Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
2 posters
One Piece Rpg :: 4 Deniz Rp :: East Blue
4 sayfadaki 14 sayfası
4 sayfadaki 14 sayfası • 1, 2, 3, 4, 5 ... 9 ... 14
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
Seni dinlerken Liva'nın saçları ile uğraşmaya devam eden Gedoumaru, sana soğuk bir ses tonuyla ''Hmmmm'' demekle yetiniyor. Ardından da Kedicik'e seslenip ondan her şeyi tam olarak anlatmasını isiyor. Bunun üzerine krakerleri dizmeyi bırakan Kedicik konuşmaya başlıyor: ''Kedicik ile beraber merdivenlerin yakınına saklanmıştık ve yukarı çıkmak için bir fırsat arıyorduk. O sırada kızıl saçlı bir abi fiyoraa fiyoraa diye bağırarak içeriye daldı. Askerleri döverek bayağı bir ilerledi.Sonrasını tam bilmiyorum; fakat diğer çocukların dediğine göre onu durdurmak için Altılılar'dan iki kişi gerekmiş.Neyse, o abi sayesinde kapıdaki askerler bayağı bir azaldı. Biz de kedicik ile beraber dışarı koştuk. Aaaa, güneşi görmeyi istiyordum; fakat takım elbiseli aslancık gördüğüm şeyin güneş yerine Fay olduğunu söyledi.Ne? Fay değil de Ay mı? Hayır kedicik, Fay o, fay!''
Kedicik konuşmasını bitirdikten sonra Gedoumaru bir hışımla bulunduğu yerden kalkıyor ve Kedicik'in yanına geliyor. Ardından da iki eli ile Kedicik'in yanaklarını kavradıktan sonra başını Kedicik'İn başına dayıyor ve: ''Salak mısın sen? Ne halt yemeye dışarı çıkmaya çalıştın? Öldürüleceğini bilmiyor muydun? Canına mı susadın?'' diye bağırıyor. Kedicik ''a..ama, ama...'' diye konuşmaya çalışacağı sırada ise Gedoumaru olayı daha da büyütüyor ve ''Aması falan yok. Cezalısın. Bir hafta dışarı çıkmayacaksın. Çıkarsan seni bulurlar.'' diye bağırıyor.
Bunun üzerine Kedicik, elleri ile kulaklarını tıkıyor ve daha önceki inilti seslerine benzeyen bir ses çıkarıyor. Bir yandan bu sesi çıkarırken bir yandan da konuşmaya çalışıyor: ''Ama, ama Kedicik sizi duyduğ.. Liva abla ile konuşmanızı duyduğ. Fazla vaktim kalmadığını, Kedicik'in vaktimi tükettiğini söylüyordunuz duyduğm ben sizi hep. Vaktim az kaldı diye de çıkıp güneşi görmek istedim ne var ki? Gedo abla, artık beni sevmiyor musun yoksa, çok mu kızdın bana?''
Kedicik'in bu sözleri üzerine elindeki sopayı düşüren Gedoumaru, önce birkaç adım geriye çekiliyor. Bu sırada az önce sopasını kavradığı sağ kolunun şiddetle titrediğini fark ediyorsun. Bunu diğerleri de fark etmiş olacak ki üçünüz ve odadaki diğer çocuklar gözlerini Gedoumaru'ya dikiyor. Bunun üzerine Gedoumaru koşarak sizi bırakıyor ve sağ taraftaki kapıdan içeri giriyor.
Gedoumaru'nun gitmesinin ardından Liva ellerini çırpıyor ve: ''Tamam. Hadi herkes yatağına bakalım. Hadi Armi, Chi, Kedicik,Renge. Çabuk, çabuk! İlk uyuyana kahvaltıda kraker yerine naneli şeker vereceğim ona göre.'' diyor. Bunun üzerine dört çocuk, soldaki kapıdan içeri giriyor ve yataklarına gidiyorlar.
Çocukların gitmesinin ardından önünüze oturan Liva, dibindeki krakerlerden birkaç tanesini ağzına atıyor ve: Iyk, bunların son kullanma tarihi geçmiş. diyor. Ardından da sana dönüp: Eğer Altılılardan iki kişiye ve diğer askerlere karşı savaştıysa çoktan ölmüştür.Onu unut ve fırsatın varken evine dön. diyor. Ardından ağzına birkaç kraker daha atıyor ve konuşmasına devam ediyor: Gerçi Kedicik doğru söylüyorsa onu hayatta bırakmış da olabilirler. En az altılılar kadar güçlü biri Phantom için iyi bir deney malzemesi olur. Bilmiyorum, arkadaşın yaşasa bile onu geri alamazsın. Buraya geldiğinize göre bir tür araca sahip olmalısınız.Ona binin ve yol yakınken geri dönmeye çalışın. diyor Liva.
Kedicik konuşmasını bitirdikten sonra Gedoumaru bir hışımla bulunduğu yerden kalkıyor ve Kedicik'in yanına geliyor. Ardından da iki eli ile Kedicik'in yanaklarını kavradıktan sonra başını Kedicik'İn başına dayıyor ve: ''Salak mısın sen? Ne halt yemeye dışarı çıkmaya çalıştın? Öldürüleceğini bilmiyor muydun? Canına mı susadın?'' diye bağırıyor. Kedicik ''a..ama, ama...'' diye konuşmaya çalışacağı sırada ise Gedoumaru olayı daha da büyütüyor ve ''Aması falan yok. Cezalısın. Bir hafta dışarı çıkmayacaksın. Çıkarsan seni bulurlar.'' diye bağırıyor.
Bunun üzerine Kedicik, elleri ile kulaklarını tıkıyor ve daha önceki inilti seslerine benzeyen bir ses çıkarıyor. Bir yandan bu sesi çıkarırken bir yandan da konuşmaya çalışıyor: ''Ama, ama Kedicik sizi duyduğ.. Liva abla ile konuşmanızı duyduğ. Fazla vaktim kalmadığını, Kedicik'in vaktimi tükettiğini söylüyordunuz duyduğm ben sizi hep. Vaktim az kaldı diye de çıkıp güneşi görmek istedim ne var ki? Gedo abla, artık beni sevmiyor musun yoksa, çok mu kızdın bana?''
Kedicik'in bu sözleri üzerine elindeki sopayı düşüren Gedoumaru, önce birkaç adım geriye çekiliyor. Bu sırada az önce sopasını kavradığı sağ kolunun şiddetle titrediğini fark ediyorsun. Bunu diğerleri de fark etmiş olacak ki üçünüz ve odadaki diğer çocuklar gözlerini Gedoumaru'ya dikiyor. Bunun üzerine Gedoumaru koşarak sizi bırakıyor ve sağ taraftaki kapıdan içeri giriyor.
Gedoumaru'nun gitmesinin ardından Liva ellerini çırpıyor ve: ''Tamam. Hadi herkes yatağına bakalım. Hadi Armi, Chi, Kedicik,Renge. Çabuk, çabuk! İlk uyuyana kahvaltıda kraker yerine naneli şeker vereceğim ona göre.'' diyor. Bunun üzerine dört çocuk, soldaki kapıdan içeri giriyor ve yataklarına gidiyorlar.
Çocukların gitmesinin ardından önünüze oturan Liva, dibindeki krakerlerden birkaç tanesini ağzına atıyor ve: Iyk, bunların son kullanma tarihi geçmiş. diyor. Ardından da sana dönüp: Eğer Altılılardan iki kişiye ve diğer askerlere karşı savaştıysa çoktan ölmüştür.Onu unut ve fırsatın varken evine dön. diyor. Ardından ağzına birkaç kraker daha atıyor ve konuşmasına devam ediyor: Gerçi Kedicik doğru söylüyorsa onu hayatta bırakmış da olabilirler. En az altılılar kadar güçlü biri Phantom için iyi bir deney malzemesi olur. Bilmiyorum, arkadaşın yaşasa bile onu geri alamazsın. Buraya geldiğinize göre bir tür araca sahip olmalısınız.Ona binin ve yol yakınken geri dönmeye çalışın. diyor Liva.
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
Rayl hakkında olanları anlattığımda Gedo, soğuk bir ifadeyle "Hmm" demekle yetindi. Hemen ardından Kedicik'e dönüp olan her şeyi anlatmasını istedi. Bunun üstüne küçük kız anlatmaya başladı. Dediğine göre, yukarı çıkmak için merdivenin yakınına saklandığı sırada kızıl saçlı biri içeri dalmış. "Fiyora" diye bağırıyormuş, ama "Kiyora" olduğunu anlamak güç değil. Askerleri döve döve ilerlemiş, sonrası hakkında da pek bir fikri yokmuş. "...diğer çocukların dediğine göre onu durdurmak için Altılılar'dan iki kişi gerekmiş.Neyse, o abi sayesinde kapıdaki askerler bayağı bir azaldı..." Rayl hakkında verdiği bilgi bu kadardı. Daha sonra ben, Sebastian ve Lulu'nun da bildiği şeyleri anlattı. Rayl'ın hayatta olduğuna inanıyordum. En azından, öyle olmalıydı. Onu kaybetmek istemiyordum ve bir şekilde bana ihtiyacı varsa, orada olacaktım. Altılılar diye adı geçen grup hakkında hiçbir fikrim yoktu. Belki de Gedo'ya sormalıydım.
Kedicik'in konuşmasından sonra Gedo hızla yerinden kalkıp kızın yanaklarını elleriyle kavradıktan sonra biraz daha yakınına gelerek, onu bu yaptığı şey konusunda sertçe azarladı. Öldürülebilirmiş bile, dışarı çıkması çok tehlikeli bir şeymiş herhalde. Ya biz orada olmasaydık...? Kedicik kendini anlatmak için konuşmaya başlayacağı sırada Gedo buna izin vermedi ve yine sert bir tavırla, ''Aması falan yok. Cezalısın. Bir hafta dışarı çıkmayacaksın. Çıkarsan seni bulurlar.'' Diyerek bağırdı. Küçük kıza biraz fazla sert davranmıştı, yine de karışmak hiçbirimize düşmezdi. Kedicik öncekine benzer inilti sesleri çıkarmaya başladı birden. Elleri kulaklarında, Gedo ile konuşmaya çalıştı; "Ama, ama Kedicik sizi duyduğ.. Liva abla ile konuşmanızı duyduğ. Fazla vaktim kalmadığını, Kedicik'in vaktimi tükettiğini söylüyordunuz duyduğm ben sizi hep. Vaktim az kaldı diye de çıkıp güneşi görmek istedim ne var ki? Gedo abla, artık beni sevmiyor musun yoksa, çok mu kızdın bana?'' Küçük kızın masumluğu beni bile üzmüştü. Hem... Fazla vaktinin kalmadığını söyleyerek ne demeye çalışmıştı ki? Pek bir şey anlamamıştım ama kız hiç de şaka yapıyora benzemiyordu.
Kedicik'in konuşmasının ardından Gedo, elindeki dikenli sopayı yere düşürdü ve bir süre olduğu yerde kaldı. Sağ kolunun titrediğini farketmek hiç de zor olmuyordu. Belli ki Kedicik'in söylediği şeyler gerçekti. Ama nasıl? Sorun ne olabilirdi ki? Ben bunları düşündüğüm sırada Gedo koşarak sağ taraftaki kapıdan içeri girdi. Durumun ne olduğunu öğrenmek isterdim. Gedo'nun gidişinin ardından Liva, ellerini çırparak çocuklara yataklara geçmesini söyledi. Uyku saatleri gelmiş olmalıydı. Liva'nın isteği üzerine çocuklar, soldaki kapıdan geçip gittiler.
Artık odada Liva, ben Lulu ve Mey-Rin dışında kimse kalmamıştı. Çocukların üst üste dizdiği krakerlerden birkaç tanesini ağzına attı Liva, söylediğine göre krakerlerin son kullanma tarihi geçmiş. Armi bu krakerleri mi yiyordu yani? Her neyse... Kraker muhabbetinden sonra Liva birden bire konuya girdi; "Eğer Altılılardan iki kişiye ve diğer askerlere karşı savaştıysa çoktan ölmüştür.Onu unut ve fırsatın varken evine dön." Bu sözlerin ardından endişeyle Liva'nın yüzüne baktım. Dediği şeye inanmak istemiyordum. Hem, Altılılar da kimdi ki? Soru sormaya hazırlandığım sırada Liva konuşmaya devam etti, dediğine göre onu hayatta bırakmış da olabilirlermiş. "En az altılılar kadar güçlü biri Phantom için iyi bir deney malzemesi olur. Bilmiyorum, arkadaşın yaşasa bile onu geri alamazsın..." Diyordu Liva. Phantom mu? Soracağım sorular iyice birikmişti. Kız sözlerini geri dönmemizi söyleyerek sonlandığında, vereceğim cevapta kesinlikle emindim. Ama Anna, Lulu, Sebestian, Alfred... Mey-Rin ve Tanaka-san. Hepsini birden nasıl tehlikeye atabilirdim ki?
Liva'nın açıklamasından sonra kararlı bir tavırla konuşmaya başlayacaktım; "Her kim tarafından yakalandıysa önemli değil. Rayl o kadar kolay pes edecek biri değildir! Kimin elinde olduğu da, ne kadar güçlü oldukları da umrumda değil! Onu kurtarmak zorundayım, çünkü o benim arkadaşım. O da benim için aynı şeyi yapardı. Düşünceli tavrın için teşekkür ederim ama onu bırakıp rahat rahat çekip gitmem mümkün değil. Şimdi, eğer sakıncası yoksa Altılılar denen grup hakkında bilgi verebilir misin? Rayl nerede olabilir? Nereye gitmeliyim? Ve şu Phantom dediğin şey nedir?" Daha sonra kendimi tutamayarak şunları söyleyecektim; "Neden saklanıyorsunuz?! Bu adadaki garip yaratıklar mı sizi buraya hapseden? Bu durum nasıl çözülecek?"
Kedicik'in konuşmasından sonra Gedo hızla yerinden kalkıp kızın yanaklarını elleriyle kavradıktan sonra biraz daha yakınına gelerek, onu bu yaptığı şey konusunda sertçe azarladı. Öldürülebilirmiş bile, dışarı çıkması çok tehlikeli bir şeymiş herhalde. Ya biz orada olmasaydık...? Kedicik kendini anlatmak için konuşmaya başlayacağı sırada Gedo buna izin vermedi ve yine sert bir tavırla, ''Aması falan yok. Cezalısın. Bir hafta dışarı çıkmayacaksın. Çıkarsan seni bulurlar.'' Diyerek bağırdı. Küçük kıza biraz fazla sert davranmıştı, yine de karışmak hiçbirimize düşmezdi. Kedicik öncekine benzer inilti sesleri çıkarmaya başladı birden. Elleri kulaklarında, Gedo ile konuşmaya çalıştı; "Ama, ama Kedicik sizi duyduğ.. Liva abla ile konuşmanızı duyduğ. Fazla vaktim kalmadığını, Kedicik'in vaktimi tükettiğini söylüyordunuz duyduğm ben sizi hep. Vaktim az kaldı diye de çıkıp güneşi görmek istedim ne var ki? Gedo abla, artık beni sevmiyor musun yoksa, çok mu kızdın bana?'' Küçük kızın masumluğu beni bile üzmüştü. Hem... Fazla vaktinin kalmadığını söyleyerek ne demeye çalışmıştı ki? Pek bir şey anlamamıştım ama kız hiç de şaka yapıyora benzemiyordu.
Kedicik'in konuşmasının ardından Gedo, elindeki dikenli sopayı yere düşürdü ve bir süre olduğu yerde kaldı. Sağ kolunun titrediğini farketmek hiç de zor olmuyordu. Belli ki Kedicik'in söylediği şeyler gerçekti. Ama nasıl? Sorun ne olabilirdi ki? Ben bunları düşündüğüm sırada Gedo koşarak sağ taraftaki kapıdan içeri girdi. Durumun ne olduğunu öğrenmek isterdim. Gedo'nun gidişinin ardından Liva, ellerini çırparak çocuklara yataklara geçmesini söyledi. Uyku saatleri gelmiş olmalıydı. Liva'nın isteği üzerine çocuklar, soldaki kapıdan geçip gittiler.
Artık odada Liva, ben Lulu ve Mey-Rin dışında kimse kalmamıştı. Çocukların üst üste dizdiği krakerlerden birkaç tanesini ağzına attı Liva, söylediğine göre krakerlerin son kullanma tarihi geçmiş. Armi bu krakerleri mi yiyordu yani? Her neyse... Kraker muhabbetinden sonra Liva birden bire konuya girdi; "Eğer Altılılardan iki kişiye ve diğer askerlere karşı savaştıysa çoktan ölmüştür.Onu unut ve fırsatın varken evine dön." Bu sözlerin ardından endişeyle Liva'nın yüzüne baktım. Dediği şeye inanmak istemiyordum. Hem, Altılılar da kimdi ki? Soru sormaya hazırlandığım sırada Liva konuşmaya devam etti, dediğine göre onu hayatta bırakmış da olabilirlermiş. "En az altılılar kadar güçlü biri Phantom için iyi bir deney malzemesi olur. Bilmiyorum, arkadaşın yaşasa bile onu geri alamazsın..." Diyordu Liva. Phantom mu? Soracağım sorular iyice birikmişti. Kız sözlerini geri dönmemizi söyleyerek sonlandığında, vereceğim cevapta kesinlikle emindim. Ama Anna, Lulu, Sebestian, Alfred... Mey-Rin ve Tanaka-san. Hepsini birden nasıl tehlikeye atabilirdim ki?
Liva'nın açıklamasından sonra kararlı bir tavırla konuşmaya başlayacaktım; "Her kim tarafından yakalandıysa önemli değil. Rayl o kadar kolay pes edecek biri değildir! Kimin elinde olduğu da, ne kadar güçlü oldukları da umrumda değil! Onu kurtarmak zorundayım, çünkü o benim arkadaşım. O da benim için aynı şeyi yapardı. Düşünceli tavrın için teşekkür ederim ama onu bırakıp rahat rahat çekip gitmem mümkün değil. Şimdi, eğer sakıncası yoksa Altılılar denen grup hakkında bilgi verebilir misin? Rayl nerede olabilir? Nereye gitmeliyim? Ve şu Phantom dediğin şey nedir?" Daha sonra kendimi tutamayarak şunları söyleyecektim; "Neden saklanıyorsunuz?! Bu adadaki garip yaratıklar mı sizi buraya hapseden? Bu durum nasıl çözülecek?"
Kiyora Victoria- Ödül Avcısı
- Mesaj Sayısı : 214
Kayıt tarihi : 17/01/16
Nerden : East Blue
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
Liva konuşacağı sırada, sırtını sağdaki kapının köşesine dayamış olan Gedoumaru onu durduruyor: ‘’Hey Liva, onlara her şeyi anlatmayı düşünmüyorsun değil mi?’’ Liva bu sözlerin ardından başını Gedoumaru’ya çeviriyor ve hafifçe gülümseyerek: ‘’Sorun yok Gedo-chan.’’ diyor. ‘’Nasıl olsa ölecekler. Ölü insanlar konuşamaz.’’
Ardından yerdeki krakerlerden bir kaçını daha ağzına atıp yüzünü ekşiten Liva, biraz geri giderek mavi kilime oturuyor ve size bakarak konuşmaya başlıyor: ‘’ Kichukiise Dente.Buraya verilmeden önce bu adamın kölesi olarak çalışıyordum. Gedo-chan da o zamanlar benimle birlikteydi. Ya da ben onunla birlikte oluyorum sanırım. Sonuçta ben geldiğimde o oradaydı. Her neyse, bu adamın işleri kötüleştiğinde bizi ve diğer tüm çocuk köleleri Silva adında birine sattı. Vee buraya geldik.’’
Liva konuşmasına devam ettiği sırada Lulu ve Mey-Rin’in fısıldaştığını fark ediyorsun. Lulu, Mey-Rin’e Silva ismini daha önce duyup duymadıklarını soruyor. Mey-Rin ise, Lulu’ya konuşmayı bırakıp kızı dinlemesini söylüyor. Bunun üzerine sen de onları dinlemeyi bırakıp dikkatini tekrardan Liva’ya veriyorsun.
‘’Öyle işte. Şu an düşünüyordum da orası buraya kıyasla daha iyiydi. En azından krakerden başka şeyler de yiyorduk. Arada et yediğimiz bile oluyordu.’’ Diye devam ediyordu Liva. ‘’Gerçi buraya ilk geldiğimiz zaman da aynı şekilde güzel besleniyorduk. Bizim grubumuzun dışında 5-10 kişi daha vardı ve çok güzel odalarda kalıyorduk. Daha sonra çocuk sayısı arttı. Çocuk sayısı arttıkça bize kötü davranmaya başladılar. Derken bir gün bizi kaldığımız odalardan aldılar ve bu binaya getirip bir odaya hapsettiler. Renge, Chi, Sophia ve Armi ile o zaman tanıştık. Bu dördü, ben ve Gedo-chan aynı odada kalıyorduk. Dar metal oda üstümüze üstümüze gelirken birbirimize destek olmaya çalışıyorduk;fakat nafile her gün ve her gün daha da kötüye gidiyordu. İğneler, garip makineler, zincirler…’’
Liva, bunları söyledikten sonra konuşmayı kesiyor. Elleri ile kendisine sarılıyor ve boş gözlerle zemine doğru bakıyor. Bu sırada devreye Gedoumaru giriyor: ‘’Her gün bize garip garip serumlar enjekte ediyorlardı. Her birimizin vücudu bu ilaçlara farklı tepkiler veriyordu. Chi’nin ayakları büyümeye başlamıştı. Liva’nın uzun yeşil saçları dökülmeye ve beyazlamaya başlamıştı. Renge doğru düzgün konuşmamaya başlamıştı. Sophia kendisinin kedi olduğunu iddia ediyordu. Armi’nin ise göğsü her geçen gün içeri doğru çöküyordu. Normal kalan tek kişi ise bendim. Diğerleri her geçen gün kötüleşmesine rağmen normal kaldığım için kendimden nefret ediyordum. Meğerse ben de normal kalmamışım.’’
Gedoumaru bunları söyledikten sonra oturduğu yerden doğruluyor ve yavaşça yanınıza doğru geliyor.Yanınıza geldiği sırada konuşmaya devam ediyor: ‘’Bir gün beni buradan aldılar ve farklı bir odaya, on kadar büyük adamın yanına koydular. Ardından elime bir sopa verdiler ve bu on kişiyi öldürürsem tüm çocukları serbest bırakacaklarını söylediler.’’ Yanınıza varan Gedoumaru, çömeliyor ve sizi doğru yaklaşıyor. Ardından gülümseyerek: ‘’ Onunu da birkaç dakika içinde öldürdüğümde normal kalmadığımı anlamış oldum.’’ Diyor.
Daha sonra kalkıp Liva’nın yanına giden Gedoumaru konuşmaya devam ediyor: ‘’Fakat bir kişiyi bile serbest bırakmadılar. Kandırıldığımı anlayınca öfkelenip kaçmaya çalıştım; fakat Phantom’dan sopayı yeyip başka bir odaya tıkıldım. O odada benim gibi olan yedi kişi daha vardı. Sekiz tane süper yeteneklere sahip çocuk… Amaçları buydu sanırım. Kendilerine hizmet edecek güçlü çocuklar yetiştirmek.’’
Gedoumaru bunları söyledikten sonra susuyor ve daha fazla konuşmuyor. Haliyle odada bir süre sessizlik oluyor. Bu sessizliği Lulu bozuyor. Elini kaldırıp konuşmaya başlayan Lulu: ‘’Gedoumaru-san, Sekiziniz de bir olup kaçmayı denediniz mi peki? Ayrıca o zaman sekiz kişi iseniz neden şu an altılılar olarak anılıyorsunuz? Bu arada Phantom kimdi? Ayrıca arkadaşlarının yanına nasıl dönebildin? Seni neden bıraktılar ki? Peki burada hiç denizci yok mu? Kimse sizi kurtarmaya çalışmadı mı ki? ’’ diyerek aklındaki sorularının hepsini hızlıca sıralıyor.
Lulu’nun bu tavrına sinirlenen Gedoumaru, sopasını sertçe yere vuruyor ve: ‘’Eeh, amma soru sordun ulan! Her boku da bilmeyiver.’’ Diyerek Lulu’ya kızıyor. Ardından da ayağa kalkıyor ve: ‘’Şu an bu yetimhanede beş yüz kadar asker var. Ayrıca Altılılar ve Phantom da var. Hiçbir halt beceremeden öleceksiniz işte. Son kez diyorum. Yol yakınken arkadaşınızı bırakın ve kaçın.’’ Diyor.
Gedoumaru’nun bu sözlerinden sonra, tüm bu süre zarfı boyunca sessizliğini korumuş olan Mey-Rin , gözlüğünü çıkarıyor ve konuşmaya başlıyor: ‘’ Yeter ama. Oraya giderseniz şöyle ölürsünüz. Şunu yaparsanız böyle ölürsünüz… Peki siz şu an yaşadığınızı mı sanıyorsunuz? Sizin yaşadığınız hayatı yaşamaktansa bin kere ölmeyi yeğlerim.’’ Diyen Mey-Rin, Gedoumaru’nun üzerine doğru yürümeye başlıyor. ‘’Ne? Yiyorsa bir daha söylesene! Bu hayatı yaşamayı bizim seçtiğimizi mi sanıyorsun?’’ diye bağıran Gedoumaru, sopasını sıkıca kavrıyor ve Mey-Rin’in üzerine doğru atlayıp, Mey-Rin’in karnına sopası ile sert bir şekilde vuruyor. Bunun sonucunda Mey-Rin arkanızdaki kolilere doğru uçuyor ve sırtını kolilere vuruyor.
Lulu ile birlikte ayağa kalkıp olaya müdahale edeceğin sırada Mey-Rin’in sesini duyuyorsunuz: ‘’ Siz karışmayın sakın!’’ Ağzındaki kanı silip tekrardan doğrulan Mey-Rin, Gedoumaru’ya doğru bakıp bağırarak: ‘’Hayatını senin seçip seçmemen önemli değil. Eğer pes edersen asla bu hayattan kurtulamazsın!’’ diyor. Ardından da doğruluyor ve: ‘’ Siz pes etmiş olsanız bile biz sadece Kiyora-san’ın arkadaşını değil, sizi de kurtaracağız. Leydim, Sebastian ve Alfred bu olayı duyduklarında güçleri sınır tanımayacak ve tüm bu yetimhaneyi onların başlarına yıkacaklar.Sadece Kedicik’e değil, hepinize güneş ışığını tekrardan göstereceğiz.’’ Diyor.
Ardından da size dönüp: ‘’Gidiyoruz’’ diyen Mey-Rin, sağ taraftaki kapıya doğru yöneliyor.Lulu da onun ardından sağ taraftaki kapıya doğru gidiyor.
Ardından yerdeki krakerlerden bir kaçını daha ağzına atıp yüzünü ekşiten Liva, biraz geri giderek mavi kilime oturuyor ve size bakarak konuşmaya başlıyor: ‘’ Kichukiise Dente.Buraya verilmeden önce bu adamın kölesi olarak çalışıyordum. Gedo-chan da o zamanlar benimle birlikteydi. Ya da ben onunla birlikte oluyorum sanırım. Sonuçta ben geldiğimde o oradaydı. Her neyse, bu adamın işleri kötüleştiğinde bizi ve diğer tüm çocuk köleleri Silva adında birine sattı. Vee buraya geldik.’’
Liva konuşmasına devam ettiği sırada Lulu ve Mey-Rin’in fısıldaştığını fark ediyorsun. Lulu, Mey-Rin’e Silva ismini daha önce duyup duymadıklarını soruyor. Mey-Rin ise, Lulu’ya konuşmayı bırakıp kızı dinlemesini söylüyor. Bunun üzerine sen de onları dinlemeyi bırakıp dikkatini tekrardan Liva’ya veriyorsun.
‘’Öyle işte. Şu an düşünüyordum da orası buraya kıyasla daha iyiydi. En azından krakerden başka şeyler de yiyorduk. Arada et yediğimiz bile oluyordu.’’ Diye devam ediyordu Liva. ‘’Gerçi buraya ilk geldiğimiz zaman da aynı şekilde güzel besleniyorduk. Bizim grubumuzun dışında 5-10 kişi daha vardı ve çok güzel odalarda kalıyorduk. Daha sonra çocuk sayısı arttı. Çocuk sayısı arttıkça bize kötü davranmaya başladılar. Derken bir gün bizi kaldığımız odalardan aldılar ve bu binaya getirip bir odaya hapsettiler. Renge, Chi, Sophia ve Armi ile o zaman tanıştık. Bu dördü, ben ve Gedo-chan aynı odada kalıyorduk. Dar metal oda üstümüze üstümüze gelirken birbirimize destek olmaya çalışıyorduk;fakat nafile her gün ve her gün daha da kötüye gidiyordu. İğneler, garip makineler, zincirler…’’
Liva, bunları söyledikten sonra konuşmayı kesiyor. Elleri ile kendisine sarılıyor ve boş gözlerle zemine doğru bakıyor. Bu sırada devreye Gedoumaru giriyor: ‘’Her gün bize garip garip serumlar enjekte ediyorlardı. Her birimizin vücudu bu ilaçlara farklı tepkiler veriyordu. Chi’nin ayakları büyümeye başlamıştı. Liva’nın uzun yeşil saçları dökülmeye ve beyazlamaya başlamıştı. Renge doğru düzgün konuşmamaya başlamıştı. Sophia kendisinin kedi olduğunu iddia ediyordu. Armi’nin ise göğsü her geçen gün içeri doğru çöküyordu. Normal kalan tek kişi ise bendim. Diğerleri her geçen gün kötüleşmesine rağmen normal kaldığım için kendimden nefret ediyordum. Meğerse ben de normal kalmamışım.’’
Gedoumaru bunları söyledikten sonra oturduğu yerden doğruluyor ve yavaşça yanınıza doğru geliyor.Yanınıza geldiği sırada konuşmaya devam ediyor: ‘’Bir gün beni buradan aldılar ve farklı bir odaya, on kadar büyük adamın yanına koydular. Ardından elime bir sopa verdiler ve bu on kişiyi öldürürsem tüm çocukları serbest bırakacaklarını söylediler.’’ Yanınıza varan Gedoumaru, çömeliyor ve sizi doğru yaklaşıyor. Ardından gülümseyerek: ‘’ Onunu da birkaç dakika içinde öldürdüğümde normal kalmadığımı anlamış oldum.’’ Diyor.
Daha sonra kalkıp Liva’nın yanına giden Gedoumaru konuşmaya devam ediyor: ‘’Fakat bir kişiyi bile serbest bırakmadılar. Kandırıldığımı anlayınca öfkelenip kaçmaya çalıştım; fakat Phantom’dan sopayı yeyip başka bir odaya tıkıldım. O odada benim gibi olan yedi kişi daha vardı. Sekiz tane süper yeteneklere sahip çocuk… Amaçları buydu sanırım. Kendilerine hizmet edecek güçlü çocuklar yetiştirmek.’’
Gedoumaru bunları söyledikten sonra susuyor ve daha fazla konuşmuyor. Haliyle odada bir süre sessizlik oluyor. Bu sessizliği Lulu bozuyor. Elini kaldırıp konuşmaya başlayan Lulu: ‘’Gedoumaru-san, Sekiziniz de bir olup kaçmayı denediniz mi peki? Ayrıca o zaman sekiz kişi iseniz neden şu an altılılar olarak anılıyorsunuz? Bu arada Phantom kimdi? Ayrıca arkadaşlarının yanına nasıl dönebildin? Seni neden bıraktılar ki? Peki burada hiç denizci yok mu? Kimse sizi kurtarmaya çalışmadı mı ki? ’’ diyerek aklındaki sorularının hepsini hızlıca sıralıyor.
Lulu’nun bu tavrına sinirlenen Gedoumaru, sopasını sertçe yere vuruyor ve: ‘’Eeh, amma soru sordun ulan! Her boku da bilmeyiver.’’ Diyerek Lulu’ya kızıyor. Ardından da ayağa kalkıyor ve: ‘’Şu an bu yetimhanede beş yüz kadar asker var. Ayrıca Altılılar ve Phantom da var. Hiçbir halt beceremeden öleceksiniz işte. Son kez diyorum. Yol yakınken arkadaşınızı bırakın ve kaçın.’’ Diyor.
Gedoumaru’nun bu sözlerinden sonra, tüm bu süre zarfı boyunca sessizliğini korumuş olan Mey-Rin , gözlüğünü çıkarıyor ve konuşmaya başlıyor: ‘’ Yeter ama. Oraya giderseniz şöyle ölürsünüz. Şunu yaparsanız böyle ölürsünüz… Peki siz şu an yaşadığınızı mı sanıyorsunuz? Sizin yaşadığınız hayatı yaşamaktansa bin kere ölmeyi yeğlerim.’’ Diyen Mey-Rin, Gedoumaru’nun üzerine doğru yürümeye başlıyor. ‘’Ne? Yiyorsa bir daha söylesene! Bu hayatı yaşamayı bizim seçtiğimizi mi sanıyorsun?’’ diye bağıran Gedoumaru, sopasını sıkıca kavrıyor ve Mey-Rin’in üzerine doğru atlayıp, Mey-Rin’in karnına sopası ile sert bir şekilde vuruyor. Bunun sonucunda Mey-Rin arkanızdaki kolilere doğru uçuyor ve sırtını kolilere vuruyor.
Lulu ile birlikte ayağa kalkıp olaya müdahale edeceğin sırada Mey-Rin’in sesini duyuyorsunuz: ‘’ Siz karışmayın sakın!’’ Ağzındaki kanı silip tekrardan doğrulan Mey-Rin, Gedoumaru’ya doğru bakıp bağırarak: ‘’Hayatını senin seçip seçmemen önemli değil. Eğer pes edersen asla bu hayattan kurtulamazsın!’’ diyor. Ardından da doğruluyor ve: ‘’ Siz pes etmiş olsanız bile biz sadece Kiyora-san’ın arkadaşını değil, sizi de kurtaracağız. Leydim, Sebastian ve Alfred bu olayı duyduklarında güçleri sınır tanımayacak ve tüm bu yetimhaneyi onların başlarına yıkacaklar.Sadece Kedicik’e değil, hepinize güneş ışığını tekrardan göstereceğiz.’’ Diyor.
Ardından da size dönüp: ‘’Gidiyoruz’’ diyen Mey-Rin, sağ taraftaki kapıya doğru yöneliyor.Lulu da onun ardından sağ taraftaki kapıya doğru gidiyor.
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
Bir solukta söyleyeceklerimi bitirip, bir cevap beklemeye başlamıştım ama beyaz saçlı kız konuşacak gibi olduğu sırada Gedo onu durdurmuştu. Bunun üzerine Liva sorun olmadığını, nasıl olsa öleceğimizi söyledi. Pek fazla derinlik aramadan söylenen şeyleri dinlemeye başladım. Liva'nın dediğine göre, önceden Gedo ile birlikte Dente isimli bir adamın kölesi olarak çalışıyorlarmış. Daha sonra bu adam, işleri kötüleştiğinde diğer köle ve çocukları, Gedo'yu ve kendisini Silva isimli birine satmış, bunun üzerine de buraya gelmişler. Hemen hemen böyle bir şey duymayı bekliyor gibiydim, başka türlü bu insanlar neden özgürce yaşamasınlar ki? Liva olanları anlattığı sırada Mey-Rin ve Lulu'nun fısırdaştığını farkettim. Silva isimli birini daha önce duyup duymadıkları hakkında konuşuyorlardı, kısa süre sonra sustular, ben de Liva'yı dinlemeye devam ettim. Daha önce kaldıkları yerin buraya kıyasla daha iyi olduğundan bahsetti beyaz saçlı kız. Dediğine göre buralara ilk geldiklerinde de gayet güzel geçiniyorlarmış lâkin çocuk sayısı arttıkça işler biraz değişmiş. Bir süre sonra, kaldıkları odaları değiştirip onları bu binaya hapsetmişler. Evdeki çocuklarla da bu sayede tanışmışlar. Kedicik'in asıl ismi de Sophia imiş, o konuşurken bunu da öğrenmiş olduk... Türlü işkencelere maruz kalmışlar. Çeşitli iğneler, hatta zincirler... Bunları öğrenmek beni üzmüştü. Meğer ne çok acı çekmişler. Keşke onlar için yapacak bir şeyim olsaydı. Liva konuşmasını bitirmiş gibiydi, kollarıyla kendine sarılmış donuk bakışlarını yere sabitlemişti.
Liva konuşmasını bitirdiği gibi Gedoumaru devreye girdi. Dediğine göre her biri, vücutlarına enjekte edilen ilaçlara farklı tepkiler göstermişler. Chi'nin ayakları, Liva'nın saçları, Sophia'nın bölünen kişiliği, Renge'nin konuşma bozukluğu ve Armi'nin göğsü. Hepsi ilaçlar yüzündenmiş. Sonunda bir şeyleri daha iyi anlamıştım. Tüm bu garipliklerin sebebi ortaya çıkmıştı. Gedo'nun dediğine göre, kendini normal kalmış zannedip bir süre kendinden nefret etmiş. Ama bir gün onu alıp on kadar adamın olduğu bir yere koymuşlar ve onları öldürürse çocukları serbest bırakacaklarını söylemişler. Artık yüz ifadem değişmeye başlamıştı, onlar için bir şey yapamamak üzücü idi. Elindeki sopayla on adamı da kısa sürede öldüren kız, kendisinin de normal kalmadığını anlamış. ‘’Fakat bir kişiyi bile serbest bırakmadılar. Kandırıldığımı anlayınca öfkelenip kaçmaya çalıştım; fakat Phantom’dan sopayı yeyip başka bir odaya tıkıldım. O odada benim gibi olan yedi kişi daha vardı. Sekiz tane süper yeteneklere sahip çocuk… Amaçları buydu sanırım. Kendilerine hizmet edecek güçlü çocuklar yetiştirmek.’’ Diyerek konuşmasına son vermişti Gedo. Odanın içinde büyük bir sessizlik vardı şimdi. Duyduğum şeyleri düşünüyordum. Gedo gibi olan yedi kişi öyle mi?...
Sessizliği bozan kişi Lulu oldu; ‘’Gedoumaru-san, Sekiziniz de bir olup kaçmayı denediniz mi peki? Ayrıca o zaman sekiz kişi iseniz neden şu an altılılar olarak anılıyorsunuz? Bu arada Phantom kimdi? Ayrıca arkadaşlarının yanına nasıl dönebildin? Seni neden bıraktılar ki? Peki burada hiç denizci yok mu? Kimse sizi kurtarmaya çalışmadı mı ki?" Benim de cevabını merak ettiğim soruları ard ardına sıralamıştı Lulu, ama Gedoumaru bu durumdan hoşnut gözükmüyordu. Lulu'nun meraklılığından olsa gerek, her şeyi de bilmemesini söyleyip tersledi onu. Daha sonra ise ciddiyetini koruyup konuşmaya başladı; ‘’Şu an bu yetimhanede beş yüz kadar asker var. Ayrıca Altılılar ve Phantom da var. Hiçbir halt beceremeden öleceksiniz işte. Son kez diyorum. Yol yakınken arkadaşınızı bırakın ve kaçın.’’ Kaçmayacaktık. En azından ben, kaçmayacaktım. Öğrendiğim bunca şeyden sonra hiçbir şey olmamış gibi arkamı dönüp nasıl gidebilirdim? Tam konuşmaya başlayıp böyle bir şeyin olmayacağını söyleyeceğim sırada Mey-Rin gözlüğünü çıkarıp konuşmaya başladı; ‘’Yeter ama. Oraya giderseniz şöyle ölürsünüz. Şunu yaparsanız böyle ölürsünüz… Peki siz şu an yaşadığınızı mı sanıyorsunuz? Sizin yaşadığınız hayatı yaşamaktansa bin kere ölmeyi yeğlerim.’’ Biraz... Ağır olmuştu sanki. Yok yok, gerçekten ağır olmuştu ama doğru bir konuşma yapmıştı. Konuşmasını bitirip Gedoumaru'nun üzerine yürümeye başlamıştı. Evet, ortalık biraz karışacağa benziyordu. Mey-Rin'in sözlerine karşılık Gedo, söylediği şeyleri yiyorsa tekrar etmesini söyledi. Araya girip sakinleşmelerini söylemek isterdim ama belli ki geç olmuştu artık. Çünkü söylediği cümleden hemen sonra Gedo, sopasıyla Mey-Rin'in karnına sert bir darbe indirdi. Hızla kolilerin olduğu tarafa uçan Mey-Rin'e yaptığı şeyden dolayı Gedo'ya sinirli bir tavırla bakıp kılıcımı ona doğrultmaya hazırlandım. Lulu da benimle birlikte ayarlanmıştı. Bir şeyler yapacağımızı tahmin etmiş olsa gerek, Mey-Rin, karışmamamız gerektiğini söyledi. Onu dinleyip elimi kılıcımın kabzasından uzaklaştırdım.
Ağzındaki kanı silip konuşmaya devam etti Mey-Rin; ‘’Hayatını senin seçip seçmemen önemli değil. Eğer pes edersen asla bu hayattan kurtulamazsın!’’ Ses tonu şiddetliydi, konuştuğu her şeyde haklıydı. ‘’ Siz pes etmiş olsanız bile biz sadece Kiyora-san’ın arkadaşını değil, sizi de kurtaracağız. Leydim, Sebastian ve Alfred bu olayı duyduklarında güçleri sınır tanımayacak ve tüm bu yetimhaneyi onların başlarına yıkacaklar.Sadece Kedicik’e değil, hepinize güneş ışığını tekrardan göstereceğiz.’’ Diyip konuşmasını bitirdiğinde etkilenmiş şekilde bir ona, bir Gedo'ya baktım. Duymak istediğim şey buydu belki de. Gerçekten istediğim şey buydu. Donuk bakışlarıma geri döndüm, Mey-Rin'in "Gidiyoruz" Lafıyla arkamı döndüm ve sağ taraftaki kapıya yürümeye başladım.
Liva konuşmasını bitirdiği gibi Gedoumaru devreye girdi. Dediğine göre her biri, vücutlarına enjekte edilen ilaçlara farklı tepkiler göstermişler. Chi'nin ayakları, Liva'nın saçları, Sophia'nın bölünen kişiliği, Renge'nin konuşma bozukluğu ve Armi'nin göğsü. Hepsi ilaçlar yüzündenmiş. Sonunda bir şeyleri daha iyi anlamıştım. Tüm bu garipliklerin sebebi ortaya çıkmıştı. Gedo'nun dediğine göre, kendini normal kalmış zannedip bir süre kendinden nefret etmiş. Ama bir gün onu alıp on kadar adamın olduğu bir yere koymuşlar ve onları öldürürse çocukları serbest bırakacaklarını söylemişler. Artık yüz ifadem değişmeye başlamıştı, onlar için bir şey yapamamak üzücü idi. Elindeki sopayla on adamı da kısa sürede öldüren kız, kendisinin de normal kalmadığını anlamış. ‘’Fakat bir kişiyi bile serbest bırakmadılar. Kandırıldığımı anlayınca öfkelenip kaçmaya çalıştım; fakat Phantom’dan sopayı yeyip başka bir odaya tıkıldım. O odada benim gibi olan yedi kişi daha vardı. Sekiz tane süper yeteneklere sahip çocuk… Amaçları buydu sanırım. Kendilerine hizmet edecek güçlü çocuklar yetiştirmek.’’ Diyerek konuşmasına son vermişti Gedo. Odanın içinde büyük bir sessizlik vardı şimdi. Duyduğum şeyleri düşünüyordum. Gedo gibi olan yedi kişi öyle mi?...
Sessizliği bozan kişi Lulu oldu; ‘’Gedoumaru-san, Sekiziniz de bir olup kaçmayı denediniz mi peki? Ayrıca o zaman sekiz kişi iseniz neden şu an altılılar olarak anılıyorsunuz? Bu arada Phantom kimdi? Ayrıca arkadaşlarının yanına nasıl dönebildin? Seni neden bıraktılar ki? Peki burada hiç denizci yok mu? Kimse sizi kurtarmaya çalışmadı mı ki?" Benim de cevabını merak ettiğim soruları ard ardına sıralamıştı Lulu, ama Gedoumaru bu durumdan hoşnut gözükmüyordu. Lulu'nun meraklılığından olsa gerek, her şeyi de bilmemesini söyleyip tersledi onu. Daha sonra ise ciddiyetini koruyup konuşmaya başladı; ‘’Şu an bu yetimhanede beş yüz kadar asker var. Ayrıca Altılılar ve Phantom da var. Hiçbir halt beceremeden öleceksiniz işte. Son kez diyorum. Yol yakınken arkadaşınızı bırakın ve kaçın.’’ Kaçmayacaktık. En azından ben, kaçmayacaktım. Öğrendiğim bunca şeyden sonra hiçbir şey olmamış gibi arkamı dönüp nasıl gidebilirdim? Tam konuşmaya başlayıp böyle bir şeyin olmayacağını söyleyeceğim sırada Mey-Rin gözlüğünü çıkarıp konuşmaya başladı; ‘’Yeter ama. Oraya giderseniz şöyle ölürsünüz. Şunu yaparsanız böyle ölürsünüz… Peki siz şu an yaşadığınızı mı sanıyorsunuz? Sizin yaşadığınız hayatı yaşamaktansa bin kere ölmeyi yeğlerim.’’ Biraz... Ağır olmuştu sanki. Yok yok, gerçekten ağır olmuştu ama doğru bir konuşma yapmıştı. Konuşmasını bitirip Gedoumaru'nun üzerine yürümeye başlamıştı. Evet, ortalık biraz karışacağa benziyordu. Mey-Rin'in sözlerine karşılık Gedo, söylediği şeyleri yiyorsa tekrar etmesini söyledi. Araya girip sakinleşmelerini söylemek isterdim ama belli ki geç olmuştu artık. Çünkü söylediği cümleden hemen sonra Gedo, sopasıyla Mey-Rin'in karnına sert bir darbe indirdi. Hızla kolilerin olduğu tarafa uçan Mey-Rin'e yaptığı şeyden dolayı Gedo'ya sinirli bir tavırla bakıp kılıcımı ona doğrultmaya hazırlandım. Lulu da benimle birlikte ayarlanmıştı. Bir şeyler yapacağımızı tahmin etmiş olsa gerek, Mey-Rin, karışmamamız gerektiğini söyledi. Onu dinleyip elimi kılıcımın kabzasından uzaklaştırdım.
Ağzındaki kanı silip konuşmaya devam etti Mey-Rin; ‘’Hayatını senin seçip seçmemen önemli değil. Eğer pes edersen asla bu hayattan kurtulamazsın!’’ Ses tonu şiddetliydi, konuştuğu her şeyde haklıydı. ‘’ Siz pes etmiş olsanız bile biz sadece Kiyora-san’ın arkadaşını değil, sizi de kurtaracağız. Leydim, Sebastian ve Alfred bu olayı duyduklarında güçleri sınır tanımayacak ve tüm bu yetimhaneyi onların başlarına yıkacaklar.Sadece Kedicik’e değil, hepinize güneş ışığını tekrardan göstereceğiz.’’ Diyip konuşmasını bitirdiğinde etkilenmiş şekilde bir ona, bir Gedo'ya baktım. Duymak istediğim şey buydu belki de. Gerçekten istediğim şey buydu. Donuk bakışlarıma geri döndüm, Mey-Rin'in "Gidiyoruz" Lafıyla arkamı döndüm ve sağ taraftaki kapıya yürümeye başladım.
Kiyora Victoria- Ödül Avcısı
- Mesaj Sayısı : 214
Kayıt tarihi : 17/01/16
Nerden : East Blue
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
Lulu ve Mey-Rin önde sense hemen arkalarında, sağ taraftaki kapıya doğru ilerliyorsunuz. O sırada Liva size sesleniyor: ''Hey, neden oraya gidiyorsunuz? Çıkış öbür tarafta. Yoksa sağınızı solunuzu bilmiyor musunuz?'' Bunun ardından Lulu ve Mey-Rin durup birbilerine bakıyorlar.Sonra da aralarında fısıldaşma şeklinde bir diyalog gerçekleşiyor. Onların yakınında olduğundan onları duyabiliyorsun.
''Hey Mey-Rin, neden sağ tarafa gittin? Senin yüzünden rezil olduk!''
''Asıl sen niye benim arkamdan geldin? Sen gelince doğru yolda olduğumu düşünmüştüm.''
''Şey, aslında yanlış yöne gittiğini anladım; fakat az önce çok havalıydın. Çok iyi konuşmuştun. O yüzden seni bozmak istemedim.''
''Karnıma öyle bir darbe yiyeceğimi beklemiyordum. O darbeden sonra nerem sağım nerem solum anlayamadım. Yine de arkamdan geldiğin için teşekkür ederim Lulu.''
''Hey! Neden herkes ablamla nazik nazik konuşurken benle normal bir biçimde konuşuyor? Bana Lulu dem... Ah, her neyse. Şimdi ne yapacağız? Hiçbir şey olmamış gibi arkamıza mı döneceğiz? Şu an muhtemelen bize bakıp bakıp gülüyorlardır! ''
''Yapacak bir şey yok. Den Den Mushi'den arama gelmiş de yolumuzu değiştirmiş gibi de yapamayız. Havalı bir şekilde arkamızı dönüp çıkışa ilerleyelim.''
Bu fısıldaşmaların ardından Lulu ve Mey-Rin, yüzlerinde hafif bir gülümseme ile arkalarına dönüyorlar; fakat bu havalı tavırları fazla uzun sürmüyor. Arkalarına döndükleri gibi seni gören bu ikilinin yüzleri kızarıyor. Hemen ardından da Liva oldukça yüksek bir sesle gülmeye başlıyor.Bir yandan gülerken bir yandan da ''Yetimhaneyi onların başlarına yönünüzü karıştırarak mı yıkacaksınız? Hahaha!'' diyor. Liva güldüğü sırada Gedoumaru da söze giriyor: ''Liva gülme. Yaptığın hoş değil.'' diyor Gedoumaru; fakat bunu söylerken gülmemek için kendisini zorlaması Lulu ve Mey-Rin'in moralini daha da bozuyor. Utançlarından yerin dibine gimiş olan Lulu ve Mey-Rin ile birlikte sola, dar koridora doğru ilerliyorsunuz. Koridora gireceğiniz sırada Gedoumaru'nun sesini duyuyorsunuz: ''Of. Yapacak bir şey yok. Daha daracık odada bile yönünü bulamayan aptalları yalnız başlarına bırakırsam en ufak bir şeyi bile değiştiremeden ölürler. Liva, eğer bana bir şey olursa burası sana emanet.''
Gedoumaru'nun da gelmesiyle, koridorda dört kişi olarak ilerliyorsunuz. İlerlediğiniz sırada Lulu Gedoumaru'ya dönerek: ''Gedoumaru-san. Bizimle gelmek zorunda değilsin. Arkadaşlarını bırakmak istediğine emin misin?'' diyor. Gedoumaru ise bu soruya cevap vermek yerine Lulu'nun daha önceki sorularına cevap veriyor: ''İlk zamanlarda, sekizimiz de bir olup kaçmayı denedik; fakat hem o zamanlar yeterince güçlü olmadığımızdan hem de içimizden birinin bize ihanet etmesinden dolayı planımız başarısız oldu.Bu yüzden de tüm planımız boşa gitti. Phantom'a yakalandık. İçimizden biri de o zaman öldü. Arkadaşlarımın yanıma dönmeme gelince... biraz karışık bir hikaye. Nasıl özetleyebileceğimi de bilmiyorum. Artık onların işine yaramadığımdan dolayı serbest kaldım diyebilirim.
Phantom buranın başındaki kişi. Bir korsan. Çok nadir burayı terk eder. Döndüğünde ise buraya pek çok çocuk gelir. Son olarak, buraya geldiğimden beri yüzeye hiç çıkmadım. Bu da yaklaşık dört senedir burada olduğum anlamına geliyor. Kısaca neden kimse bizi kurtarmadı bilmiyorum. Yine de tahmin etmesi çok güç değil.Biz ailesi olmayan, bir kenara fırlatılmış çocuklarız. Dünyanın geri kalanı hiçbir zaman bizi umursamadı zaten. diyor Gedoumaru. Gedoumaru size bunları anlatırken siz de önce koridoru, sonra da ilk girdiğiniz odayı geçiyor ve metal binanın çıkışına ulaşıyorsunuz.
Çıkışa ulaştığınızda Gedoumaru sizden kendisini takip etmenizi istiyor.O önde, siz arkada birkaç ara sokaktan geçiyorsunuz ve birçok çöp tenekesinin olduğu bir ara sokakta duruyorsunuz. Gedoumaru,biraz ilerliyor ve yerdeki kanalizasyon kapağını kaldırıyor. Ardından da size dönüyor ve: ''Az önce içinden çıktığımız binada eskiden çocuklar üzerinde deneyler yapılıyordu. Şimdi ise denek olacak çocukların sayısının artmasından dolayı o binayı bıraktılar ve daha büyük bir binaya geçtiler. Orası ise şu an bulunduğumuz konumun çok uzağında kalıyor.Bu yüzden oraya normal bir şekilde gidersek fark ediliriz. Kanalizasyondan gidersek Phantom'un olduğu yerin yakınına çıkacağız.Bu şekilde işimiz daha kolay olur.'' diyor. Siz de bunu kabul ediyorsunuz.
(Out: Normalde az önceki kısımda kesecektim; fakat özelden konuşmuştuk. O yüzden kabul ettiğini varsayıp devam ettiriyorum.)
Aşağıya indiğinizde baştan hiçbir şey göremiyorsunuz. Saatin çoktan gece yarısını geçmiş olmasından, ayrıca zaten yerin altında olmanızdan dolayı yerin altındaki bu şehrin altındaki kanalizasyon da oldukça karanlık. Nasıl ilerleyeceğinizi düşündüğün sırada bir anda etrafın aydınlanıyor. Arkana baktığında, Lulu'nun parladığını görüyorsun. Lulu sana gülümsüyor ve ''Kiyora-chan. Ben olduğum sürece karanlıktan korkmana gerek yok.'' diyor. Bu kısa konuşmanın ardından yürümeye devam ediyorsunuz. Çevreni incelersen yosun tutmuş duvarları ve kahverenginde ki lağımlı yolu görebilirsin.
Yaklaşık 10 dakika boyunca sorunsuz bir şekilde ilerliyorsunuz; fakat daha sonra, ilerinizden gelen bir ses duyuyorsunuz. Bir süre sonra, karanlıkların arasından sol elinde mor renkli bir kalkan, sağ elinde metal bir tırpan tutan mor gözlere sahip yüzünün bir kısmı kararmış olan uzun saçlı bir çocuk görüyorsunuz. Çocuk sizi görünce yüzünde hin bir gülümseme oluşuyor ve oldukça hızlı bir şekilde üzerinize doğru koşmaya başlıyor.
''Hey Mey-Rin, neden sağ tarafa gittin? Senin yüzünden rezil olduk!''
''Asıl sen niye benim arkamdan geldin? Sen gelince doğru yolda olduğumu düşünmüştüm.''
''Şey, aslında yanlış yöne gittiğini anladım; fakat az önce çok havalıydın. Çok iyi konuşmuştun. O yüzden seni bozmak istemedim.''
''Karnıma öyle bir darbe yiyeceğimi beklemiyordum. O darbeden sonra nerem sağım nerem solum anlayamadım. Yine de arkamdan geldiğin için teşekkür ederim Lulu.''
''Hey! Neden herkes ablamla nazik nazik konuşurken benle normal bir biçimde konuşuyor? Bana Lulu dem... Ah, her neyse. Şimdi ne yapacağız? Hiçbir şey olmamış gibi arkamıza mı döneceğiz? Şu an muhtemelen bize bakıp bakıp gülüyorlardır! ''
''Yapacak bir şey yok. Den Den Mushi'den arama gelmiş de yolumuzu değiştirmiş gibi de yapamayız. Havalı bir şekilde arkamızı dönüp çıkışa ilerleyelim.''
Bu fısıldaşmaların ardından Lulu ve Mey-Rin, yüzlerinde hafif bir gülümseme ile arkalarına dönüyorlar; fakat bu havalı tavırları fazla uzun sürmüyor. Arkalarına döndükleri gibi seni gören bu ikilinin yüzleri kızarıyor. Hemen ardından da Liva oldukça yüksek bir sesle gülmeye başlıyor.Bir yandan gülerken bir yandan da ''Yetimhaneyi onların başlarına yönünüzü karıştırarak mı yıkacaksınız? Hahaha!'' diyor. Liva güldüğü sırada Gedoumaru da söze giriyor: ''Liva gülme. Yaptığın hoş değil.'' diyor Gedoumaru; fakat bunu söylerken gülmemek için kendisini zorlaması Lulu ve Mey-Rin'in moralini daha da bozuyor. Utançlarından yerin dibine gimiş olan Lulu ve Mey-Rin ile birlikte sola, dar koridora doğru ilerliyorsunuz. Koridora gireceğiniz sırada Gedoumaru'nun sesini duyuyorsunuz: ''Of. Yapacak bir şey yok. Daha daracık odada bile yönünü bulamayan aptalları yalnız başlarına bırakırsam en ufak bir şeyi bile değiştiremeden ölürler. Liva, eğer bana bir şey olursa burası sana emanet.''
Gedoumaru'nun da gelmesiyle, koridorda dört kişi olarak ilerliyorsunuz. İlerlediğiniz sırada Lulu Gedoumaru'ya dönerek: ''Gedoumaru-san. Bizimle gelmek zorunda değilsin. Arkadaşlarını bırakmak istediğine emin misin?'' diyor. Gedoumaru ise bu soruya cevap vermek yerine Lulu'nun daha önceki sorularına cevap veriyor: ''İlk zamanlarda, sekizimiz de bir olup kaçmayı denedik; fakat hem o zamanlar yeterince güçlü olmadığımızdan hem de içimizden birinin bize ihanet etmesinden dolayı planımız başarısız oldu.Bu yüzden de tüm planımız boşa gitti. Phantom'a yakalandık. İçimizden biri de o zaman öldü. Arkadaşlarımın yanıma dönmeme gelince... biraz karışık bir hikaye. Nasıl özetleyebileceğimi de bilmiyorum. Artık onların işine yaramadığımdan dolayı serbest kaldım diyebilirim.
Phantom buranın başındaki kişi. Bir korsan. Çok nadir burayı terk eder. Döndüğünde ise buraya pek çok çocuk gelir. Son olarak, buraya geldiğimden beri yüzeye hiç çıkmadım. Bu da yaklaşık dört senedir burada olduğum anlamına geliyor. Kısaca neden kimse bizi kurtarmadı bilmiyorum. Yine de tahmin etmesi çok güç değil.Biz ailesi olmayan, bir kenara fırlatılmış çocuklarız. Dünyanın geri kalanı hiçbir zaman bizi umursamadı zaten. diyor Gedoumaru. Gedoumaru size bunları anlatırken siz de önce koridoru, sonra da ilk girdiğiniz odayı geçiyor ve metal binanın çıkışına ulaşıyorsunuz.
Çıkışa ulaştığınızda Gedoumaru sizden kendisini takip etmenizi istiyor.O önde, siz arkada birkaç ara sokaktan geçiyorsunuz ve birçok çöp tenekesinin olduğu bir ara sokakta duruyorsunuz. Gedoumaru,biraz ilerliyor ve yerdeki kanalizasyon kapağını kaldırıyor. Ardından da size dönüyor ve: ''Az önce içinden çıktığımız binada eskiden çocuklar üzerinde deneyler yapılıyordu. Şimdi ise denek olacak çocukların sayısının artmasından dolayı o binayı bıraktılar ve daha büyük bir binaya geçtiler. Orası ise şu an bulunduğumuz konumun çok uzağında kalıyor.Bu yüzden oraya normal bir şekilde gidersek fark ediliriz. Kanalizasyondan gidersek Phantom'un olduğu yerin yakınına çıkacağız.Bu şekilde işimiz daha kolay olur.'' diyor. Siz de bunu kabul ediyorsunuz.
(Out: Normalde az önceki kısımda kesecektim; fakat özelden konuşmuştuk. O yüzden kabul ettiğini varsayıp devam ettiriyorum.)
Aşağıya indiğinizde baştan hiçbir şey göremiyorsunuz. Saatin çoktan gece yarısını geçmiş olmasından, ayrıca zaten yerin altında olmanızdan dolayı yerin altındaki bu şehrin altındaki kanalizasyon da oldukça karanlık. Nasıl ilerleyeceğinizi düşündüğün sırada bir anda etrafın aydınlanıyor. Arkana baktığında, Lulu'nun parladığını görüyorsun. Lulu sana gülümsüyor ve ''Kiyora-chan. Ben olduğum sürece karanlıktan korkmana gerek yok.'' diyor. Bu kısa konuşmanın ardından yürümeye devam ediyorsunuz. Çevreni incelersen yosun tutmuş duvarları ve kahverenginde ki lağımlı yolu görebilirsin.
Yaklaşık 10 dakika boyunca sorunsuz bir şekilde ilerliyorsunuz; fakat daha sonra, ilerinizden gelen bir ses duyuyorsunuz. Bir süre sonra, karanlıkların arasından sol elinde mor renkli bir kalkan, sağ elinde metal bir tırpan tutan mor gözlere sahip yüzünün bir kısmı kararmış olan uzun saçlı bir çocuk görüyorsunuz. Çocuk sizi görünce yüzünde hin bir gülümseme oluşuyor ve oldukça hızlı bir şekilde üzerinize doğru koşmaya başlıyor.
- Kanalizasyon:
- Çocuk:
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
Mey-Rin'in konuşmasından sonra gaza gelip üçümüz birlikte sağ taraftaki kapıya dönmüştük. Kapıya doğru ilerliyorduk, ama bir saniye! Niye oraya doğru gidiyoruz ki? Lulu ve Mey-Rin o tarafa döndüğü için ben de dönmüştüm, ama nereye gidiyorduk ki? O sırada Liva'nın uyarısıyla resmen rezil olduk. Çıkışın diğer tarafta olduğunu söylüyordu, sağımızı solumuzu bilip bilmediğimizden emin olamamıştı belli ki. Bir anda yüzüm yanmaya başladı. Arkamız biraz önce hava yaptığımız insanlara dönük, öylece duruyorduk. Ne olacaktı ki şimdi?! Liva'nın uyarısıyla birlikte önümdeki ikili birbirine baktı, ve Lulu'nun söze girmesiyle birlikte konuşmaya başladılar. Belli ki tam arkalarındaki beni farketmemişlerdi.
Lulu, Mey-Rin'in neden sağdan gittiğini sorguluyordu. Mey-Rin ise asıl onun neden peşinden geldiğini, Lulu'nun peşinden gelmesiyle doğru yolda olduğunu düşündüğünü söylüyordu. Peki benim yaptığım ne oluyordu?! Evet, çok karizmatik bir konuşmaydı bu yüzden yönü falan umursamadan peşlerinden gitmiştim... Mey-Rin'in sorduğu soruya Lulu, aslında yanlış yönde olduğunu fark ettiğini, ama yaptığı karizmatik konuşmadan sonra imajına zarar vermemek için bir şey demediğini söyleyerek cevap verdi. Lulu-san... Ne kadar da düşüncelisin... "Karnıma öyle bir darbe yiyeceğimi beklemiyordum. O darbeden sonra nerem sağım nerem solum anlayamadım. Yine de arkamdan geldiğin için teşekkür ederim Lulu." Diyerek konuşmalarına devam etti Mey-Rin. Yaptığı açıklamadan sonra gülmemek için kendimi zor tuttum. Yapılabilecek en doğal açıklamayı yapmıştı, ama şuan gülersem boşuna utanmış olacaklardı. Bu yüzden kendimi tutup dinlemeye devam ettim. Lulu, kendisine neden Lulu dendiği konusunda yakınacak gibi olsa da, kısa kesip asıl konuya geri döndü. Şimdi ne yapacaklarını soruyordu Mey-Rin'e. Hemen sonra Mey-Rin şöyle söyledi ve diyaloğu sonlandırdı; "Yapacak bir şey yok. Den Den Mushi'den arama gelmiş de yolumuzu değiştirmiş gibi de yapamayız. Havalı bir şekilde arkamızı dönüp çıkışa ilerleyelim.'' Hayır hayır, Mey-Rin-san muhtemelen bizle dalga geçecekler! Hem, beni farkedeceksiniz! Mey-Rin'in fikrinden sonra ikili yüzlerinde hafif bir gülümsemeyle arkalarını döndüler. Lakin bu gülümseme beni gördükleri ana kadar sürdü. Göz göze geldik ve üçümüz de utandık. Onları duymamışım gibi yapmak için bakışlarımı yere çevirdim, belki inanırlardı... Üçümüz birden kızarıp öylece kaldığımız sırada Liva gülerek, ''Yetimhaneyi onların başlarına yönünüzü karıştırarak mı yıkacaksınız? Hahaha!'' Diyerek bizle gayet de alay etti. Ama kesinlikle haklıydı, biraz saçma bir gidiş denemesi olmuştu çünkü... Liva'nın gülüşünün ardından Gedoumaru, yaptığının hoş olmadığını söyleyerek kızı uyardı. Uyardı uyarmasına da, bunu söylerken kendini gülmemek için zor tutuyor olması hiçbirimizin gözünden kaçmamıştı. Hem utanıyor, hem de her an kahkaha atıp ortamı bozabilecek gibi hissediyordum. Ama hayır, arkadaşlarıma ihanet etmemeliydim. Birlikte rezil olduk bir kere! Sonuç olarak sonunda sol taraftaki kapıya doğru ilerledik, geç olsun güç olmasın... Koridora geçip yola koyulacağımız sırada Gedoumaru'nun sesiyle arkamızı döndük; ''Of. Yapacak bir şey yok. Daha daracık odada bile yönünü bulamayan aptalları yalnız başlarına bırakırsam en ufak bir şeyi bile değiştiremeden ölürler. Liva, eğer bana bir şey olursa burası sana emanet.'' Bu sözlerin ardından arkamı dönüp gülümsedim. Gedo-san da bizimle birlikte geliyordu.
Dört kişi olarak metal koridorda ilerlediğimiz sırada Lulu, Gedo'ya emin olup olmadığını sordu. Sonuçta Lulu'nun dediği gibi, arkadaşlarını bırakıp bizimle gelmek zorunda değildi. Gedoumaru ise bu soruyu olmasa da, Lulu'nun daha önce sorduğu soruları cevaplandırmayı seçti. Dediğine göre ilk zamanlar sekiz kişi bir olup kaçmayı denemişler, ama hem o zamanlar yeterince güçlü olmadıklarından, hem içlerinden birinin ihaneti yüzünden başarılı olamamışlar. Phantom'a yakalanmışlar, içlerinden biri de o zaman ölmüş. Bunun sonucunda ise Gedo-san çocukların yanına geri dönmüş. Yani, artık Gedo'ya ihtiyaçları kalmamış. Öyleyse şuan o gruba altılılar denmesinin sebebi bu olmalı. Daha sonra Gedoumaru konuşmaya devam etti. Öğrendik ki, Phantom dedikleri, buranın başındaki kişiymiş. Bir korsanmış. Nadiren burayı terk edermiş, döndüğünde ise daha fazla çocuk getirirmiş. Ve Gedo-san buraya getirildiğinden beri yüzeye hiç çıkmamış, yani dört senedir buradaymış. "...Kısaca neden kimse bizi kurtarmadı bilmiyorum. Yine de tahmin etmesi çok güç değil.Biz ailesi olmayan, bir kenara fırlatılmış çocuklarız. Dünyanın geri kalanı hiçbir zaman bizi umursamadı zaten." Bir yandan yürüyüp, bir yandan anlatılan şeyleri dinlediğimiz sırada Gedo'nun son sözleri üzerine bomboş gözlerle ona baktım. Gerçekten umudunu kaybetmek her şeyden kötü olmalıydı. Onlara bu kötülüğü yapan herkes cezalandırılmalıydı. Bir insanın umudunu kaybetmesi her şeyden kötüydü.
Kısa süre sonra çıkışa ulaştık. Metal binanın önündeydik artık. Gedo-san, kendisini takip etmemizi söylediği için onun rehberliğinde birkaç ara sokaktan geçip birçok çöp tenekesinin olduğu bir yere geldik. Daha sonra Gedoumaru biraz ilerleyip yerdeki kanalizasyon kapağını kaldırdı, demek ki gizli bir geçit olarak kanalizasyonu kullanacaktık. Gecenin zifiri karanlığında biraz zor olacaktı muhtemelen ama, önemli değil. Kapağı kaldırdıktan sonra bakışlarını bize doğru çeviren Gedo-san konuşmaya başladı; ''Az önce içinden çıktığımız binada eskiden çocuklar üzerinde deneyler yapılıyordu. Şimdi ise denek olacak çocukların sayısının artmasından dolayı o binayı bıraktılar ve daha büyük bir binaya geçtiler. Orası ise şu an bulunduğumuz konumun çok uzağında kalıyor.Bu yüzden oraya normal bir şekilde gidersek fark ediliriz. Kanalizasyondan gidersek Phantom'un olduğu yerin yakınına çıkacağız.Bu şekilde işimiz daha kolay olur.'' Bu sözlerin ardından onu başımla onayladım. Rota konusunu dört yıldır buradan çıkmamış birine bırakmak en iyisi olmalıydı.
Gedo'nun sözlerinin ardından hepimiz açıklıktan aşağı doğru indik. İndik ama, hiçbir şey gözükmüyordu. Hem artık yerin altına inme konusunda işi abarttığımızdan, hem gecenin geç saatlerine ulaştığımızdan dolayı bu gayet normaldi. Bir ışık kaynağı bulmamız gerekiyordu. O sırada birden etraf hafifçe aydınlandı. Işığın geldiği yöne, arkama doğru kafamı çevirdiğimde parlayan Lulu'yu gördüm. Göz göze geldiğimiz sırada, ''Kiyora-chan. Ben olduğum sürece karanlıktan korkmana gerek yok.'' Dedi ve gülümsedi. Doğru ya... Şeytan meyvesi şuan bizim için biçilmiş kaftandı. Lulu'ya gülümseyerek karşılık verdim, ve dördümüz birden artık aydınlanmış olan kanalizasyonda yürümeye başladık. Yosun tutmuş duvarlarların arasından, pis kokunun da etkisiyle on dakika boyunca yürüdük. Bu on dakika boyunca hiçbir sorunla karşılaşmamıştık.
Derken ileriden bir ses duyduk. Ayak sesi miydi? Ne olduğunu bilmediğim bu sesle birlikte tedbirli adımlar atmaya başladım, elim kılıcıma gitmişti. En ufak bir tehditte kılıcımı çekmeye hazırdım. Kısa süre sonra karanlığın içinden bir kız belirdi. Ellerinde mor bir kalkan ve siyah bir tırpan tutan bu çocuğun yüzünde dostça bir ifade yoktu. Yüzünün bir kısmı kararmış olan bu kız yüzündeki gülümsemeyle beraber bize doğru koşmaya başladı. Bunun üzerine hemen kılıcımı çekecek ve diğerlerinden bir hamle gelmezse, yapacağı saldırıya göre onu karşılayacaktım. Lulu'nun önünde kalmaya ve öncelik olarak onu korumaya çalışacaktım.
Lulu, Mey-Rin'in neden sağdan gittiğini sorguluyordu. Mey-Rin ise asıl onun neden peşinden geldiğini, Lulu'nun peşinden gelmesiyle doğru yolda olduğunu düşündüğünü söylüyordu. Peki benim yaptığım ne oluyordu?! Evet, çok karizmatik bir konuşmaydı bu yüzden yönü falan umursamadan peşlerinden gitmiştim... Mey-Rin'in sorduğu soruya Lulu, aslında yanlış yönde olduğunu fark ettiğini, ama yaptığı karizmatik konuşmadan sonra imajına zarar vermemek için bir şey demediğini söyleyerek cevap verdi. Lulu-san... Ne kadar da düşüncelisin... "Karnıma öyle bir darbe yiyeceğimi beklemiyordum. O darbeden sonra nerem sağım nerem solum anlayamadım. Yine de arkamdan geldiğin için teşekkür ederim Lulu." Diyerek konuşmalarına devam etti Mey-Rin. Yaptığı açıklamadan sonra gülmemek için kendimi zor tuttum. Yapılabilecek en doğal açıklamayı yapmıştı, ama şuan gülersem boşuna utanmış olacaklardı. Bu yüzden kendimi tutup dinlemeye devam ettim. Lulu, kendisine neden Lulu dendiği konusunda yakınacak gibi olsa da, kısa kesip asıl konuya geri döndü. Şimdi ne yapacaklarını soruyordu Mey-Rin'e. Hemen sonra Mey-Rin şöyle söyledi ve diyaloğu sonlandırdı; "Yapacak bir şey yok. Den Den Mushi'den arama gelmiş de yolumuzu değiştirmiş gibi de yapamayız. Havalı bir şekilde arkamızı dönüp çıkışa ilerleyelim.'' Hayır hayır, Mey-Rin-san muhtemelen bizle dalga geçecekler! Hem, beni farkedeceksiniz! Mey-Rin'in fikrinden sonra ikili yüzlerinde hafif bir gülümsemeyle arkalarını döndüler. Lakin bu gülümseme beni gördükleri ana kadar sürdü. Göz göze geldik ve üçümüz de utandık. Onları duymamışım gibi yapmak için bakışlarımı yere çevirdim, belki inanırlardı... Üçümüz birden kızarıp öylece kaldığımız sırada Liva gülerek, ''Yetimhaneyi onların başlarına yönünüzü karıştırarak mı yıkacaksınız? Hahaha!'' Diyerek bizle gayet de alay etti. Ama kesinlikle haklıydı, biraz saçma bir gidiş denemesi olmuştu çünkü... Liva'nın gülüşünün ardından Gedoumaru, yaptığının hoş olmadığını söyleyerek kızı uyardı. Uyardı uyarmasına da, bunu söylerken kendini gülmemek için zor tutuyor olması hiçbirimizin gözünden kaçmamıştı. Hem utanıyor, hem de her an kahkaha atıp ortamı bozabilecek gibi hissediyordum. Ama hayır, arkadaşlarıma ihanet etmemeliydim. Birlikte rezil olduk bir kere! Sonuç olarak sonunda sol taraftaki kapıya doğru ilerledik, geç olsun güç olmasın... Koridora geçip yola koyulacağımız sırada Gedoumaru'nun sesiyle arkamızı döndük; ''Of. Yapacak bir şey yok. Daha daracık odada bile yönünü bulamayan aptalları yalnız başlarına bırakırsam en ufak bir şeyi bile değiştiremeden ölürler. Liva, eğer bana bir şey olursa burası sana emanet.'' Bu sözlerin ardından arkamı dönüp gülümsedim. Gedo-san da bizimle birlikte geliyordu.
Dört kişi olarak metal koridorda ilerlediğimiz sırada Lulu, Gedo'ya emin olup olmadığını sordu. Sonuçta Lulu'nun dediği gibi, arkadaşlarını bırakıp bizimle gelmek zorunda değildi. Gedoumaru ise bu soruyu olmasa da, Lulu'nun daha önce sorduğu soruları cevaplandırmayı seçti. Dediğine göre ilk zamanlar sekiz kişi bir olup kaçmayı denemişler, ama hem o zamanlar yeterince güçlü olmadıklarından, hem içlerinden birinin ihaneti yüzünden başarılı olamamışlar. Phantom'a yakalanmışlar, içlerinden biri de o zaman ölmüş. Bunun sonucunda ise Gedo-san çocukların yanına geri dönmüş. Yani, artık Gedo'ya ihtiyaçları kalmamış. Öyleyse şuan o gruba altılılar denmesinin sebebi bu olmalı. Daha sonra Gedoumaru konuşmaya devam etti. Öğrendik ki, Phantom dedikleri, buranın başındaki kişiymiş. Bir korsanmış. Nadiren burayı terk edermiş, döndüğünde ise daha fazla çocuk getirirmiş. Ve Gedo-san buraya getirildiğinden beri yüzeye hiç çıkmamış, yani dört senedir buradaymış. "...Kısaca neden kimse bizi kurtarmadı bilmiyorum. Yine de tahmin etmesi çok güç değil.Biz ailesi olmayan, bir kenara fırlatılmış çocuklarız. Dünyanın geri kalanı hiçbir zaman bizi umursamadı zaten." Bir yandan yürüyüp, bir yandan anlatılan şeyleri dinlediğimiz sırada Gedo'nun son sözleri üzerine bomboş gözlerle ona baktım. Gerçekten umudunu kaybetmek her şeyden kötü olmalıydı. Onlara bu kötülüğü yapan herkes cezalandırılmalıydı. Bir insanın umudunu kaybetmesi her şeyden kötüydü.
Kısa süre sonra çıkışa ulaştık. Metal binanın önündeydik artık. Gedo-san, kendisini takip etmemizi söylediği için onun rehberliğinde birkaç ara sokaktan geçip birçok çöp tenekesinin olduğu bir yere geldik. Daha sonra Gedoumaru biraz ilerleyip yerdeki kanalizasyon kapağını kaldırdı, demek ki gizli bir geçit olarak kanalizasyonu kullanacaktık. Gecenin zifiri karanlığında biraz zor olacaktı muhtemelen ama, önemli değil. Kapağı kaldırdıktan sonra bakışlarını bize doğru çeviren Gedo-san konuşmaya başladı; ''Az önce içinden çıktığımız binada eskiden çocuklar üzerinde deneyler yapılıyordu. Şimdi ise denek olacak çocukların sayısının artmasından dolayı o binayı bıraktılar ve daha büyük bir binaya geçtiler. Orası ise şu an bulunduğumuz konumun çok uzağında kalıyor.Bu yüzden oraya normal bir şekilde gidersek fark ediliriz. Kanalizasyondan gidersek Phantom'un olduğu yerin yakınına çıkacağız.Bu şekilde işimiz daha kolay olur.'' Bu sözlerin ardından onu başımla onayladım. Rota konusunu dört yıldır buradan çıkmamış birine bırakmak en iyisi olmalıydı.
Gedo'nun sözlerinin ardından hepimiz açıklıktan aşağı doğru indik. İndik ama, hiçbir şey gözükmüyordu. Hem artık yerin altına inme konusunda işi abarttığımızdan, hem gecenin geç saatlerine ulaştığımızdan dolayı bu gayet normaldi. Bir ışık kaynağı bulmamız gerekiyordu. O sırada birden etraf hafifçe aydınlandı. Işığın geldiği yöne, arkama doğru kafamı çevirdiğimde parlayan Lulu'yu gördüm. Göz göze geldiğimiz sırada, ''Kiyora-chan. Ben olduğum sürece karanlıktan korkmana gerek yok.'' Dedi ve gülümsedi. Doğru ya... Şeytan meyvesi şuan bizim için biçilmiş kaftandı. Lulu'ya gülümseyerek karşılık verdim, ve dördümüz birden artık aydınlanmış olan kanalizasyonda yürümeye başladık. Yosun tutmuş duvarlarların arasından, pis kokunun da etkisiyle on dakika boyunca yürüdük. Bu on dakika boyunca hiçbir sorunla karşılaşmamıştık.
Derken ileriden bir ses duyduk. Ayak sesi miydi? Ne olduğunu bilmediğim bu sesle birlikte tedbirli adımlar atmaya başladım, elim kılıcıma gitmişti. En ufak bir tehditte kılıcımı çekmeye hazırdım. Kısa süre sonra karanlığın içinden bir kız belirdi. Ellerinde mor bir kalkan ve siyah bir tırpan tutan bu çocuğun yüzünde dostça bir ifade yoktu. Yüzünün bir kısmı kararmış olan bu kız yüzündeki gülümsemeyle beraber bize doğru koşmaya başladı. Bunun üzerine hemen kılıcımı çekecek ve diğerlerinden bir hamle gelmezse, yapacağı saldırıya göre onu karşılayacaktım. Lulu'nun önünde kalmaya ve öncelik olarak onu korumaya çalışacaktım.
Kiyora Victoria- Ödül Avcısı
- Mesaj Sayısı : 214
Kayıt tarihi : 17/01/16
Nerden : East Blue
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
Çocuk üzerinize doğru koşarken, Gedoumaru da ona doğru koşmaya başlıyor.İkisinin koşuş hızına baktığında en az senin kadar hızlı olduklarını fark edebiliyorsun. İki çocuk birbirlerinin iyice yakınına yaklaştıkları zaman, çocuk tırpanını yukarı doğru kaldırmaya başlıyor. Bunu gören Gedoumaru, tıpkı Mey-Rin'e yaptığı gibi, sağ elindeki dikenli sopası ile karşısındaki rakibin karnına dikey bir saplama hamlesi deniyor; fakat rakibi bir anda koşmayı bırakıp sağa çekiliyor. Gedoumaru ise hızını alamadığından sağ tarafından açık veriyor. Bunun sonucunda da rakibi önce tırpanının sivri olmayan orta kısmı ile Geodumaru'nun bacaklarına vuruyor ve onun yüz üstü yere kapaklanmasını sağlıyor. Ardından da Gedoumaru'nun kaburgalarına tekme atıyor ve Gedoumaru'yu soldaki duvara uçuruyor.
Tam bu sırada ışıklar sönüyor ve karanlıkta kalıyorsunuz. Ardından Lulu'nun sesini duyursunuz: ''Karanlıkta kalırsa bize zarar veremez değil mi?''
Lulu'nun konuşmasından hemen sonra, önce üzerinize doğru gelen ayak seslerini hemen ardından da Gedoumaru'nun sesini duyuyorsunuz. Gedoumaru, acı dolu bir sesle: Çabuk az önce ne yaptıysanız onu yapın! Karanlık onun gözlerini duduramaz!''diye bağırıyor. Bu sırada ayak seslerinden de rakibinizin iyice yakınınıza yaklaştığını anlıyorsunuz.
Bunun üzerine Lulu hemen tekrardan parlıyor. Işıklar geldiğinde gördüğün ilk şey dibine kadar gelmiş olan çocuk ve kafana doğru gelmekte olan tırpan.
Tam bu sırada ışıklar sönüyor ve karanlıkta kalıyorsunuz. Ardından Lulu'nun sesini duyursunuz: ''Karanlıkta kalırsa bize zarar veremez değil mi?''
Lulu'nun konuşmasından hemen sonra, önce üzerinize doğru gelen ayak seslerini hemen ardından da Gedoumaru'nun sesini duyuyorsunuz. Gedoumaru, acı dolu bir sesle: Çabuk az önce ne yaptıysanız onu yapın! Karanlık onun gözlerini duduramaz!''diye bağırıyor. Bu sırada ayak seslerinden de rakibinizin iyice yakınınıza yaklaştığını anlıyorsunuz.
Bunun üzerine Lulu hemen tekrardan parlıyor. Işıklar geldiğinde gördüğün ilk şey dibine kadar gelmiş olan çocuk ve kafana doğru gelmekte olan tırpan.
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
Çocuk üstümüze doğru koşarken, onu karşılamak için Gedo öne atılmıştı. Birbirlerine doğru koşuyorlardı, o an farkettim ki ikisinin de hız konusunda benden aşağı kalır yanı yoktu. Her ihtimale karşı kılıcımı elime almış, iki çocuğun karşılaşmasını dikkatle izliyordum. Beklenmedik bir durumda devreye girmeliydim. Siyah, uzun saçlı kız ve Gedoumaru birbirlerine iyice yaklaştıkları sırada mor kalkanlı kız, tırpanını yukarı doğru kaldırdı. Bunun üzerine Gedo, elindeki dikenli sopasını kızın karnına doğrulttu ve dikey olarak saplamayı denedi. Eğer rakibi bu saldırıyı savuşturmasaydı gerçekten sağlam bir darbe alabilirdi, ama öyle olmadı. Tırpanlı kız Gedo'nun saplama hamlesine karşılık olarak koşmayı bırakıp sağ tarafa çekildi. İşte o anda yüzümü bir endişe kaplamış olmalıydı, çünkü Gedo-san sağ tarafından açık vermişti. Tamamen savunmasız kalmıştı. Hızla gidip saldırısını karşılamayı denesem, yetişemeyecektim. Kız, Gedoumaru'nun bacaklarına tırpanıyla vurup onu yere düşürdü, hemen ardından da gövde bölümüne attığı bir tekmeyle onu karşıdaki duvara uçurdu. Hey, Gedo-san umarım iyidir. Ona karşılığını ben vereceğim!
Koşmak için ilk adımımı atacağım sırada, her yer karanlığa büründü. Lulu'nun ne yapmaya çalıştığını ilk başta anlamadıysam da, hemen açıklamasını yaptığı için durum daha anlaşılabilir hâle geldi. ''Karanlıkta kalırsa bize zarar veremez değil mi?'' Diyordu Lulu, bir bakıma haklıydı ama karanlık en çok bizim aleyhimize işliyordu. Çünkü rakibimizin bir tırpanı vardı, ve ayak sesleri git gide yaklaşıyordu. Kılıcımı iki elimle sıkıca kavradım ve gözlerimi kapatıp sesin geldiği yeri tespit etmeye çalıştım. O sırada Gedo-san'ın sesiyle gözlerim endişeyle açıldı. Acı dolu bir sesle, "Çabuk az önce ne yaptıysanız onu yapın! Karanlık onun gözlerini durduramaz!'' Diyerek bağırdı Gedoumaru. Tabii ki bu da olası bir ihtimaldi, ve kesinlikle böyle anormallikler bizi bulmak zorundaydı. Bu uyarının ardından Lulu hemen tekrar parladı. Etraf aydınlandığında gördüğüm manzara pek de iyi değildi, çünkü tam üzerime doğru gelen bir tırpan vardı ve kız neredeyse dibimdeydi.
Kafama doğru gelen tırpanı, iki elimle tuttuğum kılıcımla karşılayacak ve baskı uygulayacaktım. Eğer saldırıdan kaçarsam yanımdaki Mey-Rin yaralanabilirdi. Tırpanı karşılayıp baskıdan kurtulduktan sonra sol tarafa doğru hızla koşacak ve sağ elimdeki kılıçla kızın omzuna doğru yatay bir savurma hamlesi deneyecektim.
Koşmak için ilk adımımı atacağım sırada, her yer karanlığa büründü. Lulu'nun ne yapmaya çalıştığını ilk başta anlamadıysam da, hemen açıklamasını yaptığı için durum daha anlaşılabilir hâle geldi. ''Karanlıkta kalırsa bize zarar veremez değil mi?'' Diyordu Lulu, bir bakıma haklıydı ama karanlık en çok bizim aleyhimize işliyordu. Çünkü rakibimizin bir tırpanı vardı, ve ayak sesleri git gide yaklaşıyordu. Kılıcımı iki elimle sıkıca kavradım ve gözlerimi kapatıp sesin geldiği yeri tespit etmeye çalıştım. O sırada Gedo-san'ın sesiyle gözlerim endişeyle açıldı. Acı dolu bir sesle, "Çabuk az önce ne yaptıysanız onu yapın! Karanlık onun gözlerini durduramaz!'' Diyerek bağırdı Gedoumaru. Tabii ki bu da olası bir ihtimaldi, ve kesinlikle böyle anormallikler bizi bulmak zorundaydı. Bu uyarının ardından Lulu hemen tekrar parladı. Etraf aydınlandığında gördüğüm manzara pek de iyi değildi, çünkü tam üzerime doğru gelen bir tırpan vardı ve kız neredeyse dibimdeydi.
Kafama doğru gelen tırpanı, iki elimle tuttuğum kılıcımla karşılayacak ve baskı uygulayacaktım. Eğer saldırıdan kaçarsam yanımdaki Mey-Rin yaralanabilirdi. Tırpanı karşılayıp baskıdan kurtulduktan sonra sol tarafa doğru hızla koşacak ve sağ elimdeki kılıçla kızın omzuna doğru yatay bir savurma hamlesi deneyecektim.
Kiyora Victoria- Ödül Avcısı
- Mesaj Sayısı : 214
Kayıt tarihi : 17/01/16
Nerden : East Blue
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
Tırpanı kılıcın ile karşılıyorsun; fakat baskı uygulamada başarısız oluyorsun. Rakibinin tırpanını bir türlü geriye doğru ittiremiyorsun. Aynı şekilde o da senin kılıcını ittirmekte başarısız oluyor. Yine de çocuğun yüzüne baktığında oldukça mutlu olduğunu görüyorsun. Mor gözleri parlayan çocuk, ağzındaki tüm dişler görülecek kadar sırıtıyor. Ardından da tırpanını geriye, kendisine doğru çekiyor. Sen de bu andan yararlanıyor ve sola doğru koşup kızın sağ omzuna doğru yatay bir savurma hamlesi deniyorsun; fakat kız, sağ elindeki tırpan ile bu hamleyi kolayca savuşturuyor.
Son durum: Kızın sırtı sağdaki duvara dönük. Senin sırtın sol duvara doğru dönük. Kız ile aranda 2 metre var. Kızın tırpanının boyu ise yaklaşık 1 metre. 2-3 metre arkanda, soldaki duvarın dibinde ise Lulu ve Mey-Rin var.
Son durum: Kızın sırtı sağdaki duvara dönük. Senin sırtın sol duvara doğru dönük. Kız ile aranda 2 metre var. Kızın tırpanının boyu ise yaklaşık 1 metre. 2-3 metre arkanda, soldaki duvarın dibinde ise Lulu ve Mey-Rin var.
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Gråt Gladius [Kiyora Victoria]
Tırpanını kılıcımla karşılasam dahi ikimiz de baskı konusunda birbirimize üstünlük kuramamıştık. Ne ben onun tırpanını ittirebiliyordum, ne de o benim kılıcımı ittirebiliyordu. O sırada bir şey farkettim. Kız çok mutlu gözüküyordu, mor gözleri parlıyor, olabildiğince gözüken dişleriyle gülümsüyordu. Daha sonra kız tırpanını geriye, kendine doğru çekti. Ben de bu geri çekilmeden faydalanıp ona zarar verebilmek için sol tarafa geçip sağ omzuna doğru kılıcımı savurdum. Pek etkili olmayan bu saldırıyı mor gözlü kız tırpanıyla kolayca savuşturdu.
Onun bana gelmesini beklemeyecek ve sıradaki hamleyi ben yapacaktım. Kızın üstüne doğru koşacak, ve yeterince yaklaştığım zaman hızla tırpanı tuttuğu elinin tarafına doğru çekilecek ve koluna bir saplama hamlesi deneyecektim. Eğer kız benden önce davranıp tırpanını savurursa saldırı pozisyonundan savunma pozisyonuna geçecek ve onu karşılayacaktım.
Onun bana gelmesini beklemeyecek ve sıradaki hamleyi ben yapacaktım. Kızın üstüne doğru koşacak, ve yeterince yaklaştığım zaman hızla tırpanı tuttuğu elinin tarafına doğru çekilecek ve koluna bir saplama hamlesi deneyecektim. Eğer kız benden önce davranıp tırpanını savurursa saldırı pozisyonundan savunma pozisyonuna geçecek ve onu karşılayacaktım.
Kiyora Victoria- Ödül Avcısı
- Mesaj Sayısı : 214
Kayıt tarihi : 17/01/16
Nerden : East Blue
4 sayfadaki 14 sayfası • 1, 2, 3, 4, 5 ... 9 ... 14
Similar topics
» Kiyora Victoria
» Parlak zamanlar [Kiyora&Wiksax]
» [Envanter] Kiyora Victoria
» Pulau Menakutkan [Kiyora Victoria]
» Kızıl Kafalar (Rayl - Kiyora)
» Parlak zamanlar [Kiyora&Wiksax]
» [Envanter] Kiyora Victoria
» Pulau Menakutkan [Kiyora Victoria]
» Kızıl Kafalar (Rayl - Kiyora)
One Piece Rpg :: 4 Deniz Rp :: East Blue
4 sayfadaki 14 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz