E.N.D Zac En Değersizi Zac[Bitti]
2 posters
One Piece Rpg :: 4 Deniz Rp :: East Blue
4 sayfadaki 4 sayfası
4 sayfadaki 4 sayfası • 1, 2, 3, 4
Geri: E.N.D Zac En Değersizi Zac[Bitti]
"Ahh, yanlış tabelayı asmışım." diyor adam ve cebinden başka bir tabela çıkarıyor, bir an kötü bir şakanın içinde kaldığını sansan da, yeni tabelayı görünce daha da şok oluyorsun.
"Uzman Başçavuş Ayberk"
"Haberin yok sanırım, yeni biri tayin edildi buraya. Sanırım sen ımm-" cebinde ki tabelayı çıkarıp bakıyor. "Başçavuş Değersiz. Senin odan bodrum katında, sanırım Kaptan-san senin için bir not düşmüştü. Oraya gidersen bulabilirsin." diyor. Boyu yaklaşık 2 metreyi bulan adam mavi gözleriyle sana bakıyor. Kır saçları ve mavi önlüğüyle önünde dikiliyor bir süre. "Yol göstermemi mi istiyorsun?" diye devam ediyor.
Daha önce indiğin merdivenlerin bitişiğideki merdivenlerden 2 kat indiğinde bodruma varıyorsun. Kaptan'ın bulunduğu kat nispeten karanlıktı ama burası baya loştu. Sağda solda bir sürü oda vardı, çoğunda depo, arşiv, malzeme gibi isimler vardı. Bir tane isimsiz oda vardı, senin olduğunu düşünüp girdin, temiz bir masa arkasında bir sandalye ve önünde 2 tane sandalye vardı. Masada ki not Kaptan'ın notuydu.
Mektuptan sonra kitaplığına bakıyorsun. Kaptan'ın duvarları kaplayan kitaplığı kadar büyük olmasa da, bir duvarın üçte birini kaplıyor. 1 kitap hariç bomboş. Kitaplıktaki tek kitap "Tanrılara Hakaret"...
"Uzman Başçavuş Ayberk"
"Haberin yok sanırım, yeni biri tayin edildi buraya. Sanırım sen ımm-" cebinde ki tabelayı çıkarıp bakıyor. "Başçavuş Değersiz. Senin odan bodrum katında, sanırım Kaptan-san senin için bir not düşmüştü. Oraya gidersen bulabilirsin." diyor. Boyu yaklaşık 2 metreyi bulan adam mavi gözleriyle sana bakıyor. Kır saçları ve mavi önlüğüyle önünde dikiliyor bir süre. "Yol göstermemi mi istiyorsun?" diye devam ediyor.
Daha önce indiğin merdivenlerin bitişiğideki merdivenlerden 2 kat indiğinde bodruma varıyorsun. Kaptan'ın bulunduğu kat nispeten karanlıktı ama burası baya loştu. Sağda solda bir sürü oda vardı, çoğunda depo, arşiv, malzeme gibi isimler vardı. Bir tane isimsiz oda vardı, senin olduğunu düşünüp girdin, temiz bir masa arkasında bir sandalye ve önünde 2 tane sandalye vardı. Masada ki not Kaptan'ın notuydu.
- Not:
- Selam Başçavuş Değersiz,
Yeni odanı umarım beğenirsin, eşyalarını kendim yaptım. En büyük hobilerimden birisi marangozluktur. Duvarda ki kitaplık favori parçalarımdan birisi. Yeni rütbende başarılar dilerim. Rütbe atladığın için standart ödül kazandın. Normalde her rütbe atlamasında verilir bu ödül, ama senin durumun farklı olduğu için, Çavuştan, Başçavuşa'a atladığını varsayıp ona göre ödül verilmiştir. İyi günlerde harcamanı dilerim.
Mektuptan sonra kitaplığına bakıyorsun. Kaptan'ın duvarları kaplayan kitaplığı kadar büyük olmasa da, bir duvarın üçte birini kaplıyor. 1 kitap hariç bomboş. Kitaplıktaki tek kitap "Tanrılara Hakaret"...
- Tamir işlerini gören adam, J. Anitor:
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: E.N.D Zac En Değersizi Zac[Bitti]
Düşündüğümden çok daha farklı bir cevap alınca, şöyle bir gözlerimi devirdim adamım. Yine ve yine bir aksilik söz konusuydu. Anitor, unuttuğu bir şeyi hatırlamış gibi işe koyuldu ve tabelayı söküp, cebinden yeni bir tabela çıkarttı. Bir an Kaptan Fumador'un benimle kafa bulduğunu ve isimle hitap edilmiş bir tabelanın asılacağını sandım; ama böyle olmadı elbette. Aksilikler prensi beni yine bir aksilik bulmuştu. Ortada bir şaka falan yoktu. Gerçektende Kaptan Fumador tabelaya adımı değersiz diye işletmişti. Yeni tabelada ise 'Uzman Başçavuş Ayberk' yazıyordu. Beynimden vurulmuşa dönmüşken, tek düşündüğüm bu Ayberk'in kim olduğuydu. Tabii Anitör piçinin bunu bilerek mi yoksa kasıtlı mı yaptığı konusunda da bir tartışma yok değildi kafamda. O sırada Anitör Uzman Başçavuş Ayberk'in yeni tayin edildiğini söylemişti. Han'ın rütbesinin düşürülmesinin üzerine tam isabet olmuştu. Umarım yeni gelen iyi bir insandan öte, iyi bir denizcidir.
Düşünceli bakışlarımı iki metre boyundaki tamirci abiye çevirdiğimde, sözlerine devam ediyordu. Odamın nerede olduğunu söylemiş ve beni oraya yönlendirmişti. Bir süre boş boş baktım bende haliyle. Yani... Ne bileyim bu kadar yorucu bir günden sonra bu kadar talihsizlik bir tuhaf hissettiriyordu bana. Ayrıca mavi gözlü bu elaman birde Kaptan Fumador'un odama bir not bıraktığını söylemişti. O bile bu kadar şey biliyorken, ben neden habersizdim anlamıyordum. İki metre olması her şeyi bilmesi için yeterli miydi? Bende pek kısa sayılmazdım hani. Yaşıma göre, annemin beni iyi beslemesinden olsa gerek bayağı uzun ve yapılı idim. Hâlâ gelişmekte olan kas yapıp, normal bir insan göre üst düzeydi. O yüzden bu adamın iki metre olması beni korkutmuyor ve hiç kıskandırmıyor idi. Hem inceydi. İki metre olup birde hayvan gibi kalıplı olsa, belki ama bu hali aşırı itici geliyordu. Tarz değilsin Anitör. O sırada ben bunları düşünürken, Anitör düşüncelerimi okumuş gibi bir tepki göstermiş ve artık gitmeyecek misin diye yakınmıştı. Tabii sözleri bu değildi ama sarf ettiği sözlerin altında yatan anlam buydu.
"Abicim iyi güzelde, o ismi düzelt. Sana güveniyorum bak, Başçavuş Değersiz ne yav? Zachariah adım, Zachariah. Yaka kartıyla mı gezeyim anlamadım ki?" diye yakındım haliyle. Ardından fırladım vereceği cevabı beklemeden. Karanlık koridorlarda yaptığım bu ikinci git gele, ek olarak iki kat daha inecektim. Bodrum katında, bir oda ürkünç gelmiyor değildi kafama. Sessiz ve çok daha karanlık... Aniden bir yerden gelen ses ve benim hoplayıp altıma sıçmam, bu tarz şeyler olur muydu? Olursa kurguladığım gibi mi olurdu? Cevapsız sorularla doluydu kafam. Bir ara bunlara bir cevap bulmam gerekiyordu. Yoksa kafam patlayacak şerefsizim adamım, kafam! Düşünsene milyonlarca soru kafamda biriktikten sonra baam diye patlıyor. Ne kadar iğrenç bir görüntü. Beyin parçacıkları palan dört bir yere dağılmış, öeh! Kami-sama korusun bizi böyle bir ölümden. Öleceksek şu duvarlara resmimiz asılacak kadar şerefli bir şekilde ölelim, ne o öyle dimi adamım?
Bodrum katına hızlı bir şekilde inmemin ardından loş bir ortam karşıladığı düşündüğüm gibi. Sağımda ve solumda sayamayacağım kadar onlarca oda vardı. Depo, arşiv ve malzemeler. Bunlarla isinlendirilmiş idi çoğu oda. Hafif bir misk koku hakimde ayrıca buraya. Koskoca karargahın tüm arşivi burada saklıydı ve benim odamda bu sessiz yerdeydi. Kendi odamı ufak bir çaba sonrası buldum, isimsizdi. Odaya girdiğimde ise güzel bir ortam karşıladı beni. Yeterliydi en azından, öyle pek süslü bir tip değildim. Temiz masanın üzerine serpiştirilmiş mektubun içindeki notu hızlıca ellerim arasında aldım ve okumaya başladım. Odadaki çoğu şey Kaptan'ın elinden çıkmaydı. Kitaplık, masa ve sandalyeler... Boş vaktinde en çok yapmayı sevdiği şeyin marangozluk olduğunu öğrenmiştik ayrıca. Birde rütbe atlamış olmamdan ötürü ikramiye söz konusuydu, bu güzel bir haberdi çünkü beş parasızdım. Tüm param tükenmiş ve çok az miktarda olan miço maaşı ile geçinmem de pek mümkün olmamaya başlamıştı. Yani para sıkıntısı çekmediğim bir hayata alışmışken, şimdi büyükçe bir borç ve parasızlık çekiyordum. Bundan ötürü 160k miktarındaki çek yüzümü azda olsa güldürmüştü. Kaptanın kitaplığı kadar büyük olmasada göze hoş gelen ve duvarın bir kısmını kaplayan kitaplığa döndüğümde dikkatimi bir kitap çekti. Zaten başka bir kitap yoktu. Kitap bu oda gibi yine kaptanın hediyesi olmalıydı. Tanrılara hakaret... Oldukça ilginç duruyordu. Çeki iç cebime sıkıştırıp, kitabı ellerimin arasına aldığımda sayfaları karıştırmaya başladım. Kitabın içeriğini merak ediyordum, o yüzden bir saat kadar bu loş odada masamın ardındaki koltuğuma oturacak ve bu kitabı okuyacaktım. Bir saat sonra ise gidip biraz Carry ile ilgilenirdim herhalde. Sonra ise güzelce bir uyku... Aylar sonra güzel bir uyku çekmeye hasret kalmıştım zira. Birde uykuyu hak etme mevzusu vardı, o zaten ayrı bir konuydu.
Düşünceli bakışlarımı iki metre boyundaki tamirci abiye çevirdiğimde, sözlerine devam ediyordu. Odamın nerede olduğunu söylemiş ve beni oraya yönlendirmişti. Bir süre boş boş baktım bende haliyle. Yani... Ne bileyim bu kadar yorucu bir günden sonra bu kadar talihsizlik bir tuhaf hissettiriyordu bana. Ayrıca mavi gözlü bu elaman birde Kaptan Fumador'un odama bir not bıraktığını söylemişti. O bile bu kadar şey biliyorken, ben neden habersizdim anlamıyordum. İki metre olması her şeyi bilmesi için yeterli miydi? Bende pek kısa sayılmazdım hani. Yaşıma göre, annemin beni iyi beslemesinden olsa gerek bayağı uzun ve yapılı idim. Hâlâ gelişmekte olan kas yapıp, normal bir insan göre üst düzeydi. O yüzden bu adamın iki metre olması beni korkutmuyor ve hiç kıskandırmıyor idi. Hem inceydi. İki metre olup birde hayvan gibi kalıplı olsa, belki ama bu hali aşırı itici geliyordu. Tarz değilsin Anitör. O sırada ben bunları düşünürken, Anitör düşüncelerimi okumuş gibi bir tepki göstermiş ve artık gitmeyecek misin diye yakınmıştı. Tabii sözleri bu değildi ama sarf ettiği sözlerin altında yatan anlam buydu.
"Abicim iyi güzelde, o ismi düzelt. Sana güveniyorum bak, Başçavuş Değersiz ne yav? Zachariah adım, Zachariah. Yaka kartıyla mı gezeyim anlamadım ki?" diye yakındım haliyle. Ardından fırladım vereceği cevabı beklemeden. Karanlık koridorlarda yaptığım bu ikinci git gele, ek olarak iki kat daha inecektim. Bodrum katında, bir oda ürkünç gelmiyor değildi kafama. Sessiz ve çok daha karanlık... Aniden bir yerden gelen ses ve benim hoplayıp altıma sıçmam, bu tarz şeyler olur muydu? Olursa kurguladığım gibi mi olurdu? Cevapsız sorularla doluydu kafam. Bir ara bunlara bir cevap bulmam gerekiyordu. Yoksa kafam patlayacak şerefsizim adamım, kafam! Düşünsene milyonlarca soru kafamda biriktikten sonra baam diye patlıyor. Ne kadar iğrenç bir görüntü. Beyin parçacıkları palan dört bir yere dağılmış, öeh! Kami-sama korusun bizi böyle bir ölümden. Öleceksek şu duvarlara resmimiz asılacak kadar şerefli bir şekilde ölelim, ne o öyle dimi adamım?
Bodrum katına hızlı bir şekilde inmemin ardından loş bir ortam karşıladığı düşündüğüm gibi. Sağımda ve solumda sayamayacağım kadar onlarca oda vardı. Depo, arşiv ve malzemeler. Bunlarla isinlendirilmiş idi çoğu oda. Hafif bir misk koku hakimde ayrıca buraya. Koskoca karargahın tüm arşivi burada saklıydı ve benim odamda bu sessiz yerdeydi. Kendi odamı ufak bir çaba sonrası buldum, isimsizdi. Odaya girdiğimde ise güzel bir ortam karşıladı beni. Yeterliydi en azından, öyle pek süslü bir tip değildim. Temiz masanın üzerine serpiştirilmiş mektubun içindeki notu hızlıca ellerim arasında aldım ve okumaya başladım. Odadaki çoğu şey Kaptan'ın elinden çıkmaydı. Kitaplık, masa ve sandalyeler... Boş vaktinde en çok yapmayı sevdiği şeyin marangozluk olduğunu öğrenmiştik ayrıca. Birde rütbe atlamış olmamdan ötürü ikramiye söz konusuydu, bu güzel bir haberdi çünkü beş parasızdım. Tüm param tükenmiş ve çok az miktarda olan miço maaşı ile geçinmem de pek mümkün olmamaya başlamıştı. Yani para sıkıntısı çekmediğim bir hayata alışmışken, şimdi büyükçe bir borç ve parasızlık çekiyordum. Bundan ötürü 160k miktarındaki çek yüzümü azda olsa güldürmüştü. Kaptanın kitaplığı kadar büyük olmasada göze hoş gelen ve duvarın bir kısmını kaplayan kitaplığa döndüğümde dikkatimi bir kitap çekti. Zaten başka bir kitap yoktu. Kitap bu oda gibi yine kaptanın hediyesi olmalıydı. Tanrılara hakaret... Oldukça ilginç duruyordu. Çeki iç cebime sıkıştırıp, kitabı ellerimin arasına aldığımda sayfaları karıştırmaya başladım. Kitabın içeriğini merak ediyordum, o yüzden bir saat kadar bu loş odada masamın ardındaki koltuğuma oturacak ve bu kitabı okuyacaktım. Bir saat sonra ise gidip biraz Carry ile ilgilenirdim herhalde. Sonra ise güzelce bir uyku... Aylar sonra güzel bir uyku çekmeye hasret kalmıştım zira. Birde uykuyu hak etme mevzusu vardı, o zaten ayrı bir konuydu.
Zachariah- Mesaj Sayısı : 111
Kayıt tarihi : 22/01/16
Nerden : Logetown
Geri: E.N.D Zac En Değersizi Zac[Bitti]
- Tanrılara Hakaret:
- Önsöz
Tanrılar, bu Dünya’nın kurucuları ve torunları. Hepimizin efendileri. Bizim için zamanın şeytanlarıyla savaşıp, Dünya’ya huzuru getiren asil kan. Bundan 800 yıl önce yapılan bir savaşta, şeytanları yok eden 20 ülkenin kralları bir hükümet kurup Dünya’ya barışı getirdiler. 800 yıldır süregelen hükümet buyruğu altına 170 ülke toplayıp bu denizlerde gezen korsanlarla savaşan Denizcileri yöneterek huzurun hakim olmasını sağladırlar. Lanetli korsan Gol D. Roger’ın korsanlar çağını başlatmasından beri geçen 50 senede, Dünya Hükümeti denizleri korumayı hiç bırakmadı. 30 yıl önce korsanların Grand Line’ı neredeyse ele geçirdiği zamanda bile durmadan savaşan asil denizciler ve Tanrılar Grand Line’nın kontrolünü almayı başardılar.
Buna eş zamanda denizcilerin yaralarını fırsat bilen pis tapınakçılar, Denizcilere ve Tanrı’lara saldırıp, Hükümeti devralmak için girişimde bulundular. Kahraman denizcilerimiz tüm zorluklara rağmen bu saldırıları def edip, Denizlerde ki huzuru korudular. Şimdi her denizde huzur büyük ölçekte hakim. Lanet korsanlar ve tapınakçılar hala ortada olsa da, en büyük tehdit onlar değil. Doğrudan Tanrılara savaş açan ve Hükümeti devirip, Dünya’ya kaos bahşetmek isteyen oluşum Devrimciler, Tanrı’lara savaş açıyor.
Devrimciler
İki adamın bir araya gelerek uydurduğu bir oluşum. Biri kendi ırkından insanlara sırt dönen bir hain, diğeri ise canavar ırktan biri. Bu iki hainin bir araya gelmesi büyük bir sorun değilmiş gibi, bu ikisine inanan insanlar, yalanlar eşliğinde Tanrı’larla savaşmak için toplandılar. Sayıları yüzbinleri geçen bu ordu, Denizcilerle savaşmak yerine, korkakça ülkeleri hedef alıp, masum insanları savaşa sürüklüyor. Devrimciler kendi ideolojilerinde, kendilerini haklı görüyorlar.
“Tüm insanlar eşittir.”
Kesinlikle tüm insanlar eşittir. Buna karşı çıkacak tek bir kişi yoktur. Ama Tanrı’larımızın insan seviyesine inmesini beklemek Tanrı’lara Hakarettir.
Eşitlik benzer ırklar üzerinden işlenir. Bir Tanrı’nın insanla eşit olması beklenemez. Tanrılar’ımız bize bü dünyayı vermek karşılığında özel muamele görüyorlar. Özel muamele bile değil, sadece hak ettikleri şeyi alıyorlar. Bunda nasıl bir yanlış olabilir?
Ama bu iki savaş aşığı, Tanrı’ların insan seviyesine inmesini bekliyor.
Bunları biraz tanıtalım;
Kasei
Canavar ırktan biri. Son hayatta kalanı olduğu tahmin ediliyor. Nasıl gözden kaçırılmış? Nerede saklanmış? Bunlar cevabını bilmediğimiz sorular. Bu canavar şeytanın vücut bulmuş hali. “Ülkeleri özgürleştirmek” için, Krallarla görüşür, istediği cevabı almadığında ise onları katleder. Yerine gelen kralla anlaşır böylece. Dünya’daki herkesin ölmesinin iyi olacağını düşünür. İdeolojisinin Dünya’yı baştan yaratmak olduğu bilinir.
“Bana 7 erkek ve 27 kadın verin ve mükemmel dünyayı oluşturayım. Bu Dünya asillerinizin pis kanında yoğrulduğu için kirli. Adalet ve Huzurun hakim olması için Dünya’yı baştan oluşturmam lazım.”
Şu sözde ki bencilliğe bakıldığında, bu şeytanın asıl amacı anlaşılmaktadır. Tamamen bencilce bir amaç doğrultusunda, adalet ve huzur gibi kutsal kavramları kullanarak, kendi oturabileceği bir taht inşa etmekten başka bir amacı yoktur. Yeri geldiğinde bir adadaki tüm çocukları öldüren bu adamın, huzur ve adaletten bahsetmesi ne kadar mümkündür? Bir adadaki masum kadınları yakarak öldüren bu adamın masumluğundan nasıl bahsedilebilir. Kendi ideolojisinde bu eylemlerini bile adalet ve huzura bağlayan bu adam şeytandan da beter bir şeydir.
Heiwa-Tai
Hain! Kendi kanını satan hain, kendi ırkının haklarının olmadığını savunur ve şeytanın ortağıdır. Onun kadar canavar değildir belki, ama doğrudan ülkeleri ele geçirerek Dünya Hükümetini ortadan kaldırmayı hedefler. Tüm varlıklar eşittir ideolojisinde, Tanrıları insanlarla değil, hayvanlarla bile bir tutar. İdeolojisi ne kadar masum görünse de, bu şeytanın ortağı olduğu için onun kadar şeytan olması beklenmez mi? Neden kendi kanına ihanet ettiği bilinmese de, annesinin ölümünden sonra kafayı yediği söylenir. Psikolojik olarak travma geçirmiş bir insanın mantıklı düşünmesi beklenebilir mi? Tabi ki beklenemez…
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: E.N.D Zac En Değersizi Zac[Bitti]
Uzun zamandır bir kitabı kokladığımı hatırlamıyordum. Ellerim arasındaki hissiyatı bile yabancı geliyordu. Kitabın kapağını açıp, koltuğuma oturduğumda odama şöyle bir göz attım. Tekrardan rütbeli olup, denizlere yelken açacağım hissi beni fazlasıyla heyecanlandırıyordu. Bu odaya alışmam pekte uzun sürmeyecek gibiydi, zamanla bu kitaplık onlarca kitaplar dolar ve bu oda ben kokmaya başlardı. Her şey zamanla olacaktı adamım, şimdi yabancıydım buraya.
Kitabın yazarı Seifun Oinu, ilginç bir isim vermişti kitaba. Tanrılara hakaret... Kim bir tanrıya hakaret edecek kadar düşmüş olabilirdi ki? İnsanı kendi suretinde yaratıp, diğer tüm canlılara nazaran daha üstün bir şekilde yaşama hakkı vermiş bir varlığa hakaret etmek, büyük bir günah ve terbiyesizliktir. Nasıl desem bu bir insanın anne ve babasına küfür etmesi kadar saçma gelir kulağa, anlıyor musun adamım? O yüzden biraz ön yargıyla açtığımda kitabı, tüm bu okuma faslının sıkıcı geçmemesini umdum.
Kitabın ön sözünden başlayıp okumaya başladığımda her bir satır sonrası ilgim bir kademe daha artıyordu. Ön sözü genel olarak kısaca açıklayacak olursam geçmişte ne şekilde dünyanın şeytanların ellerinden kurtarılıp bu günlere geldiğini ve hükümet'in nasıl doğduğunu anlatıyordu.. Bana göre kimi yerde haklı kimi yerde haksızdı ama bir denizci olarak iştahımı kabartıp ilgimi çekecek kadar etkileyici kullanmıştı kalemini. Hızlıca ön sözü geçip, kitabın genel olarak anlatılmak istenen yerine geçtiğimde ise, işler biraz daha ilginçleşiyordu. Devrimciler bilindiği gibi iki adam tarafından kurulmuştu. Adlarını tam olarak bilmesem de biri insan diğeri ise kitaba göre mistik zamanlardan kalma bir canavardı. İnsanın kendi ırkındaki insanlara sırtına dönmüş bir hain olarak anlatmıştı yazar. Bu bana kutsal ejderleri anımsatıyordu. Yani devrimcilerin başındaki adamlardan biri eski bir kutsal ejder miydi? Yoksa ben mi yanlış anlamıştım emin değildim. Tüm insanların eşit olduğunu savunan devrimciler buna Kutsal Ejderleri de dahil ediyordu. Bana göre bu konuda devrimciler haklıydı; fakat yazar böyle düşünmüyordu. Kutsal Ejderlerin bizden üstün olduğuna inanıyordu. Ama değildi. Bu heriflerde bir insandı. Yazarın düşüncesi gerçek bir tanrı için doğru sözlerdi ama kutsal ejderler birer tanrı değildi. Belkide devrimcilere hak verdiğim, düşüncelerimizin çakışmadığı tek konu buydu. Ardından yazar Kasei ve Heiwa-Tai'i anlatıyordu kendi düşünceleriyle. Gerçi düşüncelerini yazıya aktardığında tüm insanlar için düşünmüş gibi bir hali vardı ama öyle değildi. Kasei canavar olandı. Heiwa-Tai'i ise insan olan. Kasei'nin ilginç bir sözünü yazmış, bu söz üzerinden gitmişti. Kasei'i insan değil, bir canavardı. Yazar bu hissiyatı okurken verebiliyordu okuyucuya. Heiwa-Tai ise annesini kaybedip, travmaya girmiş bir tipti. Kasei'ye göre daha masumdu ama yinede koskoca dünyanın kaderi yazara göre travmaya girmiş bir insana verilmemeliydi. Mantıklı bir karar için gerçektende mantıklı bir insan mı gerekiyordu?
Kitaba dalıp gitmişken, aniden kapalı kapımın ardından gelen tıngırtı sesleri ile irkildim. Kaldığım sayfanın ucunu büküp kitabı masamın üzerine bırakırken ayaklandım ve yavaş adımlarla kapıya doğru yönelip, kapıyı açtım. Kapıyı açtığımda ise Anitor'un Kaptan Fumador'un hediyesi olan tabelayı asmakla meşgul olduğunu gördüm, bu adam aptal mıydı yoksa inadıma mı yapıyordu? "Dayıcım, güzel abicim insanlıktan anlamıyor musun? Canını yiyeyim şu tabelayı değiştir. Başçavuş Zachariah yap. Masraf için para mara gerekiyorsa onuda karşılayayım ama şunu asma yav, rica ediyorum. Zaten yorucu gündü, birde sen şey etme şimdi." diye çaresizlikle yakındım. Sinirlerime hakim olmak için özel bir çaba gösteriyordum çünkü karargah için bu kadar çaba harcayan bir insana ters yapmak istemiyordum. Hem zaten bir suçu günahı yoktu. Tüm suç bana taa ilk zamanlarda bu lakabı takan şerefsizdeydi. Takacak başka lakap bulamamış sanki, yavşak.
Kitabın yazarı Seifun Oinu, ilginç bir isim vermişti kitaba. Tanrılara hakaret... Kim bir tanrıya hakaret edecek kadar düşmüş olabilirdi ki? İnsanı kendi suretinde yaratıp, diğer tüm canlılara nazaran daha üstün bir şekilde yaşama hakkı vermiş bir varlığa hakaret etmek, büyük bir günah ve terbiyesizliktir. Nasıl desem bu bir insanın anne ve babasına küfür etmesi kadar saçma gelir kulağa, anlıyor musun adamım? O yüzden biraz ön yargıyla açtığımda kitabı, tüm bu okuma faslının sıkıcı geçmemesini umdum.
Kitabın ön sözünden başlayıp okumaya başladığımda her bir satır sonrası ilgim bir kademe daha artıyordu. Ön sözü genel olarak kısaca açıklayacak olursam geçmişte ne şekilde dünyanın şeytanların ellerinden kurtarılıp bu günlere geldiğini ve hükümet'in nasıl doğduğunu anlatıyordu.. Bana göre kimi yerde haklı kimi yerde haksızdı ama bir denizci olarak iştahımı kabartıp ilgimi çekecek kadar etkileyici kullanmıştı kalemini. Hızlıca ön sözü geçip, kitabın genel olarak anlatılmak istenen yerine geçtiğimde ise, işler biraz daha ilginçleşiyordu. Devrimciler bilindiği gibi iki adam tarafından kurulmuştu. Adlarını tam olarak bilmesem de biri insan diğeri ise kitaba göre mistik zamanlardan kalma bir canavardı. İnsanın kendi ırkındaki insanlara sırtına dönmüş bir hain olarak anlatmıştı yazar. Bu bana kutsal ejderleri anımsatıyordu. Yani devrimcilerin başındaki adamlardan biri eski bir kutsal ejder miydi? Yoksa ben mi yanlış anlamıştım emin değildim. Tüm insanların eşit olduğunu savunan devrimciler buna Kutsal Ejderleri de dahil ediyordu. Bana göre bu konuda devrimciler haklıydı; fakat yazar böyle düşünmüyordu. Kutsal Ejderlerin bizden üstün olduğuna inanıyordu. Ama değildi. Bu heriflerde bir insandı. Yazarın düşüncesi gerçek bir tanrı için doğru sözlerdi ama kutsal ejderler birer tanrı değildi. Belkide devrimcilere hak verdiğim, düşüncelerimizin çakışmadığı tek konu buydu. Ardından yazar Kasei ve Heiwa-Tai'i anlatıyordu kendi düşünceleriyle. Gerçi düşüncelerini yazıya aktardığında tüm insanlar için düşünmüş gibi bir hali vardı ama öyle değildi. Kasei canavar olandı. Heiwa-Tai'i ise insan olan. Kasei'nin ilginç bir sözünü yazmış, bu söz üzerinden gitmişti. Kasei'i insan değil, bir canavardı. Yazar bu hissiyatı okurken verebiliyordu okuyucuya. Heiwa-Tai ise annesini kaybedip, travmaya girmiş bir tipti. Kasei'ye göre daha masumdu ama yinede koskoca dünyanın kaderi yazara göre travmaya girmiş bir insana verilmemeliydi. Mantıklı bir karar için gerçektende mantıklı bir insan mı gerekiyordu?
Kitaba dalıp gitmişken, aniden kapalı kapımın ardından gelen tıngırtı sesleri ile irkildim. Kaldığım sayfanın ucunu büküp kitabı masamın üzerine bırakırken ayaklandım ve yavaş adımlarla kapıya doğru yönelip, kapıyı açtım. Kapıyı açtığımda ise Anitor'un Kaptan Fumador'un hediyesi olan tabelayı asmakla meşgul olduğunu gördüm, bu adam aptal mıydı yoksa inadıma mı yapıyordu? "Dayıcım, güzel abicim insanlıktan anlamıyor musun? Canını yiyeyim şu tabelayı değiştir. Başçavuş Zachariah yap. Masraf için para mara gerekiyorsa onuda karşılayayım ama şunu asma yav, rica ediyorum. Zaten yorucu gündü, birde sen şey etme şimdi." diye çaresizlikle yakındım. Sinirlerime hakim olmak için özel bir çaba gösteriyordum çünkü karargah için bu kadar çaba harcayan bir insana ters yapmak istemiyordum. Hem zaten bir suçu günahı yoktu. Tüm suç bana taa ilk zamanlarda bu lakabı takan şerefsizdeydi. Takacak başka lakap bulamamış sanki, yavşak.
Zachariah- Mesaj Sayısı : 111
Kayıt tarihi : 22/01/16
Nerden : Logetown
Geri: E.N.D Zac En Değersizi Zac[Bitti]
"Yapamam, Kaptan-san bunu verdi. O yüzden olmaz." diyor ciddi bir yüzle. "Eğer değişmesini istiyorsan kendin değiştir ya da Kaptan-san'a söyle o değiştirsin." diye devam ediyor. Bu adam laftan anlayan birine benzemiyor. Sonra bir gülümseme beliriyor dudaklarında "Bir şartla olabilir aslında." diyor, sonra gözlerini yukarı dikip düşünüyor, eliyle de hesap yapıyor gibi görünüyor.
Bir süre sonra "Şimdi bu bir sır olarak aramızda kalmalı. Sana güveniyorum Değersiz." diye lafa giriyor sana yanaşıp, "Yüzbaşı Gafas..." diyor sonra yüzü kızarıyor gibi oluyor, "Anlarsın işte, ben ondan hoşlanıyorum. O da benden hoşlanıyor olmalı, bana bir kaç kere göz kırptı." diyor heyecanlı heyecanlı. "Benim elimde çiçek, çikolata ile gezmem hoş olmaz, bir ağırlığım var burada. O yüzden sana bir çiçek, çikolata vereceğim, onu götürürsen değiştiririm bu tabelayı." diye devam tüm ciddiyeti ile. "Başka birinden duyarsam sana söylediklerimi, bu karargahı sana cehennem ederim." diye bitiriyor konuşmasını.
Bir süre sonra "Şimdi bu bir sır olarak aramızda kalmalı. Sana güveniyorum Değersiz." diye lafa giriyor sana yanaşıp, "Yüzbaşı Gafas..." diyor sonra yüzü kızarıyor gibi oluyor, "Anlarsın işte, ben ondan hoşlanıyorum. O da benden hoşlanıyor olmalı, bana bir kaç kere göz kırptı." diyor heyecanlı heyecanlı. "Benim elimde çiçek, çikolata ile gezmem hoş olmaz, bir ağırlığım var burada. O yüzden sana bir çiçek, çikolata vereceğim, onu götürürsen değiştiririm bu tabelayı." diye devam tüm ciddiyeti ile. "Başka birinden duyarsam sana söylediklerimi, bu karargahı sana cehennem ederim." diye bitiriyor konuşmasını.
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: E.N.D Zac En Değersizi Zac[Bitti]
Anitor yapamayacağını söylediğinde yüzümü kaplayan hayal kırıklığı eşliğinde içten bir küfür savuruyorum. Ardından Anitor ağzında laf gevelemeye başlıyor. Anlık olarak dikkatimi kaybetmiş iken tekrardan ona dönüyorum ve söylediklerini dinliyorum.
Bir şartla isteğimi koşulsuz olarak yerine getireceğini belirtiyor. İsteği ise biraz ilginç, aşk meşk işleri. Yüzbaşı Gafas bana yaptığı gibi, bu herife de göz kırpmış ve Anitor koskoca Yüzbaşıya aşık olmuş. Bir ağırlığının olduğundan ötürü ise elinde çiçekle böcekle görünmesi hoş kaçmazmış. Bana güveniyormuş ve bunu başka birinden duyarsada burayı bana cehennem yapacakmış, heh! Götünü kaldırmışlar bunun, indirmek lazım. Bir insana duyduğum saygı ilk defa bu kadar çabuk tükeniyor bu arada adamım, bu adam bir rekor kırdı haberin olsun.
Derin bir nefes alıyorum. Fazlasıyla sinirlendim çünkü beni tehdit etmesi hoş bir şey değildi. Belki tehdit etmese söylediği işi sırf iyi niyetimden bile yapabilirdim ama tehdit edilmeyi ezelden beri sevmiyordum ve bu adam bunu yapmıştı. Zor bir günün ardından hiç istemediğim bir davranış biçimiydi. O yüzden derince soluyordum. Öfkemi kontrol edip, ters bir hareket yapmamak için yumruğumu sıkıyordum. Ayrıca bir karar vermiştim. Bu lakabın bana takılmış olmasındaki tek sebep bendim. Bana değersiz denmesinden utanmayacak idim. Bir gün değersiz olmadığımı kanıtlayarak, onlara en güzel cevabı verecektim. O yüzden tabelayı değiştirme uğraşını bırakıyorum. Gereksiz bir şey... Ne olursa olsun bir ara adımı haykıranlar şimdi fısıldıyorlar, bu bir başçavuş olsam bile değişmeyecek gibi. O yüzden her şeyi gidişatına bıraktım. Erler bana varsın gitsin saygı duymasın, ağzımdan çıkan sözleri emir olarak kabul ettikten sonra bir önemi yok.
Yüzümdeki tebessüm eşliğinde Anitor'a dönüp derince bir nefes alıyorum tekrardan: "Bak abicim, aşk güzel şeydir; eğer bu kadına gerçekten aşıksan karargahtaki ağırlığını falan düşünmeyip, gidip aşkını ilan edebilirsin. Aşk utanılacak bir şey değildir." diyorum sakince. "Tabelayı as istersen, umurumda değil artık. Karar değiştirdim. Dediğin şeyi yapamayacağım, bir denizci olarak bu tarz şeylere odaklanmam yakışı kalmaz. Görev adamıyım ben." diye devam ediyorum ardından. Yavaş yavaş yürümeye başlıyorum, Anitor'un yanından geçip biraz arkasına geçtikten sonra aniden duraksıyorum. Yavaşça yüzümdeki tebessüm ciddiyete dönüşüp, en son harıl harıl yanan bir öfke simsaline dönüştüğünde: "Ha bu arada, bir daha beni tehdit edersen, sana mecazi anlamda değil gerçekten cehennemi yaşatırım Anitor-san." diyorum.
Sözlerim tamamladığından Anitor'un vereceği cevabı beklemeden ellerim cebimde bir şekilde, ağzımda ıslık ağır ağır yürümeye devam ediyorum. Gidip biraz Carry ile ilgilenip, vakit geçireceğim.
Bir şartla isteğimi koşulsuz olarak yerine getireceğini belirtiyor. İsteği ise biraz ilginç, aşk meşk işleri. Yüzbaşı Gafas bana yaptığı gibi, bu herife de göz kırpmış ve Anitor koskoca Yüzbaşıya aşık olmuş. Bir ağırlığının olduğundan ötürü ise elinde çiçekle böcekle görünmesi hoş kaçmazmış. Bana güveniyormuş ve bunu başka birinden duyarsada burayı bana cehennem yapacakmış, heh! Götünü kaldırmışlar bunun, indirmek lazım. Bir insana duyduğum saygı ilk defa bu kadar çabuk tükeniyor bu arada adamım, bu adam bir rekor kırdı haberin olsun.
Derin bir nefes alıyorum. Fazlasıyla sinirlendim çünkü beni tehdit etmesi hoş bir şey değildi. Belki tehdit etmese söylediği işi sırf iyi niyetimden bile yapabilirdim ama tehdit edilmeyi ezelden beri sevmiyordum ve bu adam bunu yapmıştı. Zor bir günün ardından hiç istemediğim bir davranış biçimiydi. O yüzden derince soluyordum. Öfkemi kontrol edip, ters bir hareket yapmamak için yumruğumu sıkıyordum. Ayrıca bir karar vermiştim. Bu lakabın bana takılmış olmasındaki tek sebep bendim. Bana değersiz denmesinden utanmayacak idim. Bir gün değersiz olmadığımı kanıtlayarak, onlara en güzel cevabı verecektim. O yüzden tabelayı değiştirme uğraşını bırakıyorum. Gereksiz bir şey... Ne olursa olsun bir ara adımı haykıranlar şimdi fısıldıyorlar, bu bir başçavuş olsam bile değişmeyecek gibi. O yüzden her şeyi gidişatına bıraktım. Erler bana varsın gitsin saygı duymasın, ağzımdan çıkan sözleri emir olarak kabul ettikten sonra bir önemi yok.
Yüzümdeki tebessüm eşliğinde Anitor'a dönüp derince bir nefes alıyorum tekrardan: "Bak abicim, aşk güzel şeydir; eğer bu kadına gerçekten aşıksan karargahtaki ağırlığını falan düşünmeyip, gidip aşkını ilan edebilirsin. Aşk utanılacak bir şey değildir." diyorum sakince. "Tabelayı as istersen, umurumda değil artık. Karar değiştirdim. Dediğin şeyi yapamayacağım, bir denizci olarak bu tarz şeylere odaklanmam yakışı kalmaz. Görev adamıyım ben." diye devam ediyorum ardından. Yavaş yavaş yürümeye başlıyorum, Anitor'un yanından geçip biraz arkasına geçtikten sonra aniden duraksıyorum. Yavaşça yüzümdeki tebessüm ciddiyete dönüşüp, en son harıl harıl yanan bir öfke simsaline dönüştüğünde: "Ha bu arada, bir daha beni tehdit edersen, sana mecazi anlamda değil gerçekten cehennemi yaşatırım Anitor-san." diyorum.
Sözlerim tamamladığından Anitor'un vereceği cevabı beklemeden ellerim cebimde bir şekilde, ağzımda ıslık ağır ağır yürümeye devam ediyorum. Gidip biraz Carry ile ilgilenip, vakit geçireceğim.
Zachariah- Mesaj Sayısı : 111
Kayıt tarihi : 22/01/16
Nerden : Logetown
Geri: E.N.D Zac En Değersizi Zac[Bitti]
Geldiğin karanlık koridordan geçerken bir şey dikkatini çekiyor. Senin olması gereken odayı alan Uzman Başçavuş Ayberk'in tabelası senin bitişiğinde ki odaya asılmış. İşin aslını anlamak için yukarı çıkarsan göreceksin ki oraya başka bir tabela asılmış.
"Teğmen Meirin."
Kimdir bu Meirin hiç bir fikrin yok tabi ki. Sonrasında dışarı çıkıp Carry'i beslemeye gidiyorsun. Louge Town'ın nemli havasını burnuna çekiyorsun. Arka bahçeye çıktığında olık bir rüzgar seni karşılıyor. Carry kulubesinden çıkıp sana doğru koşuyor. Şehirden huzurlu cıvıl cıvıl sesler geliyor. Uzaktan 2 gemi geliyor. Birinde kızıl saçlı bir apaçi, diğerinde güzel bir kadın, Gri şehire huzuru sağlamaya geliyorlar.
"Teğmen Meirin."
Kimdir bu Meirin hiç bir fikrin yok tabi ki. Sonrasında dışarı çıkıp Carry'i beslemeye gidiyorsun. Louge Town'ın nemli havasını burnuna çekiyorsun. Arka bahçeye çıktığında olık bir rüzgar seni karşılıyor. Carry kulubesinden çıkıp sana doğru koşuyor. Şehirden huzurlu cıvıl cıvıl sesler geliyor. Uzaktan 2 gemi geliyor. Birinde kızıl saçlı bir apaçi, diğerinde güzel bir kadın, Gri şehire huzuru sağlamaya geliyorlar.
- Rp Out:
- Konu bitmiştir hayırlı olsun.
Ana statlarına dağıtmak için 3, Dövüş yeteneği-Meyve'ye dağıtmak için 3, mesleğe dağıtmak için 2 puanın vardır. Bir sonraki konu Zac, Ayberk ve Meirin için açılacaktır.
- Rp Out 2:
- Son gözlemleri anlatan bir rp yazabilirsin, yazmayadabilirsin.
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: E.N.D Zac En Değersizi Zac[Bitti]
- Ready, Aim, Fire!:
Tam olarak emin değildim ama içimdeki bir his şu sıralar yaşayacağım şeylerin ileride olduğumdan bambaşka bir insana dönüştüreceğini söylüyordu. Nedense bazı şeyleri yaşadıkça kendime benimsediğim ideoloji yanlış gelmeye başlıyordu. Bu iyi bir şey miydi kötü bir şey miydi bilmiyorum ama, az önce okuduğum o kitapta yazanlara bir denizci olarak nedense hiç katılmıyordum... Tek bir tanrı vardı ve oda göklerdeydi, bir sürpüntü gibi yerlerde değil. Bizi kendi suretinde yaratan tek bir tanrıydı, kendini tanrı olarak kabul ettirmiş bir grup aptal değil. Yavaş adımlarım eşliğinde, Anitor'a postayı koyup karizmatik karizmatik ilerlerken, tüm bunları düşünüyordum. Ben olmak istediğim adam değildim sanki.
Bugün kaçıncı kez tekrardan ve tekrardan bu yürüyordum bu koridorda emin değildim ama yine bir şeyler değişmiş gibi gözüküyordu. Benim odamı alan Ayberk adlı rütbeli benim olduğum kata koyulmuş ve oraya Meirin adında bir teğmenin tabelası asılmıştı. Oda oruspu olmuş vesselam, ne diyeyim şimdi. Tanımadığım etmediğim başka bir insan daha karargaha atanmıştı ve ne yalan söyleyeyim niye bu kadar atama yapıldığını tam olarak anlayamıyordum. Logetown'da savaş mı çıkacak mübarek?
Tüm bunları umursamayıp, dışarıya şu sıralar tek dostum olan Carry'nin yanına gittim koşar adım ve açıkmış dostumu besledim. O sırada Logetown'un nem oranı yüksek havasını doya doya içime çektim. Zorlu bir günün, kazançlı bir sonuydu. Beni karşılayan rüzgarla birlikte yavaş yavaş bu gri şehir, kızıllaşmaya başlarken derince bir iç çektim ve üzerime doğru koşuşturan Carry'i kucaklayıp sevmeye başladım. Sonunda haksız yere elimden alan rütbeme ciddi bir anlamda yaklaşabilmiştim. Artık, basit bir miço değil, Başçavuştum. Kısa günün karı demek, pekte yanlış olmazdı ha?
"Carry! Güzel havadisler getirdim sana!" Bir yandan sevmekle meşgulken, bir yandan can dostuma tüm günü özetledim. Sonra günüm onunla oyun oynamakla geçti. Akşam Logetown'a vurunca odama çekildim, yarım kaldığım kitabı okumaya devam ettim. Uykum ağır basınca ise, günün yorgunluğunu uyuya kaldığım masanın üzerinde attım. Gün böyle geçti, yarın böyle çattı geldi işte adamım, başka bir macerada görüşmek üzere!
Bugün kaçıncı kez tekrardan ve tekrardan bu yürüyordum bu koridorda emin değildim ama yine bir şeyler değişmiş gibi gözüküyordu. Benim odamı alan Ayberk adlı rütbeli benim olduğum kata koyulmuş ve oraya Meirin adında bir teğmenin tabelası asılmıştı. Oda oruspu olmuş vesselam, ne diyeyim şimdi. Tanımadığım etmediğim başka bir insan daha karargaha atanmıştı ve ne yalan söyleyeyim niye bu kadar atama yapıldığını tam olarak anlayamıyordum. Logetown'da savaş mı çıkacak mübarek?
Tüm bunları umursamayıp, dışarıya şu sıralar tek dostum olan Carry'nin yanına gittim koşar adım ve açıkmış dostumu besledim. O sırada Logetown'un nem oranı yüksek havasını doya doya içime çektim. Zorlu bir günün, kazançlı bir sonuydu. Beni karşılayan rüzgarla birlikte yavaş yavaş bu gri şehir, kızıllaşmaya başlarken derince bir iç çektim ve üzerime doğru koşuşturan Carry'i kucaklayıp sevmeye başladım. Sonunda haksız yere elimden alan rütbeme ciddi bir anlamda yaklaşabilmiştim. Artık, basit bir miço değil, Başçavuştum. Kısa günün karı demek, pekte yanlış olmazdı ha?
"Carry! Güzel havadisler getirdim sana!" Bir yandan sevmekle meşgulken, bir yandan can dostuma tüm günü özetledim. Sonra günüm onunla oyun oynamakla geçti. Akşam Logetown'a vurunca odama çekildim, yarım kaldığım kitabı okumaya devam ettim. Uykum ağır basınca ise, günün yorgunluğunu uyuya kaldığım masanın üzerinde attım. Gün böyle geçti, yarın böyle çattı geldi işte adamım, başka bir macerada görüşmek üzere!
Zachariah- Mesaj Sayısı : 111
Kayıt tarihi : 22/01/16
Nerden : Logetown
4 sayfadaki 4 sayfası • 1, 2, 3, 4
Similar topics
» Valko Adası[Meirin][Bitti]
» Hiddetin Şafağı (Bacon Grim) - Bitti
» Genç Avcı (John Graywolf) - Bitti
» Avcı'nın Masalları(John Graywolf) - Bitti
» Hiddetin Şafağı (Bacon Grim) - Bitti
» Genç Avcı (John Graywolf) - Bitti
» Avcı'nın Masalları(John Graywolf) - Bitti
One Piece Rpg :: 4 Deniz Rp :: East Blue
4 sayfadaki 4 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz