Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
2 posters
One Piece Rpg :: 4 Deniz Rp :: East Blue
3 sayfadaki 10 sayfası
3 sayfadaki 10 sayfası • 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Her şey bir anda oluvermişti. Kartı almak için hamle yapar yaptığım anda kendimi adamın sırtına buldum. Hayvan herif sırtında ben olmama rağmen rahat rahat koşabiliyordu. Birkaç saniyelik bir gezintinin ardından kendimi yönetim katında buldum. Elindeki kartı tabelasız odaya okuttuktan sonra içeriye girdik. İçerisi manyak ötesi harikaydı! Sanki bir kralın yatak odasında gibiyim. Hayatımda hiç görmediğim kadar devasa bir yatak, televizyon, yerde kaplan kürkü halılar, devasa bir jakuzi ve yüzme havuzu! Evet, bunların hepsi bu manyak odanın içerisinde var! Bu adamın neyin nesi olduğunu bilmiyorum ama acayip taşaklı bir herif olduğu kesin. Büyük ihtimalle birkaç dakika önceki tahminim doğru. Bu herif eskiden taşaklı bir rütbedeydi, kendi isteğiyle rütbesini düşürttü. Aklıma bunları açıklayabilecek başka bir şey gelmiyorum.
Adam beni yatağına attıktan sonra ufak bir konuşma yapmıştı. Yüzbaşı Gafas'a onun adına bir şeyler götürmemi istiyordu. Adamın konuşmasında en çok dikkatimi çeken kısım Yüzbaşı'nın sürekli ona göz kırpmasıydı. Bu karı kime yürüyor belli değil amk. Geldiğim günden beri beni ne zaman görse göz kırpıyor, Zac'e de kırpı- Hassiktir! Lan, acaba? Amına koyim! Ne salağım lan ben! Karının bana yavaşadığını düşünmüştüm birde. Bu herife anlatmazsam kötü şeyler olabilir sanırım.
"Kanka sen çok yanlış anlamışsın be! O herkese göz kırpıyor, büyük ihtimalle tiki falan var. Ama yine de şansını denemek istiyorsan yardım ederim. Sonuçta o memeleri beraber gördük değil mi? Bizler meme kardeşiyiz!" dedim piç piç sırıtarak.
Adamı üzmek istemiyorum, olumsuz bir yanıtla gelirsem büyük ihtimalle kalbi kırılacaktır. Eğer söylediklerimden sonra hala pes etmemeye niyetliyse yapacak bir şey yok! Meme Kardeşimi zor durumda bırakamam! Eğer hediyeleri yine de götürmemi isterse "Hediyeleri ver kardeşim, ben hallederim." diyeceğim kendimden emin bir şekilde.
Adam beni yatağına attıktan sonra ufak bir konuşma yapmıştı. Yüzbaşı Gafas'a onun adına bir şeyler götürmemi istiyordu. Adamın konuşmasında en çok dikkatimi çeken kısım Yüzbaşı'nın sürekli ona göz kırpmasıydı. Bu karı kime yürüyor belli değil amk. Geldiğim günden beri beni ne zaman görse göz kırpıyor, Zac'e de kırpı- Hassiktir! Lan, acaba? Amına koyim! Ne salağım lan ben! Karının bana yavaşadığını düşünmüştüm birde. Bu herife anlatmazsam kötü şeyler olabilir sanırım.
"Kanka sen çok yanlış anlamışsın be! O herkese göz kırpıyor, büyük ihtimalle tiki falan var. Ama yine de şansını denemek istiyorsan yardım ederim. Sonuçta o memeleri beraber gördük değil mi? Bizler meme kardeşiyiz!" dedim piç piç sırıtarak.
Adamı üzmek istemiyorum, olumsuz bir yanıtla gelirsem büyük ihtimalle kalbi kırılacaktır. Eğer söylediklerimden sonra hala pes etmemeye niyetliyse yapacak bir şey yok! Meme Kardeşimi zor durumda bırakamam! Eğer hediyeleri yine de götürmemi isterse "Hediyeleri ver kardeşim, ben hallederim." diyeceğim kendimden emin bir şekilde.
Misafir- Misafir
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Akıp giden düşüncelerin arasından, küçük bir cımbızla hamle seçmeye çalışıyordum adamım. Dürüst olmak gerekirse satrançta pek iyi değildim, daha doğrusu bu konuda kendimi geliştirmeyi pek düşünmemiştim hiçbir zaman. Sadece babam, ileride bunun benim taktiksel olarak düşünce yapımı geliştireceğine inandığından oynatırdı. Küçüklüğümden beri, satranç oynardım ama bu oyundan pek zevk alır mıydım bilmezdim. Anlayacağın adamım, satranç oynamayı pek sevmem ama oynamasını az çok bilirim. Buna rağmen Cubis-san ile olan bu oyunum karşısında zorlanmıyorum desen yalan olur. Yaptığım her hamleye verdiği sert yanıtlar onun yaptığı hamlelere ise zar zor karşılık vermem, çoktan bu oyunun sonucunu benim kafamda belirlemişti. Nitekim, düşündüğüm gibi adamım, oyunun sonucu çetin bir oyunun sonunda Cubis-san olmuştu.
Dürüst olmak gerekirse kaybetmiştim adamım. Belki satrancı pek sevmiyor olabilirdim veya çoktan kafamda galibi belirlemiş olsamda yinede koymuştu bana. Kaybetmek adamım, her şey bu cümlede yatıyordu ve ben kaybetmeyi pek sevmezdim. Cubis-san'ın sözlerine duyuyor olmama rağmen cevap veremiyordum; çünkü düşünüyordum. Oynadığımız oyunu kafamda canlandırıyor ve her bir hamlemi zihnimdeki hassas tartıda ölçüyordum. Hangi hamlem hatalıydı ki ben bu oyunu kaybetmiştim. Yumruğumu hırsla sıktığımın bile farkında değildim. Saniyeler, dakikalar tek tek geçip giderken, sonunda hata yaptığım yerleri bulmuştum. Eğer o yerlerde daha farklı hamleler yapsaydım kesinlikle kazanırdım; ama kader, kısmet işte. Ne kadar kaybetmeyi haz edemesemde Cubis-san kazanmıştı. Bunu kabullenmeli ve eğer bu oyunu oynarken bir daha ki sefere kazanmak istiyorsam, çalışmalıydım. Düşünce aleminden çıkıp, tekrardan anı yaşama olayına döndüğümde adamım, Cubis-san'ın henüz yeni başladığı konuşmasına tanık olmuştum. Kazanmaktan fazlasıyla memnundu ve az önce ona cevap vermemi, kısa süreli olarak şoka girmeme yorumlamıştı. Kısmen haklıydı. Kaybettiğimi oyun içerisinde kabul etmeme rağmen, kaybettiğimde bunu kabullenmek biraz zor olmuştu benim için haliyle. Hani söylemesi kolay, yapması zor diye bir terim vardır ya, kesinlikle benimki o cinsten bir şey. Oyun henüz bitmemişken söylemesi kolaydı ama gerçekten kaybettiğimde bunu kabullenmek fazlasıyla zordu. Neyse ki, sonunda hatalarımı bulup bir daha ki sefere kazanmak için bu oyunda kendimi geliştirme konusunda yine kendime bir söz vermiştim. Bir daha ki sefere, Cubis-san yenilen taraf olacak ve ben kazanacaktım.
Cubis-san, askerleri kaldırıp ikimiz için bir oyun ayarlamaya gitmekle meşgulken, ben kendime ait olan satranç taşlarından siyah renkte olanların arasından bir tane piyon almış ve elimde gezdirmeye başlamıştım. Bu görevde, benim rolümün ne olduğunu merak ediyordum. Bir piyon muydum? Yoksa bu rolü olan satranç taşlarından bir tanesi mi? Muhtemelen bu satranç taşlarından birisiydim; ama kafamı kurcalayan şey, bu satranç taşlarının başındaki kişi kimdi? Bizlere bu rolleri veren ve bizleri oynatan, satranç tahtasının başındaki o insan kimdi? Benim olmak istediğim o adam, kimdi? Aldığım piyonu yerine koyup, anlıma düşen saçlarımı geriye doğru kaldırdıktan sonra yavaş yavaş Cubis-san ve iki askerine olduğu yere doğru adımlamaya başlamıştım.
Vardığımda elimi Cubis-san'ın omzuna atmış ve: "Eee biraz bir şeyler öğrendin mi bari Cubis-san?" Bu bir varsayımdı ama ben orada düşüncelere dalmışken, ara sıra bu tarafa göz attığımda Cubis-san ve askerlerin konsol ile bir şeyler yaptığını görebiliyordum. Muhtemelen Cubis-san oyunu öğrenmeye çalışıyordu. Öğrenmesi benim için iyi bir şeydi. Hiçbir şey bilmeyen biri ile konsol oyunu oynamanın çokta güzel bir şey olmadığını babamdan biliyordum. "Eee bu hangi serinin kaçıncı oyunu? Uzun zamandır takip edemiyordum oyun dünyasını." Elimi Cubis-san'ın omzundan çekip, takım elbiseli erlere odaklanmıştım. Bir yandan onlara diğer yandan ekrana bakıp, oyunun dinamiklerini kavramaya çalışıyordum. Gerçekten uzun zaman geçmiş. Hafızam beni yanıltmıyorsa altı yıl, vay be...
Dürüst olmak gerekirse kaybetmiştim adamım. Belki satrancı pek sevmiyor olabilirdim veya çoktan kafamda galibi belirlemiş olsamda yinede koymuştu bana. Kaybetmek adamım, her şey bu cümlede yatıyordu ve ben kaybetmeyi pek sevmezdim. Cubis-san'ın sözlerine duyuyor olmama rağmen cevap veremiyordum; çünkü düşünüyordum. Oynadığımız oyunu kafamda canlandırıyor ve her bir hamlemi zihnimdeki hassas tartıda ölçüyordum. Hangi hamlem hatalıydı ki ben bu oyunu kaybetmiştim. Yumruğumu hırsla sıktığımın bile farkında değildim. Saniyeler, dakikalar tek tek geçip giderken, sonunda hata yaptığım yerleri bulmuştum. Eğer o yerlerde daha farklı hamleler yapsaydım kesinlikle kazanırdım; ama kader, kısmet işte. Ne kadar kaybetmeyi haz edemesemde Cubis-san kazanmıştı. Bunu kabullenmeli ve eğer bu oyunu oynarken bir daha ki sefere kazanmak istiyorsam, çalışmalıydım. Düşünce aleminden çıkıp, tekrardan anı yaşama olayına döndüğümde adamım, Cubis-san'ın henüz yeni başladığı konuşmasına tanık olmuştum. Kazanmaktan fazlasıyla memnundu ve az önce ona cevap vermemi, kısa süreli olarak şoka girmeme yorumlamıştı. Kısmen haklıydı. Kaybettiğimi oyun içerisinde kabul etmeme rağmen, kaybettiğimde bunu kabullenmek biraz zor olmuştu benim için haliyle. Hani söylemesi kolay, yapması zor diye bir terim vardır ya, kesinlikle benimki o cinsten bir şey. Oyun henüz bitmemişken söylemesi kolaydı ama gerçekten kaybettiğimde bunu kabullenmek fazlasıyla zordu. Neyse ki, sonunda hatalarımı bulup bir daha ki sefere kazanmak için bu oyunda kendimi geliştirme konusunda yine kendime bir söz vermiştim. Bir daha ki sefere, Cubis-san yenilen taraf olacak ve ben kazanacaktım.
Cubis-san, askerleri kaldırıp ikimiz için bir oyun ayarlamaya gitmekle meşgulken, ben kendime ait olan satranç taşlarından siyah renkte olanların arasından bir tane piyon almış ve elimde gezdirmeye başlamıştım. Bu görevde, benim rolümün ne olduğunu merak ediyordum. Bir piyon muydum? Yoksa bu rolü olan satranç taşlarından bir tanesi mi? Muhtemelen bu satranç taşlarından birisiydim; ama kafamı kurcalayan şey, bu satranç taşlarının başındaki kişi kimdi? Bizlere bu rolleri veren ve bizleri oynatan, satranç tahtasının başındaki o insan kimdi? Benim olmak istediğim o adam, kimdi? Aldığım piyonu yerine koyup, anlıma düşen saçlarımı geriye doğru kaldırdıktan sonra yavaş yavaş Cubis-san ve iki askerine olduğu yere doğru adımlamaya başlamıştım.
Vardığımda elimi Cubis-san'ın omzuna atmış ve: "Eee biraz bir şeyler öğrendin mi bari Cubis-san?" Bu bir varsayımdı ama ben orada düşüncelere dalmışken, ara sıra bu tarafa göz attığımda Cubis-san ve askerlerin konsol ile bir şeyler yaptığını görebiliyordum. Muhtemelen Cubis-san oyunu öğrenmeye çalışıyordu. Öğrenmesi benim için iyi bir şeydi. Hiçbir şey bilmeyen biri ile konsol oyunu oynamanın çokta güzel bir şey olmadığını babamdan biliyordum. "Eee bu hangi serinin kaçıncı oyunu? Uzun zamandır takip edemiyordum oyun dünyasını." Elimi Cubis-san'ın omzundan çekip, takım elbiseli erlere odaklanmıştım. Bir yandan onlara diğer yandan ekrana bakıp, oyunun dinamiklerini kavramaya çalışıyordum. Gerçekten uzun zaman geçmiş. Hafızam beni yanıltmıyorsa altı yıl, vay be...
Zachariah- Mesaj Sayısı : 111
Kayıt tarihi : 22/01/16
Nerden : Logetown
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Ayberk mükemmel bir çıkarım yapmıştı ama J. Anitor çoktan uzaklara dalmıştı. Gözlerini tavana dikmiş, ağzında bir şarkı mırıldanıyordu.
"Hadi gidiyoruz. Aşkımı daha fazla bekletemem." diyor ve kapıya doğru yönelip, kapının yanında ki bir dolaptan bir buket çiçek ve kalp şeklinde kutuya sahip, sarı kurdelayla sarılmış çikolatayı çıkarıp Ayberk'in eline veriyor.
"Yüzbaşı Gafas yönetim odasında. İçeri girip bu işi bitir." diyor.
Bir süre bekleyip;
"Ayberk. Sen adamsın!" diyor ve koltuğuna geri dönüyor, aynı şarkıyı mırıldanırken.
"Uzman Başçavuş Zachariah. Efendim bu SensoNoUmi serisinin son çıkan oyunu. Deniz savaşlarına başka bir boyut getirdi bu oyun. Simulatörde binlerce gemiyi binlerce hava şartında savaştırabiliyorsunuz bu oyun ile. Bildiğiniz gibi bu oyun başlangıçta Dahi Bilim Adamı Tora Ken tarafından Denizcilere denizde yardımcı olması için geliştirilmişti. Sonrasında ise kar etme amaçlı yayınlandı. Bu günlerde düşmanlarımız korsanlar, devrimciler ve tapınakçılarda bu oyunu kullanıyorlar. Üst seviye gizliliği olan Devrimciler ve Tapınakçılar üzerinde işe yaramasa da, basit seviye korsanlar oyunu denediklerinde ne tür gemiye sahip olduklarını merkeze bildiriyor oyun. Aslında bu bir bilgi çalma makinası. Ama eğlenceli olduğu da kesin." diyor asker hazırolda.
"Başçavuş Cubis'e anlattığım gibi. Oyuncular başlangıçta birer gemi seçiyor, sonrasında ise savaşılacak alan seçiliyor. Yeni başlayanlar için açık deniz iyidir. Ama bilenler genelde kayalıkları tercih ediyor. Böylece oyun zorlaşıyor ve tabi ki daha eğlenceli oluyor. En son ise hava şartlarını seçmek gerekiyor. Açık havada savaşmak en kolayı ama fırtınalı hava seçilirse, gemi rüzgara ve ya dalgalara kapılabilir bu da isabet oranını düşürüyor. Oyun ekranında sağ üstte rüzgarın hızı yazıyor. Yelken ve ya flamalardan rüzgarın yönünü sizin belirlemeniz gerekiyor. Buna göre manevra yapmalı ve düşman gemiyi batırmanız gerekiyor." diye bitiriyor asker.
"Hazırsanız başlayabilirsiniz." diyor diğer bir asker.
"Hey Zac, kolay olandan başlayalım, ben bu oyunu ilk defa oynuyorum." diyor Cubis tedirgin şekilde sana bakarak.
Ekrana baktığında Zac, ekranın ikiye bölündüğünü görüyor. Yarısında kendi gemisi, diğer yarıda Cubis'in gemisi var. Kolda ise gemiyi kolayca hareket ettirecek bir joystick ve sağ tarafında 4 tane düğme var.
"A düğmesi ateş etmenizi sağlar.
B düğmesi yelkenleri indirip kaldırır.
C düğmesi düşman gemiye yaklaştığınızda, gemiye çıkartma yapmanızı sağlar.
D düğmesi ise, Topun güllesini değiştirmenizi sağlar."
diyor asker tekrar Cubis'in düğmelere boş boş baktığını görünce...
"Önemli olan ne kadar tutarsız olduğu değil. Sizin ne kadar inandığınızdır. Siz inandığınız sürece askerlerde inanacaktır. Sadece bu yolla onları koruyabileceğinizi, sizin yolunuzun en iyisi olduğunu onlara hissettirin. Ama her konuda her bir askerin düşüncesini almak başınızı ağrıtır. Demokrasi her zaman en doğru yol değildir. Bazen kesin kararlar almak gerekir." diyor Yorokobi.
"Sanırım yeterince başınızı ağrıttım. Hadi gidip banyok yapalım. Birbirimizin sırtını keseleriz. Bu geminin banyosunun mükemmel olduğunu duydum. Hem belki çapkın Ayberk'im de oralarda bir yerdedir." diyor bir kahkaha koyarak.
Banyoya gittiğinizde kapı girişinde bir kart giriş yeri olduğunu görüyorsunuz. Yorokobi kendi kartını koyarak kapıyı açıyor. İçerisi Merin'in odasının 3 katı kadar büyük ve içinde sauna ve yüzme havusu vardı.
"Deniz altında olduğumuz için su sıkıntısı çekmiyoruz. Bu geminin dışarıdaki suyu içeri çekerken, oluşan basıncı elektrik enerjisine dönüştürdüğünü duydum. Gemiyi bununla yürütüyorlar. Ayrıca bolca sıcak su olmasıda bu sayede. İçeri alınan su dışarı atılmadan önce ısıtılıp banyolara yollanıyor." diyor havuzun yanına gelip soyunmaya başlarken. Tüm kıyafetlerini çıkarıp çırılçıplak havuzun başında duruyor ve Meirin'e bakıyor. "Hadi havuza atla. Suyun sıcaklığının mükemmel olduğunu duydum." diyor.
- Spoiler:
- Ben eskiden Dünya'ya hükmederdim.
Sular yükselirdi tek bir sözümle.
Şimdi sabahları yanlız uyanıyorum.
Siliyorum, bir zamanlar sahip olduğum sokakları.
Ben eskiden zarı yuvarlardım.
Düşmanlarımın gözünde izlerdim korkuyu.
Kalabalığın şarkı söylemesini dinlerdim.
Şimdi eski kral öldü, çok yaşa kral.
Bir dakika anahtarı tutuyorum.
Hemen sonra duvarlar yüzüme kapandı.
Ve keşfettim ki sarayım duruyor,
Üzerinde tuzdan sütunun ve kumdan sütunun.
Duydum, Kaminosuna'nın zilleri çalıyor.
Teki ordusunun korosu şarkı söylüyor.
Aynam ol, kılıcım ve kalkanım.
Misyonerlerim yabancı topraklarda.
Açıklayamayacağım bir sebebten.
Sen gittiğinden beri olmadı hiç.
Hiç olmadı dürüst sözcükler.
Ve bunlar ben Dünya'ya hükmederkendi.
Kötü ve vahşi bir rüzgardı.
Kapıları yıkıp beni içeri alan.
Pencereleri parçaladı ve davul seslerini.
İnsanlar inanamadı ne hale geldiğime.
Devrimciler bekliyor,
Kellemi gümüş bir tepside.
Sadece bir kuklayım, yanlız iple.
Eh, kim bir kral olmak ister ki zaten?
Duydum, Kaminosuna'nın zilleri çalıyor.
Teki ordusunun korosu şarkı söylüyor.
Aynam ol, kılıcım ve kalkanım.
Misyonerlerim yabancı topraklarda.
Açıklayamayacağım bir sebebten.
Sen gittiğinden beri olmadı hiç.
Hiç olmadı dürüst sözcükler.
Ve bunlar ben Dünya'ya hükmederkendi.
Duydum, Kaminosuna'nın zilleri çalıyor.
Teki ordusunun korosu şarkı söylüyor.
Aynam ol, kılıcım ve kalkanım.
Misyonerlerim yabancı topraklarda.
Açıklayamayacağım bir sebebten.
Sen gittiğinden beri olmadı hiç.
Hiç olmadı dürüst sözcükler.
Ve bunlar ben Dünya'ya hükmederkendi.
"Hadi gidiyoruz. Aşkımı daha fazla bekletemem." diyor ve kapıya doğru yönelip, kapının yanında ki bir dolaptan bir buket çiçek ve kalp şeklinde kutuya sahip, sarı kurdelayla sarılmış çikolatayı çıkarıp Ayberk'in eline veriyor.
"Yüzbaşı Gafas yönetim odasında. İçeri girip bu işi bitir." diyor.
Bir süre bekleyip;
"Ayberk. Sen adamsın!" diyor ve koltuğuna geri dönüyor, aynı şarkıyı mırıldanırken.
"Uzman Başçavuş Zachariah. Efendim bu SensoNoUmi serisinin son çıkan oyunu. Deniz savaşlarına başka bir boyut getirdi bu oyun. Simulatörde binlerce gemiyi binlerce hava şartında savaştırabiliyorsunuz bu oyun ile. Bildiğiniz gibi bu oyun başlangıçta Dahi Bilim Adamı Tora Ken tarafından Denizcilere denizde yardımcı olması için geliştirilmişti. Sonrasında ise kar etme amaçlı yayınlandı. Bu günlerde düşmanlarımız korsanlar, devrimciler ve tapınakçılarda bu oyunu kullanıyorlar. Üst seviye gizliliği olan Devrimciler ve Tapınakçılar üzerinde işe yaramasa da, basit seviye korsanlar oyunu denediklerinde ne tür gemiye sahip olduklarını merkeze bildiriyor oyun. Aslında bu bir bilgi çalma makinası. Ama eğlenceli olduğu da kesin." diyor asker hazırolda.
"Başçavuş Cubis'e anlattığım gibi. Oyuncular başlangıçta birer gemi seçiyor, sonrasında ise savaşılacak alan seçiliyor. Yeni başlayanlar için açık deniz iyidir. Ama bilenler genelde kayalıkları tercih ediyor. Böylece oyun zorlaşıyor ve tabi ki daha eğlenceli oluyor. En son ise hava şartlarını seçmek gerekiyor. Açık havada savaşmak en kolayı ama fırtınalı hava seçilirse, gemi rüzgara ve ya dalgalara kapılabilir bu da isabet oranını düşürüyor. Oyun ekranında sağ üstte rüzgarın hızı yazıyor. Yelken ve ya flamalardan rüzgarın yönünü sizin belirlemeniz gerekiyor. Buna göre manevra yapmalı ve düşman gemiyi batırmanız gerekiyor." diye bitiriyor asker.
"Hazırsanız başlayabilirsiniz." diyor diğer bir asker.
"Hey Zac, kolay olandan başlayalım, ben bu oyunu ilk defa oynuyorum." diyor Cubis tedirgin şekilde sana bakarak.
Ekrana baktığında Zac, ekranın ikiye bölündüğünü görüyor. Yarısında kendi gemisi, diğer yarıda Cubis'in gemisi var. Kolda ise gemiyi kolayca hareket ettirecek bir joystick ve sağ tarafında 4 tane düğme var.
"A düğmesi ateş etmenizi sağlar.
B düğmesi yelkenleri indirip kaldırır.
C düğmesi düşman gemiye yaklaştığınızda, gemiye çıkartma yapmanızı sağlar.
D düğmesi ise, Topun güllesini değiştirmenizi sağlar."
diyor asker tekrar Cubis'in düğmelere boş boş baktığını görünce...
"Önemli olan ne kadar tutarsız olduğu değil. Sizin ne kadar inandığınızdır. Siz inandığınız sürece askerlerde inanacaktır. Sadece bu yolla onları koruyabileceğinizi, sizin yolunuzun en iyisi olduğunu onlara hissettirin. Ama her konuda her bir askerin düşüncesini almak başınızı ağrıtır. Demokrasi her zaman en doğru yol değildir. Bazen kesin kararlar almak gerekir." diyor Yorokobi.
"Sanırım yeterince başınızı ağrıttım. Hadi gidip banyok yapalım. Birbirimizin sırtını keseleriz. Bu geminin banyosunun mükemmel olduğunu duydum. Hem belki çapkın Ayberk'im de oralarda bir yerdedir." diyor bir kahkaha koyarak.
Banyoya gittiğinizde kapı girişinde bir kart giriş yeri olduğunu görüyorsunuz. Yorokobi kendi kartını koyarak kapıyı açıyor. İçerisi Merin'in odasının 3 katı kadar büyük ve içinde sauna ve yüzme havusu vardı.
"Deniz altında olduğumuz için su sıkıntısı çekmiyoruz. Bu geminin dışarıdaki suyu içeri çekerken, oluşan basıncı elektrik enerjisine dönüştürdüğünü duydum. Gemiyi bununla yürütüyorlar. Ayrıca bolca sıcak su olmasıda bu sayede. İçeri alınan su dışarı atılmadan önce ısıtılıp banyolara yollanıyor." diyor havuzun yanına gelip soyunmaya başlarken. Tüm kıyafetlerini çıkarıp çırılçıplak havuzun başında duruyor ve Meirin'e bakıyor. "Hadi havuza atla. Suyun sıcaklığının mükemmel olduğunu duydum." diyor.
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Hayır. Hayııııııııır! Bunu yapmak istemiyorum. Neden bunu yapmak zorundayım ki? Kalbim heyecandan ''Dum Dum Tıss'' şeklinde atıyor. İçim yanıyor sanki. Ne yapmam gerektiğini, nasıl hareket edeceğimi bilemiyorum. Hadi ama! Bu çok... utanç verici.Ayrıca korkutucu. Yani...ben bir meyve kullanıcısıyım sonuçta. Bu havuz olayı bana biraz ters sanki. Değil mi? Ah, hayır! hayır! Henüz bunu yapmaya hazır olduğumu sanmıyorum. Nasıl kendimi bir anda burada buldum ki ben?
En son Yorokobi-san bana, düşüncelerim birbiri ile çelişse bile yine de onların benim fikirlerim olduğunu ve onlara inanmam gerektiğini, eğer inandığım şeye bağlı yaşamaya devam edersem askerlerimin de bana inanacağını söylüyordu. Ayrıca demokrasinin bazen en doğru yol olmadığından, bazı durumlarda kesin kararlar verilmesi gerektiğinden bahsediyordu.
Biz bunları konuştuktan sonra konu bir anda banyo yapmaya geldi. Artık Ayberk'in çapkın olduğunu söylediğimden mi bilmiyorum, Yorokobi-san bir anda banyoya gidip birbirimizin sırtınızı keselemeyi teklif etti. Ardından da kendimi burada buldum. Aaaa! Neden bunu kabul ettim ki ben? Neden! Salak kafam! Gerçi böyle bir durumun içine gireceğimi bilerek geçmişe dönsem yine aynı kararı verirdim sanırım. Sonuçta Yorokobi-san benim denizci olduğum günden beri edinebildiğim ilk arkadaşım...diyemem. Çünkü onun beni arkadaşı olarak gördüğünden emin değilim. Yine de Yorokobi-san denizci olduğum günden beri kasmadan, rahat bir biçimde konuşup içimi dökebildiğim ilk insan ve o insan bana birbirimizin sırtını keselemeyi teklif ediyor.
Bilmiyorum. Normal kadınlar da böyle yapar değil mi? Bütün gün dedikodu yapıp birlikte yıkanırlar. Ardından da alışverişe çıkarlar. Bu benim iyi bir yolda olduğumu gösterir değil mi? Yani, sonuçta kalp adası zamanlarından beri yalnız, sevilmeyen kız rolündeydim. Bu durum Valko adasında ve Loguetown'da da devam etti; fakat şu an dostum sayılabilecek biriyle birlikte buradayım. Eminim ki İzumi-sensei burada olsa benimle gurur duyardı. Oh hayır. Eğer İzumi-sensei burada olsaydı Yorokobi-san'ın çırılçıplak, kusursuz vücudunu görünce kıskançlıktan çıldırıp ona saldırırdı.
Her neyse, şimdi senseimi düşünme zamanı değil. Ne yapacağım ben? Yanımda mayo tarzı bir şey yok. Üzerimdeki kıyafetlerimle de havuza giremeyeceğime göre soyunmam gerekecek;fakat soyunamam ki! Yanımda başkası var. Yorokobi-san'ın yanında soyunmam onun vücuduna hakaret olur. Ayrıca bu kocaman, denizin dışındaki suyu alıp kullanan mükemmel banyo gemideki tüm kadınlara açık bir yer.
Ya biz yıkanırken birileri daha gelirse ve beni bu halde görürse? Ya ondan sonra tüm karargahta: ''Hey, Teğmen Meirin'in vücudunu gördünüz mü? Anlaşılan kendi kişiliği gibi vücudu da düz! Hiçbir şey yok! Aahahahahaha!'' tarzı dedikodular başlarsa? Ne yapacağım o zaman ben? Ayrıca burada sadece Loguetown'dan kadınlar yok. Sonuçta farklı bir karargah ile birlikte operasyon yapıyoruz. Ya onlar da buraya gelirse? Ya vücudum tüm East Blue'da dedikodu malzemesi olursa? O zaman ne yaparım ben? Ah,hayır! Yine paranoyakça düşüncelerim azıtıyor. Korktuğumdan garip garip şeyler düşünüyorum. Bunların hiçbiri gerçekleşmeyecek. Tek düşünmem gereken şey suyun ne kadar derin olduğu. Sonuçta güçlerim zayıflayabilir.
Bir dakika! Yorokobi-san'ın Ayberk'e ne kadar değer verdiğini kendi gözlerimle gördüm. Ya Yorokobi-san sevdiği için her şeyi yapmaya göze almış bir YANDERE ise? Ya beni buraya bilerek getirdiyse? Ya ben suya girdikten sonra, yani hem meyve yeteneğimi kullanamaz hale gelmem hem de fiziksel gücümün zayıflamasından sonra, beni öldürmeye kalkarsa? Ya tam öleceğim sırada bana Öl bakalım kaşar Teğmen! Ayberk sadece benim olabilir! derse? Hatta hepsini geçtim. Ya her şey başından beri Ayberk'in planladığı bir şeyse? Aaaaaaaaaaaaaaa! Paranoyakça düşüncelerim bir an olsun dinmiyor. En iyisi bu durumdan çekindiğimi Yorokobi-san'a söyleyeyim.
Şey, Yorokobi-san. Bir meyve kullanıcısı olduğumdan havuza girmeye çekiniyorum. Havuz ne kadar derin? Sorun olmasın sonra? diyeceğim. Umarım Yorokobi-san bana güzel sözler söyler ve beni rahatlatır. Yoksa bu havuza hayatta girmem ben. Yanlış anlama Yorokobi-san, sana Yandere demiyorum. Yine de...
En son Yorokobi-san bana, düşüncelerim birbiri ile çelişse bile yine de onların benim fikirlerim olduğunu ve onlara inanmam gerektiğini, eğer inandığım şeye bağlı yaşamaya devam edersem askerlerimin de bana inanacağını söylüyordu. Ayrıca demokrasinin bazen en doğru yol olmadığından, bazı durumlarda kesin kararlar verilmesi gerektiğinden bahsediyordu.
Biz bunları konuştuktan sonra konu bir anda banyo yapmaya geldi. Artık Ayberk'in çapkın olduğunu söylediğimden mi bilmiyorum, Yorokobi-san bir anda banyoya gidip birbirimizin sırtınızı keselemeyi teklif etti. Ardından da kendimi burada buldum. Aaaa! Neden bunu kabul ettim ki ben? Neden! Salak kafam! Gerçi böyle bir durumun içine gireceğimi bilerek geçmişe dönsem yine aynı kararı verirdim sanırım. Sonuçta Yorokobi-san benim denizci olduğum günden beri edinebildiğim ilk arkadaşım...diyemem. Çünkü onun beni arkadaşı olarak gördüğünden emin değilim. Yine de Yorokobi-san denizci olduğum günden beri kasmadan, rahat bir biçimde konuşup içimi dökebildiğim ilk insan ve o insan bana birbirimizin sırtını keselemeyi teklif ediyor.
Bilmiyorum. Normal kadınlar da böyle yapar değil mi? Bütün gün dedikodu yapıp birlikte yıkanırlar. Ardından da alışverişe çıkarlar. Bu benim iyi bir yolda olduğumu gösterir değil mi? Yani, sonuçta kalp adası zamanlarından beri yalnız, sevilmeyen kız rolündeydim. Bu durum Valko adasında ve Loguetown'da da devam etti; fakat şu an dostum sayılabilecek biriyle birlikte buradayım. Eminim ki İzumi-sensei burada olsa benimle gurur duyardı. Oh hayır. Eğer İzumi-sensei burada olsaydı Yorokobi-san'ın çırılçıplak, kusursuz vücudunu görünce kıskançlıktan çıldırıp ona saldırırdı.
Her neyse, şimdi senseimi düşünme zamanı değil. Ne yapacağım ben? Yanımda mayo tarzı bir şey yok. Üzerimdeki kıyafetlerimle de havuza giremeyeceğime göre soyunmam gerekecek;fakat soyunamam ki! Yanımda başkası var. Yorokobi-san'ın yanında soyunmam onun vücuduna hakaret olur. Ayrıca bu kocaman, denizin dışındaki suyu alıp kullanan mükemmel banyo gemideki tüm kadınlara açık bir yer.
Ya biz yıkanırken birileri daha gelirse ve beni bu halde görürse? Ya ondan sonra tüm karargahta: ''Hey, Teğmen Meirin'in vücudunu gördünüz mü? Anlaşılan kendi kişiliği gibi vücudu da düz! Hiçbir şey yok! Aahahahahaha!'' tarzı dedikodular başlarsa? Ne yapacağım o zaman ben? Ayrıca burada sadece Loguetown'dan kadınlar yok. Sonuçta farklı bir karargah ile birlikte operasyon yapıyoruz. Ya onlar da buraya gelirse? Ya vücudum tüm East Blue'da dedikodu malzemesi olursa? O zaman ne yaparım ben? Ah,hayır! Yine paranoyakça düşüncelerim azıtıyor. Korktuğumdan garip garip şeyler düşünüyorum. Bunların hiçbiri gerçekleşmeyecek. Tek düşünmem gereken şey suyun ne kadar derin olduğu. Sonuçta güçlerim zayıflayabilir.
Bir dakika! Yorokobi-san'ın Ayberk'e ne kadar değer verdiğini kendi gözlerimle gördüm. Ya Yorokobi-san sevdiği için her şeyi yapmaya göze almış bir YANDERE ise? Ya beni buraya bilerek getirdiyse? Ya ben suya girdikten sonra, yani hem meyve yeteneğimi kullanamaz hale gelmem hem de fiziksel gücümün zayıflamasından sonra, beni öldürmeye kalkarsa? Ya tam öleceğim sırada bana Öl bakalım kaşar Teğmen! Ayberk sadece benim olabilir! derse? Hatta hepsini geçtim. Ya her şey başından beri Ayberk'in planladığı bir şeyse? Aaaaaaaaaaaaaaa! Paranoyakça düşüncelerim bir an olsun dinmiyor. En iyisi bu durumdan çekindiğimi Yorokobi-san'a söyleyeyim.
Şey, Yorokobi-san. Bir meyve kullanıcısı olduğumdan havuza girmeye çekiniyorum. Havuz ne kadar derin? Sorun olmasın sonra? diyeceğim. Umarım Yorokobi-san bana güzel sözler söyler ve beni rahatlatır. Yoksa bu havuza hayatta girmem ben. Yanlış anlama Yorokobi-san, sana Yandere demiyorum. Yine de...
Misafir- Misafir
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Bu herife bayıldım lan! Tam benim kafada. Tam bir kadın avcısı, aşk adamı! Ama bu işlerde henüz yeni olduğu çok belli. Bir bayanın duygularını anlamak basittir. Size bariz bir şekilde iş atıyorsa, konuşmak istiyorsa, yüz yüze geldiğinizde utanıyorsa bilin ki o size aşıktır! Tam tersine sizi sürekli ezmeye çalışıyorsa, sizden daha iyi olduğunu kanıtlamaya çalışıyorsa bilin ki sizden nefret ediyordur. Buna en güzel örnek olarak Teğmen Meirin verilebilir. Kendisi bana kinli. Geçen görevimiz sırasında otoritesini sarstığım için bana suikast bile düzenlemeye çalıştı. Tabii ki başarısız oldu, sonuçta ben öyle basit bir insan tarafından ölecek değilim.
Kankamın kalbi kırılmasın diye ona birkaç öğüt verdim fakat hiç oralı olmadı. Sırılsıklam aşık olmuş her halinden belli! Böyle bir durumda benim gibi bir adama tabii ki onu desteklemek düşer. Teklifi kabul edilse de, edilmese de yanında olacağım. Zamanı gelecek onun için ağlanacak bir omuz olacağım, yeri gelecek sevincimizi beraber kutlayacağız. Tabii bunlar benim istediklerim. Bu herif Allah bilir neler düşünüyordur. Belki de sadece beni kullanmaya çalışıyordur. İşi bittikten sonra beni bir çöp gibi fırlatıp atacaktır. Ama bunları düşünmemem lazım! Şuan işin eğlencesine bakacağım. Nedense laf taşımaktan acayip keyif alıyorum...
Ben düşünürken kankam elime çiçeği ve çikolata kutusunu yerleştirivermişti bile. Yüzbaşı hemen karşıdaki odada, yani yönetim odasında. Şanslıyım çünkü elimde çiçeklerle 500 askerin arasında dolaşmak biraz sıkıntı olabilirdi. Odadan çıkmak üzereyken kankam beni gaza getirecek bir şeyler söyledi. Kendime güvenimi topladım ve kapıyı açarak dışarıya çıktım. Kapıyı kapattıktan sonra hızlı adımlarla yönetim odasının kapısının önüne geçtim. Çiçekleri ve çikolatayı kapının kenarına bıraktıktan sonra kapıyı tıklatıp içeriye girdim. Normalde elimdekilerle direk dalardım fakat içeride Kaptan ve tanımadığım diğer Kaptan'da olduğu için sıkıntı çıkabilir. İçeriye girdiğimde Yüzbaşını göremezsem "Yüzbaşı Gafas burada mı acaba?" diyeceğim. Eğer Yüzbaşını görebilirsem "Yüzbaşı Gafas, acaba sizinle bir dakika kapının önünde konuşabilir miyim?" diyeceğim. Kaptanın tepkisi vesaire zerre umrumda değil. Yüzbaşı'nı dışarı çekebilirsem rahatlıkla halledebilirim. İşler eğlenceli olmaya başlıyor. Bakalım nelerle karşılaşacağım.
Kankamın kalbi kırılmasın diye ona birkaç öğüt verdim fakat hiç oralı olmadı. Sırılsıklam aşık olmuş her halinden belli! Böyle bir durumda benim gibi bir adama tabii ki onu desteklemek düşer. Teklifi kabul edilse de, edilmese de yanında olacağım. Zamanı gelecek onun için ağlanacak bir omuz olacağım, yeri gelecek sevincimizi beraber kutlayacağız. Tabii bunlar benim istediklerim. Bu herif Allah bilir neler düşünüyordur. Belki de sadece beni kullanmaya çalışıyordur. İşi bittikten sonra beni bir çöp gibi fırlatıp atacaktır. Ama bunları düşünmemem lazım! Şuan işin eğlencesine bakacağım. Nedense laf taşımaktan acayip keyif alıyorum...
Ben düşünürken kankam elime çiçeği ve çikolata kutusunu yerleştirivermişti bile. Yüzbaşı hemen karşıdaki odada, yani yönetim odasında. Şanslıyım çünkü elimde çiçeklerle 500 askerin arasında dolaşmak biraz sıkıntı olabilirdi. Odadan çıkmak üzereyken kankam beni gaza getirecek bir şeyler söyledi. Kendime güvenimi topladım ve kapıyı açarak dışarıya çıktım. Kapıyı kapattıktan sonra hızlı adımlarla yönetim odasının kapısının önüne geçtim. Çiçekleri ve çikolatayı kapının kenarına bıraktıktan sonra kapıyı tıklatıp içeriye girdim. Normalde elimdekilerle direk dalardım fakat içeride Kaptan ve tanımadığım diğer Kaptan'da olduğu için sıkıntı çıkabilir. İçeriye girdiğimde Yüzbaşını göremezsem "Yüzbaşı Gafas burada mı acaba?" diyeceğim. Eğer Yüzbaşını görebilirsem "Yüzbaşı Gafas, acaba sizinle bir dakika kapının önünde konuşabilir miyim?" diyeceğim. Kaptanın tepkisi vesaire zerre umrumda değil. Yüzbaşı'nı dışarı çekebilirsem rahatlıkla halledebilirim. İşler eğlenceli olmaya başlıyor. Bakalım nelerle karşılaşacağım.
Misafir- Misafir
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Her şeyin bir başlangıcı olduğu gerçeği ile yine her şeyin bir sonu olduğu gerçeği vardır adamım. Dürüst olmam gerekirse, oyun dünyasına girişimin ve çıkışımın babamın bana konsol alıp kısa bir sürede buna pişman olmasıyla elimden alması olduğunu sanıyordum, ama şu an bana bir şeyler anlatan denizciye ve ekrana baktığımda, oyun dünyasına girişimin on yaşında bir çocukken olduğuna ve hâlâ çıkışımın gerçekleşmediğine inanmaya başladım doğrusu. Yani kısaca, şu an yıllar sonra elimde bir Joystick tutuyorum, gerisini sen düşün artık.
Denizci erini dikkatli bir şekilde dinlediğimde, geçmişe doğru gittim. Daha öncesinde oynadığım oyunların çoğu dövüş ve spor tarzıydı. Bir kaç tane gemi savaşı oyunu oynamıştım ama ekrana baktığımda bile, o zaman ki ile şu an ki oyun arasındaki dinamik farkını anlamam pekte zor olmuyordu. Joystick yapısı biraz değişmesine rağmen, elime alıp bir kaç dakika kurcalamam ile çoktan kombinasyon olayını çözmüştüm. Başta denizcilere engin denizlerde yardım etme amacı ile geliştirilen bu oyunun, şimdilerde yoğun ilgi ile dağıtıldığını yeni öğreniyordum açıkçası. Her ne kadar denizci, benim bildiğimi varsaymış olsada, yeni öğrenmiştim; fakat bozuntuya vermeden konuşmayı dinlemeyi sürdürmüştüm. Ayrıca, bence denizcinin söylediği en önemli nokta bu oyunu oynayan devrimci ve korsanların, en azından basit olanların belirli bilgilerini biz denizciler öğrenebiliyormuş. Bunun nasıl yapıldığını tam olarak bilmesemde, kafamda canlanan bir kaç tahmin var. Kanımca ana sunucu tarzı bir şey olabilir bence, neyse. Denizcinin tabiri ile bir bilgi çalma makinesi olmasına rağmen, eğlenceli olduğu su götürmez bir gerçekmiş. Ekrana baktığımda bile oyunun eğlenceli olduğu aşikardı.
Daha sonrasında denizci, genel bir toparlama yapmış ve konuşmasını sonlandırmıştı. Kısaca bu konuşma oyunun amacını ve nasıl işlediği ile ilgiliydi. Daha çok Cubis'i ilgilendiren ya da doğru tabir ile Cubis-san'ın çok daha dikkatli bir şekilde dinlemesi gereken kısım burasıydı; fakat denizcinin konuşması bittiğinde, Cubis-san'ın yüzündeki tedirginlik ile Joystick'e boş boş bakması değişmemişti. Bir iç çekip başımı iki yana sağlarken, Cubis-san bana dönüp kolaydan başlayalım diye ricada bulunmuştu. Heh! Satrançta beni yenmişti ama burada intikamı alıp, skoru genel anlamda 1-1'e getirecektim, daha doğrusu getirmeyi kafaya koymuştum. Ve sende biliyorsun ki adamım, ben kafaya koyduğumda yaparım. Kaçarı çıkarı falan yok bu işin, bu yüzden kazanmak zorundaydım.
Başım ile Cubis-san'ı onaylayıp, tekrardan ekranı izlemeye koyulduğum sırada erlerden bilgili olanı, en azından çok konuşanı Cubis-san'a tekrardan Joystick'in nasıl işlediğini anlatmıştı. İçten içe Tanrıya 'Umarım bu sefer anlamıştır.' diye yalvarıyordum.
Oyun basitti. Ekran ikiye bölünmüştü. Bir tarafta benim gemim varken diğer tarafta Cubis-san'ın gemisi vardı. Oyunu en basitinden, açık bir deniz alanında başladığımdan ötürü iş refleks ve düşündüğünü hızlı uygulamakta bitiyordu. Oyun başladıktan bir kaç dakika sonra ısınma turlarını atlatmış ve üstünlüğümü koymaya başlamıştım. Cubis-san Joystick'e pek alışık olmadığından bir tuşa basmadan önce sürekli kafasını eğiyor ve zaman kaybediyordu. Ya da yanlış tuşa basıp, bana avantaj sağlıyordu. Bense biraz acımasız -hırstan gelen bir acımasızlık- ile top altına tutuyordum. İlk eller basit ve benim acımdan zevksiz geçiyordu; çünkü Cubis-san çok deneyimsiz ve ağır oynuyordu. Bu da rahat galibiyetleri peşi sıra diziyordu benim lehime. Sonraki turlar Cubis-san birazcık oyuna alışınca zevkli geçmiş ama yine, üstün taraf ben olmuştum. Deneyimim en önemli faktördü kazanmamda.
Oyun tek taraflı geçince bir süre sonra ikimizde sıkıldığımızı hissetmiş ve oyunu tekrardan denizci erlerine teslim etmiştik.
"Cubis-san ilk seferine göre iyiydin, çok daha kötüleri var. Bunlardan biride babam! Adam bir hafta boyunca zar zor Joystick'i öğrendi. Sen bir kaç saate elini alıştırdın, devam edersen iyi bir oyuncu olabilirsin." diye teselli etmiş ardından oturmaktan hamlaşan kaslarımı esnetmek için bir kaç egzersiz hareketi uygulamaya başlamıştım.
"Eh! Bugünlük bu kadar eğlence yeter bana, gidip biraz dinleneceğim." Tüm bunların ardından vedamı bu şekilde edecek ve Cubis-san'dan aldığım yanıttan sonra odama doğru koyulacaktım. Biraz uyumak ve kendimi rahatlatmak istiyordum zira.
Denizci erini dikkatli bir şekilde dinlediğimde, geçmişe doğru gittim. Daha öncesinde oynadığım oyunların çoğu dövüş ve spor tarzıydı. Bir kaç tane gemi savaşı oyunu oynamıştım ama ekrana baktığımda bile, o zaman ki ile şu an ki oyun arasındaki dinamik farkını anlamam pekte zor olmuyordu. Joystick yapısı biraz değişmesine rağmen, elime alıp bir kaç dakika kurcalamam ile çoktan kombinasyon olayını çözmüştüm. Başta denizcilere engin denizlerde yardım etme amacı ile geliştirilen bu oyunun, şimdilerde yoğun ilgi ile dağıtıldığını yeni öğreniyordum açıkçası. Her ne kadar denizci, benim bildiğimi varsaymış olsada, yeni öğrenmiştim; fakat bozuntuya vermeden konuşmayı dinlemeyi sürdürmüştüm. Ayrıca, bence denizcinin söylediği en önemli nokta bu oyunu oynayan devrimci ve korsanların, en azından basit olanların belirli bilgilerini biz denizciler öğrenebiliyormuş. Bunun nasıl yapıldığını tam olarak bilmesemde, kafamda canlanan bir kaç tahmin var. Kanımca ana sunucu tarzı bir şey olabilir bence, neyse. Denizcinin tabiri ile bir bilgi çalma makinesi olmasına rağmen, eğlenceli olduğu su götürmez bir gerçekmiş. Ekrana baktığımda bile oyunun eğlenceli olduğu aşikardı.
Daha sonrasında denizci, genel bir toparlama yapmış ve konuşmasını sonlandırmıştı. Kısaca bu konuşma oyunun amacını ve nasıl işlediği ile ilgiliydi. Daha çok Cubis'i ilgilendiren ya da doğru tabir ile Cubis-san'ın çok daha dikkatli bir şekilde dinlemesi gereken kısım burasıydı; fakat denizcinin konuşması bittiğinde, Cubis-san'ın yüzündeki tedirginlik ile Joystick'e boş boş bakması değişmemişti. Bir iç çekip başımı iki yana sağlarken, Cubis-san bana dönüp kolaydan başlayalım diye ricada bulunmuştu. Heh! Satrançta beni yenmişti ama burada intikamı alıp, skoru genel anlamda 1-1'e getirecektim, daha doğrusu getirmeyi kafaya koymuştum. Ve sende biliyorsun ki adamım, ben kafaya koyduğumda yaparım. Kaçarı çıkarı falan yok bu işin, bu yüzden kazanmak zorundaydım.
Başım ile Cubis-san'ı onaylayıp, tekrardan ekranı izlemeye koyulduğum sırada erlerden bilgili olanı, en azından çok konuşanı Cubis-san'a tekrardan Joystick'in nasıl işlediğini anlatmıştı. İçten içe Tanrıya 'Umarım bu sefer anlamıştır.' diye yalvarıyordum.
Oyun basitti. Ekran ikiye bölünmüştü. Bir tarafta benim gemim varken diğer tarafta Cubis-san'ın gemisi vardı. Oyunu en basitinden, açık bir deniz alanında başladığımdan ötürü iş refleks ve düşündüğünü hızlı uygulamakta bitiyordu. Oyun başladıktan bir kaç dakika sonra ısınma turlarını atlatmış ve üstünlüğümü koymaya başlamıştım. Cubis-san Joystick'e pek alışık olmadığından bir tuşa basmadan önce sürekli kafasını eğiyor ve zaman kaybediyordu. Ya da yanlış tuşa basıp, bana avantaj sağlıyordu. Bense biraz acımasız -hırstan gelen bir acımasızlık- ile top altına tutuyordum. İlk eller basit ve benim acımdan zevksiz geçiyordu; çünkü Cubis-san çok deneyimsiz ve ağır oynuyordu. Bu da rahat galibiyetleri peşi sıra diziyordu benim lehime. Sonraki turlar Cubis-san birazcık oyuna alışınca zevkli geçmiş ama yine, üstün taraf ben olmuştum. Deneyimim en önemli faktördü kazanmamda.
Oyun tek taraflı geçince bir süre sonra ikimizde sıkıldığımızı hissetmiş ve oyunu tekrardan denizci erlerine teslim etmiştik.
"Cubis-san ilk seferine göre iyiydin, çok daha kötüleri var. Bunlardan biride babam! Adam bir hafta boyunca zar zor Joystick'i öğrendi. Sen bir kaç saate elini alıştırdın, devam edersen iyi bir oyuncu olabilirsin." diye teselli etmiş ardından oturmaktan hamlaşan kaslarımı esnetmek için bir kaç egzersiz hareketi uygulamaya başlamıştım.
"Eh! Bugünlük bu kadar eğlence yeter bana, gidip biraz dinleneceğim." Tüm bunların ardından vedamı bu şekilde edecek ve Cubis-san'dan aldığım yanıttan sonra odama doğru koyulacaktım. Biraz uyumak ve kendimi rahatlatmak istiyordum zira.
Zachariah- Mesaj Sayısı : 111
Kayıt tarihi : 22/01/16
Nerden : Logetown
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Hayat ağlarını bazen öyle örerki bir bakmışsın, saçma bir aşk üçgeninin içindesindir. Ya da bir bakarsın herkes sana tapınıyordur, sonra bir bakarsın herkes senden nefret ediyordur ya da daha kötüsü kimsenin umurunda bile değilsindir.
"Hadi ama Meirin. Korkmana gerek yok. 1 metre bile değil bu havuz. Sadece sıcak suya bırak kendini." diyor yüzünde gülümsemeyle.
Sonrasında Merini kendini suya bıraktı. Doktor Yorokobi'nin yüzünde şeytani bir gülümseme fark etti Meirin'in ayakları suya değmeden önce. Suya değdiğinde ayağı önce yandığını sandı. Sonra suya giren vücudunun her tarafına batan iğneler aslında bu suyun buz gibi soğuk olduğunu söyledi Meirin'e. Merini'in vücudu suya girdiği gibi bir şok geçirdi. Su o kadar soğuktu ki kasları kasılıyordu. Aynı saniyeler içerisinde kasları gerildi ve Meirin'i sudan geri fırlattı. Meirin ayaklarının üzerine düştüğünde havuzun diğer tarafında yerde yuvarlanarak gülen Yorokobi vardı. Yorokobi çıplak olduğunu unutmuş gülerken, yüz üstü döndüğünde memeleri yerdeki su yüzünden kaymış ve zaten yakında olan havuza düşmüştü. Meirin gibi tüm bedeni suya girince irkilerek karşı tarafa zıplamıştı. Ama memeleri hava balon görevi gördüğü için Meirin'den daha yumuşak bir iniş gerçekleştirmişti.
"Ani karma diye boşuna dememişler." dedi Yorokobi gülümsemeye çalışırken.
"Şaka yapmak istemiştim, ben de düştüm. Bu soğuk havuz, saunaya girdikten sonra bu havuza girip vücudumuzdaki mikropları kırabiliriz. Hadi saunaya girelim." demişti Yorokobi saunaya doğru yürürken.
Saunaya geldiklerinde boş olduğunu gördüler. Tahta kapıyı açıp içeri girdiler. İçerisi kaynıyordu. Tahta oturaklardan birine oturdu Yorokobi bacaklarını açıp kapatarak.
"Hadi Meirin. Gel yanıma otur. Burada biraz yandıktan sonra soğuk havuza atlayacağız." dedi.
"Ahh, hayır burada değil." dedi Kaptan Fumador, Ayberk'e ve elindekilere bakıp anlam vermeye çalışıyordu. "Sanırım Zac ile konuşmak istiyordu. Zac ve Cubis oyun odasında." dedi eliyle bir ekranı göstererek. Ekranda Zac ve Cubis konsolda oyun oynamayı bitirmişlerdi. Biraz konuştuktan sonra Zac ayrılmıştı. Oyun odasından çıkıp koridorda yürümeye başlamıştı. Koridor ekranda bitince Zac diğer bir ekranda görünmüştü. Ayberk'in gördüğü üzere odalar ve banyolar hariç her yer kameralar tarafından izleniyordu...
Zac oyunu kazanmış odasına doğru ilerlemeye başlamıştı. Karışı koridordaki odaların yanında geçerken kendi odasının 7. sıradali Ayberk'in odasından 3 ileride 10. sırada olduğunu fark etti. İçeri girdiğinde mavi temalı sıradan bir odayla karşılaştı.Turkuaz duvarlar ve karşısında mor bir resim bulunan mor bir yatak. Yatakta üzerinde Zac'in denizci kodu olan "345787z" olan bir kart vardı. Daha yatağa kafasını koyamadan Zac, kapı çalmıştı.
Gelen Yüzbaşı Gafas'tı. Zac ile bir şey konuşmak istediğini söyleyip içeri girmişti.
"Zachariah. Seninle Teğmen Meirin hakkında konuşmak istiyorum. Aranızda ne olduğunu bilmem gerekiyor. Duyduğuma göre gizli konuşmalar yapıyormuşsunuz ve sürekli bakışıyormuşsunuz. Lütfen bana dürütsçe cevap ver." diyor. Göz kırparak.....
"Hadi ama Meirin. Korkmana gerek yok. 1 metre bile değil bu havuz. Sadece sıcak suya bırak kendini." diyor yüzünde gülümsemeyle.
Sonrasında Merini kendini suya bıraktı. Doktor Yorokobi'nin yüzünde şeytani bir gülümseme fark etti Meirin'in ayakları suya değmeden önce. Suya değdiğinde ayağı önce yandığını sandı. Sonra suya giren vücudunun her tarafına batan iğneler aslında bu suyun buz gibi soğuk olduğunu söyledi Meirin'e. Merini'in vücudu suya girdiği gibi bir şok geçirdi. Su o kadar soğuktu ki kasları kasılıyordu. Aynı saniyeler içerisinde kasları gerildi ve Meirin'i sudan geri fırlattı. Meirin ayaklarının üzerine düştüğünde havuzun diğer tarafında yerde yuvarlanarak gülen Yorokobi vardı. Yorokobi çıplak olduğunu unutmuş gülerken, yüz üstü döndüğünde memeleri yerdeki su yüzünden kaymış ve zaten yakında olan havuza düşmüştü. Meirin gibi tüm bedeni suya girince irkilerek karşı tarafa zıplamıştı. Ama memeleri hava balon görevi gördüğü için Meirin'den daha yumuşak bir iniş gerçekleştirmişti.
"Ani karma diye boşuna dememişler." dedi Yorokobi gülümsemeye çalışırken.
"Şaka yapmak istemiştim, ben de düştüm. Bu soğuk havuz, saunaya girdikten sonra bu havuza girip vücudumuzdaki mikropları kırabiliriz. Hadi saunaya girelim." demişti Yorokobi saunaya doğru yürürken.
Saunaya geldiklerinde boş olduğunu gördüler. Tahta kapıyı açıp içeri girdiler. İçerisi kaynıyordu. Tahta oturaklardan birine oturdu Yorokobi bacaklarını açıp kapatarak.
"Hadi Meirin. Gel yanıma otur. Burada biraz yandıktan sonra soğuk havuza atlayacağız." dedi.
"Ahh, hayır burada değil." dedi Kaptan Fumador, Ayberk'e ve elindekilere bakıp anlam vermeye çalışıyordu. "Sanırım Zac ile konuşmak istiyordu. Zac ve Cubis oyun odasında." dedi eliyle bir ekranı göstererek. Ekranda Zac ve Cubis konsolda oyun oynamayı bitirmişlerdi. Biraz konuştuktan sonra Zac ayrılmıştı. Oyun odasından çıkıp koridorda yürümeye başlamıştı. Koridor ekranda bitince Zac diğer bir ekranda görünmüştü. Ayberk'in gördüğü üzere odalar ve banyolar hariç her yer kameralar tarafından izleniyordu...
Zac oyunu kazanmış odasına doğru ilerlemeye başlamıştı. Karışı koridordaki odaların yanında geçerken kendi odasının 7. sıradali Ayberk'in odasından 3 ileride 10. sırada olduğunu fark etti. İçeri girdiğinde mavi temalı sıradan bir odayla karşılaştı.Turkuaz duvarlar ve karşısında mor bir resim bulunan mor bir yatak. Yatakta üzerinde Zac'in denizci kodu olan "345787z" olan bir kart vardı. Daha yatağa kafasını koyamadan Zac, kapı çalmıştı.
Gelen Yüzbaşı Gafas'tı. Zac ile bir şey konuşmak istediğini söyleyip içeri girmişti.
"Zachariah. Seninle Teğmen Meirin hakkında konuşmak istiyorum. Aranızda ne olduğunu bilmem gerekiyor. Duyduğuma göre gizli konuşmalar yapıyormuşsunuz ve sürekli bakışıyormuşsunuz. Lütfen bana dürütsçe cevap ver." diyor. Göz kırparak.....
- Meirin'in suya girip atlaması temsili:
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Yorokobi-san, havuzun boyunun bir metre bile olmadığını, panik yapmayıp kendimi sıcak suya bırakmam gerektiğini söylemişti. Bunu duyunca oldukça rahatlamıştım. Uzaktan pek öyle gözükmesem de oldukça uzunumdur ben. Boyum 1.70 metre benim! Tamam, o kadar fazla uzun olmayabilirim; fakat kendime kısa dedirtmem! Bugün sokağa çıkıp 16 yaşındaki insanların boyunu ölçseniz, eminim çoğu 1.70 metrenin altında kalacaktır. Yaa, aynen öyle! Eminim ki su dizlerimin biraz üstüne gelecekti. Su bel hizama gelmediği sürece sorun yoktu. Ayrıca Yorokobi-san suyun oldukça sıcak olduğunu söylemişti. Bu da havuza girme hevesimi arttırıyordu. Sonuçta sıcak suyun tenimize nüfuz etmesi dünyadaki en harika on histen biriydi. En azından ben öyle düşünüyordum.
Her neyse! Yorokobi-san'ın rahatlatıcı sözlerinden sonra üzerimdeki kıyafetleri çıkarmaya ve hemen ardından havuza girmeye karar verdim. Az önceki negatif halimden eser yoktu şu an. Tanrım! Az önce neler düşünüyordum böyle? Bir anlığına Yorokobi-san'ın Ayberk ile birlikte iş birliği yapan, kötü, bencil, haysiyetsiz, ruh hastası bir Yandere olduğunu düşünmüştüm. Oysa ki o melek gibi biriydi. Gayet nazik ve yardım sever olan bu insan hakkında kısa bir süreliğine bile olsa böyle düşünmek utanç vericiydi. Kendimden utanmalıydım. Yorokobi-san kesinlikle beni küçük düşürüp sonra da kahkahalar atarak bana gülecek biri değildi. İnsanlara güvenmeyi bir türlü öğrenemiyordum. Şu andan sonra insanlara daha kolay güvenmeye çalışacaktım. Ayrıca havuza girdikten sonra Yorokobi-san'dan özür dileyecektim.
Üzerimdeki kıyafetleri çıkardım ve Yorokobi-san benim düz vücudumu incelemesin diye de hızlıca havuza doğru gidip kendimi havuza bıraktım. Havuza dalmadan önce gördüğüm son şey Yorokobi-san'ın yüzündeki şeytani gülümseme oldu. Sonrası ise... Sonrası ise çok korkunçtu.Her yer kararmıştı. Bir anlığına hiçbir şey göremez ve düşünemez olmuştum.
Baştan ayaklarımın ve ayak bileklerimin yandığını hissettim. Hemen ardından bu yanma hissi bütün vücuduma yayılmıştı. Sanki biri benim çıplak ve savunmasız vücuduma onbinlerce iğne batırıyordu. Derken bir anda yanma hissi gitti ve yerine soğuk geldi. Tarifsiz bir üşüme hissi tüm vücudumu kaplamıştı.Üşüyordum. O kadar çok üşümüştüm ki kaslarım kendiliğinden kasılıyordu ve vücudumu kontrol edemiyordum. Aklımdaki tek şey ise bir an önce buradan çıkma düşüncesiydi. Bir an önce buradan çıkmalı ve kendimi kurtarmalıydım.
Derken kasılmış kaslarım beni dinledi vücudumu sudan geri fırlattı. Çok şükür sudan çıkabilmiştim.Hemen doğruldum ve tir tir titreyen vücudum ile birlikte zeminde oturacak konuma gelip Yorokobi-san'a baktım. Gülüyordu. Hunharca gülüyordu. Çıplak olmasına rağmen zeminde, rahatça bir oraya bir buraya yuvarlanarak gülüyordu. O kadar çok gülüyordu ki dünyadaki insanların bir günlük gülme miktarının yarısını kendi başına karşılıyor olmalıydı. Bu kadar gülenecek ne vardı ey hain kadın? Seni ilk arkadaşı olarak gören, sana güvenen birinin saf duyguları ile oynamak bu kadar komik miydi? Sana kısa bir an için güvenmeyip de sonradan vicdan azabı yaşayan bir genç kızın güvenini boşa çıkartmak mıydı yoksa komik olan? Evet, eğer öyleyse bu bayağı komik. Hatta o kadar komik ki bu anı kameraya kaydedip tüm dünya insanlarına gösterelim; ama bir kopyasını da kendimize ayıralım ki moralimiz bozuk olduğunda izleriz... değil işte.Komik falan değil! Çok kötüsün Yorokobi-san. Çok kötü!
Bir yandan titreyip bir yandan da Yorokobi-san'ın hunharca gülmesini izlerken çok garip bir şey oldu. Havuzun yakınında yuvarlanan Yorokobi-san'ın göğüsleri boşluğa denk geldi. Yorokobi-san'ın göğüsleri vücudunun geri kalanından daha ağır olduğundan, vücudunun ağırlık merkezi bozuldu ve havuzun içine doğru düştü; fakat havuzun içine düşmesi ile çıkması bir oldu. Aşırı soğuktan dolayı bir anda havuzun içinden fırlayan Yorokobi-san, yüzüstü yere kapaklandı. Ha ha ha ha! İlahi adalet budur işte! Benim saf duygularımla oynarsan sonun böyle olur. Yine de... İtiraf etmeliyim ki oldukça komikti. O an gülmedim diyemem. Bayağı bir güldüm. Büyük ihtimal ben de havuzdan dışarı atladığımda öyle gözüküyordum. Bu yüzden Yorokobi-san gülmekte haklıydı. Ona boşuna kızmıştım.
Ben bunları düşünürken ''Ani karma diye boşuna dememişler.'' dedi Yorokobi-san. Ardından da bana şaka yapmak istediğini ve bu havuzun sauna'dan sonra girilmesi gereken soğuk bir havuz olduğunu söyledi. Daha sonra da beni saunaya davet etti. Ben de eşyalarımı elime aldım ve onunla birlikte saunaya gittim. Saunaya girdiğimizde içerisinin boş olduğunu fark etmiştik. Hemen tahta kapıyı açtık ve içeri girdik. İçerisi aşırı sıcaktı. Sıcağı seviyordum ama bu kadar sıcak olması da pek hoş değildi sanki. Derken Yorokobi-san hemen tahta oturaklardan birine oturdu ve beni yanına çağırdı. Ben de gidip onun yanına oturacaktım. Henüz şakalar ve komikliklerle dolu olan bu arkadaşlık olayına alışamamıştım. Yine de şu an kendimi hiç olmadığım kadar huzurlu hissediyordum.
Her neyse! Yorokobi-san'ın rahatlatıcı sözlerinden sonra üzerimdeki kıyafetleri çıkarmaya ve hemen ardından havuza girmeye karar verdim. Az önceki negatif halimden eser yoktu şu an. Tanrım! Az önce neler düşünüyordum böyle? Bir anlığına Yorokobi-san'ın Ayberk ile birlikte iş birliği yapan, kötü, bencil, haysiyetsiz, ruh hastası bir Yandere olduğunu düşünmüştüm. Oysa ki o melek gibi biriydi. Gayet nazik ve yardım sever olan bu insan hakkında kısa bir süreliğine bile olsa böyle düşünmek utanç vericiydi. Kendimden utanmalıydım. Yorokobi-san kesinlikle beni küçük düşürüp sonra da kahkahalar atarak bana gülecek biri değildi. İnsanlara güvenmeyi bir türlü öğrenemiyordum. Şu andan sonra insanlara daha kolay güvenmeye çalışacaktım. Ayrıca havuza girdikten sonra Yorokobi-san'dan özür dileyecektim.
Üzerimdeki kıyafetleri çıkardım ve Yorokobi-san benim düz vücudumu incelemesin diye de hızlıca havuza doğru gidip kendimi havuza bıraktım. Havuza dalmadan önce gördüğüm son şey Yorokobi-san'ın yüzündeki şeytani gülümseme oldu. Sonrası ise... Sonrası ise çok korkunçtu.Her yer kararmıştı. Bir anlığına hiçbir şey göremez ve düşünemez olmuştum.
Baştan ayaklarımın ve ayak bileklerimin yandığını hissettim. Hemen ardından bu yanma hissi bütün vücuduma yayılmıştı. Sanki biri benim çıplak ve savunmasız vücuduma onbinlerce iğne batırıyordu. Derken bir anda yanma hissi gitti ve yerine soğuk geldi. Tarifsiz bir üşüme hissi tüm vücudumu kaplamıştı.Üşüyordum. O kadar çok üşümüştüm ki kaslarım kendiliğinden kasılıyordu ve vücudumu kontrol edemiyordum. Aklımdaki tek şey ise bir an önce buradan çıkma düşüncesiydi. Bir an önce buradan çıkmalı ve kendimi kurtarmalıydım.
Derken kasılmış kaslarım beni dinledi vücudumu sudan geri fırlattı. Çok şükür sudan çıkabilmiştim.Hemen doğruldum ve tir tir titreyen vücudum ile birlikte zeminde oturacak konuma gelip Yorokobi-san'a baktım. Gülüyordu. Hunharca gülüyordu. Çıplak olmasına rağmen zeminde, rahatça bir oraya bir buraya yuvarlanarak gülüyordu. O kadar çok gülüyordu ki dünyadaki insanların bir günlük gülme miktarının yarısını kendi başına karşılıyor olmalıydı. Bu kadar gülenecek ne vardı ey hain kadın? Seni ilk arkadaşı olarak gören, sana güvenen birinin saf duyguları ile oynamak bu kadar komik miydi? Sana kısa bir an için güvenmeyip de sonradan vicdan azabı yaşayan bir genç kızın güvenini boşa çıkartmak mıydı yoksa komik olan? Evet, eğer öyleyse bu bayağı komik. Hatta o kadar komik ki bu anı kameraya kaydedip tüm dünya insanlarına gösterelim; ama bir kopyasını da kendimize ayıralım ki moralimiz bozuk olduğunda izleriz... değil işte.Komik falan değil! Çok kötüsün Yorokobi-san. Çok kötü!
Bir yandan titreyip bir yandan da Yorokobi-san'ın hunharca gülmesini izlerken çok garip bir şey oldu. Havuzun yakınında yuvarlanan Yorokobi-san'ın göğüsleri boşluğa denk geldi. Yorokobi-san'ın göğüsleri vücudunun geri kalanından daha ağır olduğundan, vücudunun ağırlık merkezi bozuldu ve havuzun içine doğru düştü; fakat havuzun içine düşmesi ile çıkması bir oldu. Aşırı soğuktan dolayı bir anda havuzun içinden fırlayan Yorokobi-san, yüzüstü yere kapaklandı. Ha ha ha ha! İlahi adalet budur işte! Benim saf duygularımla oynarsan sonun böyle olur. Yine de... İtiraf etmeliyim ki oldukça komikti. O an gülmedim diyemem. Bayağı bir güldüm. Büyük ihtimal ben de havuzdan dışarı atladığımda öyle gözüküyordum. Bu yüzden Yorokobi-san gülmekte haklıydı. Ona boşuna kızmıştım.
Ben bunları düşünürken ''Ani karma diye boşuna dememişler.'' dedi Yorokobi-san. Ardından da bana şaka yapmak istediğini ve bu havuzun sauna'dan sonra girilmesi gereken soğuk bir havuz olduğunu söyledi. Daha sonra da beni saunaya davet etti. Ben de eşyalarımı elime aldım ve onunla birlikte saunaya gittim. Saunaya girdiğimizde içerisinin boş olduğunu fark etmiştik. Hemen tahta kapıyı açtık ve içeri girdik. İçerisi aşırı sıcaktı. Sıcağı seviyordum ama bu kadar sıcak olması da pek hoş değildi sanki. Derken Yorokobi-san hemen tahta oturaklardan birine oturdu ve beni yanına çağırdı. Ben de gidip onun yanına oturacaktım. Henüz şakalar ve komikliklerle dolu olan bu arkadaşlık olayına alışamamıştım. Yine de şu an kendimi hiç olmadığım kadar huzurlu hissediyordum.
Misafir- Misafir
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Kazanmak ve kaybetmek adamım. Birbirine iki zıt bu olayı kısa bir süre zarfında yaşamak iyi bir deneyim olmuştu benim için. Eğlenirken bir şeyler öğrenmek, hayat karşısında deneyim kazanmak benim gibi, genç bir adam için oldukça önemli. Sonuçta sende duymuşsundur ki "Ağaç yaşken eğilir." diye bir söz söylemiş atalarımız.
Oyunu ezici bir üstünlük ile kazanmamın ardından önce meslektaşımı teselli etmiş ardından veda sözcüklerimi söyleyerek ağır ağır ilerlemeye koyulmuştum. Eğlence odası adına yaraşmayan bir şekilde sessizliğe bürünürken, Cubis-san'ın sesi çıkmıyordu. Anlaşılan kaybetmek onunda zoruna gitmiş olmalıydı; ama daha önce hayatında konsol oynamamış biri için bu normal bir sonuçtu. Kendini yıpratmasına gerek yoktu. Nasıl ben satrançta pek iyi değilsem Cubis-san'da konsolda hiç iyi değildi. Bu durum her iki oyunda da kaybeden ve kazananı belirlemişti. Koridordaki ilerleyişim ise sakin ve keyifliydi. Ağır adımlarım eşliğinde odama doğru ilerlerken, şahsım adına ayrılan oda Ayberk-san'a ait olan yedinci odanın üç ilerisinde ki onuncu odaydı. Kapıyı açıp odaya girmemle birlikte turkuaz ağırlıklı bir oda ve mor bir çarşaf takımı ile süslenmiş tek kişilik sıradan bir yatak karşılamıştı beni. Oda pek büyük değildi ve yatağın üzerinde bana ait olduğunu sandığım bir kod yazılı kağıt bırakılmıştı. Yatağa doğru yaklaşıp, kağıdı almak için vücudumu öne doğru eğdiğim sırada kapı çalmıştı. Kağıdı alıp cebime yerleştirirken, kapının ardından Yüzbaşı Gafas'ın sesini duymuş ve irkilmiştim. Benimle bir şey konuşmak istiyordu adamım, benimle, Zac ile... Yüzbaşı Gafas! Şaşırmış ve tedirgin olmuştum açıkçası. Bundan ötürü "gel" komutunu vermeyi bile unutmuş, Yüzbaşı Gafas aniden içeri girmesine sebebiyet vermiştim.
Güzelliği hâlâ yerli yerindeydi ve odaya girmesiyle baskıcı havasını hissettirmeye başlamıştı bile. Hazır ola geçip selamımı vermemin ardından, hızlıca göz kırpma meraklısı bu kadın derdini anlatmış ve nutkumun tutulmasına sebebiyet vermişti. Öğrenmek istediği şey, Teğmen Meirin ile benim aramda ne olduğuyla ilgiliydi. Olmayan bir şeyin neyini öğrenecekti? Son hatırladığıma göre aramız bayağı kötüydü. Teğmen Meirin ve ben... Yok ebesinin şeyi!
Aklımda çok fazla soru oluşmaya başlamıştı. İlki bu söylentilerin nasıl ortaya çıktığıydı, ikincisi Teğmen Meirin'in bu olan bitenden haberi olup olmadığı ile ilgiliydi, üçüncü ve en önemlisi ise şahsi olarak Yüzbaşı Gafas'ın bu saçma dedikoduyu bu kadar ciddiye alıp neden kapıma geldiğiydi. Nitekim bu sorular bu kadar mantıklı ve güzel olmasına rağmen bir cevapları yoktu; fakat bu yolculuk sırasında bunların üçünün cevabını da alacak ve andım olsun ki, bu saçma dedikoduyu kökünden temizleyecek idim. Bir denizci olarak görevim belliydi ve böyle saçma aşk şeylerine malzeme olamazdım. Ne kendim nede adım. Yemin ederim Logetown'da göreve başladığımdan beri emdiğim sütü burnumdan getirdiler ha, nasıl bir düzen var la bu karargahta?
Boğazımı temizleyip, rahat bir pozisyon aldıktan sonra konuşmaya başladım. "İlk olarak efendim, böyle saçma bir dedikoduyu kimden duyduğunuzu öğrenmek isterim. Adımın böyle saçma şeylere karışması ve bunu yeni, sizin ağzınızdan bu şekilde duymak beni şaşırtmaktan öte kızdırdı ve üzdü." Derin bir nefes aldım ve gözlerimi Yüzbaşı Gafas'ın gözlerine dikerek: "Şerefim ve denizcilik onurum üzerine yemin ederim ki, bu bir dedikodudan ötesi değil. Teğmen Meirin ile aramızda bir şey yok. Bir şeyde hissetmiyorum, aynısının Teğmen Meirin içinde geçerli olduğa eminim." diye devam ettim. Ardından biraz susup, düşünceli bir şekilde etrafımı süzdükten sonra:
"Peki efendim, haddimi aşmayacak olursam siz neden böyle saçma bir dedikoduyu dikkate alıp şahsi olarak benimle konuşma gereksimi duydunuz? Sakıncası yoksa öğrenmek isterim."
Bir soru yönelttim Yüzbaşı Gafas'a, eğer şansım yaver giderse üç sorunun ikisini hemen şimdi öğrenebilirdim.
Oyunu ezici bir üstünlük ile kazanmamın ardından önce meslektaşımı teselli etmiş ardından veda sözcüklerimi söyleyerek ağır ağır ilerlemeye koyulmuştum. Eğlence odası adına yaraşmayan bir şekilde sessizliğe bürünürken, Cubis-san'ın sesi çıkmıyordu. Anlaşılan kaybetmek onunda zoruna gitmiş olmalıydı; ama daha önce hayatında konsol oynamamış biri için bu normal bir sonuçtu. Kendini yıpratmasına gerek yoktu. Nasıl ben satrançta pek iyi değilsem Cubis-san'da konsolda hiç iyi değildi. Bu durum her iki oyunda da kaybeden ve kazananı belirlemişti. Koridordaki ilerleyişim ise sakin ve keyifliydi. Ağır adımlarım eşliğinde odama doğru ilerlerken, şahsım adına ayrılan oda Ayberk-san'a ait olan yedinci odanın üç ilerisinde ki onuncu odaydı. Kapıyı açıp odaya girmemle birlikte turkuaz ağırlıklı bir oda ve mor bir çarşaf takımı ile süslenmiş tek kişilik sıradan bir yatak karşılamıştı beni. Oda pek büyük değildi ve yatağın üzerinde bana ait olduğunu sandığım bir kod yazılı kağıt bırakılmıştı. Yatağa doğru yaklaşıp, kağıdı almak için vücudumu öne doğru eğdiğim sırada kapı çalmıştı. Kağıdı alıp cebime yerleştirirken, kapının ardından Yüzbaşı Gafas'ın sesini duymuş ve irkilmiştim. Benimle bir şey konuşmak istiyordu adamım, benimle, Zac ile... Yüzbaşı Gafas! Şaşırmış ve tedirgin olmuştum açıkçası. Bundan ötürü "gel" komutunu vermeyi bile unutmuş, Yüzbaşı Gafas aniden içeri girmesine sebebiyet vermiştim.
Güzelliği hâlâ yerli yerindeydi ve odaya girmesiyle baskıcı havasını hissettirmeye başlamıştı bile. Hazır ola geçip selamımı vermemin ardından, hızlıca göz kırpma meraklısı bu kadın derdini anlatmış ve nutkumun tutulmasına sebebiyet vermişti. Öğrenmek istediği şey, Teğmen Meirin ile benim aramda ne olduğuyla ilgiliydi. Olmayan bir şeyin neyini öğrenecekti? Son hatırladığıma göre aramız bayağı kötüydü. Teğmen Meirin ve ben... Yok ebesinin şeyi!
Aklımda çok fazla soru oluşmaya başlamıştı. İlki bu söylentilerin nasıl ortaya çıktığıydı, ikincisi Teğmen Meirin'in bu olan bitenden haberi olup olmadığı ile ilgiliydi, üçüncü ve en önemlisi ise şahsi olarak Yüzbaşı Gafas'ın bu saçma dedikoduyu bu kadar ciddiye alıp neden kapıma geldiğiydi. Nitekim bu sorular bu kadar mantıklı ve güzel olmasına rağmen bir cevapları yoktu; fakat bu yolculuk sırasında bunların üçünün cevabını da alacak ve andım olsun ki, bu saçma dedikoduyu kökünden temizleyecek idim. Bir denizci olarak görevim belliydi ve böyle saçma aşk şeylerine malzeme olamazdım. Ne kendim nede adım. Yemin ederim Logetown'da göreve başladığımdan beri emdiğim sütü burnumdan getirdiler ha, nasıl bir düzen var la bu karargahta?
Boğazımı temizleyip, rahat bir pozisyon aldıktan sonra konuşmaya başladım. "İlk olarak efendim, böyle saçma bir dedikoduyu kimden duyduğunuzu öğrenmek isterim. Adımın böyle saçma şeylere karışması ve bunu yeni, sizin ağzınızdan bu şekilde duymak beni şaşırtmaktan öte kızdırdı ve üzdü." Derin bir nefes aldım ve gözlerimi Yüzbaşı Gafas'ın gözlerine dikerek: "Şerefim ve denizcilik onurum üzerine yemin ederim ki, bu bir dedikodudan ötesi değil. Teğmen Meirin ile aramızda bir şey yok. Bir şeyde hissetmiyorum, aynısının Teğmen Meirin içinde geçerli olduğa eminim." diye devam ettim. Ardından biraz susup, düşünceli bir şekilde etrafımı süzdükten sonra:
"Peki efendim, haddimi aşmayacak olursam siz neden böyle saçma bir dedikoduyu dikkate alıp şahsi olarak benimle konuşma gereksimi duydunuz? Sakıncası yoksa öğrenmek isterim."
Bir soru yönelttim Yüzbaşı Gafas'a, eğer şansım yaver giderse üç sorunun ikisini hemen şimdi öğrenebilirdim.
Zachariah- Mesaj Sayısı : 111
Kayıt tarihi : 22/01/16
Nerden : Logetown
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Kaptan bir elimde çiçekler, diğer elimde çikolatayla beni görünce oldukça şaşırmıştı. Kendimi savunabilirdim ama yapmadım. Neden mi? Çünkü erkek adam kankasını satmaz. Yüzbaşı Gafas, beklediğim gibi odada yoktu. Fakat Kaptan bana yeri hakkında güzel bir bilgi vermişti. Yüzbaşı, yine kankalarımdan biri olan Zac'in yanına gidiyordu. Kaptan'ın dediğine göre konuşacakları bir şeyler varmış. Odada onlarca ekran vardı, bu ekranlar geminin hemen hemen her kısmını gözetliyordu. Zac, Cubis'le beraber oyun oynamayı bitirdikten sonra odasına doğru hareketlenmişti. Ekranlardan birinde, Zac'in peşinde, Yüzbaşı Gafas'ı gördüm. "Sağolasın Kaptan, kolay gelsin." dedikten sonra yavaşça odadan çıktım.
Odadan çıkar çıkmaz hızlı adımlarla Zac'in odasına doğru hareketlendim. Yüzbaşı, Zac'le ne konuşacak acaba? Belki ona açılacaktır, sonuçta Zac yakışıklı çocuk. Belki de daha önemli bir mevzudur, özel görev falan verecektir. Neyse, bunlara fazla kafa yormanın anlamı yok. Gidince öğrenirim zaten.
Kısa bir yürüyüşün ardından Zac'in kapısının önünde buluverdim kendimi. Yavaşça kapıyı tıklattıktan sonra "Ben Ayberk, gelebilir miyim?" dedim. Eğer içeriye girmeme izin verirlerse doğruca elimdekileri Yüzbaşı'na teslim edeceğim ve "Bu hediyeler yönetim odasının karşısındaki adamdan." diyeceğim. Yüzbaşı'nın cevabını duyduktan sonra "Hadi Allah'a emanet" diyip odadan çıkacağım. Odadan çıkınca J.Anitor'un odasına doğru hareketleneceğim.
Odadan çıkar çıkmaz hızlı adımlarla Zac'in odasına doğru hareketlendim. Yüzbaşı, Zac'le ne konuşacak acaba? Belki ona açılacaktır, sonuçta Zac yakışıklı çocuk. Belki de daha önemli bir mevzudur, özel görev falan verecektir. Neyse, bunlara fazla kafa yormanın anlamı yok. Gidince öğrenirim zaten.
Kısa bir yürüyüşün ardından Zac'in kapısının önünde buluverdim kendimi. Yavaşça kapıyı tıklattıktan sonra "Ben Ayberk, gelebilir miyim?" dedim. Eğer içeriye girmeme izin verirlerse doğruca elimdekileri Yüzbaşı'na teslim edeceğim ve "Bu hediyeler yönetim odasının karşısındaki adamdan." diyeceğim. Yüzbaşı'nın cevabını duyduktan sonra "Hadi Allah'a emanet" diyip odadan çıkacağım. Odadan çıkınca J.Anitor'un odasına doğru hareketleneceğim.
Misafir- Misafir
3 sayfadaki 10 sayfası • 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10
Similar topics
» Futatsu No Kingu[Zac-Meirin-Ayberk]
» A GRUBU(VINCE-MEIRIN-CLOUS-AYBERK-NIENDA)
» Valko Adası[Meirin][Bitti]
» [Karne] Meirin
» Ayberk Çırak
» A GRUBU(VINCE-MEIRIN-CLOUS-AYBERK-NIENDA)
» Valko Adası[Meirin][Bitti]
» [Karne] Meirin
» Ayberk Çırak
One Piece Rpg :: 4 Deniz Rp :: East Blue
3 sayfadaki 10 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz