Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
2 posters
One Piece Rpg :: 4 Deniz Rp :: East Blue
6 sayfadaki 14 sayfası
6 sayfadaki 14 sayfası • 1 ... 5, 6, 7 ... 10 ... 14
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
Arı, vızıldayarak aşağıya iniyor. Arının aşağı inmesinden sonra ayaklarının oluştuğunu ve boyunun uzadığını görüyorsun.Arı ayakları ile yanınıza yürürken yüzü yavaştan bir insan yüzüne dönüyor ve saçları çıkmaya başlıyor. Bir süre sonra da arı tamamen yok oluyor ve karşında Anna'yı görüyorsun. Anna sağ elini kaldırıp parmaklarını oynatıyor ve ''Selam millet!'' diyor.
Kısa bir selamlaşmanın ardından Anna'nın gözüne yerde yatan ölü kız ve Alfred ilişiyor. Anna, hızlı adımlarla Alfred'in yanına gidiyor ve Alfred'in durumunu kontrol ediyor. Ardından da Alfred'in doğrulmasına yardım edip: ''Alfred, sana bunu kim yaptı? Yerde yatan bu çocuk mu? Çocuk düşman mıydı?'' diye soruyor.
Gedoumaru olanı biteni anlatmak için ağzını açtığı sırada, Alfred Anna'nın sorusuna cevap veriyor.
''Hayır Leydim.'' diyor Alfred. ''Bana saldıran kişi ne yazık ki Sebastian'dı. Sizin burada olmamanızdan faydalanıp beni saf dışı bırakmaya çalıştı.''
Sebastian, Alfred'İn bu sözlerine itiraz ediyor. ''Yalan söylüyor Leydim! Yerde yatan düşmanı tek başıma yenmemi çekemeyen Alfred, ben yorgunken bana saldırmaya çalıştı; fakat başarısız olunca kendi kendini yaraladı.''
İkilinin bu cevaplarının ardından Anna'nın suratının asıldığını görüyorsun. Tekrardan yanına gelen Anna, senden neler yaşandığını düzgünce anlatmanı istiyor. Sen de kanalizasyondan çıkmanızdan sonrasını anlatıyorsun. Ardından da Anna'ya onların tarafında neler olduğunu soruyorsun.
Anna da size önce bir şekilde askerleri atlattıklarını, sonra da havalanıp şehri incelediğini ve şehri incelerken büyük bir bina gördüğünü anlatıyor. Binayı görmesinin ardından Sebastian ve Alfred'İn ara sokaklardan oraya doğru ilerlediğini, kendisinin de uçarak binayı incelemeye gittiğinden bahsediyor. Ardından da konuşmaya devam ediyor: ''Askerlerin çok büyük bir kısmı şehrin sokaklarına dağılmış durumda. Bu yüzden büyük binanın bahçesinde sadece on kadar asker var. Ayrıca üç tane çocuk gördüm. Sizde durumlar nasıl?'' diyor Anna.
Anna'nın bu sorusunun ardından Mey-Rin Anna'ya yaklaşıp Phantom'un çocuklara neler yaptığını ve Gedoumaru ile arkadaşlarının başına gelenleri anlatıyor. Ardından da yalvaran bir ses tonuyla: ''Leydim.'' diyor. Onlara yardım edeceğiz değil mi?
Tüm bu zaman diliminde Mey-Rin'i sessizce dinleyen Anna, kendisine sorulan bu soruya da kısık bir ses ile ''Tabiki.'' cevabını veriyor. Bu cevaptan sonra da düşünceli bir şekilde yürümeye başlıyor. Sebastian ve Alfred de Anna'nın arkasından gidiyor. Siz dördünüz de bu üçlünün arkasından ilerliyorsunuz.
Daracık ara sokakları geçtiğiniz sırada, Gedo'nun sana yerde yatan kızın Altılılar'dan biri olduğunu söylemesi dışında bir konuşma olmuyor. Bir süre yürümenizin ardından karşınıza, adaya geldiğinizde gördüğünüz köşke benzeyen bir yapı çıkıyor. Bu köşkümsü yapının bahçesini, dışarıya örülmüş duvardan dolayı göremiyorsunuz. Yapıya doğru ilerliyorsunuz ve yaklaşık dört metre uzunluğunda üç metre genişliğindeki tahta bir kapının önüne varıyorsunuz.
Kapıya vardığınızda Anna size dönüyor ve eli ile arkanızı göstererek: ''Hepiniz biraz geri çekilin.'' diyor.
Anna'yı dinliyor ve birkaç adım geri çekiliyorsunuz. Geri çekilmenizin ardından Anna da birkaç adım geriye gidiyor ve geriliyor. Gerildikten sonra da bağırarak kapıya doğru koşuyor ve büyük kapıya bir yumruk atıyor. Bu yumruğun ardından büyük tahta kapı büyük bir gürültü ile devriliyor. Anna, kapının devrilmesinin ardından içeri doğru ilerliyor ve sağ ayağını yerdeki kapının üzerine koyuyor. Ardından da gözlerini kendisine dikmiş olan kalabalığa bakıyor ve bağırıyor: Hanginiz Phantom!
Kısa bir selamlaşmanın ardından Anna'nın gözüne yerde yatan ölü kız ve Alfred ilişiyor. Anna, hızlı adımlarla Alfred'in yanına gidiyor ve Alfred'in durumunu kontrol ediyor. Ardından da Alfred'in doğrulmasına yardım edip: ''Alfred, sana bunu kim yaptı? Yerde yatan bu çocuk mu? Çocuk düşman mıydı?'' diye soruyor.
Gedoumaru olanı biteni anlatmak için ağzını açtığı sırada, Alfred Anna'nın sorusuna cevap veriyor.
''Hayır Leydim.'' diyor Alfred. ''Bana saldıran kişi ne yazık ki Sebastian'dı. Sizin burada olmamanızdan faydalanıp beni saf dışı bırakmaya çalıştı.''
Sebastian, Alfred'İn bu sözlerine itiraz ediyor. ''Yalan söylüyor Leydim! Yerde yatan düşmanı tek başıma yenmemi çekemeyen Alfred, ben yorgunken bana saldırmaya çalıştı; fakat başarısız olunca kendi kendini yaraladı.''
İkilinin bu cevaplarının ardından Anna'nın suratının asıldığını görüyorsun. Tekrardan yanına gelen Anna, senden neler yaşandığını düzgünce anlatmanı istiyor. Sen de kanalizasyondan çıkmanızdan sonrasını anlatıyorsun. Ardından da Anna'ya onların tarafında neler olduğunu soruyorsun.
Anna da size önce bir şekilde askerleri atlattıklarını, sonra da havalanıp şehri incelediğini ve şehri incelerken büyük bir bina gördüğünü anlatıyor. Binayı görmesinin ardından Sebastian ve Alfred'İn ara sokaklardan oraya doğru ilerlediğini, kendisinin de uçarak binayı incelemeye gittiğinden bahsediyor. Ardından da konuşmaya devam ediyor: ''Askerlerin çok büyük bir kısmı şehrin sokaklarına dağılmış durumda. Bu yüzden büyük binanın bahçesinde sadece on kadar asker var. Ayrıca üç tane çocuk gördüm. Sizde durumlar nasıl?'' diyor Anna.
Anna'nın bu sorusunun ardından Mey-Rin Anna'ya yaklaşıp Phantom'un çocuklara neler yaptığını ve Gedoumaru ile arkadaşlarının başına gelenleri anlatıyor. Ardından da yalvaran bir ses tonuyla: ''Leydim.'' diyor. Onlara yardım edeceğiz değil mi?
Tüm bu zaman diliminde Mey-Rin'i sessizce dinleyen Anna, kendisine sorulan bu soruya da kısık bir ses ile ''Tabiki.'' cevabını veriyor. Bu cevaptan sonra da düşünceli bir şekilde yürümeye başlıyor. Sebastian ve Alfred de Anna'nın arkasından gidiyor. Siz dördünüz de bu üçlünün arkasından ilerliyorsunuz.
Daracık ara sokakları geçtiğiniz sırada, Gedo'nun sana yerde yatan kızın Altılılar'dan biri olduğunu söylemesi dışında bir konuşma olmuyor. Bir süre yürümenizin ardından karşınıza, adaya geldiğinizde gördüğünüz köşke benzeyen bir yapı çıkıyor. Bu köşkümsü yapının bahçesini, dışarıya örülmüş duvardan dolayı göremiyorsunuz. Yapıya doğru ilerliyorsunuz ve yaklaşık dört metre uzunluğunda üç metre genişliğindeki tahta bir kapının önüne varıyorsunuz.
Kapıya vardığınızda Anna size dönüyor ve eli ile arkanızı göstererek: ''Hepiniz biraz geri çekilin.'' diyor.
Anna'yı dinliyor ve birkaç adım geri çekiliyorsunuz. Geri çekilmenizin ardından Anna da birkaç adım geriye gidiyor ve geriliyor. Gerildikten sonra da bağırarak kapıya doğru koşuyor ve büyük kapıya bir yumruk atıyor. Bu yumruğun ardından büyük tahta kapı büyük bir gürültü ile devriliyor. Anna, kapının devrilmesinin ardından içeri doğru ilerliyor ve sağ ayağını yerdeki kapının üzerine koyuyor. Ardından da gözlerini kendisine dikmiş olan kalabalığa bakıyor ve bağırıyor: Hanginiz Phantom!
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
Gördüğümüz arı vızıldayarak aşağı indi. Yere doğru yaklaştıkça bir insan vücuduna dönüşüyordu. Arı ayakları ile yanımıza yaklaştı ve yüzü, saçları oluşmaya başladı. Kısa süre sonra bu mavi renkli arı tamamen Anna'nın vücuduna döndü. Kısaca selamlaştıktan sonra Anna hızla Alfred'in yanına yöneldi. Sonunda Alfred-kun'u biri hatırlamıştı. Anna, Alfred'e kendisine bunu kimin yaptığını sordu, yerde yatan ölüden şüphelenmiş gibiydi. Alfred bu soruya karşılık, ''Bana saldıran kişi ne yazık ki Sebastian'dı. Sizin burada olmamanızdan faydalanıp beni saf dışı bırakmaya çalıştı.'' Dedi. Böyle bir durumda bile Sebastian'la inatlaştıklarını görünce gülümsedim. Alfred'in cevabına karşılık Sebastian da geri kalmayarak aslında Alfred'in kıskançlıktan kendini yaralandığını söyledi. Her zamanki Sebastian ve Alfred işte.
Tüm bunların üzerine suratı asılan Anna, durumun aslını öğrenmek için bana sordu. Ben de kanalizasyondan çıktıktan sonra olanları anlattım ve ona kendi taraflarında neler olduğunu sordum. Anna'nın dediğine göre askerleri atlatıp şehri incelemeye başlamışlar. Anna arı halinde etrafı incelerken büyük bir bina görmüş. Alfred ve Sebastian da ara sokaklardan bu binaya doğru yaklaşmışlar. Askerlerin büyük kısmı şehre dağılmış, bundan sebep binanın bahçesinde yalnızca on kadar asker ve üç tane çocuk görmüş. Üç çocuk mu? Altılılar olabilirler miydi? Anna bizdeki durumları sorunca Mey-Rin ona yaklaştı Gedo-san ve Liva'dan öğrendiğimiz her şeyi anlattı. Konuşması bitince de yalvaran bir ses tonuyla, "Onlara yardım edeceğiz değil mi?" Dedi. Ben de onlara yardım etmek istiyordum, Mey-Rin'in hisleri benim için de geçerliydi. Onları karanlıkta bırakmak istemiyordum.
Mey-Rin'in sorusuna karşılık Anna, sessizce "Tabii ki." Dedi. Bunu duyunca mutlu oldum ve hafifçe gülümsedim. O sırada Anna düşünceli şekilde yürümeye başladı ve biz de peşinden ilerledik. Dar ara sokaklarda bir süre yürüdük, yürüdüğümüz sırada Gedo-san'dan öğrendiğime göre biraz önce gördüğümüz ölü kız altılılardan biriymiş. Sebastian-san ve Alfred o kızla baş edebilmiş demek ki. Ben bunları düşündüğüm sırada sonunda karşımıza büyük bir bina çıktı. Bu büyük bina adaya ilk geldiğimiz sırada gördüğümüz devasa şatoyu andırıyordu. Binanın önüne doğru ilerlediğimizde karşımıza karşımıza büyük bir kapı çıktı. Bunun üzerine Anna hepimize geri çekilmemizi söyledi. Onu dinleyip birkaç adım geriye çekildik ve o sırada Anna gerilip, bağırarak kapıya doğru koşmaya başladı. Kapının önüne geldiğinde karşısındaki kapıya şiddetli bir yumruk attı. Anna'nın gücü hiç de küçümsenmeyecek kadardı belli ki. Anna'nın yumruğunun ardından kapı yıkıldı ve karşımızdaki kalabalığı gördük. Sağ ayağını kapının üstüne koyup kalabalığa doğru şu şekilde bağırdı Anna; "Hanginiz Phantom?!" Bu sözün ardından kılıcımı çıkaracak ve yanımdakilerle birlikte Anna'nın yanına gidecektim. Rayl'a ulaşmama az kalmıştı belki de, hissediyordum.
Tüm bunların üzerine suratı asılan Anna, durumun aslını öğrenmek için bana sordu. Ben de kanalizasyondan çıktıktan sonra olanları anlattım ve ona kendi taraflarında neler olduğunu sordum. Anna'nın dediğine göre askerleri atlatıp şehri incelemeye başlamışlar. Anna arı halinde etrafı incelerken büyük bir bina görmüş. Alfred ve Sebastian da ara sokaklardan bu binaya doğru yaklaşmışlar. Askerlerin büyük kısmı şehre dağılmış, bundan sebep binanın bahçesinde yalnızca on kadar asker ve üç tane çocuk görmüş. Üç çocuk mu? Altılılar olabilirler miydi? Anna bizdeki durumları sorunca Mey-Rin ona yaklaştı Gedo-san ve Liva'dan öğrendiğimiz her şeyi anlattı. Konuşması bitince de yalvaran bir ses tonuyla, "Onlara yardım edeceğiz değil mi?" Dedi. Ben de onlara yardım etmek istiyordum, Mey-Rin'in hisleri benim için de geçerliydi. Onları karanlıkta bırakmak istemiyordum.
Mey-Rin'in sorusuna karşılık Anna, sessizce "Tabii ki." Dedi. Bunu duyunca mutlu oldum ve hafifçe gülümsedim. O sırada Anna düşünceli şekilde yürümeye başladı ve biz de peşinden ilerledik. Dar ara sokaklarda bir süre yürüdük, yürüdüğümüz sırada Gedo-san'dan öğrendiğime göre biraz önce gördüğümüz ölü kız altılılardan biriymiş. Sebastian-san ve Alfred o kızla baş edebilmiş demek ki. Ben bunları düşündüğüm sırada sonunda karşımıza büyük bir bina çıktı. Bu büyük bina adaya ilk geldiğimiz sırada gördüğümüz devasa şatoyu andırıyordu. Binanın önüne doğru ilerlediğimizde karşımıza karşımıza büyük bir kapı çıktı. Bunun üzerine Anna hepimize geri çekilmemizi söyledi. Onu dinleyip birkaç adım geriye çekildik ve o sırada Anna gerilip, bağırarak kapıya doğru koşmaya başladı. Kapının önüne geldiğinde karşısındaki kapıya şiddetli bir yumruk attı. Anna'nın gücü hiç de küçümsenmeyecek kadardı belli ki. Anna'nın yumruğunun ardından kapı yıkıldı ve karşımızdaki kalabalığı gördük. Sağ ayağını kapının üstüne koyup kalabalığa doğru şu şekilde bağırdı Anna; "Hanginiz Phantom?!" Bu sözün ardından kılıcımı çıkaracak ve yanımdakilerle birlikte Anna'nın yanına gidecektim. Rayl'a ulaşmama az kalmıştı belki de, hissediyordum.
Kiyora Victoria- Ödül Avcısı
- Mesaj Sayısı : 214
Kayıt tarihi : 17/01/16
Nerden : East Blue
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
Kılıcını çıkartıyor ve diğerleri ile birlikte Anna'nın yanına varıyorsun. Anna'nın yanına vardığında Anna'nın yüzünde acı dolu bir ifade olduğunu fark ediyorsun. Sol eliyle sağ elini ovuşturuyor. Buna rağmen bahçedeki on kadar asker oldukça korkmuş durumda. Askerlerin hepsi kel ve hepsinin üç kolu var. Çoğu ellerinde mızrak tutuyor olsa da kılıç tutan da var. Askerler yavaş adımlarla yanınıza doğru yaklaşıyor. Köşkün girişinde oturan üç çocuk ise kapının önüne oturmuş bir çeşit kart oyunu oynuyorlar.
Çocuklardan uzun kızıl saçlara sahip olan çocuk diğerlerine kıyasla yaşça daha büyük gibi duruyor. Saçı ile sol gözünü kapatmış, kollarına kırmızı bir zırh giymiş, yanında büyük beyaz bir kılıç taşıyan çocuk, diğer iki çocuğun oynadığı kart oyununu anlamaya çalışıyor gibi. Bu çocuğun üzerinde kırmızı bir elbise, altında kahverengi bir etek var.
Bu kızıl saçlı çocuğun sol tarafında ise Uzun mavi saçlara ve kırmızı gözlere sahip esmer tenli bir kız çocuğu var. Kızın kolları oldukça zayıf gözüküyor. Bileğine yakın iki, omuzuna yakın bir tane olmak üzere kollarında üç tane metal nesne var.Boynunda mavi bir pardesü ve altın bir kolye var. Üzerine pek bir şey giymemiş. Altında ise garip görünümlü bir etek var.
Bu çocuksa karşısındaki erkek çocuk ile birlikte neşe içinde kart oyunu oynuyor. Sizi pek umursamıyor gibi.
Çocukların üçüncüsü ise bir erkek.Kahverengi saçlara ve başına geçirdiği oldukça büyük gözlüklere sahip bu çocuğun teni bembeyaz. Çocuğun kollarındaki deri tabakası oldukça zayıf. Sırtında Gedoumaru'nun sopasına benzeyen bir sopa taşıyor. Yanında ise garip şekilli, tırtıklı bir kılıç var.
Çocukları incelediğin sırada kart oynamayı bitiren çocuklar, oldukça sesli bir şekilde konuşmaya başlıyorlar.( Kırmızı renk kızıl saçlı çocuğu, mavi renk mavi saçlı çocuğu, kahverengi de...)
''İşte bu! Kazandım! Ahaha! Uiola-sama'nın önünde diz çökün! Ahaha!''
''Aaa! Rövanş istiyorum Uiola! Hemen diz şu lanet kartları.''
''Rövanş falan olmayacak Alastor. Kalk da içeri giren düşmanlarla ilgilen. Biraz da ben kartlarla oynayacağım.''
''Hayatta olmaz. İntikamımı alacağım. Sen artık yetişkin sayılırsın.Biz çocuklarla oynamayı bırak.''
''Haklı Feuer-chan! Sen git onları öldür. Biz kartları dizmeyi bitirene kadar halledip gelirsin işte. ''
''O zaman üçümüz işimizi hızlıca bitirecek ve oyuna devam edeceğiz. Hadi hadi hadi! Kalkın.''
Çocuklar bu konuşmadan sonra ayağa kalkıp yanınıza doğru yürümeye başlıyor. Çocuklar ayağa kalktığı sırada, Gedoumaru size onların altılılardan olduğunu söylüyor. Bunun üzerine Anna size doğru dönüyor ve: ''İki gruba ayrılalım. Alfred ve Lulu, siz askerleri yenin. Biz de çocukları yeneceğiz. Mey-Rin. Sen arkada bekle. İki gruptan hangisi zor durumda kalırsa oraya yardı...''
Anna'nın konuşması, mavi saçlı çocuğun bağırmasından dolayı kesiliyor. ''Aaaaaaa! Hey,sen! Elinde tuttuğun şey ağlayan kılıç değil mi?'' diye bağırıyor çocuk. Çocuğa baktığında, elindeki kılıcı işaret ettiğini görüyorsun.
Çocuklardan uzun kızıl saçlara sahip olan çocuk diğerlerine kıyasla yaşça daha büyük gibi duruyor. Saçı ile sol gözünü kapatmış, kollarına kırmızı bir zırh giymiş, yanında büyük beyaz bir kılıç taşıyan çocuk, diğer iki çocuğun oynadığı kart oyununu anlamaya çalışıyor gibi. Bu çocuğun üzerinde kırmızı bir elbise, altında kahverengi bir etek var.
Bu kızıl saçlı çocuğun sol tarafında ise Uzun mavi saçlara ve kırmızı gözlere sahip esmer tenli bir kız çocuğu var. Kızın kolları oldukça zayıf gözüküyor. Bileğine yakın iki, omuzuna yakın bir tane olmak üzere kollarında üç tane metal nesne var.Boynunda mavi bir pardesü ve altın bir kolye var. Üzerine pek bir şey giymemiş. Altında ise garip görünümlü bir etek var.
Bu çocuksa karşısındaki erkek çocuk ile birlikte neşe içinde kart oyunu oynuyor. Sizi pek umursamıyor gibi.
Çocukların üçüncüsü ise bir erkek.Kahverengi saçlara ve başına geçirdiği oldukça büyük gözlüklere sahip bu çocuğun teni bembeyaz. Çocuğun kollarındaki deri tabakası oldukça zayıf. Sırtında Gedoumaru'nun sopasına benzeyen bir sopa taşıyor. Yanında ise garip şekilli, tırtıklı bir kılıç var.
Çocukları incelediğin sırada kart oynamayı bitiren çocuklar, oldukça sesli bir şekilde konuşmaya başlıyorlar.( Kırmızı renk kızıl saçlı çocuğu, mavi renk mavi saçlı çocuğu, kahverengi de...)
''İşte bu! Kazandım! Ahaha! Uiola-sama'nın önünde diz çökün! Ahaha!''
''Aaa! Rövanş istiyorum Uiola! Hemen diz şu lanet kartları.''
''Rövanş falan olmayacak Alastor. Kalk da içeri giren düşmanlarla ilgilen. Biraz da ben kartlarla oynayacağım.''
''Hayatta olmaz. İntikamımı alacağım. Sen artık yetişkin sayılırsın.Biz çocuklarla oynamayı bırak.''
''Haklı Feuer-chan! Sen git onları öldür. Biz kartları dizmeyi bitirene kadar halledip gelirsin işte. ''
''O zaman üçümüz işimizi hızlıca bitirecek ve oyuna devam edeceğiz. Hadi hadi hadi! Kalkın.''
Çocuklar bu konuşmadan sonra ayağa kalkıp yanınıza doğru yürümeye başlıyor. Çocuklar ayağa kalktığı sırada, Gedoumaru size onların altılılardan olduğunu söylüyor. Bunun üzerine Anna size doğru dönüyor ve: ''İki gruba ayrılalım. Alfred ve Lulu, siz askerleri yenin. Biz de çocukları yeneceğiz. Mey-Rin. Sen arkada bekle. İki gruptan hangisi zor durumda kalırsa oraya yardı...''
Anna'nın konuşması, mavi saçlı çocuğun bağırmasından dolayı kesiliyor. ''Aaaaaaa! Hey,sen! Elinde tuttuğun şey ağlayan kılıç değil mi?'' diye bağırıyor çocuk. Çocuğa baktığında, elindeki kılıcı işaret ettiğini görüyorsun.
- Feuer:
- Alastor:
- Uiola:
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
Kılıcımı çıkartmış ve Anna'nın yanına doğru ilerlemiştim. O sırada Anna'nın yüzündeki acı dolu ifadeyi gördüm, eli acımış olmalıydı. Acırdı tabii, ağır ve uzun bir kapıyı tek yumrukla devirmişti. Bahçedeki askerlerin yüzünde ise net bir korku vardı. Bu şaaşalı girişten irkmiş gibi bir halleri vardı. Her birinin üç kolu olan bu askerler bahçe tarafındaydı ve yavaş yavaş bize yaklaşıyorlardı. Kapının girişinde ise yerde oturan üç çocuk vardı. Yerde oturmuş bir çeşit kart oyunu oynuyorlardı.
Çocuklardan biri benim gibi kızıl saçlara ve kılıca sahipti. Yanındaki ikiliden daha büyük duran bu çocuk aynı zamanda kollarına da zırh giymişti. Kırmızı elbiseli bu kız, yanındaki çocukların oynadığı oyuna katılmamıştı, daha çok anlamaya çalışan bakışlarla onları izliyor gibiydi. Kızıl saçlı kızın yanında ise mavi saçlı, esmer bir kız duruyordu. Kollarındaki metaller ilgimi çekmişti. Mavi saçlı bu çocuğun karşısında da son olarak bir erkek çocuğu duruyordu. Kahverengi saçları, hassas görünen bembeyaz bir teni vardı. Başında asılı olan gözlükleri de dikkat çekiciydi.
O sırada bu üç çocuk kendi aralarında konuşmaya başladı. Oyunları bitmiş gibiydi. Mavi saçlı kız kazandığını söyleyip gülümsüyor, sevinç belli ediyordu. Gözlüklü çocuk rövanş istediğini söylediğinde, kızıl saçlı kız onu tersledi ve düşmanları halletmesini söyledi. Düşman biz oluyorduk tabii. Kısa bir fikir ayrılığından sonra üçü birden ayağa kalktı, eş zamanlı olarak Gedo-san'dan bu üçlünün altılılardan olduğunu öğrendik. Kendimi hazırlayıp kılıcımı sıkıca elimde tuttuğum sırada Anna hızlıca kişi dağılımını yapmaya başladı. Alfred ve Lulu askerleri halledecek, Mey-Rin ortada kalacak ve yardıma ihtiyacı olan gruba takviye yapacak, geri kalanlar ise çocukları yenecekti. Anna sözünü henüz bitirememişti ki, mavi saçlı çocuk bağırarak kılıcımı gösterdi ve, ''Aaaaaaa! Hey,sen! Elinde tuttuğun şey ağlayan kılıç değil mi?'' Dedi. Ne?! Nasıl yani? Bu çocuk bunu nereden biliyordu ki?! Şaşkınlık içinde çocuğa baktım. "Sen... Bunu nereden biliyorsun? Kılıcım hakkında ne biliyorsun ki?" Diyecektim.
Çocuklardan biri benim gibi kızıl saçlara ve kılıca sahipti. Yanındaki ikiliden daha büyük duran bu çocuk aynı zamanda kollarına da zırh giymişti. Kırmızı elbiseli bu kız, yanındaki çocukların oynadığı oyuna katılmamıştı, daha çok anlamaya çalışan bakışlarla onları izliyor gibiydi. Kızıl saçlı kızın yanında ise mavi saçlı, esmer bir kız duruyordu. Kollarındaki metaller ilgimi çekmişti. Mavi saçlı bu çocuğun karşısında da son olarak bir erkek çocuğu duruyordu. Kahverengi saçları, hassas görünen bembeyaz bir teni vardı. Başında asılı olan gözlükleri de dikkat çekiciydi.
O sırada bu üç çocuk kendi aralarında konuşmaya başladı. Oyunları bitmiş gibiydi. Mavi saçlı kız kazandığını söyleyip gülümsüyor, sevinç belli ediyordu. Gözlüklü çocuk rövanş istediğini söylediğinde, kızıl saçlı kız onu tersledi ve düşmanları halletmesini söyledi. Düşman biz oluyorduk tabii. Kısa bir fikir ayrılığından sonra üçü birden ayağa kalktı, eş zamanlı olarak Gedo-san'dan bu üçlünün altılılardan olduğunu öğrendik. Kendimi hazırlayıp kılıcımı sıkıca elimde tuttuğum sırada Anna hızlıca kişi dağılımını yapmaya başladı. Alfred ve Lulu askerleri halledecek, Mey-Rin ortada kalacak ve yardıma ihtiyacı olan gruba takviye yapacak, geri kalanlar ise çocukları yenecekti. Anna sözünü henüz bitirememişti ki, mavi saçlı çocuk bağırarak kılıcımı gösterdi ve, ''Aaaaaaa! Hey,sen! Elinde tuttuğun şey ağlayan kılıç değil mi?'' Dedi. Ne?! Nasıl yani? Bu çocuk bunu nereden biliyordu ki?! Şaşkınlık içinde çocuğa baktım. "Sen... Bunu nereden biliyorsun? Kılıcım hakkında ne biliyorsun ki?" Diyecektim.
Kiyora Victoria- Ödül Avcısı
- Mesaj Sayısı : 214
Kayıt tarihi : 17/01/16
Nerden : East Blue
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
‘’Ben bütün kılıçları tanıyabilirim. Kılıçlar özel ilgi alanıma giriyor.’’ Diyor Uiola. ‘’Yine de şaşırdım. O kılıcın hikayesini bilmeden mi kılıcı buldun? Ya da kılıcı birinden mi aldın? Tanrı bilir, kılıcı aldığın kişi sana kılıcı çok ucuza satmıştır.’’ Diye devam ediyor.
Ardından Feuer’e doğru dönen Uiola: ‘’Bu abla benim. Karışmayın sakın.’’ Diyor. Feuer bunu duyunca gülümsüyor. ‘’Tamam. Kapıyı kıran kadın ve eski dostumuzu da ben öldüreceğim o zaman. Kalanları da Alastor halleder.’’ Çocukların bu kısa konuşmasının ardından, Feuer,Anna ve Gedoumaru sağ tarafa doğru koşmaya başlıyorlar. Üçü de aralarındaki mesafeyi şimdilik koruyor. Alastor ise direkt olarak Sebastian’a doğru koşmaya başlıyor. Sebastian da cebinden birkaç bıçak çıkarıyor ve Alastor’a doğru hareket ediyor. Lulu,Alfred ve Mey-Rin de askerlerin üzerine doğru koşuyorlar. Herkesin bir yere dağılmasının ardından Uiola ile birlikte bahçenin orta yerinde kalıyorsunuz.
‘’Gladium Spei’’ diyor, sana yaklaşmakta olan Uiola. ‘’Benim kılıcımın adı bu. Genellikle umut taşıyan kılıç olarak bilinir gerçi. ‘’ diyor, yüzünde çocuksu bir gülümseme belirirken. ‘’Efsaneye göre insanlar kılıçları değil, kılıçlar insanları seçermiş. Bende de böyle oldu. Gladium Spei beni seçti.’’ Diye devam ediyor Uiola. Bu sözleri söyledikten sonra sana doğru yaklaşıp kılıcını kafana doğru savuruyor; fakat Uiola’nın bu hamlesini kolayca savuşturabiliyorsun. Saldırıyı savuşturmandan sonra Uiola geriye doğru zıplıyor ve konuşmasına devam ediyor: ‘’ Kılıcım seninki gibi lanetli bir kılıç. Riveyetlere göre,Gladium Spei’m kişi ne kadar umut dolu olursa ona o kadar iyi bir hayat vaat edermiş. Kullanıcısı ne kadar yaşam dolu olursa hayatı o kadar güzelleşirmiş. Bende de öyle oldu. Dışarıda o kadar berbat bir hayatım vardı ki, üstümde deney yaptıkları bu yer bile dışarısının yanında cennet gibiydi. Daha sonra umut etmeye devam ettim ve üstümde deney yapmayı bıraktılar. Bir gün gelecek, Phantom bana tamamen güvenecek ve yukarıda uzun süre kalmama izin verecek. O zaman hayatım daha da güzelleşecek. Ta ki öleceğim ana kadar. Elimdeki kılıcı kullananlar, tarih boyunca çok kötü bir şekilde ölmüşler.’’
Uiola, bu sözlerinden sonra kılıcını sana doğru doğrultuyor ve: ‘’ Senin kılıcın olan ağlayan kılıç ise sahibinin göz yaşlarından beslenir. Sen ne kadar çok acı yaşarsan o da o kadar sivrilir. Eğer o kılıcı kullanmaya devam edersen sevdiğin her şeyi kaybedeceksin.Lanet, korumak isteyeceğin hiçbir şey kalmayana kadar sürecek. Ya da bilmiyorum… Belki de çoktan her şeyini kaybetmişsindir ha? Söylesene kızıl saçlı abla,bugüne kadar neleri kaybettin? Nelerle yüzleşmek zorunda kaldın? Acını hemen sonlandırmamı ister misin?’’ diyor. Ardından da ikince kez üzerine doğru koşmaya başlıyor.
Ardından Feuer’e doğru dönen Uiola: ‘’Bu abla benim. Karışmayın sakın.’’ Diyor. Feuer bunu duyunca gülümsüyor. ‘’Tamam. Kapıyı kıran kadın ve eski dostumuzu da ben öldüreceğim o zaman. Kalanları da Alastor halleder.’’ Çocukların bu kısa konuşmasının ardından, Feuer,Anna ve Gedoumaru sağ tarafa doğru koşmaya başlıyorlar. Üçü de aralarındaki mesafeyi şimdilik koruyor. Alastor ise direkt olarak Sebastian’a doğru koşmaya başlıyor. Sebastian da cebinden birkaç bıçak çıkarıyor ve Alastor’a doğru hareket ediyor. Lulu,Alfred ve Mey-Rin de askerlerin üzerine doğru koşuyorlar. Herkesin bir yere dağılmasının ardından Uiola ile birlikte bahçenin orta yerinde kalıyorsunuz.
‘’Gladium Spei’’ diyor, sana yaklaşmakta olan Uiola. ‘’Benim kılıcımın adı bu. Genellikle umut taşıyan kılıç olarak bilinir gerçi. ‘’ diyor, yüzünde çocuksu bir gülümseme belirirken. ‘’Efsaneye göre insanlar kılıçları değil, kılıçlar insanları seçermiş. Bende de böyle oldu. Gladium Spei beni seçti.’’ Diye devam ediyor Uiola. Bu sözleri söyledikten sonra sana doğru yaklaşıp kılıcını kafana doğru savuruyor; fakat Uiola’nın bu hamlesini kolayca savuşturabiliyorsun. Saldırıyı savuşturmandan sonra Uiola geriye doğru zıplıyor ve konuşmasına devam ediyor: ‘’ Kılıcım seninki gibi lanetli bir kılıç. Riveyetlere göre,Gladium Spei’m kişi ne kadar umut dolu olursa ona o kadar iyi bir hayat vaat edermiş. Kullanıcısı ne kadar yaşam dolu olursa hayatı o kadar güzelleşirmiş. Bende de öyle oldu. Dışarıda o kadar berbat bir hayatım vardı ki, üstümde deney yaptıkları bu yer bile dışarısının yanında cennet gibiydi. Daha sonra umut etmeye devam ettim ve üstümde deney yapmayı bıraktılar. Bir gün gelecek, Phantom bana tamamen güvenecek ve yukarıda uzun süre kalmama izin verecek. O zaman hayatım daha da güzelleşecek. Ta ki öleceğim ana kadar. Elimdeki kılıcı kullananlar, tarih boyunca çok kötü bir şekilde ölmüşler.’’
Uiola, bu sözlerinden sonra kılıcını sana doğru doğrultuyor ve: ‘’ Senin kılıcın olan ağlayan kılıç ise sahibinin göz yaşlarından beslenir. Sen ne kadar çok acı yaşarsan o da o kadar sivrilir. Eğer o kılıcı kullanmaya devam edersen sevdiğin her şeyi kaybedeceksin.Lanet, korumak isteyeceğin hiçbir şey kalmayana kadar sürecek. Ya da bilmiyorum… Belki de çoktan her şeyini kaybetmişsindir ha? Söylesene kızıl saçlı abla,bugüne kadar neleri kaybettin? Nelerle yüzleşmek zorunda kaldın? Acını hemen sonlandırmamı ister misin?’’ diyor. Ardından da ikince kez üzerine doğru koşmaya başlıyor.
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
Gerçekten garip... East Blue'nun bilinmedik bir kasabasından edindiğim bu kılıcı tanıyan biriyle karşılaşmıştım. Bir anda kılıcımı aldığım gün geldi aklıma. Rafları incelerken bir anda görmüştüm onu, bir anda onu almak istemiştim ve gözüm diğer raflara ilişmemişti o andan sonra. O günden beri yanımdan ayırmadığım kılıcımı, hayatımda ilk defa gördüğüm biri tanıyordu. Çocuğa şaşkınlık içinde bu detayı nereden bildiğini sorduğumda, kılıçlarla ilgilendiğini ve her türlü kılıcı tanıyabileceğini belirtti. Dediğine göre kılıcımın bir hikayesi varmış. Beni şaşırtan bu konuşma devam ediyorken çocuk, kızıl saçlı kıza döndü ve ona benimle bizzat dövüşeceğini, karışmaması gerektiğini söyledi. O sırada hala kafam karışıktı, elimde tuttuğum kılıcıma baktım ve nasıl bir hikayeye sahip olabileceğini kestirmeye çalıştım. O sırada kızıl saçlı kız, Uiola'yı onaylayarak Anna ve Gedo'yu öldüreceğini, kalan diğer yarımızın icabına da kahverengi saçlı çocuğun bakacağını söyledi. Karşımızdaki üçlü gayet güçlü olmalıydı, tedbiri elden bırakmayacaktım.
Feuer'ın konuşmasının ardından herkes bir yere dağıldı. Gedo, Anna ve Feuer bir tarafa, Mey-Rin, Alfred ve Lulu bir tarafa, Sebastian ve Alastor bir tarafa. Yerimizden ayrılmayan tek ikili bizdik. Ondan bir açıklama bekliyordum. Çok geçmeden kız bana doğru yürümeye ve eş zamanlı olarak konuşmaya başladı. "Gladium Spei" Umut taşıyan kılıç anlamına gelen bu isim, kızın elinde tuttuğu kılıca aitmiş. Bana doğru yaklaşmakta olan kızı bir yandan dinliyor, bir yandan hareketlerini dikkatle izliyordum. ‘’Efsaneye göre insanlar kılıçları değil, kılıçlar insanları seçermiş. Bende de böyle oldu. Gladium Spei beni seçti.’’ Dedi Uoila. Yani, Gråt Gladius da beni mi seçmişti? Bir anlığına düşünmeye başladığım sırada kız kılıcını bana doğru savurdu. Bu hamleyi zorlanmadan savuşturdum, birkaç adım geri çekildim. Bunun üzerine o da birkaç adım geriye sıçradı ve konuşmasına devam etti.
Dediğine göre, ikimizin kılıcı da lanetliymiş. Tamam, bu adaya geldim geleli herkesten her şeyi bekliyorum, doğru. Arıya dönüşen bir dost, müthiş güçlü çocuklar, fazladan bir kolu olan askerler, hatta şuan önümdeki kız bir su aygırına dönüşse bile şaşırmam, ama lanetli kılıç da ne oluyordu? Daha önce hiç böyle bir şeyin olacağını düşünmemiştim. Kılıcıma bakıp hoşuma giden bir tavırla gülümsedim, ve daha fazla tepki vermeden kızı dinlemeye devam ettim. Dediğine göre. Onun umudu temsil eden kılıcına her kim sahip olursa, içindeki umut ona daha güzel bir hayat bahşedermiş. Bu durum onun için de geçerli olmuş. Umut etmeyi bırakmamış, buraya gelmeden önceki hayatı o kadar kötüymüş ki, kendisine deney yapıldığı zamanlardan cennet diye bahsedebilmişti. Yine de umut edip bu cennet diye adlandırdığı cehennemdem kurtulabilmiş, üzerinde deney yapmayı bırakmışlar. "Bir gün gelecek, Phantom bana tamamen güvenecek ve yukarıda uzun süre kalmama izin verecek. O zaman hayatım daha da güzelleşecek. Ta ki öleceğim ana kadar. Elimdeki kılıcı kullananlar, tarih boyunca çok kötü bir şekilde ölmüşler." Bu sözlerin ardından elimde olmadan öfkelenmiştim, kendisini bir köleye çeviren insana böyle derin bir bağlılık duymasındaki amacı anlayamıyordum. Konuşmaya başlayacağım sırada kız kılıcını bana doğrulttu ve sözlerine devam etti.
Gözyaşlarımdan beslenen bir kılıç. Yaşadığım acı dolu hadiselerden beslenen, ben ağladıkça güçlenen bir kılıç. Kızın dediğine göre kılıcımı taşıdığım müddetçe lanet devam edecekmiş, ve sonunda her şeyimi kaybedecekmişim. Bunları dedikten hemen sonra bana şuana kadar neler kaybettiğimi, nelerle yüzleştiğimi sordu. Bir anda duraksadım. "Bu zamana kadar birçok şey kaybettim, küçük kız. İnsanlar hayatımdan silinip giderken ben öylece izledim... Sevdiğim insanlar benden alınırken ben hiçbir şey yapamadım. Bazen de onları kaybetmemek için onlardan kaçtım, ama bir şey değişmedi. Çok şey kaybetmeme rağmen hala sevdiğim insanlar var. Hepsi şuanda size ışığı göstermek için savaşıyor. İçindeki umudu hayatını özgür yaşayabilmek için harca! Hayatını bir başkası için boş yere hiçe sayan biri karşıma geçip bana umuttan falan bahsedemez. Sen, köleliği kendi isteğiyle kabullenmiş bir çocuk, bana kaybedeceğimden bahsedemezsin. Her şeyini kaybeden kişi sensin, küçük kız!" Diyecek ve üstüme doğru gelen kıza koşup yeterince yaklaştığımda kılıcımı savuracaktım. Gücünü ölçmek için yaptığım bu saldırıyı karşılarsa var gücümle ona üstünlük kurmaya çalışacaktım.
Feuer'ın konuşmasının ardından herkes bir yere dağıldı. Gedo, Anna ve Feuer bir tarafa, Mey-Rin, Alfred ve Lulu bir tarafa, Sebastian ve Alastor bir tarafa. Yerimizden ayrılmayan tek ikili bizdik. Ondan bir açıklama bekliyordum. Çok geçmeden kız bana doğru yürümeye ve eş zamanlı olarak konuşmaya başladı. "Gladium Spei" Umut taşıyan kılıç anlamına gelen bu isim, kızın elinde tuttuğu kılıca aitmiş. Bana doğru yaklaşmakta olan kızı bir yandan dinliyor, bir yandan hareketlerini dikkatle izliyordum. ‘’Efsaneye göre insanlar kılıçları değil, kılıçlar insanları seçermiş. Bende de böyle oldu. Gladium Spei beni seçti.’’ Dedi Uoila. Yani, Gråt Gladius da beni mi seçmişti? Bir anlığına düşünmeye başladığım sırada kız kılıcını bana doğru savurdu. Bu hamleyi zorlanmadan savuşturdum, birkaç adım geri çekildim. Bunun üzerine o da birkaç adım geriye sıçradı ve konuşmasına devam etti.
Dediğine göre, ikimizin kılıcı da lanetliymiş. Tamam, bu adaya geldim geleli herkesten her şeyi bekliyorum, doğru. Arıya dönüşen bir dost, müthiş güçlü çocuklar, fazladan bir kolu olan askerler, hatta şuan önümdeki kız bir su aygırına dönüşse bile şaşırmam, ama lanetli kılıç da ne oluyordu? Daha önce hiç böyle bir şeyin olacağını düşünmemiştim. Kılıcıma bakıp hoşuma giden bir tavırla gülümsedim, ve daha fazla tepki vermeden kızı dinlemeye devam ettim. Dediğine göre. Onun umudu temsil eden kılıcına her kim sahip olursa, içindeki umut ona daha güzel bir hayat bahşedermiş. Bu durum onun için de geçerli olmuş. Umut etmeyi bırakmamış, buraya gelmeden önceki hayatı o kadar kötüymüş ki, kendisine deney yapıldığı zamanlardan cennet diye bahsedebilmişti. Yine de umut edip bu cennet diye adlandırdığı cehennemdem kurtulabilmiş, üzerinde deney yapmayı bırakmışlar. "Bir gün gelecek, Phantom bana tamamen güvenecek ve yukarıda uzun süre kalmama izin verecek. O zaman hayatım daha da güzelleşecek. Ta ki öleceğim ana kadar. Elimdeki kılıcı kullananlar, tarih boyunca çok kötü bir şekilde ölmüşler." Bu sözlerin ardından elimde olmadan öfkelenmiştim, kendisini bir köleye çeviren insana böyle derin bir bağlılık duymasındaki amacı anlayamıyordum. Konuşmaya başlayacağım sırada kız kılıcını bana doğrulttu ve sözlerine devam etti.
Gözyaşlarımdan beslenen bir kılıç. Yaşadığım acı dolu hadiselerden beslenen, ben ağladıkça güçlenen bir kılıç. Kızın dediğine göre kılıcımı taşıdığım müddetçe lanet devam edecekmiş, ve sonunda her şeyimi kaybedecekmişim. Bunları dedikten hemen sonra bana şuana kadar neler kaybettiğimi, nelerle yüzleştiğimi sordu. Bir anda duraksadım. "Bu zamana kadar birçok şey kaybettim, küçük kız. İnsanlar hayatımdan silinip giderken ben öylece izledim... Sevdiğim insanlar benden alınırken ben hiçbir şey yapamadım. Bazen de onları kaybetmemek için onlardan kaçtım, ama bir şey değişmedi. Çok şey kaybetmeme rağmen hala sevdiğim insanlar var. Hepsi şuanda size ışığı göstermek için savaşıyor. İçindeki umudu hayatını özgür yaşayabilmek için harca! Hayatını bir başkası için boş yere hiçe sayan biri karşıma geçip bana umuttan falan bahsedemez. Sen, köleliği kendi isteğiyle kabullenmiş bir çocuk, bana kaybedeceğimden bahsedemezsin. Her şeyini kaybeden kişi sensin, küçük kız!" Diyecek ve üstüme doğru gelen kıza koşup yeterince yaklaştığımda kılıcımı savuracaktım. Gücünü ölçmek için yaptığım bu saldırıyı karşılarsa var gücümle ona üstünlük kurmaya çalışacaktım.
Kiyora Victoria- Ödül Avcısı
- Mesaj Sayısı : 214
Kayıt tarihi : 17/01/16
Nerden : East Blue
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
Bu zamana kadar çok şey kaybettiğini söylediğinde,Uiola koşmayı kesiyor ve seni dinlemeye başlıyor. Konuşmanı bitirdiğinde, Uiola'nın oldukça öfkelendiğini fark ediyorsun. Kıpkırmızı gözlerini sana dikmiş, dişlerini sıkmış bir şekilde sana bakıyor. ''Sevdiklerini kaybetmiş olmanın acısı, onlarla yaşadığın güzel anıları silmiyor. Senin gibi dostları olan biri, doğduğu andan itibaren yalnız başına olmuş ve hayatın dikenli yollarında emekleye emekleye yürümeyi öğrenmiş olan bana ne yapacağımı söyleyemez. Ben her şeyimi kaybetmedim. Başından beri hiçbir şeyim yoktu zaten; fakat artık sahip olduğum şeyler var. Burada sana yenilmeyeceğim. Çünkü kılıcım beni daha iyi yerlere götürecek. Ne olursa olsun Yaşayacağım!Yaşayacağım! Yaşayacağım!'' diye bağırıyor Uiola. Ardından tekrardan üzerine doğru koşmaya başlıyor.
Bunun üzerine planladığın gibi onun üzerine koşuyor ve kılıcını ona doğru savuruyorsun. Aynı şekilde o da kılıcını sana doğru savuruyor ve kılıçlarınız çarpışıyor; fakat kılıçlarınızı tokuşturmanızın hemen ardından kılıcının çok büyük bir kuvvetle itildiğini hissediyorsun. Kuvvetten dolayı kılıcını tutmakta zorlanıyorsun.
Bunun üzerine planladığın gibi onun üzerine koşuyor ve kılıcını ona doğru savuruyorsun. Aynı şekilde o da kılıcını sana doğru savuruyor ve kılıçlarınız çarpışıyor; fakat kılıçlarınızı tokuşturmanızın hemen ardından kılıcının çok büyük bir kuvvetle itildiğini hissediyorsun. Kuvvetten dolayı kılıcını tutmakta zorlanıyorsun.
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
Sinirle söylediğim sözleri bitirmiş, ve kızın da konuşmalarımın ardından öfkelendiğini fark etmiştim. Gözlerini doğrudan bana diken kız, doğduğu andan beri yalnız olduğunu, bu yüzden hiçbir şey kaybetmediğini çünkü başından beri hiçbir şeye sahip olmadığını söyledi. Sözleri karşısında etkilenmiştim. Sahip olduğu şeyler olduğunu söylüyordu kız, neydi peki? Son olarak bana yenilmeyip yaşayacağını bağırarak dile getiren Uoila, bana doğru koşmaya başladı. Karşılıklı olarak birbirimize koşuyorduk, yeterli mesafeye geldiğim zaman kılıcımı ona doğru savurdum, o da aynı hamleyi yaptı ve böylece kılıçlarımız çarpıştı. O an güç konusunda, bu kızın benden daha üstün olduğunu anladım. Çünkü kılıcıma büyük bir baskı uyguluyordu, öyle ki kılıcımı tutmakta zorlanıyordum.
Kılıcımı, kızın kılıcından ayıracak ve hızla geriye sıçrayacaktım. Kıza saldırı zamanı tanımadan tekrar konuşmaya başlayacaktım; "Neden itaat ediyorsun Uoila?! Acı dolu yaşamını daha acı hatıralarla doldurmak için mi? Phantom seni kullanıyor, gözünü aç! Hayatın bu kadar değersiz değil, itaat etme!" Ardından hızla tekrar kıza doğru koşup kızın sol bacağına yatay bir kesiş hamlesi deneyecektim.
Kılıcımı, kızın kılıcından ayıracak ve hızla geriye sıçrayacaktım. Kıza saldırı zamanı tanımadan tekrar konuşmaya başlayacaktım; "Neden itaat ediyorsun Uoila?! Acı dolu yaşamını daha acı hatıralarla doldurmak için mi? Phantom seni kullanıyor, gözünü aç! Hayatın bu kadar değersiz değil, itaat etme!" Ardından hızla tekrar kıza doğru koşup kızın sol bacağına yatay bir kesiş hamlesi deneyecektim.
Kiyora Victoria- Ödül Avcısı
- Mesaj Sayısı : 214
Kayıt tarihi : 17/01/16
Nerden : East Blue
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
Zor da olsa kılıcını kızın kılıcından ayırıyor ve hızlı bir şekilde geriye doğru çekiliyorsun; fakat Uiola da hızla üzerine geliyor ve arayı açamıyorsun. Yine de konuşmaya başlayacağın sırada Uiola bir anda duruyor ve sözlerini söylemeni bekliyor. Konuşman bittikten sonra ''Burası, acı dolu yaşamımda verilen bir tür mola yeri gibi. Burada dönen her şeyin farkındayım. Yine de... burada mutluyum.'' diyor kısık bir ses tonu ile. Ardından tekrardan bağırıyor: ''İtaat etme diyorsun; fakat itaat etmeyenlere ne olduğunu bilmiyorsun. Phantom'un Akane'ye ne yaptığını bilmiyorsun. Uzun zaman önce kaçmayı denediğimizde neler olduğunu bilmiyorsun. Hem... bir şekilde buradan çıksam bile gidecek bir başka bir yerim yok. Kafamı karıştırmayı bırak!''
Uiola, sana bağırdıktan sonra tekrardan üzerine doğru koşmaya başlıyor. Aranızda yaklaşık dört metre var.
Uiola, sana bağırdıktan sonra tekrardan üzerine doğru koşmaya başlıyor. Aranızda yaklaşık dört metre var.
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
Kılıcımı, kızın kılıcından ayırmamın ardından geri çekilmiştim ama bunun üzerine Uoila boş durmayarak hızla bana doğru yaklaşmıştı. Aramızda fazla mesafe olmamasına rağmen yine de konuşmaya başladım ve beni dinledi. Sözlerimin ardından ise, burada dönen her şeyin farkında olduğunu, buna rağmen burada mutlu olduğunu söyledi. Uzun zaman önce Akane'ye olanları bilmiyormuşum, kaçmayı denediklerinde ne olduğunu bilmiyormuşum... Hem, itaat etmese bile gidecek bir yeri yokmuş.
Bana bağırdıktan sonra üzerime doğru koşan kıza, onun gibi bağırarak, "Her şeyi biliyorum! İnkar etsen bile deneylerin sana acı verdiğini de biliyorum. Ona kölelik etmek zorunda değilsin, burada benimle savaşan insanlar sizi özgür bırakmak için savaşıyor. Lütfen Uoila... Masumiyeti zorla elinden alınmış birine zarar vermek istemiyorum. Benimle gelirsin, olmaz mı? Beraber güneşi görebileceğimiz denizlere gideriz. Sadece... Kendine şuan bile zarar veriyor olmana katlanamıyorum! Bu karanlıkta kendine eziyet çektiriyor olmanı anlayamıyorum! Neden size yaptığı şeyler için o adamdan nefret etmiyorsun ki? Neden bu zamana kadar her şeye göz yumdun? Söylesene?! Biz buradayız, Uolia, artık göz yummak zorunda değilsin." Diyecektim ve üzerime doğru gelmekte olan kız bir saldırıda bulunursa kılıcımla durduracak, ama saldırmayacaktım. Sadece savunma pozisyonunda kalacak ve ondan bir cevap bekleyecektim.
Bana bağırdıktan sonra üzerime doğru koşan kıza, onun gibi bağırarak, "Her şeyi biliyorum! İnkar etsen bile deneylerin sana acı verdiğini de biliyorum. Ona kölelik etmek zorunda değilsin, burada benimle savaşan insanlar sizi özgür bırakmak için savaşıyor. Lütfen Uoila... Masumiyeti zorla elinden alınmış birine zarar vermek istemiyorum. Benimle gelirsin, olmaz mı? Beraber güneşi görebileceğimiz denizlere gideriz. Sadece... Kendine şuan bile zarar veriyor olmana katlanamıyorum! Bu karanlıkta kendine eziyet çektiriyor olmanı anlayamıyorum! Neden size yaptığı şeyler için o adamdan nefret etmiyorsun ki? Neden bu zamana kadar her şeye göz yumdun? Söylesene?! Biz buradayız, Uolia, artık göz yummak zorunda değilsin." Diyecektim ve üzerime doğru gelmekte olan kız bir saldırıda bulunursa kılıcımla durduracak, ama saldırmayacaktım. Sadece savunma pozisyonunda kalacak ve ondan bir cevap bekleyecektim.
Kiyora Victoria- Ödül Avcısı
- Mesaj Sayısı : 214
Kayıt tarihi : 17/01/16
Nerden : East Blue
6 sayfadaki 14 sayfası • 1 ... 5, 6, 7 ... 10 ... 14
Similar topics
» Kiyora Victoria
» Parlak zamanlar [Kiyora&Wiksax]
» [Envanter] Kiyora Victoria
» Pulau Menakutkan [Kiyora Victoria]
» Kızıl Kafalar (Rayl - Kiyora)
» Parlak zamanlar [Kiyora&Wiksax]
» [Envanter] Kiyora Victoria
» Pulau Menakutkan [Kiyora Victoria]
» Kızıl Kafalar (Rayl - Kiyora)
One Piece Rpg :: 4 Deniz Rp :: East Blue
6 sayfadaki 14 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz