Futatsu No Kingu[Zac-Meirin-Ayberk]
2 posters
One Piece Rpg :: 4 Deniz Rp :: East Blue
7 sayfadaki 8 sayfası
7 sayfadaki 8 sayfası • 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8
Geri: Futatsu No Kingu[Zac-Meirin-Ayberk]
Meirin, Ruta'ya emrini vereceği sırada Koramiral Dios gemilerine inmişti. Meirin Koramiral Dios'un karga formundayken bir anda insana dönüşmesine hala alışamamıştı. Bu yüzden karşısında Koramirali görünce ürkmüştü. Koramiral Dios boş gözlerle etrafını inceliyordu. Sanki gemide neler olup bittiğini analiz etmeye çalışıyor gibiydi. Dios, bir süre daha çevresini izledikten sonra tüm korsanların öldürülmesi emrini verip gitmişti.
Meirin'in korktuğu şey başına gelmişti. Ayberk'in bu emre sessiz kalması imkansızdı. Nitekim Meirin daha bunu düşündüğü anda Ayberk meydana fırlamıştı ve askerlerin öldürülmemesi emrini vererek Koramiralin emrine karşı gelmişti. Bu nokta dönüm noktasıydı. Meirin'in şu an vereceği karar sadece kendisinin değil tüm mürettebatının geleceğini etkileyecekti.
Normal şartlar altında Ayberk'i bir kere uyarması, eğer kendisini dinlememeye devam ederse de Ayberk'i öldürmesi gerekiyordu. Denizci disiplini bunu gerektiriyordu; fakat Meirin Ayberk'i öldürmek istemiyordu. Yapamayacağından değildi. Kesici bir alet kullanan, fazla kuvvetli olmasa da meyve yeteneğinin sağladığı avantajlar sayesinde tahmin etmesi zor saldırılar yapan biri, kesici olmayan bir alet kullanan, güçlü; ama basit hareketlerle dövüşen birine karşı her zaman daha avantajlıydı. Yine de Ayberk'i öldürmeyecekti. Teğmen olacağını öğrendiğinde önüne üç tane hedef koymuştu. Askerleri tarafından sevilen biri olacak, sözünü bağırıp çağırmadan diğerlerine geçirebilecek bir teğmen olacak ve mürettebatından kimsenin zarar görmesine izin vermeden denizlerde özgürce yolculuk edebilecekti. İlk iki hedefinde çoktan başarısız olmuştu. Geriye sadece mürettebatının zarar görmesine izin vermeme maddesi kalmıştı.İşin ucunda hocası ve arkadaşlarını göremeden ölmek olsa bile son maddede başarısız olmayacaktı. En azından Loguetown'a dönüp istifasını verdiğinde, başarısı tek bir madde ile kalsa bile başarılı olmak istiyordu. Meirin bu yüzden Ayberk'in isteğine sesini çıkartmamayı düşünüyordu;fakat böyle yapması işleri daha da karıştırabilirdi.
Koramiral Dios, yüzlerce metre öteden düşman gemisini görüp planlarını anlayan ve onları acımasızca yok eden adam... Öyle biri bu gemide şu an neler yaşanmakta olduğunu çoktan anlamış olmalıydı. Anlamasa bile Loguetown'a varana kadar korsanların öldürülmediğini yüz defa anlardı. Böyle bir durumda da sadece Ayberk değil, mürettebattaki herkes zarar görebilirdi. Dios yaratacağı tek bir halisülasyonla herkesi katledebilirdi. Hiçbir şey yapmayabilirdi de. Ya da sadece Meirin'e ölümü tattırırdı. Her şekilde Koramiralin bu durumda ne tepki vereceği kesin değildi. Tek bir hayat kurtaracağım derken onlarca kayıp verilebilirdi. Böyle bir karar...Çok ağırdı. Meirin kendi başına bu kararı vermemesi gerektiğini düşünüyordu. Bu yüzden mürettebatının da fikrini alacaktı. Ortada koruması gereken bir otorite falan kalmamıştı zaten. Kendi otoritesi verdiği hatalı kararlarla çoktan eriyip yok olmuştu. En azından mürettebatına böyle bir konuda fikrini açıklama hakkı vermeliydi.
Meirin ellerini birbirine vurarak: Herkes biraz buraya baksın! diye bağırdıktan ve mürettebatın dikkatini üzerine çektikten sonra konuşmaya başlayacaktı. Üstteğmeniniz Ayberk Çırak'ın düşüncesini duydunuz. Kendisi korsanların öldürülmesini istemiyor. Bir kişi ne kadar kötü olursa olsun onun cezasını kendi elleriyle verirse ondan bir farkı kalmayacağını düşünüyor olmalı. Ne olursa olsun korsanların adalete teslim edilmesi... Bir yetişkinin ideallerini eleştirmek bana düşmez; fakat şu da var ki benim yerime başka bir teğmen olsaydı çoktan vücudundan ayrılmış kırmızı kafası, götündeki iğrenç eşofmanıyla birlikte suyun dibini boylamış olurdu. Yine de ben böyle bir teğmen değilim. Mürettebatımdaki herkes benim için çok değerli.Fikirlerinizi sormak gözünüzdeki otoritemi düşürecek, beni zayıf biriymiş gibi gösterecek olsa bile umrumda değil. Çünkü bir kaptan mürettebatındakilerin fikirlerini önemsemelidir. Mürettebatını önemsemeyip bağırıp çağırarak onları sindirmeye çalışanlarsa kaptan değil, ancak denizci üniforması giydirilmiş bir goril olabilirler. Bu yüzden soruyorum. Koramiralin kararına uyup korsanları infaz mı edelim? Yoksa onlardan bir farkımız olduğunu gösterip adalete teslim mi edelim? Sonuç ne çıkarsa çıksın verilen kararı uygulayacak ve kararın sorumluluğunu da ben alacağım.
Meirin'in korktuğu şey başına gelmişti. Ayberk'in bu emre sessiz kalması imkansızdı. Nitekim Meirin daha bunu düşündüğü anda Ayberk meydana fırlamıştı ve askerlerin öldürülmemesi emrini vererek Koramiralin emrine karşı gelmişti. Bu nokta dönüm noktasıydı. Meirin'in şu an vereceği karar sadece kendisinin değil tüm mürettebatının geleceğini etkileyecekti.
Normal şartlar altında Ayberk'i bir kere uyarması, eğer kendisini dinlememeye devam ederse de Ayberk'i öldürmesi gerekiyordu. Denizci disiplini bunu gerektiriyordu; fakat Meirin Ayberk'i öldürmek istemiyordu. Yapamayacağından değildi. Kesici bir alet kullanan, fazla kuvvetli olmasa da meyve yeteneğinin sağladığı avantajlar sayesinde tahmin etmesi zor saldırılar yapan biri, kesici olmayan bir alet kullanan, güçlü; ama basit hareketlerle dövüşen birine karşı her zaman daha avantajlıydı. Yine de Ayberk'i öldürmeyecekti. Teğmen olacağını öğrendiğinde önüne üç tane hedef koymuştu. Askerleri tarafından sevilen biri olacak, sözünü bağırıp çağırmadan diğerlerine geçirebilecek bir teğmen olacak ve mürettebatından kimsenin zarar görmesine izin vermeden denizlerde özgürce yolculuk edebilecekti. İlk iki hedefinde çoktan başarısız olmuştu. Geriye sadece mürettebatının zarar görmesine izin vermeme maddesi kalmıştı.İşin ucunda hocası ve arkadaşlarını göremeden ölmek olsa bile son maddede başarısız olmayacaktı. En azından Loguetown'a dönüp istifasını verdiğinde, başarısı tek bir madde ile kalsa bile başarılı olmak istiyordu. Meirin bu yüzden Ayberk'in isteğine sesini çıkartmamayı düşünüyordu;fakat böyle yapması işleri daha da karıştırabilirdi.
Koramiral Dios, yüzlerce metre öteden düşman gemisini görüp planlarını anlayan ve onları acımasızca yok eden adam... Öyle biri bu gemide şu an neler yaşanmakta olduğunu çoktan anlamış olmalıydı. Anlamasa bile Loguetown'a varana kadar korsanların öldürülmediğini yüz defa anlardı. Böyle bir durumda da sadece Ayberk değil, mürettebattaki herkes zarar görebilirdi. Dios yaratacağı tek bir halisülasyonla herkesi katledebilirdi. Hiçbir şey yapmayabilirdi de. Ya da sadece Meirin'e ölümü tattırırdı. Her şekilde Koramiralin bu durumda ne tepki vereceği kesin değildi. Tek bir hayat kurtaracağım derken onlarca kayıp verilebilirdi. Böyle bir karar...Çok ağırdı. Meirin kendi başına bu kararı vermemesi gerektiğini düşünüyordu. Bu yüzden mürettebatının da fikrini alacaktı. Ortada koruması gereken bir otorite falan kalmamıştı zaten. Kendi otoritesi verdiği hatalı kararlarla çoktan eriyip yok olmuştu. En azından mürettebatına böyle bir konuda fikrini açıklama hakkı vermeliydi.
Meirin ellerini birbirine vurarak: Herkes biraz buraya baksın! diye bağırdıktan ve mürettebatın dikkatini üzerine çektikten sonra konuşmaya başlayacaktı. Üstteğmeniniz Ayberk Çırak'ın düşüncesini duydunuz. Kendisi korsanların öldürülmesini istemiyor. Bir kişi ne kadar kötü olursa olsun onun cezasını kendi elleriyle verirse ondan bir farkı kalmayacağını düşünüyor olmalı. Ne olursa olsun korsanların adalete teslim edilmesi... Bir yetişkinin ideallerini eleştirmek bana düşmez; fakat şu da var ki benim yerime başka bir teğmen olsaydı çoktan vücudundan ayrılmış kırmızı kafası, götündeki iğrenç eşofmanıyla birlikte suyun dibini boylamış olurdu. Yine de ben böyle bir teğmen değilim. Mürettebatımdaki herkes benim için çok değerli.Fikirlerinizi sormak gözünüzdeki otoritemi düşürecek, beni zayıf biriymiş gibi gösterecek olsa bile umrumda değil. Çünkü bir kaptan mürettebatındakilerin fikirlerini önemsemelidir. Mürettebatını önemsemeyip bağırıp çağırarak onları sindirmeye çalışanlarsa kaptan değil, ancak denizci üniforması giydirilmiş bir goril olabilirler. Bu yüzden soruyorum. Koramiralin kararına uyup korsanları infaz mı edelim? Yoksa onlardan bir farkımız olduğunu gösterip adalete teslim mi edelim? Sonuç ne çıkarsa çıksın verilen kararı uygulayacak ve kararın sorumluluğunu da ben alacağım.
Misafir- Misafir
Geri: Futatsu No Kingu[Zac-Meirin-Ayberk]
İnsanları etkilemek zor iştir. Herkes sırf rütbesi yüksek diye birinden etkilenmez, lider olarak kabul etmez. Belki uyarlar emirlerine ama, saygı duymazlar. Lider olarak değil, üst olarak görürler. Bazıları da vardır ki, görev bilincinden bir saniye bile kopmazlar. Üstlerinin dedikleri emirdir ve başka alternatifi yoktur.
Ayberk konuşmasını bitirdiği sırada, mürettebatın bir kısmı heyecanla "Evet efendim." demiş, tutsakları hücrelere götürmeye başlamışlardı. Ruta ve bir kaç tane denizci ise Meirin'e bakıp, Koramiral'in kararını uygulamak istiyorlardı. Meirin konuşmasını bitirdikten sonra büyük çoğunluk Ayberk'in kararını uygulamaya karar vermişlerdi. Tutsakları elinde tutanlar "Karar verildi." deyip hücrelere doğru gitmeye başlamışlardı bile. O sırada gemi doktoru Başçavuş Laakari gelip, Meirin ve Ruta'nın son rakibini iyileştirmeye başlamıştı. Bazı askerler korsan gemisini kanca ile bağlamıştı.
Gemi biraz gittikten sonra inanılmaz bir olay olmuştu. Deniz gözlerinin önünde ikiye ayrılmış, içinden bir şeytan çıkmıştı. Gökyüzüne kadar uzanan şeytan elini gemiye götürüp, parmağı ile Ayberk'i göstermişti.
"Öldürmediğin her suçlu, başka birini öldürebilir. Onların öldürdüğü her bir insanın kanı ellerine bulaşacak ve ben seni cehennemde yakacağım. Kabul ediyor musun?" diye sormuştu. Gözlerinin yerinde ateş dans ediyordu. Burnundan çıkan ateş, gemiyi ısıtıyordu...
Ayberk konuşmasını bitirdiği sırada, mürettebatın bir kısmı heyecanla "Evet efendim." demiş, tutsakları hücrelere götürmeye başlamışlardı. Ruta ve bir kaç tane denizci ise Meirin'e bakıp, Koramiral'in kararını uygulamak istiyorlardı. Meirin konuşmasını bitirdikten sonra büyük çoğunluk Ayberk'in kararını uygulamaya karar vermişlerdi. Tutsakları elinde tutanlar "Karar verildi." deyip hücrelere doğru gitmeye başlamışlardı bile. O sırada gemi doktoru Başçavuş Laakari gelip, Meirin ve Ruta'nın son rakibini iyileştirmeye başlamıştı. Bazı askerler korsan gemisini kanca ile bağlamıştı.
Gemi biraz gittikten sonra inanılmaz bir olay olmuştu. Deniz gözlerinin önünde ikiye ayrılmış, içinden bir şeytan çıkmıştı. Gökyüzüne kadar uzanan şeytan elini gemiye götürüp, parmağı ile Ayberk'i göstermişti.
"Öldürmediğin her suçlu, başka birini öldürebilir. Onların öldürdüğü her bir insanın kanı ellerine bulaşacak ve ben seni cehennemde yakacağım. Kabul ediyor musun?" diye sormuştu. Gözlerinin yerinde ateş dans ediyordu. Burnundan çıkan ateş, gemiyi ısıtıyordu...
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Futatsu No Kingu[Zac-Meirin-Ayberk]
Teğmen'in iğneleyici konuşmasını dinledikten sonra bir kez daha benden nefret ettiğini anladım. Gemideki otoriteyi yavaş yavaş kaybetmesinin verdiği acı bir anda öfkeye dönüşmüş ve hedefi ben oluvermiştim. Ne yazık ki yapmaya çalıştığı provokasyon başarısız olmuştu. Gemideki askerlerin çoğunluğu benim gibi düşünüyordu. Eğer Salak Teğmenimiz benim gibi emir verir nitelikte konuşsaydı şuan gemideki kimse sesini çıkaramayacaktı. Sonuçta gemideki en rütbeli kişi o. En kötü ihtimalle olay ikimiz arasındaki bir dövüşe dönüşürdü, sonunda ise cesedimi karargaha teslim ederlerdi. Güçsüzüm demiyorum ama meyvesini daha tam olarak bilmediğim Teğmen'i bir dövüşte yenebileceğimi sanmıyorum. Boşuna Teğmen olmadı değil mi?
Askerler suçluları hücrelere götürürken, geminin doktoru az önce Teğmen'in kılıcına kafa atan gerizekalıyı tedavi etmeye başlamıştı. Beş kişilik korsanlar ekibinden sadece birisi hayatını kaybetmişti. Teğmen'le ufak iddamızın kazananı 4-1'lik bir ezici skorla ben olmuştum. İddayı kazanmak için zaman zaman beni öldürmeye çalışmış olsa da başarısız olmuştu. Ben mutlu bir şekilde denizi izlerken bazı askerler korsan gemisini bizimkine bağlamıştı. Bu olaylar üzerine karargaha doğru yola koyulmuştuk.
Birkaç dakikalık bir yolculuğun ardından deniz birden ortadan ikiye ayrılmış ve içinden bir canavar çıkmıştı. Birkaç yüz metre daha uzun olsa gökteki güneşe dokunabilecek kadar büyük, şeytan görünümlü bir canavarla karşı karşıyaydık. "Aha yarra yedik" diye mırıldandım sadece kendimin duyabileceği bir ses tonuyla. Zaten yorgun olan mürettebat böyle bir canavarla olan savaşı kaldıramazdı. Mürettebat yorgun olmasa bile böyle bir canavarı yenemezdik. East Blue'da böyle bir canavarın ne işi var? Hemde tam zamanında karşımıza çıkıyor! Böyle bir yaratıkla nasıl başa çıkabiliriz ki?
"Öldürmediğin her suçlu, başka birini öldürebilir. Onların öldürdüğü her bir insanın kanı ellerine bulaşacak ve ben seni cehennemde yakacağım. Kabul ediyor musun?"
Kara düşüncelere dalmışken bu sözcükler çıktı canavarın ağzından. Kafamı hafifçe kaldırdığımda büyük bir parmak beni işaret ediyordu. Parmağı görmeden önce bile bu kelimelerin bana söylendiğini anlayabilmiştim. Şeytan'ın suratına baktım ve istemsizce sırıttım. Mutlu olmuştum, bu canavar mürettebata zarar vermeyeceği için. Hiçbir şey düşünemiyordum, sadece içgüdülerime göre hareket ediyordum o an. Sopamı sıkıca kavradım. Ardından hızlıca sopamı canavarın bana uzattığı parmağına doğrulttum.
"İçimde büyük bir pişmanlıkla yaşamaktansa ideallerimle ölmeyi yeğlerim!"
Ardından sopamı elimden bıraktım, yere düştüğünde çıkardığı sesi bile duymadım. O an kulaklarım sadece canavarın ağzından çıkacak kelimelere odaklanmıştı. Suratımda büyük bir sırıtmayla canavarın beni cehennemine götürmesini beklemeye başlamıştım. Ama pişman değildim. Bir kişinin hayatını bile kurtarabileceksem mutlu bir şekilde ölebilirim. Kurtardığım kişinin iyi veya kötü olması fark etmez. Erkek adam dediğin sözlerinin her zaman arkasında olur!
Askerler suçluları hücrelere götürürken, geminin doktoru az önce Teğmen'in kılıcına kafa atan gerizekalıyı tedavi etmeye başlamıştı. Beş kişilik korsanlar ekibinden sadece birisi hayatını kaybetmişti. Teğmen'le ufak iddamızın kazananı 4-1'lik bir ezici skorla ben olmuştum. İddayı kazanmak için zaman zaman beni öldürmeye çalışmış olsa da başarısız olmuştu. Ben mutlu bir şekilde denizi izlerken bazı askerler korsan gemisini bizimkine bağlamıştı. Bu olaylar üzerine karargaha doğru yola koyulmuştuk.
Birkaç dakikalık bir yolculuğun ardından deniz birden ortadan ikiye ayrılmış ve içinden bir canavar çıkmıştı. Birkaç yüz metre daha uzun olsa gökteki güneşe dokunabilecek kadar büyük, şeytan görünümlü bir canavarla karşı karşıyaydık. "Aha yarra yedik" diye mırıldandım sadece kendimin duyabileceği bir ses tonuyla. Zaten yorgun olan mürettebat böyle bir canavarla olan savaşı kaldıramazdı. Mürettebat yorgun olmasa bile böyle bir canavarı yenemezdik. East Blue'da böyle bir canavarın ne işi var? Hemde tam zamanında karşımıza çıkıyor! Böyle bir yaratıkla nasıl başa çıkabiliriz ki?
"Öldürmediğin her suçlu, başka birini öldürebilir. Onların öldürdüğü her bir insanın kanı ellerine bulaşacak ve ben seni cehennemde yakacağım. Kabul ediyor musun?"
Kara düşüncelere dalmışken bu sözcükler çıktı canavarın ağzından. Kafamı hafifçe kaldırdığımda büyük bir parmak beni işaret ediyordu. Parmağı görmeden önce bile bu kelimelerin bana söylendiğini anlayabilmiştim. Şeytan'ın suratına baktım ve istemsizce sırıttım. Mutlu olmuştum, bu canavar mürettebata zarar vermeyeceği için. Hiçbir şey düşünemiyordum, sadece içgüdülerime göre hareket ediyordum o an. Sopamı sıkıca kavradım. Ardından hızlıca sopamı canavarın bana uzattığı parmağına doğrulttum.
"İçimde büyük bir pişmanlıkla yaşamaktansa ideallerimle ölmeyi yeğlerim!"
Ardından sopamı elimden bıraktım, yere düştüğünde çıkardığı sesi bile duymadım. O an kulaklarım sadece canavarın ağzından çıkacak kelimelere odaklanmıştı. Suratımda büyük bir sırıtmayla canavarın beni cehennemine götürmesini beklemeye başlamıştım. Ama pişman değildim. Bir kişinin hayatını bile kurtarabileceksem mutlu bir şekilde ölebilirim. Kurtardığım kişinin iyi veya kötü olması fark etmez. Erkek adam dediğin sözlerinin her zaman arkasında olur!
Misafir- Misafir
Geri: Futatsu No Kingu[Zac-Meirin-Ayberk]
Ruta ve birkaç kişi korsanların öldürülmesini istese de ezici bir çoğunluk korsanların öldürülmemesini istiyordu.Sonuç olarak mürettebat korsanların öldürülmemesine karar vermişti. Tutsaklar hücrelere doğru götürülmüş, yaralılar tedavi edilmeye başlamıştı. Birkaç denizci de korsanların gemisini kanca ile kendi gemilerine bağlamıştı. Meirin bunun hatalı bir hareket olduğunu düşünüyordu. Koca gemiyi Loguetown'a kadar nasıl çekeceklerdi ki? Yine de şimdi bunu düşünmenin sırası değildi. Koramiralin sıradaki hamlesini beklemeliydi. Eğer yarım saat içinde garip bir şey olmazsa bu koramiralin kendilerine kızmadığı anlamına gelirdi;fakat garip bir şey olursa sonları az önceki korsanlar gibi olacaktı.
Çok geçmeden Meirin'in beklediği şey olmuştu. Deniz birden ikiye yarılmış ve içinden gökyüzüne kadar uzanan bir yaratık çıkmıştı. Yaratık Ayberk ile konuşmaya başlamıştı. Meirin'in ne yapacağına bir karar vermesi gerekiyordu.
Karşılarına çıkan bu yaratık bir tür deniz canavarı olabilirdi. İlla ki koramiral kendilerini öldürecek diye bir kural yoktu; fakat yaratığın konuşması ve parmağı ile Ayberk'i göstermesi gördükleri şeyin bir tür deniz canavarı olmadığını kanıtlıyordu. Bu kesinlikle koramiralin işiydi. Evet, bir tür halüsinasyon görüyor olmalıydılar. Yine de kendi beynini gördüğü şeyin halüsinasyon olduğuna tam olarak ikna edemiyordu Meirin. Gözleri olmayan bu şeytanın ürpertici görüntüsünü görebiliyor, sesini duyabiliyor, burnundan çıkan ateşin vücuduna yaydığı sıcaklığı hissedebiliyordu. Tüm duyuları ele geçirilmişti ve mantıklı bir şekilde düşünmekte zorlanıyordu.
Şeytan Ayberk'i öldüreceğini söylüyordu ve Ayberk bunu kabullenmiş gözüküyordu. Hemen bir şey yapmazsa Ayberk ölecekti. İyi de, şeytana benzeyen bu yaratık gerçekten de Ayberk'i öldürebilir miydi ki? Hayal dünyası içinde oluşturulmuş bir yaratığın kendilerini öldürüp öldüremeyeceğinden emin değildi. Koramiralin saldırdığı korsanların hepsi ölmek istese de hiçbiri fiziksel olarak yaralanmamıştı. Bu durum, duyularla oynayan bu saldırının aslında fiziksel olarak zararsız olduğunu kanıtlamaz mıydı?
Yine de hamle yapması çok tehlikeliydi. Bu halüsinasyonu tüm tayfa değil de sadece kendisi görebiliyor olabilirdi. Ya da şeytan olarak gözüken şey mürettebattan biriydi ve belki de o mürettebat üyesi de Ayberk'i ve şeytan olarak görüyordu. Kısaca şeytana saldırırsa kendi adamını da yaralayabilirdi. Ayrıca Ayberk olarak gördüğü şey de bambaşka bir şey çıkabilirdi. Hamle yapması işleri daha da karıştıracaktı. Yine de hiçbir şey yapmadan duracak mıydı? Lanet koramiral! Şu lanet tekniği Meirin'i çaresiz bırakmıştı. Meirin'İn yerinde durup olacakları gözlemlemekten başka çaresi yoktu.
Çok geçmeden Meirin'in beklediği şey olmuştu. Deniz birden ikiye yarılmış ve içinden gökyüzüne kadar uzanan bir yaratık çıkmıştı. Yaratık Ayberk ile konuşmaya başlamıştı. Meirin'in ne yapacağına bir karar vermesi gerekiyordu.
Karşılarına çıkan bu yaratık bir tür deniz canavarı olabilirdi. İlla ki koramiral kendilerini öldürecek diye bir kural yoktu; fakat yaratığın konuşması ve parmağı ile Ayberk'i göstermesi gördükleri şeyin bir tür deniz canavarı olmadığını kanıtlıyordu. Bu kesinlikle koramiralin işiydi. Evet, bir tür halüsinasyon görüyor olmalıydılar. Yine de kendi beynini gördüğü şeyin halüsinasyon olduğuna tam olarak ikna edemiyordu Meirin. Gözleri olmayan bu şeytanın ürpertici görüntüsünü görebiliyor, sesini duyabiliyor, burnundan çıkan ateşin vücuduna yaydığı sıcaklığı hissedebiliyordu. Tüm duyuları ele geçirilmişti ve mantıklı bir şekilde düşünmekte zorlanıyordu.
Şeytan Ayberk'i öldüreceğini söylüyordu ve Ayberk bunu kabullenmiş gözüküyordu. Hemen bir şey yapmazsa Ayberk ölecekti. İyi de, şeytana benzeyen bu yaratık gerçekten de Ayberk'i öldürebilir miydi ki? Hayal dünyası içinde oluşturulmuş bir yaratığın kendilerini öldürüp öldüremeyeceğinden emin değildi. Koramiralin saldırdığı korsanların hepsi ölmek istese de hiçbiri fiziksel olarak yaralanmamıştı. Bu durum, duyularla oynayan bu saldırının aslında fiziksel olarak zararsız olduğunu kanıtlamaz mıydı?
Yine de hamle yapması çok tehlikeliydi. Bu halüsinasyonu tüm tayfa değil de sadece kendisi görebiliyor olabilirdi. Ya da şeytan olarak gözüken şey mürettebattan biriydi ve belki de o mürettebat üyesi de Ayberk'i ve şeytan olarak görüyordu. Kısaca şeytana saldırırsa kendi adamını da yaralayabilirdi. Ayrıca Ayberk olarak gördüğü şey de bambaşka bir şey çıkabilirdi. Hamle yapması işleri daha da karıştıracaktı. Yine de hiçbir şey yapmadan duracak mıydı? Lanet koramiral! Şu lanet tekniği Meirin'i çaresiz bırakmıştı. Meirin'İn yerinde durup olacakları gözlemlemekten başka çaresi yoktu.
Misafir- Misafir
Geri: Futatsu No Kingu[Zac-Meirin-Ayberk]
Gökyüzü iyiden iyiye kararmıştı. Devasa bir canavarın soluk gölgesi geminin üzerine düşüyordu. Ayberk konuştuğunda canavar usulca dinlemiş, konuşma bittiğinde ise bir kahkaha koyuverip "Seni bekliyor olacağım!" demişti ve kaybolmuştu. Işıklar normale dönüyordu. Deniz mavi, kuşlar etraftaydı yine, güneş biraz daha eğik olarak selamlıyordu iki gemiyi.
İki gemi arkalarında korsan gemisi şehire doğru yola çıkmışlardı şimdi. Zac bir sal ile görevli olduğu gemiye geri gelmişti. Yaslandığı bir kenarlıktan öylece denizi izliyordu. Aklında diğer gemide gördükleri vardı. Ejderhaların bir gemiyi nasıl yok ettikleri ve Kutsal Ejderlerin duyduğundan çok farklı olması. Anlatılan her şey yalan mıydı? Hayır doğru olmalıydı. O zaman istisna mıydı bu aile? Peki bu neyi değiştirirdi. Görev bilinci gereği böyle olmasalar bile yapması gerekeni yapardı ama bir kaç tane böyle varsa, umut yok muydu? Bu dünya Dünya hükümetinin boyundurluğunda olmalıydı, ama bir eksi olan Kutsal Ejderlerin hareketleri düzeltilirse, kimse bu sisteme karşı çıkamazdı..
Bir kaç saat sonra, güneş neredeyse kaybolmak üzereydi. Uzaktan Louge Town'ın kıyısını görebiliyorlardı şimdi. Liman normalden çok daha kalabalık görünüyordu. Ayberk neredeyse tüm ada halkının limanda olduğunu fark etti. Meirin ise tam olarak seçemiyordu. Biraz daha yaklaştıklarında havayi fişekler atıldı. Aybek limanda Fumador ve denizci erlerinin bir kordon oluşturduğunu gördü. Misafirleri ağırlamak için herkes limana gelmişti. Ama bu anlaşılabilir bir durumdu, East Blue'da Kutsal Ejder görmek her gün olacak bir şey değildi.
Gemi limana demir attığında Kaptan Fumador ve Yüzbaşı Gafas Kutsal Ejderlerin gemisine çıkıp dizlerinin üzerine çöktüler. Ekselansları Theuderic kalkmalarını emredince kalktılar ve Kutsal Ejderlerin arkasından süzülerek inen Koramiral Dios ile konuşmaya başladılar. 10 dakikalık bir konuşmadan sonra Fumador ve Gafas sizin geminize gelip, dinlenmek için çekilebileceğinizi, iyi iş başardığınızı söylüyor. Gece yarısında şehir meydanına ki festivale katılmanız gerektiğini söyleyip, Kutsal Ejderler ve Koramiral Dios'a eşlik etmek için ayrılıyorlar.
İki gemi arkalarında korsan gemisi şehire doğru yola çıkmışlardı şimdi. Zac bir sal ile görevli olduğu gemiye geri gelmişti. Yaslandığı bir kenarlıktan öylece denizi izliyordu. Aklında diğer gemide gördükleri vardı. Ejderhaların bir gemiyi nasıl yok ettikleri ve Kutsal Ejderlerin duyduğundan çok farklı olması. Anlatılan her şey yalan mıydı? Hayır doğru olmalıydı. O zaman istisna mıydı bu aile? Peki bu neyi değiştirirdi. Görev bilinci gereği böyle olmasalar bile yapması gerekeni yapardı ama bir kaç tane böyle varsa, umut yok muydu? Bu dünya Dünya hükümetinin boyundurluğunda olmalıydı, ama bir eksi olan Kutsal Ejderlerin hareketleri düzeltilirse, kimse bu sisteme karşı çıkamazdı..
Bir kaç saat sonra, güneş neredeyse kaybolmak üzereydi. Uzaktan Louge Town'ın kıyısını görebiliyorlardı şimdi. Liman normalden çok daha kalabalık görünüyordu. Ayberk neredeyse tüm ada halkının limanda olduğunu fark etti. Meirin ise tam olarak seçemiyordu. Biraz daha yaklaştıklarında havayi fişekler atıldı. Aybek limanda Fumador ve denizci erlerinin bir kordon oluşturduğunu gördü. Misafirleri ağırlamak için herkes limana gelmişti. Ama bu anlaşılabilir bir durumdu, East Blue'da Kutsal Ejder görmek her gün olacak bir şey değildi.
Gemi limana demir attığında Kaptan Fumador ve Yüzbaşı Gafas Kutsal Ejderlerin gemisine çıkıp dizlerinin üzerine çöktüler. Ekselansları Theuderic kalkmalarını emredince kalktılar ve Kutsal Ejderlerin arkasından süzülerek inen Koramiral Dios ile konuşmaya başladılar. 10 dakikalık bir konuşmadan sonra Fumador ve Gafas sizin geminize gelip, dinlenmek için çekilebileceğinizi, iyi iş başardığınızı söylüyor. Gece yarısında şehir meydanına ki festivale katılmanız gerektiğini söyleyip, Kutsal Ejderler ve Koramiral Dios'a eşlik etmek için ayrılıyorlar.
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Futatsu No Kingu[Zac-Meirin-Ayberk]
Bugün yaşadıklarını ömrü boyunca unutmayacağından emindi. Ejderhalar, ejderhalara hükmeden koramiraller, kutsal ejderler,halüsinasyonlar ve hepsinden daha önemlisi AYBERK... Tüm bu şeyler gerçekten de sıradışıydı. Havanın iyice kararmasına, şeytanın öfkesinin iyice üzerlerinde hissedilmesine rağmen Ayberk ideallerinden bir an bile sapmamış ve gerekirse bu uğurda ölebileceğini söylemişti. Bunun ardından göklere kadar uzanan şeytan bir kahkaha atmış ve Ayberk'e onu bekleyeceğini söylemişti. Ardından da şeytan gitmiş ve her şey normale dönmüştü.
Kesinlikle büyüleyiciydi. Şu an mürettebat, Ayberk'in bir şeytanı yok ettiğini düşünüp ona tapıyor olmalıydı. Haksız da sayılmazlardı. Şeytanı yollayan kişi Koramiraldi. Şeytanın ortadan kaybolması ise Ayberk'in koramiralin saygısını kazandığını, koramiralin saygısını kazanamamış olsa bile en azından bu konuda koramirale fikrini kabul ettirebildiğini gösteriyordu. Bu da çok önemli bir şeydi. Meirin hiçbir konuda anlaşamıyor olmalarına rağmen Ayberk'in böyle bir şey başarmasına çok sevinmişti. Ayberk büyük ihtimal bu olay sayesinde terfi alacaktı. Terfi alamasa bile kendisinin istifasının ardından geminin başına geçecek kişi olacaktı. Böylece Loguetown'dan ayrıldıktan sonra kendisinin de gözü arkada kalmayacaktı. Ayberk'İn kendisinden daha iyi bir kaptan olacağından emindi.
Zaman ilerlemiş, iki gemi ve peşlerinde getirdikleri korsan gemisi Loguetown yakınlarına gelmişti. Meirin limana doğru baktığında limanın normalden daha kalabalık olduğunu gördü. Acaba kutsal ejderleri karşılamak için birkaç kişi limanda mı bekliyordu? Havayi fişekler eşliğinde limana girdiklerinde bu düşüncesinin yanlış olduğunu anladı. Sadece birkaç kişi değil, neredeyse herkes limana gelmişti. Sonuçta en tepedeki ''Tanrılar'' her zaman East Blue'ya uğramıyordu. Bu kadar ilgi gösterilmesi mantıksız değildi.
İki gemi de limana demir attıktan sonra sonra Kaptan Fumador ve Yüzbaşı Gafas kutsal ejderlerin gemisine gidip saygılarını sunmuş, ardından da Koramiral Dios ile yaklaşık 10 dakikalık bir konuşma yapmışlardı. Büyük ihtimalle Dios görev sırasında olanları onlara anlatıyordu.
Bu minik toplantının ardından Kaptan ve Yüzbaşı Meirin'in bulunduğu gemiye gelip şimdilik dinlenebileceklerini, akşam yapılacak festivale katılmaları gerektiğini söylediler. Sonra da kutsal ejderlere eşlik etmek için gemiden ayrıldılar.
Festival... Meirin daha önce bir festivale katılmamıştı. Bu yüzden festival kelimesi onun kalbinin daha hızlı çarpmasını sağlıyordu. Festivale katılmaları 'gerektiğine' göre festivalde de kutsal ejderleri korumakla görevli olacaklarını düşünüyordu. Yine de bu durum heyecanını azaltmıyordu. Sonuçta her şekilde bir festival görecekti. Şimdilik odasına çekilip gece yarısına kadar dinlenecekti. Görevleri henüz tam olarak bitmemişti ve enerjisini koruması gerekiyordu.
Kesinlikle büyüleyiciydi. Şu an mürettebat, Ayberk'in bir şeytanı yok ettiğini düşünüp ona tapıyor olmalıydı. Haksız da sayılmazlardı. Şeytanı yollayan kişi Koramiraldi. Şeytanın ortadan kaybolması ise Ayberk'in koramiralin saygısını kazandığını, koramiralin saygısını kazanamamış olsa bile en azından bu konuda koramirale fikrini kabul ettirebildiğini gösteriyordu. Bu da çok önemli bir şeydi. Meirin hiçbir konuda anlaşamıyor olmalarına rağmen Ayberk'in böyle bir şey başarmasına çok sevinmişti. Ayberk büyük ihtimal bu olay sayesinde terfi alacaktı. Terfi alamasa bile kendisinin istifasının ardından geminin başına geçecek kişi olacaktı. Böylece Loguetown'dan ayrıldıktan sonra kendisinin de gözü arkada kalmayacaktı. Ayberk'İn kendisinden daha iyi bir kaptan olacağından emindi.
Zaman ilerlemiş, iki gemi ve peşlerinde getirdikleri korsan gemisi Loguetown yakınlarına gelmişti. Meirin limana doğru baktığında limanın normalden daha kalabalık olduğunu gördü. Acaba kutsal ejderleri karşılamak için birkaç kişi limanda mı bekliyordu? Havayi fişekler eşliğinde limana girdiklerinde bu düşüncesinin yanlış olduğunu anladı. Sadece birkaç kişi değil, neredeyse herkes limana gelmişti. Sonuçta en tepedeki ''Tanrılar'' her zaman East Blue'ya uğramıyordu. Bu kadar ilgi gösterilmesi mantıksız değildi.
İki gemi de limana demir attıktan sonra sonra Kaptan Fumador ve Yüzbaşı Gafas kutsal ejderlerin gemisine gidip saygılarını sunmuş, ardından da Koramiral Dios ile yaklaşık 10 dakikalık bir konuşma yapmışlardı. Büyük ihtimalle Dios görev sırasında olanları onlara anlatıyordu.
Bu minik toplantının ardından Kaptan ve Yüzbaşı Meirin'in bulunduğu gemiye gelip şimdilik dinlenebileceklerini, akşam yapılacak festivale katılmaları gerektiğini söylediler. Sonra da kutsal ejderlere eşlik etmek için gemiden ayrıldılar.
Festival... Meirin daha önce bir festivale katılmamıştı. Bu yüzden festival kelimesi onun kalbinin daha hızlı çarpmasını sağlıyordu. Festivale katılmaları 'gerektiğine' göre festivalde de kutsal ejderleri korumakla görevli olacaklarını düşünüyordu. Yine de bu durum heyecanını azaltmıyordu. Sonuçta her şekilde bir festival görecekti. Şimdilik odasına çekilip gece yarısına kadar dinlenecekti. Görevleri henüz tam olarak bitmemişti ve enerjisini koruması gerekiyordu.
Misafir- Misafir
Geri: Futatsu No Kingu[Zac-Meirin-Ayberk]
Canavar ortadan kaybolduktan sonra usulca yere eğilip sopamı kavradım. Askerlere sırtımı döndükten sonra suratımda saçma bir rahatlık ifadesi oluştu. Büyük bir stres altında doğru kararı verip içimden geçenleri söylemiştim. Götü iyi kurtardık anlayacağınız. Eğer ağzımdan canavarı tatmin etmeyecek bir söz çıksaydı gemideki herkesi tek tek öldürebilirdi. O kadar güçlü görünüyordu yani orospu çocuğu. Hatta canavar ortadan kaybolduktan sonra heyecandan küçük abdestim geldi. Neyse, bu konulara girmeyelim. Zaten bahsedilmesi gereksiz şeyler bunlar.
Canavarın ortadan kaybolmasından birkaç dakika sonra gemiye küçük bir sal ile Zac gelivermişti. Gemiden ayrıldığından daha farklı bir ruh halinde gibiydi. Yani en azından ben öyle hissettim. Kutsal Ejderlerin gemisinde fikirlerinin değişmesine neden olacak şeyler görmüş olabilir. Onunla konuşmak istedim fakat sonrasında bunun saçma bir fikir olduğunu, karargaha gidince konuşmanın daha mantıklı olduğuna kanaat getirdim.
Birkaç saat sonra, güneş neredeyse batmak üzereyken, Loguetown ufukta gözükmeye başlamıştı. Görevi başarılı bir şekilde bitirdiğimize göre artık tatil yapabilirim! Geldiğim günün akşamı beni göreve gönderdi orospu çocukları. İlk başta bu görev için fazla istekli değildim fakat sonradan bu görevin faydalarını görüp gitme isteğim tavan yapmıştı. Son birkaç günde birçok şey yaşadık. Yaptıklarımdan dolayı hiçbir pişmanlık hissetmiyorum. Bugün dört insanın hayatını kurtardım, bir canavarla karşılaştım. Daha ne isteyebilirim ki? Gerçi canavar kısmı olmasa daha iyi olurdu ama neyse.
Limana demir attığımızda yaklaşık on dakika gemide beklemiştik. Kaptan ve Yüzbaşı kutsal ejderleri karşıladıktan sonra yanımıza gelmişti. Kaptan tek taraflı, kısa bir konuşma yapmıştı. Akşamki festivale kadar dinlenebileceğimizi söyleyip gitmişti. Evet, akşam festival vardı! Festival demek kadınların olması demek, kadınların olması seks demek! Kaç aydır sağ elime muhtaç bir şekilde yaşıyorum biliyor musunuz? Bilmenize gerek yok, bilmekte istemezsiniz zaten. Kaptan dinlenebileceğimizi söylediği anda karargahtaki odama doğru yürümeye başladım. Odama vardığımda kendimi yatağıma nasıl bıraktığımı hatırlamıyorum bile. Akşamki festivale kadar dinlenip, dinç bir şekilde festivale gideceğim. Ne kadar dinç olursam kızların benden etkilenme olasılığı da o kadar artar!
Canavarın ortadan kaybolmasından birkaç dakika sonra gemiye küçük bir sal ile Zac gelivermişti. Gemiden ayrıldığından daha farklı bir ruh halinde gibiydi. Yani en azından ben öyle hissettim. Kutsal Ejderlerin gemisinde fikirlerinin değişmesine neden olacak şeyler görmüş olabilir. Onunla konuşmak istedim fakat sonrasında bunun saçma bir fikir olduğunu, karargaha gidince konuşmanın daha mantıklı olduğuna kanaat getirdim.
Birkaç saat sonra, güneş neredeyse batmak üzereyken, Loguetown ufukta gözükmeye başlamıştı. Görevi başarılı bir şekilde bitirdiğimize göre artık tatil yapabilirim! Geldiğim günün akşamı beni göreve gönderdi orospu çocukları. İlk başta bu görev için fazla istekli değildim fakat sonradan bu görevin faydalarını görüp gitme isteğim tavan yapmıştı. Son birkaç günde birçok şey yaşadık. Yaptıklarımdan dolayı hiçbir pişmanlık hissetmiyorum. Bugün dört insanın hayatını kurtardım, bir canavarla karşılaştım. Daha ne isteyebilirim ki? Gerçi canavar kısmı olmasa daha iyi olurdu ama neyse.
Limana demir attığımızda yaklaşık on dakika gemide beklemiştik. Kaptan ve Yüzbaşı kutsal ejderleri karşıladıktan sonra yanımıza gelmişti. Kaptan tek taraflı, kısa bir konuşma yapmıştı. Akşamki festivale kadar dinlenebileceğimizi söyleyip gitmişti. Evet, akşam festival vardı! Festival demek kadınların olması demek, kadınların olması seks demek! Kaç aydır sağ elime muhtaç bir şekilde yaşıyorum biliyor musunuz? Bilmenize gerek yok, bilmekte istemezsiniz zaten. Kaptan dinlenebileceğimizi söylediği anda karargahtaki odama doğru yürümeye başladım. Odama vardığımda kendimi yatağıma nasıl bıraktığımı hatırlamıyorum bile. Akşamki festivale kadar dinlenip, dinç bir şekilde festivale gideceğim. Ne kadar dinç olursam kızların benden etkilenme olasılığı da o kadar artar!
Misafir- Misafir
Geri: Futatsu No Kingu[Zac-Meirin-Ayberk]
Mavi bir denizin üzerinde altın bir güneşin altında, mavi gökyüzünün altında durgun bir denizde süzülen altın bir kayığın üzerinde öyle ce uzanmıştı Ayberk. Gözlerini gökyüzüne dikmişti. Bir sağa gidiyordu bir sola gözleri. Bir şey arıyordu. Sonra buldu aradığı şeyi, havada küçük bir nokta olarak başlayıp yaklaştıkça büyüyen altın zırhlı ejderha, altın kayığın üzerinde ki altından kıyafetleriyle oturan Ayberk'e doğru yaklaştı ve altın kayığın yanında durdu. Atladı altın zırhlı ejderhaya altın mızraklı altın süvarisi. Elinde ki mızrağı güneşte parlarken, altın kanatlar gökyüzünü tokatladı, yükseldi süvari ve ejderha. Yükseldi ve yükseldi ejderha, sonra bulutları geçti. Gözleri bir şey arıyordu Ayberk'in yine. Biraz daha gitti ejderhave buldu gözler aradığı şeyi. Güneşin yıkadığı altından şehire vardı ejderha. Merkezinde ise 100 metre boyunda, elinde mızrağı ile altın suvarisinin heykeli vardı. Ayberk devasa tasvirine baktı. Sevindi içten içe, sonra altın gölüne doğru uçmaya başladı ejderha. Altın göle vardığında birşey hissetti Ayberk. Biri vardı orada. Sonra gölden bir kafa çıktı, sonra da bedenin kalanı. Çıplaktı kadın, altın su vücudundan akıyordu. Dimdik göğüslerinden süzülen bir kaç damla altın suyu, ince göbeğine akıyordu. Altın sarısı gözleri Ayberk'e bakıyordu. Ayberk içinde bir şeylerin kabardığını hissetti. Kadın yaklaştı ve öptü Ayberk'i. Sonra saatlerce altın gölde seviştiler. Ayberk keyif sigarasını yakmış artık Dünya'ya ne olacağını umursamazken bir ıslaklık ile uyandı. Festivalin başlamasına az kalmıştı. Bir duş alıp, atıştıracak zamanı ancak vardı. Yatağının karşısında sandalyede bir takım elbise, üzerinden bir not vardı. "İyi eğlenceler."
Ne ara Rashibale gelmişti. İzumi'yi ne zaman bulmuştu. Tanıdık mekana baktı gözleri. İzumi düşünceli şekilde önünde duran satranç masasına bakıyordu. Az önce ne yaptıklarını hatırlamayan Meirin, tahtaya baktı. Avantajlı görünüyordu. İzumi'nin vezirini, bir kalesini almış. Kendi bir atını ve bir filini vermişti. İzumi'nin sağ tarafında ki neredeyse bütün piyonlar alınmıştı. Meirin İzumi'yi bu kadar zor duruma düşürmesine inanamıyordu. Mellony gelip Pagan'ın bir kartal tarafından kaçırıldığını söylediğinde yüzünden neredeyse rahatlamış bir ifade vardı. Kalkarken dizini satranç masasına vurup tüm taşların dağılmasına neden olup, "Nasıl olurda, bir kartal o şişko çocuğu kaçırabilir?" diye dert yanarak Mellony'i takip etmeye başladı. Ormanı geçip, girmeleri yasak olan kısma geldiklerinde İzumi'nin sinirden gözü dönmüş Mellony'i tokatlamıştı. Küçücük bedeni yere düşen Mellony'i ağlarken "Kaç kere söylemem lazım. Buraya girmeniz yasak diye!" bağırdı İzumi. Gözleri kıpkırmızı görünüyordu. Tekrar bir tokat atacaktı ki Meirin durdurdu onu. Meirin bunda bir yanlışlık olduğunu fark etti. Kendisi büyümüştü ama Mellony aynı boydaydı. "Bu bir rüya mı?" diye sordu. "Evet." diye yanıtladı İzumi. Sonra uçmaya başladı Meirin. Rüya duvarını kırarak rüyasını kontrol altına aldı.
Uyandığında sandalye de kırmızı bir kıyafet vardı. "İyi eğlenceler." Notu iliştirilmişti.
Rp Out: Meirin rüyanın ikinci kısmını kontrol edebildiğin için görmek istediğin şeyi yazabilirsin. Bir süre sonra uyanırsın.
Ne ara Rashibale gelmişti. İzumi'yi ne zaman bulmuştu. Tanıdık mekana baktı gözleri. İzumi düşünceli şekilde önünde duran satranç masasına bakıyordu. Az önce ne yaptıklarını hatırlamayan Meirin, tahtaya baktı. Avantajlı görünüyordu. İzumi'nin vezirini, bir kalesini almış. Kendi bir atını ve bir filini vermişti. İzumi'nin sağ tarafında ki neredeyse bütün piyonlar alınmıştı. Meirin İzumi'yi bu kadar zor duruma düşürmesine inanamıyordu. Mellony gelip Pagan'ın bir kartal tarafından kaçırıldığını söylediğinde yüzünden neredeyse rahatlamış bir ifade vardı. Kalkarken dizini satranç masasına vurup tüm taşların dağılmasına neden olup, "Nasıl olurda, bir kartal o şişko çocuğu kaçırabilir?" diye dert yanarak Mellony'i takip etmeye başladı. Ormanı geçip, girmeleri yasak olan kısma geldiklerinde İzumi'nin sinirden gözü dönmüş Mellony'i tokatlamıştı. Küçücük bedeni yere düşen Mellony'i ağlarken "Kaç kere söylemem lazım. Buraya girmeniz yasak diye!" bağırdı İzumi. Gözleri kıpkırmızı görünüyordu. Tekrar bir tokat atacaktı ki Meirin durdurdu onu. Meirin bunda bir yanlışlık olduğunu fark etti. Kendisi büyümüştü ama Mellony aynı boydaydı. "Bu bir rüya mı?" diye sordu. "Evet." diye yanıtladı İzumi. Sonra uçmaya başladı Meirin. Rüya duvarını kırarak rüyasını kontrol altına aldı.
Uyandığında sandalye de kırmızı bir kıyafet vardı. "İyi eğlenceler." Notu iliştirilmişti.
Rp Out: Meirin rüyanın ikinci kısmını kontrol edebildiğin için görmek istediğin şeyi yazabilirsin. Bir süre sonra uyanırsın.
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Futatsu No Kingu[Zac-Meirin-Ayberk]
Rashibaldeydi. Burada işi vardı ki? Nasıl gelebilmişti çocukluğunun geçtiği, en acı ve en tatlı tecrübelerini birlikte yaşadığı bu adaya? Her zaman tekrardan karşılaşmayı hayal ettiği hocasını görebiliyordu. İzumi-sensei karşısında oturuyordu. Hocası düşünceli bir şekilde satranç tahtasına bakıyordu. Ne? Satranç tahtası mı? Satranç mı oynuyorlardı ki? Meirin tahtaya baktığında hocasının çok ağır bir biçimde yenilmekte olduğunu gördü. Hocası kendisine bir kalesini, vezirini ve piyonlarının çoğunu kaptırmıştı. Birkaç piyon, kale ve at-fil çifti ile bir şekilde avantajı kovalamaya çalışıyor gibiydi. Yine de Meirin'in vezirleri ve kale çifti duruyordu. Oyunu çok büyük bir ihtimal kendisi kazanacaktı. Yine de... nasıl öne geçebilmişti ki?
Bunları düşündüğü sırada Mellony içeri girmiş ve hocası İzumi'ye Pagan'ın kaçırıldığını söylemişti.Bunun üzerine İzumi hızlıca masadan kalkmıştı. Masadan kalkacağı sırada da bilerek masaya vurmuş ve tahtadaki taşların yere düşmesine neden olmuştu. Yanılıyor muydu? Acaba yanlış mı görmüştü? Hocası yeniliyor diye hile mi yapıyordu? Hocası yenildiğinde hile yapan tiplerden miydi ki? Bunu bilmiyordu. Hocasını satrançta hiç yenememişti ki.
Sonra bir anda ormana ışınlandılar. Burası dağın içindeki ormandı. Girmelerinin yasak olduğu bölgeye gelmişlerdi. Mellony, Pagan'ın bu bölgede kaçırıldığını söyleyince İzumi sensei'nin gözü dönmüş ve Mellony'e sağlam bir tokat geçirmişti. Ardından da kırmızıya dönmüş gözleri ile Mellony'e sert bir şekilde bakarak bağırmaya başlamıştı. Mellony ikinci tokatı yiyeceği sırada Meirin araya girmişti. Hocası çok abartmıştı. Küçük Mellony'i çok korkutmuştu. Bir dakika, küçük Mellony mi?Küçük... Yoksa...yoksa rüyada mıydı? Yoksa gerçek hayatta arkadaşlarını hala bulamamış mıydı? Meirin aklındaki bu soruyu hocasına sorduğunda hocası hala rüyada olduğunu onaylamıştı. Bunun ardından da Meirin uçmaya başlamıştı.
Uçuyordu. Uçmak güzel hissettirse de Rashibalden uzaklaşıyordu. ''Hayır!'' diye çığlık attı Meirin. Bir yandan ellerini kollarını oynatarak geri dönmeye çalışırken bir yandan da ''Geri dönmek istiyorum! Hey! Geri Döneceğim! Sensei! diyerek bağırmaya devam ediyordu. Sonra bir anda kendisine doğru uçan birini gördü Meirin. Hocası uçarak yanına geliyordu. Bir süre sonra hocası kendisine yetişmiş ve Meirin'i sıkıca sarmıştı. Rüya olduğunu bilse de hocasının kendisini sarışını ve başını okşayışını hissedebiliyor, hocasının kokusunu içine çekebiliyordu. Geri dönelim. dedi Meirin. Hocası sesini çıkartmadı. Meirin'in elinden tuttu ve ormana doğru ışınlandılar. Mel ormanda onları bekliyordu. Meirin koşarak Mel'in elini tuttu ve: ''Sensei, bana Zacc abileri de gösterebilir misin?'' dedi. İzumi, Meirin'in bu isteğine de sesini çıkartmadı. Sanki Meirin neyi isterse onu yapmak için programlanmıştı.
Hocası Mel ve Meirin'in elini tuttu ve Çadırların olduğu bölgeye ışınlardılar. Zacc, Ron, Kevın ve Pagan'ın küçük halleri Meirin'İn karşısında duruyordu. Zacc Meirin'i görünce koşarak yanına gelip: Oha! Oha! Hem büyümüşsün hem de fıstık gibi olmuşsun lan! dedi ve sertçe Meirin'in omzuna vurarak kahkaha atmaya başladı.
Gerçekten de Öyle. Minik bir İzumi olmuş. Tebrik ederim Meirin. dedi, uyumakta olan Kevın'ın üstünde oturan Ron.
Bu sırada Pagan'ın kahkahalarını işitti Meirin. ''Çekinmene gerek yok Mellony! O hala aynı kişi görmüyor musun. Hadi git. Yoksa seni yerim! diyordu Pagan gülerek.
Pagan'ın bu sözleri üzerine Mellony yavaşça Meirin'in yanına sokulmuş ve küçük elleriyle Meirin'e eğilmesi için işaret yapmıştı. Meirin eğildiğinde de kulağına: Rashibal'den ayrıldığın gün birbirimize verdiğimiz sözü hatırlıyorsun değil mi? diye fısıldamıştı. Meirin ise gülümseyerek Evet, hatırlıyorum. demişti.
Bunun ardından Zacc ani bir hareket ile Mellony'i kaldırıp omzuna aldı ve '' Hey Mel! Ne sözünden bahsediyorsun? diye sordu. Mellony bu soruyu: Henüz kızın kurgusunda bundan bahsedilmedi. Neden bahsettiğimi ilerideki konularında görürsün. diye cevapladı.
Bu cevabın ardından Mellony, Pagan ve Ron ortalıktan bir anda kayboldu. Zacc ve Kevın hala duruyordu. Zacc Meirin'e dönerek: Ben de gidiyorum. Muhtemelen ben gitmeden önce nerede olduğumuzu söylememi isteyeceksin; fakat söyleyemem. Biraz çabala. Dünyanın en güçlü adamına o kadar kolay ulaşamazsın dedi, Meirin'in yanağından makas alırken. Ardından Zacc da kayboldu.
Meirin, Zacc'ın da gitmesinin ardından İzumi'ye döndü. Hocasına kendisinin ve herkesin nerede olduğunu söylemesini emretti. Sonuçta uçmaya başladığı andan itibaren hocası ne derse onu yapıyordu. Bu emri de yerine getirilecek olmalıydı; fakat işler beklediği gibi gitmedi. Hocası kafasına sağlam bir yumruk geçirdi ve Ulan! Ulan! Senin rüyan diye sesimi çıkarmayayım diyorum ama sen de iyice azıttın! dedi. Ardından da konuşmasına devam etti:
Dinle Meirin! Önünde çok uzun bir hayat var. Daha yaşayacağın pek çok şey olacak. Henüz tatmadığın mutluluklar ve acılar var. Onların hepsini doya doya yaşa! Sakın hiçbirini içine atma! Çirkin bir suratla ağladığında bil ki biz de seninle birlikte ağlayacağız. Karnına ağrılar girecek kadar güldüğünde bil ki biz de seninle birlikte güleceğiz. Temiz bir kolay bir hayat yaşayıp ellerini kirletmemektense zor bir hayatı doya doya yaşayıp kirlen. Unutma, bazı güzellikler sadece etrafında kir olduğunda ortaya çıkar. Ha az daha unutuyordum. Bir de...
Uyanmıştı. Rüyanın sonunu getiremeden uyanıvermişti. Yine de bu durum onu üzmüyordu. Sonunda onları görmüştü. Rüyada da olsa onları görmüştü. Eski hallerini görmüş olsa bile, hemen ayrılmış olsalar bile arkadaşlarını görmüş ve onlarla konuşmuştu. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu; fakat bu yaşlar sevinç gözyaşlarıydı. Bir süre yatağında bekleyip rüyasının etkisinin geçmesini beklese de rüyanın kendisinde yarattığı etki hala geçmemişti. Vücudunun titremesine engel olamıyordu. Bu sırada gözü sandalyenin üzerindeki kırmızı elbiseye kaydı.
Yatağından kalkıp sandalyenin yanına gittiğinde elbisenin üzerine yapıştırılmış bir not buldu. Notta ''İyi Eğlenceler'' yazıyordu. Böyle bir hediyeyi kendisine kim vermiş olabilirdi ki? Kaptan Fumador olabilirdi. Hayır, öyle cimri biri kendisine böyle bir elbise almazdı.
Ayberk olabilirdi. Hayır, Koramiral Dios'un yarattığı Halüsinasyonlarda bile böyle bir şey imkansızdı.
Koramiral Dios! diye bağırdı Meirin. Böyle güzel bir rüya görmesinde ve böyle bir elbise almasında onun parmağı olabilirdi. Hayır, rüya kısmı hediyeyi veren kişinin Koramiral olma ihtimalini arttırsa da Koramiralin kendisine böyle bir kıyak geçmesi için bir sebebi yoktu. Koramiral de olamazdı.
Meirin, bu hediyeyi kimin yollamış olabileceğine bir süre daha kafa yorsa da işin içinden bir türlü çıkamadı. Festival vaktinin iyice yaklaşmış olmasından dolayı da düşünmeyi bırakıp hazırlanmaya başladı. Kırmızı elbiseyi giyecekti. Belki de artık doya doya yaşamasının vakti gelmişti...
Bunları düşündüğü sırada Mellony içeri girmiş ve hocası İzumi'ye Pagan'ın kaçırıldığını söylemişti.Bunun üzerine İzumi hızlıca masadan kalkmıştı. Masadan kalkacağı sırada da bilerek masaya vurmuş ve tahtadaki taşların yere düşmesine neden olmuştu. Yanılıyor muydu? Acaba yanlış mı görmüştü? Hocası yeniliyor diye hile mi yapıyordu? Hocası yenildiğinde hile yapan tiplerden miydi ki? Bunu bilmiyordu. Hocasını satrançta hiç yenememişti ki.
Sonra bir anda ormana ışınlandılar. Burası dağın içindeki ormandı. Girmelerinin yasak olduğu bölgeye gelmişlerdi. Mellony, Pagan'ın bu bölgede kaçırıldığını söyleyince İzumi sensei'nin gözü dönmüş ve Mellony'e sağlam bir tokat geçirmişti. Ardından da kırmızıya dönmüş gözleri ile Mellony'e sert bir şekilde bakarak bağırmaya başlamıştı. Mellony ikinci tokatı yiyeceği sırada Meirin araya girmişti. Hocası çok abartmıştı. Küçük Mellony'i çok korkutmuştu. Bir dakika, küçük Mellony mi?Küçük... Yoksa...yoksa rüyada mıydı? Yoksa gerçek hayatta arkadaşlarını hala bulamamış mıydı? Meirin aklındaki bu soruyu hocasına sorduğunda hocası hala rüyada olduğunu onaylamıştı. Bunun ardından da Meirin uçmaya başlamıştı.
Uçuyordu. Uçmak güzel hissettirse de Rashibalden uzaklaşıyordu. ''Hayır!'' diye çığlık attı Meirin. Bir yandan ellerini kollarını oynatarak geri dönmeye çalışırken bir yandan da ''Geri dönmek istiyorum! Hey! Geri Döneceğim! Sensei! diyerek bağırmaya devam ediyordu. Sonra bir anda kendisine doğru uçan birini gördü Meirin. Hocası uçarak yanına geliyordu. Bir süre sonra hocası kendisine yetişmiş ve Meirin'i sıkıca sarmıştı. Rüya olduğunu bilse de hocasının kendisini sarışını ve başını okşayışını hissedebiliyor, hocasının kokusunu içine çekebiliyordu. Geri dönelim. dedi Meirin. Hocası sesini çıkartmadı. Meirin'in elinden tuttu ve ormana doğru ışınlandılar. Mel ormanda onları bekliyordu. Meirin koşarak Mel'in elini tuttu ve: ''Sensei, bana Zacc abileri de gösterebilir misin?'' dedi. İzumi, Meirin'in bu isteğine de sesini çıkartmadı. Sanki Meirin neyi isterse onu yapmak için programlanmıştı.
Hocası Mel ve Meirin'in elini tuttu ve Çadırların olduğu bölgeye ışınlardılar. Zacc, Ron, Kevın ve Pagan'ın küçük halleri Meirin'İn karşısında duruyordu. Zacc Meirin'i görünce koşarak yanına gelip: Oha! Oha! Hem büyümüşsün hem de fıstık gibi olmuşsun lan! dedi ve sertçe Meirin'in omzuna vurarak kahkaha atmaya başladı.
Gerçekten de Öyle. Minik bir İzumi olmuş. Tebrik ederim Meirin. dedi, uyumakta olan Kevın'ın üstünde oturan Ron.
Bu sırada Pagan'ın kahkahalarını işitti Meirin. ''Çekinmene gerek yok Mellony! O hala aynı kişi görmüyor musun. Hadi git. Yoksa seni yerim! diyordu Pagan gülerek.
Pagan'ın bu sözleri üzerine Mellony yavaşça Meirin'in yanına sokulmuş ve küçük elleriyle Meirin'e eğilmesi için işaret yapmıştı. Meirin eğildiğinde de kulağına: Rashibal'den ayrıldığın gün birbirimize verdiğimiz sözü hatırlıyorsun değil mi? diye fısıldamıştı. Meirin ise gülümseyerek Evet, hatırlıyorum. demişti.
Bunun ardından Zacc ani bir hareket ile Mellony'i kaldırıp omzuna aldı ve '' Hey Mel! Ne sözünden bahsediyorsun? diye sordu. Mellony bu soruyu: Henüz kızın kurgusunda bundan bahsedilmedi. Neden bahsettiğimi ilerideki konularında görürsün. diye cevapladı.
Bu cevabın ardından Mellony, Pagan ve Ron ortalıktan bir anda kayboldu. Zacc ve Kevın hala duruyordu. Zacc Meirin'e dönerek: Ben de gidiyorum. Muhtemelen ben gitmeden önce nerede olduğumuzu söylememi isteyeceksin; fakat söyleyemem. Biraz çabala. Dünyanın en güçlü adamına o kadar kolay ulaşamazsın dedi, Meirin'in yanağından makas alırken. Ardından Zacc da kayboldu.
Meirin, Zacc'ın da gitmesinin ardından İzumi'ye döndü. Hocasına kendisinin ve herkesin nerede olduğunu söylemesini emretti. Sonuçta uçmaya başladığı andan itibaren hocası ne derse onu yapıyordu. Bu emri de yerine getirilecek olmalıydı; fakat işler beklediği gibi gitmedi. Hocası kafasına sağlam bir yumruk geçirdi ve Ulan! Ulan! Senin rüyan diye sesimi çıkarmayayım diyorum ama sen de iyice azıttın! dedi. Ardından da konuşmasına devam etti:
Dinle Meirin! Önünde çok uzun bir hayat var. Daha yaşayacağın pek çok şey olacak. Henüz tatmadığın mutluluklar ve acılar var. Onların hepsini doya doya yaşa! Sakın hiçbirini içine atma! Çirkin bir suratla ağladığında bil ki biz de seninle birlikte ağlayacağız. Karnına ağrılar girecek kadar güldüğünde bil ki biz de seninle birlikte güleceğiz. Temiz bir kolay bir hayat yaşayıp ellerini kirletmemektense zor bir hayatı doya doya yaşayıp kirlen. Unutma, bazı güzellikler sadece etrafında kir olduğunda ortaya çıkar. Ha az daha unutuyordum. Bir de...
Uyanmıştı. Rüyanın sonunu getiremeden uyanıvermişti. Yine de bu durum onu üzmüyordu. Sonunda onları görmüştü. Rüyada da olsa onları görmüştü. Eski hallerini görmüş olsa bile, hemen ayrılmış olsalar bile arkadaşlarını görmüş ve onlarla konuşmuştu. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu; fakat bu yaşlar sevinç gözyaşlarıydı. Bir süre yatağında bekleyip rüyasının etkisinin geçmesini beklese de rüyanın kendisinde yarattığı etki hala geçmemişti. Vücudunun titremesine engel olamıyordu. Bu sırada gözü sandalyenin üzerindeki kırmızı elbiseye kaydı.
Yatağından kalkıp sandalyenin yanına gittiğinde elbisenin üzerine yapıştırılmış bir not buldu. Notta ''İyi Eğlenceler'' yazıyordu. Böyle bir hediyeyi kendisine kim vermiş olabilirdi ki? Kaptan Fumador olabilirdi. Hayır, öyle cimri biri kendisine böyle bir elbise almazdı.
Ayberk olabilirdi. Hayır, Koramiral Dios'un yarattığı Halüsinasyonlarda bile böyle bir şey imkansızdı.
Koramiral Dios! diye bağırdı Meirin. Böyle güzel bir rüya görmesinde ve böyle bir elbise almasında onun parmağı olabilirdi. Hayır, rüya kısmı hediyeyi veren kişinin Koramiral olma ihtimalini arttırsa da Koramiralin kendisine böyle bir kıyak geçmesi için bir sebebi yoktu. Koramiral de olamazdı.
Meirin, bu hediyeyi kimin yollamış olabileceğine bir süre daha kafa yorsa da işin içinden bir türlü çıkamadı. Festival vaktinin iyice yaklaşmış olmasından dolayı da düşünmeyi bırakıp hazırlanmaya başladı. Kırmızı elbiseyi giyecekti. Belki de artık doya doya yaşamasının vakti gelmişti...
Misafir- Misafir
Geri: Futatsu No Kingu[Zac-Meirin-Ayberk]
Ne manyak rüyaydı lan! Altın bir kayığın üzerinde, altın kıyafetlerimle beraber uzanıyordum. Gözlerim gökyüzünde bir şeyler arıyordu fakat ne aradığımı bilmiyordum. Sonra bir anda gökyüzünden parıldayan bir şey bana doğru yaklaşmaya başlamıştı. Biraz yakınlaştığında üzerime doğru gelen şeyin altın zırhlı bir ejderha olduğunu fark ettim. Ejderha kayığın yanında durdu, benim binmemi bekliyor gibiydi. Bende tatlı şeyi kıramadım ve üzerine bindim. Ardından gökyüzüne, güneşe doğru, kanat çırpmaya başladı. Uzun bir yolculuğun ardından bir şehre geldik. Zaman zaman hayal ederdim. Altın bir şehir olsa da orada yaşasam diye. Hayallerimdeki şehre gelmiştik işte. Binalar, zemin her şey altındandı. Şehrin ortasında devasa bir yapı vardı. Bu bir heykeldi, hem de benim heykelim! Altından yapılmış 100-150 metre uzunluğunda bir heykel vardı. Buradaki insanlar bana tapıyor olmalı diye düşündüm. Heykelle birkaç dakika bakıştıktan sonra Ejderha beni başka bir yere götürmeye başladı.
Birkaç dakikalık bir uçuştan sonra altından bir gölün kenarına geldik. Gölün suyu altın rengindeydi, evet yanlış duymadınız altın rengi! Altından bir suda yıkanmakta her zaman rüyalarımı süslemiştir! Hemen ejderhadan inip soyunmaya başladım. Soyunurken suyun içinde birisinin olduğunu hissettim. Çıplak, beyaz saçlı, altın gözlü bir hatun çıkıverdi gölden. Hemde memeleri kafam kadardı. Kadını ilk gördüğüm anda dilim tutulmuştu. Mantıklı düşünemiyor ve vücudumu hareket ettiremiyordum. Gölden çıktıktan sonra yavaş adımlarla bana yaklaşmaya başladı. Dibime kadar sokulduktan sonra birden beni öpmeye başladı. O an kendime geldim, kadına karşılık vermeye başladım. Sonra devamı geldi zaten ama oralar anlatamayacağım yerler. Hehehehe~~
Saatlerce işimizi hallettikten sonra keyif sigaramı yakmış götümü devire devire yatmaya başlamıştım ki alt tarafımdaki bir ıslaklıkla dünyaya geri döndüm. Kafamı hafifçe kaldırdım ve etrafıma baktım. Yaşanan şeylerin gerçek olmadığını fark edince büyük bir hayal kırıklığına uğradım. Hayalimin kadınıyla seviştim, hayalimin şehrine gittim, hayalimin heykelini gördüm ama ne oldu? Hepsi birer rüyaymış! Sikeyim böyle hayatı!
Yataktan çıkıp duşa girmeyi düşünürken karşımda bir takım elbise ve not gördüm. Notta 'iyi eğlenceler' yazıyordu. Akşamki festival geldi aklıma. Koşa koşa duşa doğru gittim. Duşta işimi hallettikten sonra hızlıca odama dönüp takım elbisemi giydim. Açtım fakat festivalde yemek verirler herhalde diye düşünüp hızlıca odamdan çıkıp festival alanına doğru hareket etmeye başladım. Umarım festivalde birkaç güzel kız düşürebilirim...
Birkaç dakikalık bir uçuştan sonra altından bir gölün kenarına geldik. Gölün suyu altın rengindeydi, evet yanlış duymadınız altın rengi! Altından bir suda yıkanmakta her zaman rüyalarımı süslemiştir! Hemen ejderhadan inip soyunmaya başladım. Soyunurken suyun içinde birisinin olduğunu hissettim. Çıplak, beyaz saçlı, altın gözlü bir hatun çıkıverdi gölden. Hemde memeleri kafam kadardı. Kadını ilk gördüğüm anda dilim tutulmuştu. Mantıklı düşünemiyor ve vücudumu hareket ettiremiyordum. Gölden çıktıktan sonra yavaş adımlarla bana yaklaşmaya başladı. Dibime kadar sokulduktan sonra birden beni öpmeye başladı. O an kendime geldim, kadına karşılık vermeye başladım. Sonra devamı geldi zaten ama oralar anlatamayacağım yerler. Hehehehe~~
Saatlerce işimizi hallettikten sonra keyif sigaramı yakmış götümü devire devire yatmaya başlamıştım ki alt tarafımdaki bir ıslaklıkla dünyaya geri döndüm. Kafamı hafifçe kaldırdım ve etrafıma baktım. Yaşanan şeylerin gerçek olmadığını fark edince büyük bir hayal kırıklığına uğradım. Hayalimin kadınıyla seviştim, hayalimin şehrine gittim, hayalimin heykelini gördüm ama ne oldu? Hepsi birer rüyaymış! Sikeyim böyle hayatı!
Yataktan çıkıp duşa girmeyi düşünürken karşımda bir takım elbise ve not gördüm. Notta 'iyi eğlenceler' yazıyordu. Akşamki festival geldi aklıma. Koşa koşa duşa doğru gittim. Duşta işimi hallettikten sonra hızlıca odama dönüp takım elbisemi giydim. Açtım fakat festivalde yemek verirler herhalde diye düşünüp hızlıca odamdan çıkıp festival alanına doğru hareket etmeye başladım. Umarım festivalde birkaç güzel kız düşürebilirim...
Misafir- Misafir
7 sayfadaki 8 sayfası • 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8
Similar topics
» Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
» A GRUBU(VINCE-MEIRIN-CLOUS-AYBERK-NIENDA)
» Valko Adası[Meirin][Bitti]
» [Karne] Meirin
» Ayberk Çırak
» A GRUBU(VINCE-MEIRIN-CLOUS-AYBERK-NIENDA)
» Valko Adası[Meirin][Bitti]
» [Karne] Meirin
» Ayberk Çırak
One Piece Rpg :: 4 Deniz Rp :: East Blue
7 sayfadaki 8 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz