız. Bu adamı tanımıyorsunuz, bu adamın denizci olduğunu mu sanıyorsunuz gerçekten. Ahahaha. GÖZÜNÜZÜ AÇIN VELETLER, KARŞINIZDA DURAN ADAM -"
Adam cümlesini bitiremeden kafası masanın üstüne düştü. Ne olduğunu anlamak için baktığınızda Barbum'un adamın kalbini elinde tuttuğunu görecektiniz. İkinci kez görmenize rağmen, hala bir açıklaması yoktu bunun. Sadece saçmalıktı...
South Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 42
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Öğle Güneşi[Akira-Karl]
Akira, karşısındaki korsana içini dökmüş ve ona açıkça e yapması gerektiğini sert bir şekilde anlatmıştı. Korsan ise hiç oralı olmadan sinmiş bir şekilde gözlerini Kaptan Hermo'nun muhbirine dikmiş ve son derece tedirgin biçimde o adama kenetlenmişti. Akira ise aldırış etmeden konuşmasını sürdürüyor ve sorgulamasını sürdürüyordu.
Konuşmasının bitiminde karşısındaki bitik korsan birden canlanıyor ve tuhaf davranışlarının arkasından konuşmaya başlıyordu. Akira o konuşurken bir an duraksamış, kafasını Barbam'a çevirmişti ve yüzündeki ifade hiçte mutlu olmuşa benzemiyordu. Korsan konuşmasını sürdürürken bir sesi kesilmiş ve masaya kapaklanmıştı. Akira adama odaklandığında Barbum'un şişman korsana yaptığı gibi onun kalbini söktüğünü görecekti. Neden böyle bir şey yapmıştı ki?
Akira, bir an için sinirlenip Barbam'a sesini biraz yükselterek "Hey! Ne yaptığını sanıyorsun. Tamda konuşmak üzereydi. Söylediklerine sinirlenmiş olabilirsin ama görevine kişisel duygularını karıştırmanın yeri mi? Bende onlardan nefret ediyorum ama bu kadar ileri gitmenin manası ne? Umarım bunun hesabını Kaptan'a verebilirsin." diyecek ve bir hışımla odadan çıkıp, kapıyı çarpacaktı. Gideceği istikamet belirliydi, kaptan'nın odasına yönelip oraya gidecek ve kapıyı 2 kez çalıp, "Ben Uzman Başçavuş Akira girebilir miyim?" diyecekti.
Akira'nın kafası allak bullak olmuştu. Korsanın söyledikleri ve Barbam'ın tepkisi kafasını karıştırmıştı. Hayalleri yerle bir olmuş bir adam son zamanlarında neden birisine böyle bir ithamda bulunur ki? İntikam isteyen bir korsan olduğu için mi? Korsanlar şerefsiz insanlar topluluğundan başka birşey değildi Akira için. Diğer yandan Barbam'ın bu acelesi ne içindi? Akira için korsanın öldürülüp öldürülmemesi pekte önemli değildi fakat bu zamanlama ne içindi? Dövüşlerini bitirebilmeleri için onlara 10 dakika ayırabilen bir adamın onun konuşmasına bu kadar tahammülsüz olabilmesi mümkün müydü? Dahası o adam onlara o kadar zaman tanıyacağına korsanlarla savaşıp işlerini kolaylaştırabilir ve diğerlerine yardım edebilirdi. Böylece kayıpların daha az olmasını sağlayabilirdi. Fakat neden bu kadar laubali bir tutum sergilemişti? Akira'nın kafası bu tarz sorularla doluydu.
Konuşmasının bitiminde karşısındaki bitik korsan birden canlanıyor ve tuhaf davranışlarının arkasından konuşmaya başlıyordu. Akira o konuşurken bir an duraksamış, kafasını Barbam'a çevirmişti ve yüzündeki ifade hiçte mutlu olmuşa benzemiyordu. Korsan konuşmasını sürdürürken bir sesi kesilmiş ve masaya kapaklanmıştı. Akira adama odaklandığında Barbum'un şişman korsana yaptığı gibi onun kalbini söktüğünü görecekti. Neden böyle bir şey yapmıştı ki?
Akira, bir an için sinirlenip Barbam'a sesini biraz yükselterek "Hey! Ne yaptığını sanıyorsun. Tamda konuşmak üzereydi. Söylediklerine sinirlenmiş olabilirsin ama görevine kişisel duygularını karıştırmanın yeri mi? Bende onlardan nefret ediyorum ama bu kadar ileri gitmenin manası ne? Umarım bunun hesabını Kaptan'a verebilirsin." diyecek ve bir hışımla odadan çıkıp, kapıyı çarpacaktı. Gideceği istikamet belirliydi, kaptan'nın odasına yönelip oraya gidecek ve kapıyı 2 kez çalıp, "Ben Uzman Başçavuş Akira girebilir miyim?" diyecekti.
Akira'nın kafası allak bullak olmuştu. Korsanın söyledikleri ve Barbam'ın tepkisi kafasını karıştırmıştı. Hayalleri yerle bir olmuş bir adam son zamanlarında neden birisine böyle bir ithamda bulunur ki? İntikam isteyen bir korsan olduğu için mi? Korsanlar şerefsiz insanlar topluluğundan başka birşey değildi Akira için. Diğer yandan Barbam'ın bu acelesi ne içindi? Akira için korsanın öldürülüp öldürülmemesi pekte önemli değildi fakat bu zamanlama ne içindi? Dövüşlerini bitirebilmeleri için onlara 10 dakika ayırabilen bir adamın onun konuşmasına bu kadar tahammülsüz olabilmesi mümkün müydü? Dahası o adam onlara o kadar zaman tanıyacağına korsanlarla savaşıp işlerini kolaylaştırabilir ve diğerlerine yardım edebilirdi. Böylece kayıpların daha az olmasını sağlayabilirdi. Fakat neden bu kadar laubali bir tutum sergilemişti? Akira'nın kafası bu tarz sorularla doluydu.
Misafir- Misafir
Geri: Öğle Güneşi[Akira-Karl]
Boş...
Bakıyor ve konuşuyordu genç denizci. Konuşuyor, konuşuyor ve bakıyordu... Geminin hareketini ayaklarının altında hissediyordu. Geminin suyun üzerinde ilerlerken ki anını yakaladı. Bir çocuğun yediği dayak sonrası gözyaşlarına engel olamaması gibi, su da gemiye engel olamıyordu. Bir kapı gıcırtısı gibi, gemi de ah yakıyordu, "artık dur, yeter! Artık dayanamıyorum!" der gibi. Karl, bu seslerin arasında sadece sonuç odaklı konuşuyordu. Keskin bir bakış ile karşısındaki adama bakıyordu; ama adam hiç oralı değildi! Adamın gözleri hala Barbam'da takılıydı. Her gün dayak yiyen bir annenin bakışları gibiydi. Korku neden böyledir ki? Peki o annenin sırf çocukları için evliliğini bozmamasına eşdeğer olan durum doğru mu? Öyleydi... Bir kere korkarsa bir insan, uzanan el sevgi gösterilse dahi kaçınmaya sebep olur! Bu, hep böyledir...
Onca sesin arasında tek duyulan ses, adamın içindeki gürültüydü. Alnından boşalan ter damlaları ile o acınası göz bebekleri bunu onaylıyordu. Karl, adamın aklından geçenleri okumaya çalıştı. Bu sefil adam neler düşünüyor olabilirdi ki? Peki ya korku? Anlamsız...
Adam bir anda kendisine geldi. Gözleri öncekinden bir hayli farklı bakıyordu. Kahkahası ile odadaki o yıpranmış havaya düzeltti. Deli gibi gülmeye başladı. Belki de deliydi kim bilir. Arkasından konuşmaya başladı. Karl, adamın sözleri sonrası Barbam'a doğru gözlerini çevirmek üzereyken adam masaya yığıldı. Karl, gözleri ile Barbum'a doğru yöneldiğinde tekrar bir anı daha yaşaması biraz tuhafına gitti. Karl bir şey diyemedi, çünkü Barbum'un yaptığı anlamsızdı.
Bir süre bekledikten sonra masaya doğru yaslanarak ve gözlerini Barbam'a doğru çevirerek: "Bugün diğer günlerin aksine oldukça ilginç geçiyor. Ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok ve senin hakkında da öyle. Her neyse, bir sigara içmek ikimiz içinde iyi olur sanırım." diyerek üniformasının iç cebinden sigara kutusunu çıkartacak ve açarak Barbum'a doğru uzatacaktı. Barbum, bu cömert teklifi kabul etse de, etmese de ardından kendisi içinden bir dal çıkartacaktı. Sonrası zippo ateşlenecekti ve tabii O'da içerse O'na da ateşleyecekti. Uzun bir duman alacaktı... Bundan sonra olacakları merak ediyordu. O'na karşı hiçbir şansları yoktu, biliyordu. Aklında ise Barbam'un onlara ihtiyacı yönünde bir düşüncesi vardı; ama o ihtiyaç neydi? Bu aklındaki düşünce, sadece boş düşüncelerinden biriside olabilirdi; ama işte öyle...
Bakıyor ve konuşuyordu genç denizci. Konuşuyor, konuşuyor ve bakıyordu... Geminin hareketini ayaklarının altında hissediyordu. Geminin suyun üzerinde ilerlerken ki anını yakaladı. Bir çocuğun yediği dayak sonrası gözyaşlarına engel olamaması gibi, su da gemiye engel olamıyordu. Bir kapı gıcırtısı gibi, gemi de ah yakıyordu, "artık dur, yeter! Artık dayanamıyorum!" der gibi. Karl, bu seslerin arasında sadece sonuç odaklı konuşuyordu. Keskin bir bakış ile karşısındaki adama bakıyordu; ama adam hiç oralı değildi! Adamın gözleri hala Barbam'da takılıydı. Her gün dayak yiyen bir annenin bakışları gibiydi. Korku neden böyledir ki? Peki o annenin sırf çocukları için evliliğini bozmamasına eşdeğer olan durum doğru mu? Öyleydi... Bir kere korkarsa bir insan, uzanan el sevgi gösterilse dahi kaçınmaya sebep olur! Bu, hep böyledir...
Onca sesin arasında tek duyulan ses, adamın içindeki gürültüydü. Alnından boşalan ter damlaları ile o acınası göz bebekleri bunu onaylıyordu. Karl, adamın aklından geçenleri okumaya çalıştı. Bu sefil adam neler düşünüyor olabilirdi ki? Peki ya korku? Anlamsız...
Adam bir anda kendisine geldi. Gözleri öncekinden bir hayli farklı bakıyordu. Kahkahası ile odadaki o yıpranmış havaya düzeltti. Deli gibi gülmeye başladı. Belki de deliydi kim bilir. Arkasından konuşmaya başladı. Karl, adamın sözleri sonrası Barbam'a doğru gözlerini çevirmek üzereyken adam masaya yığıldı. Karl, gözleri ile Barbum'a doğru yöneldiğinde tekrar bir anı daha yaşaması biraz tuhafına gitti. Karl bir şey diyemedi, çünkü Barbum'un yaptığı anlamsızdı.
Bir süre bekledikten sonra masaya doğru yaslanarak ve gözlerini Barbam'a doğru çevirerek: "Bugün diğer günlerin aksine oldukça ilginç geçiyor. Ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok ve senin hakkında da öyle. Her neyse, bir sigara içmek ikimiz içinde iyi olur sanırım." diyerek üniformasının iç cebinden sigara kutusunu çıkartacak ve açarak Barbum'a doğru uzatacaktı. Barbum, bu cömert teklifi kabul etse de, etmese de ardından kendisi içinden bir dal çıkartacaktı. Sonrası zippo ateşlenecekti ve tabii O'da içerse O'na da ateşleyecekti. Uzun bir duman alacaktı... Bundan sonra olacakları merak ediyordu. O'na karşı hiçbir şansları yoktu, biliyordu. Aklında ise Barbam'un onlara ihtiyacı yönünde bir düşüncesi vardı; ama o ihtiyaç neydi? Bu aklındaki düşünce, sadece boş düşüncelerinden biriside olabilirdi; ama işte öyle...
Misafir- Misafir
Geri: Öğle Güneşi[Akira-Karl]
Akira sinirle Kaptan'ın kapısının önünde alıyor soluğu. İçeri girmek için izin istiyor, içeri girdiğinde ise Kaptan ve Yüzbaşını masanın başında bir şeyler tartışırken görüyor. Önlerinde bir çok kağıt var, yakından bakıldığında Tatsumaki başlığıyla isimlendirilmiş çoğu kağıt. Bu tayfanın kaptanı neden bu kadar önemliydi?
Karl uzattığın sigarayı red ediyor Barbum. "Dövüş stilime engel oluyor. O yüzden bıraktım. Ben Barbum, bir denizci olduğumu düşünüyorsan, değilim. Bir korsan olmadığıma da emin olabilirsin, Kaptan'ınıza yardımcı oluyorum, o bana yardımcı oluyor. İki türlüde Tatsumaki tayfasını bulup, tamamen ortadan kaldırmamız gerekiyor. Akeken korsanlarına sızma amacımız buydu." diyor..
Karl uzattığın sigarayı red ediyor Barbum. "Dövüş stilime engel oluyor. O yüzden bıraktım. Ben Barbum, bir denizci olduğumu düşünüyorsan, değilim. Bir korsan olmadığıma da emin olabilirsin, Kaptan'ınıza yardımcı oluyorum, o bana yardımcı oluyor. İki türlüde Tatsumaki tayfasını bulup, tamamen ortadan kaldırmamız gerekiyor. Akeken korsanlarına sızma amacımız buydu." diyor..
South Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 42
Kayıt tarihi : 17/01/16
4 sayfadaki 8 sayfası • 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8
4 sayfadaki 8 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz