Bir şey mi kaybettiniz? (Shingen-Clous-Kyrien)
4 posters
1 sayfadaki 8 sayfası
1 sayfadaki 8 sayfası • 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8
Bir şey mi kaybettiniz? (Shingen-Clous-Kyrien)
Sabahın ayazı, akşamın titreten serinliğinden kamaralarına, tok gürültünün eksik olmadığı kapalı güverte ve alt kattaki salonlara kaçan sabırsız yolcular için yüzü ısıtan öğlen güneşi bir lütuftu. Güneş tepeden batıya sarmış, kuzeyin dondurucu soğuğunu def ediyordu o gün. Kuzey Mavi’nin ünlü büyük yolcu gemisi Sabırlı Minerva’nın açık ön güvertesi hiç olmadığı kadar doluydu o gün. Uzun ve meşakkatli yolculuktan bıkan insanlar, tek bir bulutun dahi olmadığı bu güneşli öğlen saatini güverte korkuluklarından denizi tadarak geçiriyordu. Güvertedeki tüm banklar işgal edilmiş, korkuluklara yaslananlardan çok az boşluk kalmış, pruvaya çıkan merdiven basamaklarına dahi oturmuş yolcular vardı. Çocuklar neşeyle etrafta koşturuyor, yetişkinler geziniyor, ihtiyarlar sohbet ediyordu bu güneşli günün tadını çıkarırcasına. Kuzeydeki Terma adasından yola çıkan Minerva için, Numia adasına 10 gün sürmesi gereken yolculuk, çıkan fırtına yüzünden 2 gün uzamıştı ve Numia’ya en az bir günlük daha yollardı vardı.
Büyük gemideki kimi seçkin kişilerden, 250 yolcunun neredeyse tamamı güvertelere yayılmışken, gözcüden gelen uyarıyla irkildiler. Gözcü mürettebata sesleniyordu, “Ufukta bir karavel görünüyor!” Bağlamakta olduğu halatı gevşeten tayfa arkasına baktı, dümendeki yardımcı kaptan sakince sordu gözcüye: “Bandıra?” Gözcü öne eğilerek iyice görmeye çalıştı, sağ gözünü dürbüne gömecek gibiydi. Gördüğü sancak yutkunmasına neden oldu, siyah zeminde belirsiz iki beyaz nokta var gibiydi, bu mesafeden net seçilemiyordu ancak yardımcı kaptanına cevabını verecek kadarını anlamıştı: “Bandırasız…”
Bandırasız ifadesi, denizleri biraz olsun bilen tüm yolcuları tedirgin etmeye yetmişti; korsanlar…
Cracher kardeşler için oldukça sessiz ve hareketsiz bir gün olmuştu. Dünün soğuk esintilerinden sonra bugünkü öğlen sıcağı mayıştırmıştı küçük gemideki herkesi. Günlerdir karşılarına çıkmayan kara ve akşam ile sabahları dengesiz davranan denizin getirdiği sıkıntı tüm gemiye sinmiş gibiydi. Öğlen sıcağında esen serin rüzgar, küçük yelkenleri biraz olsun şişiriyordu. Küçük gemileri dalgalarla dans ederek kayıyordu su üstünde, hafif kütlesi kolayca hareket etmesini sağlıyordu, en güçsüz rüzgarda bile. Küçük gemiler hızlıdır, büyükler hantal. Deniz ise hızlı olanı sever.
Arka güverteden dümeni idare eden Titus ifadesizce ileri bakıyordu. Karşıdan gelen gemiyi görünce suratında belli belirsiz bir gülümseme geçti.
Pruva korkuluklarına sırtını dayamış halde duran Shingen, bir an için kaldırdığı gözlerine takılan ufuktaki karaltıya baktı. Büyükçe bir gemiye benziyordu.
Clous güvertede ağzındaki çivilerle oynarken sıçrayan yunusların gürültüsüne kulak kabartmıştı. Bir gündür peşlerindeydiler, gemiyle paralel ilerliyor, pruvanın önünden eksilmeden, sıçraya sıçraya yarışıyorlardı.
Büyük gemideki kimi seçkin kişilerden, 250 yolcunun neredeyse tamamı güvertelere yayılmışken, gözcüden gelen uyarıyla irkildiler. Gözcü mürettebata sesleniyordu, “Ufukta bir karavel görünüyor!” Bağlamakta olduğu halatı gevşeten tayfa arkasına baktı, dümendeki yardımcı kaptan sakince sordu gözcüye: “Bandıra?” Gözcü öne eğilerek iyice görmeye çalıştı, sağ gözünü dürbüne gömecek gibiydi. Gördüğü sancak yutkunmasına neden oldu, siyah zeminde belirsiz iki beyaz nokta var gibiydi, bu mesafeden net seçilemiyordu ancak yardımcı kaptanına cevabını verecek kadarını anlamıştı: “Bandırasız…”
Bandırasız ifadesi, denizleri biraz olsun bilen tüm yolcuları tedirgin etmeye yetmişti; korsanlar…
Cracher kardeşler için oldukça sessiz ve hareketsiz bir gün olmuştu. Dünün soğuk esintilerinden sonra bugünkü öğlen sıcağı mayıştırmıştı küçük gemideki herkesi. Günlerdir karşılarına çıkmayan kara ve akşam ile sabahları dengesiz davranan denizin getirdiği sıkıntı tüm gemiye sinmiş gibiydi. Öğlen sıcağında esen serin rüzgar, küçük yelkenleri biraz olsun şişiriyordu. Küçük gemileri dalgalarla dans ederek kayıyordu su üstünde, hafif kütlesi kolayca hareket etmesini sağlıyordu, en güçsüz rüzgarda bile. Küçük gemiler hızlıdır, büyükler hantal. Deniz ise hızlı olanı sever.
Arka güverteden dümeni idare eden Titus ifadesizce ileri bakıyordu. Karşıdan gelen gemiyi görünce suratında belli belirsiz bir gülümseme geçti.
Pruva korkuluklarına sırtını dayamış halde duran Shingen, bir an için kaldırdığı gözlerine takılan ufuktaki karaltıya baktı. Büyükçe bir gemiye benziyordu.
Clous güvertede ağzındaki çivilerle oynarken sıçrayan yunusların gürültüsüne kulak kabartmıştı. Bir gündür peşlerindeydiler, gemiyle paralel ilerliyor, pruvanın önünden eksilmeden, sıçraya sıçraya yarışıyorlardı.
En son North Blue Anlatıcı tarafından Çarş. 24 Şub. 2016, 01:03 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
North Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 184
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Bir şey mi kaybettiniz? (Shingen-Clous-Kyrien)
Marius yolunu bulmayı yine başarmıştı. Büyükçe bir gemiyi takip ediyordu. Geminin büyüklüğü suratındaki kasların gerilip gevşemesine sebep olmuştu. Sanki sırıtmış gibiydi bir anlığına. Sert, buyurgan ama yine de neşeli sayılabilecek bir ses ile tayfaya seslenecekti :Kuzenler, Hazırlanın! Soyacağız, çalacağız ve el koyacağız! Borç yiğidin kamçısıdır dedik. Kamçıyı altımıza çektik. Hadi hakkını verelim! Lejyon usulü bindirme yapamasak da Titus tarzı yağma yapacağız!
Kuzenlerini biraz gazlayıp hazır olmasını sağlayacaktı Marius. Günlerdir şu dümen başında durup bir bok bulamadan ilerlemek onu rahatsız ediyordu. Arkasında hissettiği borcun büyük yükü onu eziyordu. En kısa sürede parayı toplaması gerekliydi. Risk Al! Marius rüzgarın nefesini ruhunda hissediyordu. Denizlerin tanrısı onlardan yanaydı. Sağlam bir vurgun olması için dua edecekti. Çok inançlı bir insan olmasa da geleneklerine saygısı vardı. Güverteyi silmek için yakın zamanda çekilen su kovasından biraz tuzlu su alıp alnına sürecekti. Bunu yaparken Kamelot diyecekti hafif bir biçimde. Daha sonra tekrar dümen başına geçip gemiyi takip edip yaklaşacaktı. Yaklaşması çok uzun sürmezdi, sonuçta rüzgar onlardan yanaydı. Kuzenler, Sizce top ateşiyle gemide gedik açalım mı yoksa önce gidip adam gibi paralarını isteyelim mi? Birilerini öldürme havamda değilim çok.
Kuzenlerini biraz gazlayıp hazır olmasını sağlayacaktı Marius. Günlerdir şu dümen başında durup bir bok bulamadan ilerlemek onu rahatsız ediyordu. Arkasında hissettiği borcun büyük yükü onu eziyordu. En kısa sürede parayı toplaması gerekliydi. Risk Al! Marius rüzgarın nefesini ruhunda hissediyordu. Denizlerin tanrısı onlardan yanaydı. Sağlam bir vurgun olması için dua edecekti. Çok inançlı bir insan olmasa da geleneklerine saygısı vardı. Güverteyi silmek için yakın zamanda çekilen su kovasından biraz tuzlu su alıp alnına sürecekti. Bunu yaparken Kamelot diyecekti hafif bir biçimde. Daha sonra tekrar dümen başına geçip gemiyi takip edip yaklaşacaktı. Yaklaşması çok uzun sürmezdi, sonuçta rüzgar onlardan yanaydı. Kuzenler, Sizce top ateşiyle gemide gedik açalım mı yoksa önce gidip adam gibi paralarını isteyelim mi? Birilerini öldürme havamda değilim çok.
Misafir- Misafir
Geri: Bir şey mi kaybettiniz? (Shingen-Clous-Kyrien)
Kamçı ismindeki küçük geminin güvertesinde sıkılmış bir şekilde oturuyordu Clous. Ağzına aldığı üç, beş çivi ile oynuyordu. Bir hırsız olarak kendinden çok utanıyordu çünkü bu altındaki gemiyi borç ile almıştı. Borçlu bir hırsız olarak kendinden utanıyordu ama borcunu ödemeye de kararlıydı. Borcunu ödemek beyninin ona verdiği bir görevdi ve o asla böyle görevleri red edemiyordu. Ödemek zorunda olduğu için ödemeyecekti yani. Yada paranın kıymetini bildiği için. Paraya hiçbir zaman değer vermemişti o ve vermiyorduda hala. Hırsızlık onun için sadece bir hobiydi. İyi olduğu bir hobi. Dedesinin ona öğrettiği en eğlenceli şeydi. Şimdi birde hırsızlık üstüne korsanlık eklenmişti yine dedesi yüzünden. Dedesini çok seviyordu fakat bir o kadar da kıskanıyordu onu. Her zaman öndeydi Clous'tan. Denizlerde dolaşmaya bile önce o başlamıştı. Clous anca onu takip edebiliyordu.
İşte bu düşünceler ile gemisini takip eden yunusları izliyordu Clous. Tabi kuzeninin sesini duymadan hemen önceye kadar. Kuzeni tam olarak duymak istediklerini söylüyordu ona. "Soyacağız, çalacağız, el koyacağız" Şiir gibi geliyordu bu cümleler Clous'un kulağına. Borcuna sadık bir hırsız. İşte bu olacaktı Clous ve bunun için soyacaktı. Mayışıklığını üzerinden attıktan sonra ağzındaki çivilerle konuşmaya başladı. "Bir tane top ateşleyin bakalım ne yapacaklar"
İşte bu düşünceler ile gemisini takip eden yunusları izliyordu Clous. Tabi kuzeninin sesini duymadan hemen önceye kadar. Kuzeni tam olarak duymak istediklerini söylüyordu ona. "Soyacağız, çalacağız, el koyacağız" Şiir gibi geliyordu bu cümleler Clous'un kulağına. Borcuna sadık bir hırsız. İşte bu olacaktı Clous ve bunun için soyacaktı. Mayışıklığını üzerinden attıktan sonra ağzındaki çivilerle konuşmaya başladı. "Bir tane top ateşleyin bakalım ne yapacaklar"
Clous Cracher- Mesaj Sayısı : 237
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Bir şey mi kaybettiniz? (Shingen-Clous-Kyrien)
Adadan ayrıldığımızdan beri doğru düzgün bir soygun yapamamıştık. Kötü tarafım oldukça sıkılmıştı ve bu hal ve hareketlerime yansımaya başlamıştı ancak. Bu süre zarfında kendimi kontrol ederek büyük bir iş başarmıştım. İyi tarafımın da oldukça yardımı olmuştu hatta bu sürede kontrolü biraz ele alır gibi olmuştu ama her zaman ki gibi kötü tarafım kazanan olmuştu.
Boş boş dururken bile savaş halinde olmak oldukça garip hissettiriyordu. İyi ile kötünün savaşının içinizde devam ettiğini düşünsenize. Ben bu şekilde doğmuştum ve artık bu yaşama alışıktım. Gemide geçirdiğimiz zaman içerisinde kimi zaman iyi kimi zaman kötü olmuştum ama bu sıkıntı değildi çünkü etrafımdaki insanlar beni böyle tanıyordu ve değiştirmeye de çalışmıyorlardı.
Yolculuk ederken yine bir tartışmanın ortasındaydım. Kimin tartıştığını söylememe gerek yok sanırım. İyi tarafım yine kafamı ütülüyordu. '' Annem ile babamı özledim. Onları evde yalnız bıraktık lütfen şu saçmalığa son ver de bir an önce eve dönelim.'' diyerek yine ana kuzusu rolünü oynuyordu. Bu herifi hiç anlamayacaktım. Etrafta özgürce dolaşmak varken ve istediğini yapabilirken nedir bu bir yere bağlanma sevdası. İyi ki de anlamıyordum yoksa bunun gibi süt çocuğu olup kös kös evde otururdum. '' Kapa çeneni seni bebek. Sana daha kaç defa daha gereksiz konuşmamanı söyledim. Sabrımı fazla zorlama yoksa fena olur. Şimdi sus ve beni rahat bırak.'' diyerek tartışmaya son vermiştim. Bu tartışmayı kaç defa yaptığımı hatırlamıyordum ama lanet olası diğer kişiliğim beni rahat bırakmıyordu. Belki de vicdan yapmamı istiyordu ama ben vicdanımı çoktan terk etmiştim.
Sıcak tepemizden bizimle dalga geçerken birden kuzenimin sesini duymuştum. Garip garip bağırıyordu ama söylediği şeyler beni heyecanlandırmaya yetmişti. Galiba ufukta bir gemi görünmüştü. Hemen doğrulup etrafta nelerin olduğuna baktım. Gözlerim fal taşına dönmüştü. Yakınlarımızda bir gemi görünüyordu ve içinde soyulacak insanlar mevcuttu. Bu sıkıcı geçen günlerimizin son bulması demek oluyordu. İçimden oldukça sevinirken bizimkilerin tepkisi de gecikmemişti. Gemiye aldığımız topu ateşleyip ateşlemem konusunda tartışma dönüyordu. Abim gerekli emirleri vermiş ve topun ateşlenmesini istemişti.
Bütün bunlar olurken içimden bir canavar açığa çıkmak istercesine baskı kuruyordu. Bir an gelen bu baskıya yenik düşmüş ve kontrolü kaybetmiştim. ''Sakın topu ateşlemeyin sizi pislikler. O geminin içinde masum insanlar ve çocuklar var. Sakıııın topuuuuu ateşlemeyin.'' diyip kartlarını hazır hale getirmişti. İkinci kere topu ateşlemeyein derken gayet ciddi ve sinirli olduğunu vurgulamıştı. Tahmin edeceğiniz gibi bu naif olan Shingen idi. Masumlara zarar verilmesine izin vermeyen tipte birisiydi. Normalde uysal ve çekingen bir tiptir ama iş masumlara gelince bir canavara dönüşebiliyordu. Bu sırada ben de tekrar üstünlüğü ele geçirmeye çalışıyordum. Şu anda bu fırsatı tepecek değildim. O gemiyi soyup borcumuzu ödemeliydik ve o lanet heriflerin bizi öldürmesini engellemeliydik. İyi ile kötünün destansı savaşı son hız devam ediyordu. Bakalım kötü Shingen tekrar üstünlüğü ele alabilecek miydi?
Boş boş dururken bile savaş halinde olmak oldukça garip hissettiriyordu. İyi ile kötünün savaşının içinizde devam ettiğini düşünsenize. Ben bu şekilde doğmuştum ve artık bu yaşama alışıktım. Gemide geçirdiğimiz zaman içerisinde kimi zaman iyi kimi zaman kötü olmuştum ama bu sıkıntı değildi çünkü etrafımdaki insanlar beni böyle tanıyordu ve değiştirmeye de çalışmıyorlardı.
Yolculuk ederken yine bir tartışmanın ortasındaydım. Kimin tartıştığını söylememe gerek yok sanırım. İyi tarafım yine kafamı ütülüyordu. '' Annem ile babamı özledim. Onları evde yalnız bıraktık lütfen şu saçmalığa son ver de bir an önce eve dönelim.'' diyerek yine ana kuzusu rolünü oynuyordu. Bu herifi hiç anlamayacaktım. Etrafta özgürce dolaşmak varken ve istediğini yapabilirken nedir bu bir yere bağlanma sevdası. İyi ki de anlamıyordum yoksa bunun gibi süt çocuğu olup kös kös evde otururdum. '' Kapa çeneni seni bebek. Sana daha kaç defa daha gereksiz konuşmamanı söyledim. Sabrımı fazla zorlama yoksa fena olur. Şimdi sus ve beni rahat bırak.'' diyerek tartışmaya son vermiştim. Bu tartışmayı kaç defa yaptığımı hatırlamıyordum ama lanet olası diğer kişiliğim beni rahat bırakmıyordu. Belki de vicdan yapmamı istiyordu ama ben vicdanımı çoktan terk etmiştim.
Sıcak tepemizden bizimle dalga geçerken birden kuzenimin sesini duymuştum. Garip garip bağırıyordu ama söylediği şeyler beni heyecanlandırmaya yetmişti. Galiba ufukta bir gemi görünmüştü. Hemen doğrulup etrafta nelerin olduğuna baktım. Gözlerim fal taşına dönmüştü. Yakınlarımızda bir gemi görünüyordu ve içinde soyulacak insanlar mevcuttu. Bu sıkıcı geçen günlerimizin son bulması demek oluyordu. İçimden oldukça sevinirken bizimkilerin tepkisi de gecikmemişti. Gemiye aldığımız topu ateşleyip ateşlemem konusunda tartışma dönüyordu. Abim gerekli emirleri vermiş ve topun ateşlenmesini istemişti.
Bütün bunlar olurken içimden bir canavar açığa çıkmak istercesine baskı kuruyordu. Bir an gelen bu baskıya yenik düşmüş ve kontrolü kaybetmiştim. ''Sakın topu ateşlemeyin sizi pislikler. O geminin içinde masum insanlar ve çocuklar var. Sakıııın topuuuuu ateşlemeyin.'' diyip kartlarını hazır hale getirmişti. İkinci kere topu ateşlemeyein derken gayet ciddi ve sinirli olduğunu vurgulamıştı. Tahmin edeceğiniz gibi bu naif olan Shingen idi. Masumlara zarar verilmesine izin vermeyen tipte birisiydi. Normalde uysal ve çekingen bir tiptir ama iş masumlara gelince bir canavara dönüşebiliyordu. Bu sırada ben de tekrar üstünlüğü ele geçirmeye çalışıyordum. Şu anda bu fırsatı tepecek değildim. O gemiyi soyup borcumuzu ödemeliydik ve o lanet heriflerin bizi öldürmesini engellemeliydik. İyi ile kötünün destansı savaşı son hız devam ediyordu. Bakalım kötü Shingen tekrar üstünlüğü ele alabilecek miydi?
Shingen Cracher- Mesaj Sayısı : 161
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Bir şey mi kaybettiniz? (Shingen-Clous-Kyrien)
Gözcünün bandırasız nidasını duyan yolculardan bir kısmı tedirgin olmuş, çok azı panikle kamaralarına kaçmıştı bile. Yardımcı kaptan Calven, sakince gülümsüyordu sadece. Dümeni sabit tutmaya devam etti. Birkaç dakika önce sohbet sesleriyle dolu olan kıç güvertesi şimdi sadece mürettebatın mekanıydı. Arkalarından gelen karavelin neyin nesi olduğu henüz belli değildi. Gözcünün dediğinde göre siyah bayrakta iki beyazlık görünüyor gibiydi. Kuzey okyanusunda siyah bayrak kullanan herhangi bir ülkenin varlığını hatırlamıyordu Calven. Ya da kahrolası devasa okyanusun yüzlerce krallığından biriydi işte. Her birini aklında mı tutacaktı! Yine de temkinli olmak için yeterli sebepti bunlar. Arkasına baktığında hızlı karavelin daha da yaklaştığını gördü ve direğin tepesinden sinir bozucu gözcünün sesini duydu yine: “Efendim, bunlar korsan! Siyah zeminde iki zar ve tepelerinde kurukafalar!”
Evet, gerçekten de yolcuların paniklemesi gerekiyormuş. Gözcüye başını salladı, gözcü dürbününe geri döndü. O ise gelen geminin küçüklüğünü düşünerek gülümsüyordu. Aptallar, acemiler, sersemler, ahmaklar diye geçiriyordu içinden. Sabırlı Minerva’nın bu korsan dolu denizde 13 yıl nasıl seyahat edebildiğini hiç mi duymamıştı bunlar? Küçücük karavele kaç adam sığdırabilirlerdi ki böyle büyük bir yolcu gemisine sancak indirmeden yanaşabiliyorlardı. Bugün Calven için keyifli geçecekti anlaşılan, düşündükçe düşünüyordu bu acemileri. O düşüncelere dalmış gülümseyerek dümeni sabit tutarken güverte merdivenlerinde kaptan belirdi, hızla güverteye tırmandı ve tayfanın tekinden dürbünü kapıverdi rızasını bile almadan. Adam yana doğru yalpalayıp korkuluklara tutundu ve merakla ileri baktı, kaptanının bu umarsız tavırlarına alışkın sıradan bir tayfaydı. “Herkes silah başına, topları hazırlayın, yan yelkenleri açın, ipleri gerin hemen!” Şimdi güvertede birkaç meraklı yolcudan baka kimse kalmamış, tayfalar sağa sola koşturuyordu emirler üzerine. Ciddiyetini bozmayan kaptan, genç yardımcı kaptanına baktı öfkeyle: “Ne bok yemeye burada duruyorsun hala deniz sıçanı seni, neden derhal emir vermedin!? Senden bir halt olmayacağını defalarca söyledim o hergeleye, yine de beni senle cezalandırdı kahrolasıca!” Genç yardımcı kaptanı kenara itti ve dümeni biraz sola kırdı. Calven’in gözlerinde bir öfke belirmişti, “Alt tarafı bir karavel kaptan, ne olabilir ki!?” Kaptan Jarven hiddetle döndü tecrübesiz yardımcısına: “Bir zamanlar ufacık bir karavelde seyahat eden bir avuç insanın tüm dünyayı sarstığıyla ilgili hikayeler duymadın mı hiç?” Duymuştu, ancak böyle masallar onu sadece güldürüyordu. Bu ihtiyarın bazen çok ciddileştiğini anladı tekrar, başıyla selam verip güverte toplarını teftişe gitti.
…
“Luna Olivie… Ah! Yine bu lanet ismi hatırladım! Senin adın Oliver lanet olası! Oliver! Gaddar Oliver” Ön güverteden bağrışmaları duyunca merakla inmişti ana güverteye Olivie. Koşturan tayfanın tekine sorduğunda korsanlar yanıtını almıştı. Munzurca gülümsüyordu şimdi güvertede topların dolduruluşunu ve tayfanın silahlanışını izledikçe. “Korsanlar ha, bunu beklemiyordum işte. Gaddar Oliv-aah! Oliver’ın gazabından kaçamayacaksınız! Huhuhuhu!” Kuzeye nam salmış ödül avcısı Luna Olivie keyifle gülümsüyordu gittikçe yaklaşan karavele baktıkça.
Annesinin ona taktığı Luna isminden nefret ediyordu, kız ismiydi bu. Olivie ise gaddar bir ödül avcısı için fazla kibardı. Güzel yüzünü saran altın sarısı saçları ve bunların arasından safir gibi parıldayan masmavi gözleriyle pek gaddar birine de benzemiyordu. Kahrolası arkadaşları çok alay ederdi onunla, hatırladıkça ismine lanetler okurdu. Herkese kendini Gaddar Oliver diye tanıtsa da aklından hiç çıkaramadığı asıl ismini sürekli istemsizce telaffuz ettiğinden, herkes onu Luna Olivie olarak bilirdi. Birçok adanın denizci bürosunda bile bu huyuyla alay konusu olmuştu, getirdiği korsan cesetlerini bıraktıktan sonra parasını alana dek onların alaylarıyla uğraşırdı. Birkaç denizci erini pataklardı hemen her teslimatta. Gelen enayilerin kaç milyonluk olduğuyla ilgili tahminler yapıyordu beklerken; 10, 15, belki de 20 milyon beli! Geçen aylarda öldürdüğü 16 milyonluk Kaptan Ruben’i hatırladı bir an. Nasıl da zorlamıştı hergele! Yaraları çoğalırken şakağına yediği koca mermiyle beyni duvara saçılmıştı piç kurusunun. Kumarhaneye gelmek için çok yanlış günü seçmişti. O dağılmış kafasıyla onun Ruben olduğunu kanıtlamak için kırk takla atmıştı denizci bürosunda. Sonunda onla eğlendiklerini anladığında yine birkaç eri pataklamış ve rahatlamıştı.
Kot pantolonun üstüne bıraktığı uzun beyaz gömleğini bir pistol kemeriyle tutturmuştu beline. Kemerden sarkan iki koca pistolü dokuzar büyük mermi alıyordu, bunların şiddetinden ejder derisi bile nasibini alabilirdi. En azından o herkese böyle anlatıyordu. Bacağında sakladığı bıçakları ve sararak kalçasının üstüne astığı kamçısıyla rakiplerine aman vermeyen biriydi.
Olivie (Oliver dedik ya kahrolası, Oliver!)… Gaddar Oliver(Bak bu oldu işte), tüm bunları düşünüp dalmışken aniden gelen top sesiyle yerinden fırladı. Gülle tam da altındaki top mazgalının sağına gelmişti. “Lanet acemiler!” Küçük karavelin güvertesine baktı, üç hergele sağa sola koşturuyordu ve hiçbiri tanıdık gelmedi. Hayal kırıklığı yaşadı bir an. Küçük karavele büyük gemiden gülleler yağar ve her yanına delikler açarken iyice bakındı, başka kimse yoktu. Bu sersem korsanlar ciddi olamazdı. “Üç kişi mi? Geri zekalılar, üç kişiyle mi geldiniz yani?” Sağ elini alnına vurdu sertçe: “Bana akıllısı denk gelmezdi zaten! Ah be, çok da parasızdım bu aralar! Aptallar sizi, bunu hak ettiniz” İki pistolünü de çekti ve güvertede kaçışan kirli sakallıya kurşun yağdırdı, yanağını sıyıran şeyin ne olduğunu merak etmemişti bile. Can havliyle atılmış bir şey işte, zaten ölecekler. Kirli sakallı sersem omzuna, sol baldırına ve karın boşluğuna birer kurşun yemişti bile. Şimdi güvertede kıvranıyor ve sürünüyordu, ona yardıma gelen ihtiyar kaşkollünün de yaralı olduğunu gördü ve bir an merhamet hissetti. Kahrolası Gaddar Oliver’a ne oldu birden? Pistolleri kınlarına koyup arkasını döndü ve güverte içlerine ilerledi, yanağını ısıtan kanı sildi. Ne fırlatmıştı ki bu herif böyle.
…
Jarven küçük gemide sadece üç kişi olduğunu görünce rahatlamıştı, aniden bindirme yapıp topu ateşlemişlerdi ve gemiye yanaşmaya çalışıyorlardı. Calven’e haksızlık ettiğini düşündü, gülmemek için zor tutuyordu kendini. Calven ateş emri verdiğinde ufacık geminin her yanı deliklerle dolmuştu ve hazır kıta bekleyen silahlı 21 tayfa daha tek mermi bile yakmamıştı. Şimdi üçü de bir tarafa koşturuyordu top güllelerinden kaçabilmek için. Tayfasından birkaçı mermi benzeri şeylere hedef olarak düşmüştü şimdiden. Gemi cephesine saplanmış kızıl bir şey dikkatini çekti, sonra bu yassı şeylerden birçoğunu gördü. Minerva birkaç gülleye hedef olmuştu, ancak bu koca gemi için böyle küçük delikler bir hiçti tabi ki, rahatlıkla onarılabilirdi. Anlaşılan bu acemiler o kadar da boş değildi, ama yine de gemileri batmak üzereydi ve hala güllere hedef oluyordu.
Sonra güvertede mermilerle cebelleşen koyu giyimliye baktı, bu kadar seri ateş eden tayfa üyesi olduğunu hatırlamıyordu kaptan, soluna baktı. Şu sarışın hergeleydi ateş eden. Koyu giyimli kirli sakallıyı yere sermişti bile. Ardından ona yardıma gelen orta yaşlı adamı gördü, yaralanmış arkadaşını sürüyerek güllelerden uzağa çekmeye çalışıyordu. Kendisi de yaralıydı. Başlıklı genç ise hala sağlam halde koşturuyordu etrafta, gemiye bir şeyler fırlatıyordu. Kaptan bir anlığına acıma hissetti...
Gemiye ödül avcısı almanın işlerine yarayacağını biliyordu, hep yarardı. 13 yıl böyle sağ tutmuştu biricik gemisi Minerva’yı. Ancak bu kez ona bile gerek yoktu, bu korsanlar inanılamayacak kadar acemiydi ve hiçbir strateji üretmeden, doğrudan saldırmışlardı kendi gemilerinin üç katı büyüklükte kalabalık bir gemiye. Calven’in sırıtışını gördü, bir anlığına utandı ve gülümsedi yardımcısına. Sonra tüfeklerin ateşi için emir verdi. Ardı ardına ateşlenen mermilerin sesi bir müzik oluşturuyordu havada, yarısı dökülmüş karavelin tahta ve demirlerine çarptıkça da bir başka müzik. “Calven, direği indirin!” diye bağırdı yardımcısına ve bir baş işaretiyle karşılık aldı. Zincirle bağlı iki küçük gülle, topun içine tıkıştırılıyordu şimdi. Bunlar yapılırken top ateşi kesilmiyordu, büyük geminin alt katı ve güvertesinden gülleler yağıyordu soldan bindiren küçük karavele. Güllelerin çoğu boşa sekip denize düşse de, gemiye denk gelenler büyük hasar bırakıyordu. Ancak direk hala ayaktaydı ve korsanlar hala kaçabilirdi. Jarven bu ahmak korsanlara acımayla bakarken Calven’den topun hazır olduğunu belirten işaret geldi…
Kaptan Jarven
Sabırlı Minerva
Luna Olivi-pardon-Gaddar Oliver
Karavelde Son durum:
Rp out:
Evet, gerçekten de yolcuların paniklemesi gerekiyormuş. Gözcüye başını salladı, gözcü dürbününe geri döndü. O ise gelen geminin küçüklüğünü düşünerek gülümsüyordu. Aptallar, acemiler, sersemler, ahmaklar diye geçiriyordu içinden. Sabırlı Minerva’nın bu korsan dolu denizde 13 yıl nasıl seyahat edebildiğini hiç mi duymamıştı bunlar? Küçücük karavele kaç adam sığdırabilirlerdi ki böyle büyük bir yolcu gemisine sancak indirmeden yanaşabiliyorlardı. Bugün Calven için keyifli geçecekti anlaşılan, düşündükçe düşünüyordu bu acemileri. O düşüncelere dalmış gülümseyerek dümeni sabit tutarken güverte merdivenlerinde kaptan belirdi, hızla güverteye tırmandı ve tayfanın tekinden dürbünü kapıverdi rızasını bile almadan. Adam yana doğru yalpalayıp korkuluklara tutundu ve merakla ileri baktı, kaptanının bu umarsız tavırlarına alışkın sıradan bir tayfaydı. “Herkes silah başına, topları hazırlayın, yan yelkenleri açın, ipleri gerin hemen!” Şimdi güvertede birkaç meraklı yolcudan baka kimse kalmamış, tayfalar sağa sola koşturuyordu emirler üzerine. Ciddiyetini bozmayan kaptan, genç yardımcı kaptanına baktı öfkeyle: “Ne bok yemeye burada duruyorsun hala deniz sıçanı seni, neden derhal emir vermedin!? Senden bir halt olmayacağını defalarca söyledim o hergeleye, yine de beni senle cezalandırdı kahrolasıca!” Genç yardımcı kaptanı kenara itti ve dümeni biraz sola kırdı. Calven’in gözlerinde bir öfke belirmişti, “Alt tarafı bir karavel kaptan, ne olabilir ki!?” Kaptan Jarven hiddetle döndü tecrübesiz yardımcısına: “Bir zamanlar ufacık bir karavelde seyahat eden bir avuç insanın tüm dünyayı sarstığıyla ilgili hikayeler duymadın mı hiç?” Duymuştu, ancak böyle masallar onu sadece güldürüyordu. Bu ihtiyarın bazen çok ciddileştiğini anladı tekrar, başıyla selam verip güverte toplarını teftişe gitti.
…
“Luna Olivie… Ah! Yine bu lanet ismi hatırladım! Senin adın Oliver lanet olası! Oliver! Gaddar Oliver” Ön güverteden bağrışmaları duyunca merakla inmişti ana güverteye Olivie. Koşturan tayfanın tekine sorduğunda korsanlar yanıtını almıştı. Munzurca gülümsüyordu şimdi güvertede topların dolduruluşunu ve tayfanın silahlanışını izledikçe. “Korsanlar ha, bunu beklemiyordum işte. Gaddar Oliv-aah! Oliver’ın gazabından kaçamayacaksınız! Huhuhuhu!” Kuzeye nam salmış ödül avcısı Luna Olivie keyifle gülümsüyordu gittikçe yaklaşan karavele baktıkça.
Annesinin ona taktığı Luna isminden nefret ediyordu, kız ismiydi bu. Olivie ise gaddar bir ödül avcısı için fazla kibardı. Güzel yüzünü saran altın sarısı saçları ve bunların arasından safir gibi parıldayan masmavi gözleriyle pek gaddar birine de benzemiyordu. Kahrolası arkadaşları çok alay ederdi onunla, hatırladıkça ismine lanetler okurdu. Herkese kendini Gaddar Oliver diye tanıtsa da aklından hiç çıkaramadığı asıl ismini sürekli istemsizce telaffuz ettiğinden, herkes onu Luna Olivie olarak bilirdi. Birçok adanın denizci bürosunda bile bu huyuyla alay konusu olmuştu, getirdiği korsan cesetlerini bıraktıktan sonra parasını alana dek onların alaylarıyla uğraşırdı. Birkaç denizci erini pataklardı hemen her teslimatta. Gelen enayilerin kaç milyonluk olduğuyla ilgili tahminler yapıyordu beklerken; 10, 15, belki de 20 milyon beli! Geçen aylarda öldürdüğü 16 milyonluk Kaptan Ruben’i hatırladı bir an. Nasıl da zorlamıştı hergele! Yaraları çoğalırken şakağına yediği koca mermiyle beyni duvara saçılmıştı piç kurusunun. Kumarhaneye gelmek için çok yanlış günü seçmişti. O dağılmış kafasıyla onun Ruben olduğunu kanıtlamak için kırk takla atmıştı denizci bürosunda. Sonunda onla eğlendiklerini anladığında yine birkaç eri pataklamış ve rahatlamıştı.
Kot pantolonun üstüne bıraktığı uzun beyaz gömleğini bir pistol kemeriyle tutturmuştu beline. Kemerden sarkan iki koca pistolü dokuzar büyük mermi alıyordu, bunların şiddetinden ejder derisi bile nasibini alabilirdi. En azından o herkese böyle anlatıyordu. Bacağında sakladığı bıçakları ve sararak kalçasının üstüne astığı kamçısıyla rakiplerine aman vermeyen biriydi.
Olivie (Oliver dedik ya kahrolası, Oliver!)… Gaddar Oliver(Bak bu oldu işte), tüm bunları düşünüp dalmışken aniden gelen top sesiyle yerinden fırladı. Gülle tam da altındaki top mazgalının sağına gelmişti. “Lanet acemiler!” Küçük karavelin güvertesine baktı, üç hergele sağa sola koşturuyordu ve hiçbiri tanıdık gelmedi. Hayal kırıklığı yaşadı bir an. Küçük karavele büyük gemiden gülleler yağar ve her yanına delikler açarken iyice bakındı, başka kimse yoktu. Bu sersem korsanlar ciddi olamazdı. “Üç kişi mi? Geri zekalılar, üç kişiyle mi geldiniz yani?” Sağ elini alnına vurdu sertçe: “Bana akıllısı denk gelmezdi zaten! Ah be, çok da parasızdım bu aralar! Aptallar sizi, bunu hak ettiniz” İki pistolünü de çekti ve güvertede kaçışan kirli sakallıya kurşun yağdırdı, yanağını sıyıran şeyin ne olduğunu merak etmemişti bile. Can havliyle atılmış bir şey işte, zaten ölecekler. Kirli sakallı sersem omzuna, sol baldırına ve karın boşluğuna birer kurşun yemişti bile. Şimdi güvertede kıvranıyor ve sürünüyordu, ona yardıma gelen ihtiyar kaşkollünün de yaralı olduğunu gördü ve bir an merhamet hissetti. Kahrolası Gaddar Oliver’a ne oldu birden? Pistolleri kınlarına koyup arkasını döndü ve güverte içlerine ilerledi, yanağını ısıtan kanı sildi. Ne fırlatmıştı ki bu herif böyle.
…
Jarven küçük gemide sadece üç kişi olduğunu görünce rahatlamıştı, aniden bindirme yapıp topu ateşlemişlerdi ve gemiye yanaşmaya çalışıyorlardı. Calven’e haksızlık ettiğini düşündü, gülmemek için zor tutuyordu kendini. Calven ateş emri verdiğinde ufacık geminin her yanı deliklerle dolmuştu ve hazır kıta bekleyen silahlı 21 tayfa daha tek mermi bile yakmamıştı. Şimdi üçü de bir tarafa koşturuyordu top güllelerinden kaçabilmek için. Tayfasından birkaçı mermi benzeri şeylere hedef olarak düşmüştü şimdiden. Gemi cephesine saplanmış kızıl bir şey dikkatini çekti, sonra bu yassı şeylerden birçoğunu gördü. Minerva birkaç gülleye hedef olmuştu, ancak bu koca gemi için böyle küçük delikler bir hiçti tabi ki, rahatlıkla onarılabilirdi. Anlaşılan bu acemiler o kadar da boş değildi, ama yine de gemileri batmak üzereydi ve hala güllere hedef oluyordu.
Sonra güvertede mermilerle cebelleşen koyu giyimliye baktı, bu kadar seri ateş eden tayfa üyesi olduğunu hatırlamıyordu kaptan, soluna baktı. Şu sarışın hergeleydi ateş eden. Koyu giyimli kirli sakallıyı yere sermişti bile. Ardından ona yardıma gelen orta yaşlı adamı gördü, yaralanmış arkadaşını sürüyerek güllelerden uzağa çekmeye çalışıyordu. Kendisi de yaralıydı. Başlıklı genç ise hala sağlam halde koşturuyordu etrafta, gemiye bir şeyler fırlatıyordu. Kaptan bir anlığına acıma hissetti...
Gemiye ödül avcısı almanın işlerine yarayacağını biliyordu, hep yarardı. 13 yıl böyle sağ tutmuştu biricik gemisi Minerva’yı. Ancak bu kez ona bile gerek yoktu, bu korsanlar inanılamayacak kadar acemiydi ve hiçbir strateji üretmeden, doğrudan saldırmışlardı kendi gemilerinin üç katı büyüklükte kalabalık bir gemiye. Calven’in sırıtışını gördü, bir anlığına utandı ve gülümsedi yardımcısına. Sonra tüfeklerin ateşi için emir verdi. Ardı ardına ateşlenen mermilerin sesi bir müzik oluşturuyordu havada, yarısı dökülmüş karavelin tahta ve demirlerine çarptıkça da bir başka müzik. “Calven, direği indirin!” diye bağırdı yardımcısına ve bir baş işaretiyle karşılık aldı. Zincirle bağlı iki küçük gülle, topun içine tıkıştırılıyordu şimdi. Bunlar yapılırken top ateşi kesilmiyordu, büyük geminin alt katı ve güvertesinden gülleler yağıyordu soldan bindiren küçük karavele. Güllelerin çoğu boşa sekip denize düşse de, gemiye denk gelenler büyük hasar bırakıyordu. Ancak direk hala ayaktaydı ve korsanlar hala kaçabilirdi. Jarven bu ahmak korsanlara acımayla bakarken Calven’den topun hazır olduğunu belirten işaret geldi…
Kaptan Jarven
- Spoiler:
Sabırlı Minerva
- Spoiler:
Luna Olivi-pardon-Gaddar Oliver
- Spoiler:
Gözlüksüz, kemer ve silahlı halini düşünün.
Karavelde Son durum:
- Spoiler:
Clous ağır yaralı, üç kurşun ve biraz şarapnel isabet etti.
Titus şarapnellerle hafif yaralı, bacağı hafif aksıyor.
Shingen sağlam durumda.
Gemi çok ağır hasar aldı, güllelerin çoğu üst kısma isabet ettiği için henüz ciddi su almıyor. Direk ve dümen sağlam durumda, yelkenler kullanılablir halde. Bu şekilde durgun denizde birkaç gün daha dayanır.
Rp out:
- Spoiler:
- Lütfen biraz daha temkinli, karakterinizin hakkını vererek oynayın. RP'de yazılan detayları iyi irdeleyin ve GM'in size sunduğu seçenekleri değerlendirerek hareket edin.
Teşekkürler, iyi oyunlar
North Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 184
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Bir şey mi kaybettiniz? (Shingen-Clous-Kyrien)
Bizimkilerin kanı kaynıyordu. Kuzenim gaza gelmiş ve gemiye saldırmak istediğini belirtmişti. Bayadır gemide bulunan abim ise her zaman ki soğukkanlılığını kaybetmiş ve bir anlığına gaza gelip saldırı emrini vermişti. Böyle bir gemiye bu kadar kişiyle saldırmak tam bir acemilikti ve denize açıldığımız ilk macerada bu şekilde bir hata yapmıştık. Dedemiz olsaydı bizi sakinleştirir ve mantıklı düşünmemizi söylerdi. Bize öğretilen ilk şeyler sabır ve karşı tarafı iyi özetleyebilmekti. Yani karşı tarafın zayıf ve güçlü yönlerini belirleyip zayıf noktalarına odaklanmaktı.
Topu ateşlemeyin dememe rağmen bu gayretim sonuçsuz kalmıştı. Topun ateşlenmesiyle birlikte şoka uğramıştım. Kana ve savaşa karşı olan bakış açım belliydi. Ben barış ve huzur isteyen birisiydim fakat şu anda savaşın tam ortasına düşmüştüm. Yapacak pek bir şeyim kalmamıştı. Bu durumda kenarda ağlamaktan başka yapacak bir şeyim yoktu. Biz saldırdıktan sonra karşı taraftan da taarruz hamlesi gelmişti. Toplar ve mermiler ardı ardına üzerimize yağıyordu. Sayıca üstünlük onlardaydı, gemi üstünlüğü onlardaydı , top üstünlüğü ve geri kalan her şeyde üstünlerdi. Buna rağmen savaş başlatmak oldukça düşüncesizceydi.
Etrafa iyice baktığımda abimin oldukça ağır yaralandığını görmüştüm. Vücuduna üç kurşun isabet etmişti ve savaşacak durumda değildi. Kuzenim ise çok da ağır olmayan bir yara almıştı. Bundan sonra savaşacak durumumuz hiç yoktu yapılacak en mantıklı şey kaçmak olacaktı. Abim kaptandı ama şu andan itibaren komutayı devralmak zorunda hissediyordum. Hemen iyi tarafıma ''Seni lanet olası böyle bir zamanda niye öne çıkıyorsun. Çabuk geri çekil ve dümeni ele almama izin ver. Şu anda seninle uğraşacak zamanım yok.'' diyerek oldukça sinirli bir şekilde konuşacaktım. ''Tamam, tamam işler kontrolden çıktı zaten, bizi sağ salim ailemize götür başka bir şey istemiyorum.'' cevabı almış ve tekrardan özgürlüğüme kavuşmuştum. Şu merhametli çocuğu bir an önce ortadan kaldırmam gerek yoksa beni oldukça zor durumda bırakacaktı.
Etrafa baktığımda ise gemimizin suda yüzebilecek bir konumda olduğunu fark etmiştim. Bir an önce buradan uzaklaşmalı ve daha fazla hasar almamalıydık. Yapılacak şey en yakın adaya inip yaralarımızı sarmak olacaktı. Hemen kuzenim Marius'a dönüp ''Hadi kuzen çabuk gemiyi en yakın adaya götür ve şu lanet gemiden olabildiğince uzaklaş.'' Yerde yatan abime ise ''Kendini fazla zorlama pislik herif. Olduğun yerde kal ve daha fazla kan kaybetme bizi bu durumdan çıkaracağım.'' sözleriyle biraz olsun destek verecektim. Abimi severdim ama bunu belli etmezdim. Şimdi ise onu kurtarmak için elimden geleni yapmalıydım. Sahip olduğum tek kişi oydu. Dedemden sonra abimden de ayrılmak istemiyordum. Bu sırada ben de karşımızdaki gemiye çok da isabetli olmayan saldırılar yapacaktım. Amacım onları vurmak değildi sadece Kuzenimi koruıyarak onun da ağır yaralanmasını engellemek olacaktı. Kendimi ise siper alabilecek bir yere konumlandıracaktım. Sonrasında ise rakibe güvenli bir şekilde saldırılar yapacaktım. Bu cehennemden bir an önce çıkmak ilk amacımız olacaktı. Bakalım nasıl bir tepkiyle karşılaşacaktık.
Topu ateşlemeyin dememe rağmen bu gayretim sonuçsuz kalmıştı. Topun ateşlenmesiyle birlikte şoka uğramıştım. Kana ve savaşa karşı olan bakış açım belliydi. Ben barış ve huzur isteyen birisiydim fakat şu anda savaşın tam ortasına düşmüştüm. Yapacak pek bir şeyim kalmamıştı. Bu durumda kenarda ağlamaktan başka yapacak bir şeyim yoktu. Biz saldırdıktan sonra karşı taraftan da taarruz hamlesi gelmişti. Toplar ve mermiler ardı ardına üzerimize yağıyordu. Sayıca üstünlük onlardaydı, gemi üstünlüğü onlardaydı , top üstünlüğü ve geri kalan her şeyde üstünlerdi. Buna rağmen savaş başlatmak oldukça düşüncesizceydi.
Etrafa iyice baktığımda abimin oldukça ağır yaralandığını görmüştüm. Vücuduna üç kurşun isabet etmişti ve savaşacak durumda değildi. Kuzenim ise çok da ağır olmayan bir yara almıştı. Bundan sonra savaşacak durumumuz hiç yoktu yapılacak en mantıklı şey kaçmak olacaktı. Abim kaptandı ama şu andan itibaren komutayı devralmak zorunda hissediyordum. Hemen iyi tarafıma ''Seni lanet olası böyle bir zamanda niye öne çıkıyorsun. Çabuk geri çekil ve dümeni ele almama izin ver. Şu anda seninle uğraşacak zamanım yok.'' diyerek oldukça sinirli bir şekilde konuşacaktım. ''Tamam, tamam işler kontrolden çıktı zaten, bizi sağ salim ailemize götür başka bir şey istemiyorum.'' cevabı almış ve tekrardan özgürlüğüme kavuşmuştum. Şu merhametli çocuğu bir an önce ortadan kaldırmam gerek yoksa beni oldukça zor durumda bırakacaktı.
Etrafa baktığımda ise gemimizin suda yüzebilecek bir konumda olduğunu fark etmiştim. Bir an önce buradan uzaklaşmalı ve daha fazla hasar almamalıydık. Yapılacak şey en yakın adaya inip yaralarımızı sarmak olacaktı. Hemen kuzenim Marius'a dönüp ''Hadi kuzen çabuk gemiyi en yakın adaya götür ve şu lanet gemiden olabildiğince uzaklaş.'' Yerde yatan abime ise ''Kendini fazla zorlama pislik herif. Olduğun yerde kal ve daha fazla kan kaybetme bizi bu durumdan çıkaracağım.'' sözleriyle biraz olsun destek verecektim. Abimi severdim ama bunu belli etmezdim. Şimdi ise onu kurtarmak için elimden geleni yapmalıydım. Sahip olduğum tek kişi oydu. Dedemden sonra abimden de ayrılmak istemiyordum. Bu sırada ben de karşımızdaki gemiye çok da isabetli olmayan saldırılar yapacaktım. Amacım onları vurmak değildi sadece Kuzenimi koruıyarak onun da ağır yaralanmasını engellemek olacaktı. Kendimi ise siper alabilecek bir yere konumlandıracaktım. Sonrasında ise rakibe güvenli bir şekilde saldırılar yapacaktım. Bu cehennemden bir an önce çıkmak ilk amacımız olacaktı. Bakalım nasıl bir tepkiyle karşılaşacaktık.
Shingen Cracher- Mesaj Sayısı : 161
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Bir şey mi kaybettiniz? (Shingen-Clous-Kyrien)
Yediği kurşunlarla kendine gelmişti Clous. Haydut kuzeninin etkisiyle bir an için gaza gelmiş ve dedesinin tüm hırsızlık öğretilerini boş vermişti. Hatasını anladığında ise iş işten çoktan geçmiş, göğsüne kurşun yemişti. Kendine kurşun sıkan sarışına bir adet çivi göndermeyi başarsada vuramamıştı. Şimdi ise ayakta dracak gücü kalmamıştı. Yere düşerken ağzındaki kana bulanmış çivileri de kusmak zorunda kalmıştı. Epey bir borcun altına girerek aldıkları geminin top atışlarına maruz kalmasını o geminin içinden izliyordu. Daha kötüsü eğer üstüne bir top gelecek olsa muhtemelen ölüp kalırdı.
Bu ortamda beraber olduğu kişilerim de güvenliğinden emin değildi. Kardeşi ve kuzeni. Onların nasıl olduğunu da merak ediyordu. Kardeşi, kardeşi Shingen yüzemezdi. Gemi batarsa ölürdü. Tam o anda birşet hissetmeye başlamıştı. Birisi onu sürüklüyordu. Alexsander. Yani kuzeni onu kurtarmak için çabalıyordu. O anda kalan gücüyle konuşmaya başlayacaktı. "Beni... Beni boşver. Shingen'i kurtar... İkiniz kaçın..."
Top atışlarının olduğu bölgeden biraz kaçıp kardeşini sapasağlam gördükten sonra biraz rahatlamıştı Clous. Alexsander'a kendisini bırakmasını işaret ettikten sonra öylece yatma başlamıştı yerde. O yorgunluk ve halsizlik içinde tüm gücünü toplayarak bir emir daha verecekti tayfasına. "Peşlerinden gitmeyi bırakın. Gemiyi çevirin ve kaçarken merhamet etmeleri için dua edin."
Bu ortamda beraber olduğu kişilerim de güvenliğinden emin değildi. Kardeşi ve kuzeni. Onların nasıl olduğunu da merak ediyordu. Kardeşi, kardeşi Shingen yüzemezdi. Gemi batarsa ölürdü. Tam o anda birşet hissetmeye başlamıştı. Birisi onu sürüklüyordu. Alexsander. Yani kuzeni onu kurtarmak için çabalıyordu. O anda kalan gücüyle konuşmaya başlayacaktı. "Beni... Beni boşver. Shingen'i kurtar... İkiniz kaçın..."
Top atışlarının olduğu bölgeden biraz kaçıp kardeşini sapasağlam gördükten sonra biraz rahatlamıştı Clous. Alexsander'a kendisini bırakmasını işaret ettikten sonra öylece yatma başlamıştı yerde. O yorgunluk ve halsizlik içinde tüm gücünü toplayarak bir emir daha verecekti tayfasına. "Peşlerinden gitmeyi bırakın. Gemiyi çevirin ve kaçarken merhamet etmeleri için dua edin."
Clous Cracher- Mesaj Sayısı : 237
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Bir şey mi kaybettiniz? (Shingen-Clous-Kyrien)
KAÇMAK MI? SİZ ÇILDIRDINIZ MI? Hayır, Marius Alexsander Titus ünlü bir generalin ismini almıştı.Gerçi nüfus memuru yanlış yazmıştı ama yine de kaçmaya niyeti yoktu. PARAYA İHTİYACI VAR ÇÜNKÜ. Karşılarındaki devasa gemi bu parayı rahatlıkla çıkartabilirdi. Marius hırsız değildi. Hayır çok şey olabilirdi ama insanları adice soyan bir hırsız değildi kuzenlerinin aksine. O bir kabadayıydı, eşkıyaydı. Onun kütüphanesinde kaçmakla ilgili bir kitap yoktu. Taşaklı bir adamdı. En azından olmayı deniyordu. Kuzenini sürüklerken sağa sola küfrediyordu. En çok da onların kaçma düşüncesinde olmasına sövüyordu. Dümenin başına geçip gemiyi en yakın adaya doğru sürecekti. Diğer yolculuğunda olan gibi köle olmak istemiyordu. Yine de bu kaçtığı anlamına gelmiyordu. Sadece taktiksel dinlenme molası alıyordu. Geri basarken silahını ateşlemeyi unutmayacaktı. İçi daha önceden doldurulmuş kaliteli silahıyla bir el ateş edecekti önemli görünümlü, kasıntı duran herhangi birine karşı ardından tornistan! Diğer gemiye korkmadığını anlatmak için bağıracaktı da Şimdilik geri çekiliyor olabilirim ama yine geleceğim. Burnuma kadar borca battım. Ya ben öldüreceğim ya da ben öldürüleceğim. Paraya ihtiyacım var lan orospu çocukları! Bırakın da ağız tadıyla Lejyon nasıl yağmalar görün. Adam mısınız lan siz? Babanızın kemiklerini sikeyim. Bunları oldukça özgüvenli ve sert söylese de gemiyle kaçmaya ara vermemişti. Korkak dümenci, ben onun cibiliyetini sikeyim.
Misafir- Misafir
Geri: Bir şey mi kaybettiniz? (Shingen-Clous-Kyrien)
Kaptan Jarven, işareti alır almaz ateş emri verdi ancak karavel ardından esen rüzgarla öyle ani bir manevra yaptı ki o an ateşlenen birçok gülle boşluğa fırlayıverdi. Zincirli gülle ise direği ıskalayıp karavelin arka güvertesine çarparak içeri girmişti. Küçük ve hızlı karavel hızla uzaklaşırken güverteden neşe dolu bir kahkaha yükseldi. Gülen şu çatlak ödül avcısı Oliver’dı. “Azrail mi diyorlardı buna? Canlı bırakan Azrail mi olur, heh!” Jarven rahatlamıştı şimdi, Calven’e bir el işaretiyle toparlanmasını söyledi dümenin başına geçerken. Karavel rüzgarı arkasına almış hızla uzaklaşırken, arkalarından ateşlenen birkaç gülle daha denize düşmüştü.
Minerva’nın yan yelkenleri indirildi ve geminin hızı düşürüldü, bu güneşli denizin tadını çıkararak varacaklardı Numia’ya…
…
Karaveldeki tek sağlam kişi Shingen hiddetle bağırmıştı kuzeni Marius’a: ''Hadi kuzen çabuk gemiyi en yakın adaya götür ve şu lanet gemiden olabildiğince uzaklaş.'' Ardından kanlar içinde yatan kardeşine bazı telkinlerde bulundu ve küçük gemileri uzaklaşırken onları kollamayı da ihmal etmedi.
Kaptan Clous, Oliver’dan gelen insafsız kurşunlarla üç yerinden vurulmuştu. Şans ondan yana olmalıydı ki omuz ve bacak gibi hayati olmayan yerlerinden almıştı kurşunların ikisini. Karnına gelen mermi ise hiçbir organını parçalamadan boşluktan geçip gitmişti öylece. Şimdi üç yarasından da sıcak kanlar güverteye akarken tayfasına var gücüyle seslenip emir verdi: “Peşlerinden gitmeyi bırakın. Gemiyi çevirin ve kaçarken merhamet etmeleri için dua edin."
Marius ise bu mağlubiyeti hazmedememiş halde küfürler savurarak dümene geçti ve ani manevralarla geminin alacağı ölümcül darbeden kurtardı tayfasını. Gemiyi götürürken Minerva’ya küfürler savuruyordu acemi korsan: “Şimdilik geri çekiliyor olabilirim ama yine geleceğim. Burnuma kadar borca battım. Ya ben öldüreceğim ya da ben öldürüleceğim. Paraya ihtiyacım var lan orospu çocukları! Bırakın da ağız tadıyla Lejyon nasıl yağmalar görün. Adam mısınız lan siz? Babanızın kemiklerini sikeyim." Tek eliyle dümeni deli gibi çevirirken, diğer elindeki silahıyla Minerva’ya karavana mermiler atıyordu…
Karavel’in gidebileceği tek ada vardı önlerinde, o da Minerva’nın da gittiği Numia adasıydı. Bu hızlı gemiyle bir gün bitmeden yetişirlerdi. Arkalarından şiddetli rüzgar eserse yarım günde bile varabilirlerdi belki. Öğlen sonrası rüzgarı ise esmeye başlamıştı bile.
Numia, Kuzey Mavi’nin tanınmış, büyük adalarındandı. Nüfusu kalabalık iki şehri, ufak birkaç kasabası ve içlerde köyleri vardı. Kuzeydoğuya bakan en büyük şehrin limanı, şehrin kendisi tarafından sarılmış büyükçe bir taş limandı. Minerva gibi büyük yolcu gemileri de oraya demirlerdi. Ancak limana yakın bir denizci üssü vardı ve limanda da sürekli denizci erleri bulunur, bir de ufak gemileri demirlemiş halde beklerdi.
O limanın birkaç mil batısındaki ufak kasabanın da bir balıkçı limanı vardı. Küçük limana küçük gemiler demirlerdir çoğu zaman. Burada erzak depolar, ihtiyaçlarını giderir ve diğer adalara devam ederlerdi.
Kasaba halkı huzurlu, sakin ve neşeli insanlardı…
Rp out:
Minerva’nın yan yelkenleri indirildi ve geminin hızı düşürüldü, bu güneşli denizin tadını çıkararak varacaklardı Numia’ya…
…
Karaveldeki tek sağlam kişi Shingen hiddetle bağırmıştı kuzeni Marius’a: ''Hadi kuzen çabuk gemiyi en yakın adaya götür ve şu lanet gemiden olabildiğince uzaklaş.'' Ardından kanlar içinde yatan kardeşine bazı telkinlerde bulundu ve küçük gemileri uzaklaşırken onları kollamayı da ihmal etmedi.
Kaptan Clous, Oliver’dan gelen insafsız kurşunlarla üç yerinden vurulmuştu. Şans ondan yana olmalıydı ki omuz ve bacak gibi hayati olmayan yerlerinden almıştı kurşunların ikisini. Karnına gelen mermi ise hiçbir organını parçalamadan boşluktan geçip gitmişti öylece. Şimdi üç yarasından da sıcak kanlar güverteye akarken tayfasına var gücüyle seslenip emir verdi: “Peşlerinden gitmeyi bırakın. Gemiyi çevirin ve kaçarken merhamet etmeleri için dua edin."
Marius ise bu mağlubiyeti hazmedememiş halde küfürler savurarak dümene geçti ve ani manevralarla geminin alacağı ölümcül darbeden kurtardı tayfasını. Gemiyi götürürken Minerva’ya küfürler savuruyordu acemi korsan: “Şimdilik geri çekiliyor olabilirim ama yine geleceğim. Burnuma kadar borca battım. Ya ben öldüreceğim ya da ben öldürüleceğim. Paraya ihtiyacım var lan orospu çocukları! Bırakın da ağız tadıyla Lejyon nasıl yağmalar görün. Adam mısınız lan siz? Babanızın kemiklerini sikeyim." Tek eliyle dümeni deli gibi çevirirken, diğer elindeki silahıyla Minerva’ya karavana mermiler atıyordu…
Karavel’in gidebileceği tek ada vardı önlerinde, o da Minerva’nın da gittiği Numia adasıydı. Bu hızlı gemiyle bir gün bitmeden yetişirlerdi. Arkalarından şiddetli rüzgar eserse yarım günde bile varabilirlerdi belki. Öğlen sonrası rüzgarı ise esmeye başlamıştı bile.
Numia, Kuzey Mavi’nin tanınmış, büyük adalarındandı. Nüfusu kalabalık iki şehri, ufak birkaç kasabası ve içlerde köyleri vardı. Kuzeydoğuya bakan en büyük şehrin limanı, şehrin kendisi tarafından sarılmış büyükçe bir taş limandı. Minerva gibi büyük yolcu gemileri de oraya demirlerdi. Ancak limana yakın bir denizci üssü vardı ve limanda da sürekli denizci erleri bulunur, bir de ufak gemileri demirlemiş halde beklerdi.
O limanın birkaç mil batısındaki ufak kasabanın da bir balıkçı limanı vardı. Küçük limana küçük gemiler demirlerdir çoğu zaman. Burada erzak depolar, ihtiyaçlarını giderir ve diğer adalara devam ederlerdi.
Kasaba halkı huzurlu, sakin ve neşeli insanlardı…
Rp out:
- Spoiler:
- Clous'un acilen tedavi edilmesi lazım, iki gün daha dayanamaz bu yaralarla. Seyehat halindeyken yaralarına bakılmalı ve kan akışı durdurulmalı. Varacağınız yerde tedavi edilmeli.
Gemi tamir edilmeli, bu şekilde bir daha denize açılırsa kısa sürede batar.
Titus'un da ufak bir tedaviye ihtiyacı var.
North Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 184
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Bir şey mi kaybettiniz? (Shingen-Clous-Kyrien)
"Peşlerinden gitmeyi bırakın. Gemiyi çevirin ve kaçarken merhamet etmeleri için dua edin." Bir erkek ve bir korsan olarak utanç duymalıydı. Ama duymuyordu. Hırsızlığa yaraşır hareket etmişti. Asıl utanç duyduğu şey ilk başta verdiği karardı. Hırsızlığa hiç yakışmıyordu. Fakat dersini almıştı. Bir kez daha böyle bir şey yapmayacaktı. Dedesinin hırsızlık öğretilerinden çıkmayacaktı. Bu olay da Clous'un kulağına iyi küpe olacaktı daima
Şimdilik tehlikeyi atlatmış gibi görünüyorlardı. En azından emrindeki adamları yani kardeşini ne kuzenini kurtarabilmişti. Kendisi ise biraz daha kötü durumdaydı. Aslında kendisinin gemi Kamçı ile aynı kaderi paylaştığını söylemek daha doğru olurdu. İkisi de ağır yaralı/hasarlı idi ve ikisinin de acil bakımdan/tedaviden geçmesi gerekiyordu. Bu halde ikisinin de ne kadar dayanacağı meçhuldü.
Fakat bu halde de olsa pes etmeyecekti. Beyninin "Bu halde asla doğrulamazsın" demesine inat kendini yerde sürükleyerek sırtını bir yere verecek ve en azından oturuş pozisyonuna geçecekti. Evet tam doğrulmuş sayılmazdı ama en azından beyninin bu meydan okumasına karşı berabere diyebileceği yeterlilikteydi. Bu halde bile beyninin ona karşı söylediği meydan okumaları kabul ediyordu.
Sırtını dayamış otururken Alexsander'in bağırmalarını duyabiliyordu. Kendini kandırıyordu kuzeni. Tüküren adam bunları çoktan aşmıştı artık. Şimdi ise rotacı kuzenine yeni emrini vermeliydi. "Bayrağı indir ve bizi adaya en güvenli yoldan ulaştır."
Clous Cracher- Mesaj Sayısı : 237
Kayıt tarihi : 17/01/16
1 sayfadaki 8 sayfası • 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8
Similar topics
» Hırsızlığın Amacı [Clous-Shingen ]
» Dorobo no Kyoudai [Clous&Shingen&John]
» Hırsızlığın Amacı 2: Beş Bölgenin Tanrısı [Clous-Shingen ]
» Kyrien Jack | Saldırılar
» [Karne] Kyrien Jack
» Dorobo no Kyoudai [Clous&Shingen&John]
» Hırsızlığın Amacı 2: Beş Bölgenin Tanrısı [Clous-Shingen ]
» Kyrien Jack | Saldırılar
» [Karne] Kyrien Jack
1 sayfadaki 8 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz