Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
2 posters
One Piece Rpg :: 4 Deniz Rp :: East Blue
5 sayfadaki 10 sayfası
5 sayfadaki 10 sayfası • 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Dünyamın tamamen karanlığa gömülmesi mi beni korkuturdu yoksa şerefsiz bir adamın önünde diz çökecek kadar düşecek olmam mı emin değildim adamım. Kör bir adam olarak yaşamıma devam etmek, benim için sorun yaratmazdı. Belki gözlerim bir daha adalet için kötülük yapanları görmezdi ama kulaklarım duyar, burnum koklardı. Bundan ötürü kör olmak beni korkutmuyordu. On altı yıllık yaşantımın yarısından fazlasında bu gözler saf kötülükten başka, acı çeken insanlardan başka hiçbir şey görmemişti. İşin iyi yanı artık tüm o pislikleri görmezdi gözlerim.
Adamım, an itibari ile artık bir kör olmuştum. Tora-kin adındaki bu eleman bir kutsal ejdermiş ve gerçekten de bir kutsal ejdermiş, yani bu Theuderic'ler gibi istisnalar dışında, dünyadaki var olan kutsal ejder lanetinin gerçeği tam gözlerimizin önündeydi. Önünde diz çökmediğimiz için, benim gibi şeytanın gücüne sahip bu 'kutsal' ejder bizi kör etmişti. Ve herkesin diz çökmesini istiyordu. Yüzbaşı Gafas'ın yalvarışlarını duyabiliyordum ve nedense hırsla, öfkeyle, hüzünle elimi yumruk yapmış sıkıyordum. Çünkü bunu kaldıramıyordum.
Kulaklarıma insanların diz çökme sesleri geliyordu. Her biri teker teker diz çöküyordu. Korku muydu onlara bunu yaptıran yoksa sebepleri mi vardı? Merak ediyordum doğrusu adamım. İçimde tuhaf bir his vardı. Bir tarafımda diz çökme ve işin ucunda ölüm olsa bile bunu kabullen derken diğer tarafım ise, diz çök diyordu. Senin canın için yalvaran Yüzbaşı Gafas ve diğer odadaki herkes için, onları küçük düşürmemek için diz çök diyordu. Bir tarafım kişisel onurum diğer tarafım ise görevsel onurum idi. Ne yapacağım konusunda düşüncelerimi yöneten ise kesinlikle beynim değildi, tamamen bir duygu denizinin içinde boğuluyordum. Ne karar vereceğim ise muamma idi.
Geriye diz çökmeyen bir kaç kişiyle birlikte ben kaldığımda, aklımda ölüm ve yaşam arasındaki iki düşünce yoktu. Daha çok kişisel onurum ve görevsel onurum vardı.
Bir kaç yere diz çökme sesi sonrası oluşan sessizlikle birlikte gram telaş yoktu kafamda. Zaman akıp geçerken, diz çökmeye karar vermiştim adamım. Evet, ölmekten korkmuyordum. Gerçekten inan bana, diz çökme sebebim üç buçuk atmam falan değildi. Bu odada, diz çöken her insanı rencide etmemek için, Yüzbaşı Gafas'ın o yalvarışlarını boşa çıkartmamak için ve görev onuruma leke sürmemek için diz çökmüştüm.
Zaman o kadar hızlı geçmişti ki, tekrardan dünyam aydınlığa ulaştığında tepki vermemiştim. Öfkeliydim, bugün yine başkaları için kişisel onurumu ayaklar altına almıştım. Evet, belki hırslarım yüzünden aptalca bir şey yapacak biri değildim ama yinede, böyle şerefsiz bir insana karşı diz çökmek beni deli ediyordu. Tüm bunlardan ötesi ise, benim için bir insanın böyle bir şerefsize karşı diz çöküp yalvarması beni mahvediyordu. Evet, belki Yüzbaşı Gafas odadaki herkes için yalvarmıştı ama o herkesin arasında bende vardım. Neden diye soruyordum kendime abi, neden bir insanın benim için yalvarmasına sebep olacak kadar güçsüzüm diye soruyordum. Bunca yıl, babamın onca yıl beni güçlü ve iyi bir denizci olarak yetiştirmesinden sonra niye bugün buradaydım? Ben bunları düşünürken kutsal ejder bozuntusu tekrardan konuşmaya başlamış ve gülüşünü o gevşek yüzüne yayarak ona karşı diz çökenler ile dalga geçmişti. O an itibari ile bir ant içmiştim. Bir gün, bu adamın yüzüne çok sağlam bir tane yumruk geçirecektim. O zamana kadar hayatta kalıp bu adama bir yumruk atacak kadar güçlenecektim. Bu sarı saçları, bu gevşek yüzü, bu tiplemeyi unutmayacaktım.
Yavaş yavaş herkes odayı terk ederken gerilerde bir yerde bu sürüye katılmış ve denizaltının tepesine çıktığımızda bir dolunayla baş başa kalmıştık. O an aklıma Kaptan Fumador'un sözleri gelmişti. Kesinlikle bu gece ile ilgili bir şeyler söylediğini anımsıyordum. Karaya indiğimizde büyük bir top atışı gücü ile onların arasına sıkıştırılmış ışık kaynakları ile karşı karşıya kalmış, hatta o ışık kaynaklarından bir kaçı sahilde turlarken bizi yakalasada devrimci askerleri pek tepki vermemişlerdi. Ya gerçekten görmemişlerdi ya da görmüşlerdi ama bir planları vardı. Her şey olabilirdi. Kaptan Hado ve ekibi sola doğru kaydırma yaparken bizde sağa doğru kaydırma yapmıştık. Bir süre sonra sol taraftan gelen savaş nidaları, alışık olduğum cinstendi. Bir an önce şu gizli silahı bulup onlara desteğe gitmek istiyordum. Taş kayalıkları sol tarafımıza almış sessizce yürüyorken Kaptan Fumador durmuştu aniden. Etrafına bakıp, sol taraftaki kayalıklardan bir tanesine odaklanmış ve ellerini o kayalıklarda gezdirmeye başlamıştı. Bir şey arıyor gibi hali vardı. Bense elim kılıcımda, dört gözle etrafıma bakıp ani saldırıya karşı hazırlıklı bir şekilde bekliyordum. Ani bir saldırıda güme gitmek gibi bir niyetim yoktu. Bu benim kaldığım yerden devam edişimin hikayesiydi, sekteye uğramayacaktım.
Adamım, an itibari ile artık bir kör olmuştum. Tora-kin adındaki bu eleman bir kutsal ejdermiş ve gerçekten de bir kutsal ejdermiş, yani bu Theuderic'ler gibi istisnalar dışında, dünyadaki var olan kutsal ejder lanetinin gerçeği tam gözlerimizin önündeydi. Önünde diz çökmediğimiz için, benim gibi şeytanın gücüne sahip bu 'kutsal' ejder bizi kör etmişti. Ve herkesin diz çökmesini istiyordu. Yüzbaşı Gafas'ın yalvarışlarını duyabiliyordum ve nedense hırsla, öfkeyle, hüzünle elimi yumruk yapmış sıkıyordum. Çünkü bunu kaldıramıyordum.
Kulaklarıma insanların diz çökme sesleri geliyordu. Her biri teker teker diz çöküyordu. Korku muydu onlara bunu yaptıran yoksa sebepleri mi vardı? Merak ediyordum doğrusu adamım. İçimde tuhaf bir his vardı. Bir tarafımda diz çökme ve işin ucunda ölüm olsa bile bunu kabullen derken diğer tarafım ise, diz çök diyordu. Senin canın için yalvaran Yüzbaşı Gafas ve diğer odadaki herkes için, onları küçük düşürmemek için diz çök diyordu. Bir tarafım kişisel onurum diğer tarafım ise görevsel onurum idi. Ne yapacağım konusunda düşüncelerimi yöneten ise kesinlikle beynim değildi, tamamen bir duygu denizinin içinde boğuluyordum. Ne karar vereceğim ise muamma idi.
Geriye diz çökmeyen bir kaç kişiyle birlikte ben kaldığımda, aklımda ölüm ve yaşam arasındaki iki düşünce yoktu. Daha çok kişisel onurum ve görevsel onurum vardı.
Bir kaç yere diz çökme sesi sonrası oluşan sessizlikle birlikte gram telaş yoktu kafamda. Zaman akıp geçerken, diz çökmeye karar vermiştim adamım. Evet, ölmekten korkmuyordum. Gerçekten inan bana, diz çökme sebebim üç buçuk atmam falan değildi. Bu odada, diz çöken her insanı rencide etmemek için, Yüzbaşı Gafas'ın o yalvarışlarını boşa çıkartmamak için ve görev onuruma leke sürmemek için diz çökmüştüm.
Zaman o kadar hızlı geçmişti ki, tekrardan dünyam aydınlığa ulaştığında tepki vermemiştim. Öfkeliydim, bugün yine başkaları için kişisel onurumu ayaklar altına almıştım. Evet, belki hırslarım yüzünden aptalca bir şey yapacak biri değildim ama yinede, böyle şerefsiz bir insana karşı diz çökmek beni deli ediyordu. Tüm bunlardan ötesi ise, benim için bir insanın böyle bir şerefsize karşı diz çöküp yalvarması beni mahvediyordu. Evet, belki Yüzbaşı Gafas odadaki herkes için yalvarmıştı ama o herkesin arasında bende vardım. Neden diye soruyordum kendime abi, neden bir insanın benim için yalvarmasına sebep olacak kadar güçsüzüm diye soruyordum. Bunca yıl, babamın onca yıl beni güçlü ve iyi bir denizci olarak yetiştirmesinden sonra niye bugün buradaydım? Ben bunları düşünürken kutsal ejder bozuntusu tekrardan konuşmaya başlamış ve gülüşünü o gevşek yüzüne yayarak ona karşı diz çökenler ile dalga geçmişti. O an itibari ile bir ant içmiştim. Bir gün, bu adamın yüzüne çok sağlam bir tane yumruk geçirecektim. O zamana kadar hayatta kalıp bu adama bir yumruk atacak kadar güçlenecektim. Bu sarı saçları, bu gevşek yüzü, bu tiplemeyi unutmayacaktım.
Yavaş yavaş herkes odayı terk ederken gerilerde bir yerde bu sürüye katılmış ve denizaltının tepesine çıktığımızda bir dolunayla baş başa kalmıştık. O an aklıma Kaptan Fumador'un sözleri gelmişti. Kesinlikle bu gece ile ilgili bir şeyler söylediğini anımsıyordum. Karaya indiğimizde büyük bir top atışı gücü ile onların arasına sıkıştırılmış ışık kaynakları ile karşı karşıya kalmış, hatta o ışık kaynaklarından bir kaçı sahilde turlarken bizi yakalasada devrimci askerleri pek tepki vermemişlerdi. Ya gerçekten görmemişlerdi ya da görmüşlerdi ama bir planları vardı. Her şey olabilirdi. Kaptan Hado ve ekibi sola doğru kaydırma yaparken bizde sağa doğru kaydırma yapmıştık. Bir süre sonra sol taraftan gelen savaş nidaları, alışık olduğum cinstendi. Bir an önce şu gizli silahı bulup onlara desteğe gitmek istiyordum. Taş kayalıkları sol tarafımıza almış sessizce yürüyorken Kaptan Fumador durmuştu aniden. Etrafına bakıp, sol taraftaki kayalıklardan bir tanesine odaklanmış ve ellerini o kayalıklarda gezdirmeye başlamıştı. Bir şey arıyor gibi hali vardı. Bense elim kılıcımda, dört gözle etrafıma bakıp ani saldırıya karşı hazırlıklı bir şekilde bekliyordum. Ani bir saldırıda güme gitmek gibi bir niyetim yoktu. Bu benim kaldığım yerden devam edişimin hikayesiydi, sekteye uğramayacaktım.
Zachariah- Mesaj Sayısı : 111
Kayıt tarihi : 22/01/16
Nerden : Logetown
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Neden bir korsanın önünde diz çökmek zorundayım? Benden kat be kat güçlü olduğu için mi? Yoksa bir kutsal ejder olduğu için mi? Hayır, zorunda değilim. Şuan karşımda bir kutsal ejder olarak değil, bir Schibukai olarak duruyor. Biz, denizlerin koruyucusu olan denizciler, korsanların önünde boyun eğmeye başladığımız an kaybettik demektir! Bir korsanın önünde diz çökmeyi reddediyorum. Hayatıma mal olsa da ideolojimden vazgeçmeyeceğimi daha önce de söylemiştim. Şimdiki durumda da herhangi bir farklılık yok, olamaz.
Yüzbaşı Gafas'ın yalvarışlarını duyabiliyorum, metal zemine çarpan diz seslerini de duyabiliyorum. Benim aksime yanımda duran üç şahıs onurlarını bir kenara atıp bu korsanın önünde diz çökmüştü. Beynim dostlarımın başını belaya sokmamak için diz çökmemi, bir kerelik de olsa onurumu ve ideolojimi kenara fırlatmamı söylüyordu. Kalbim ise her şeye rağmen ayakta gururlu bir şekilde dikilmemi söylüyordu. Ucunda ölüm dahi olsa. Bilirsiniz ben biraz duygusal bir insanımdır. Yapacağım şey belli zaten değil mi?
"Senin, bir korsanın, önünde diz çökmeyi reddediyorum." dedim suratımda büyük bir sırıtmayla. Gerçekten kafayı yemiş olmalıyım. Karşımda benden kat be kat güçlü bir Schibukai dikiliyor ve ben onun dediklerine karşı geliyorum. Yine bir kumar oynuyorum. Geçen görevde de devasa bir canavara diklenmiştim. Bu sefer işler geçen ki gibi kolay olmayacak, içimde öyle bir his var. Ama önemli değil, kendimi bu kısa süre zarfında çok geliştirdim. Şuan göremiyor olsam bile duyabilirim, koklayabilirim, hissedebilirim. Bütün dikkatimi bana doğru gelecek bir saldırıya karşı savunmak için kullanacağım. Burada ölmeyeceğim. Sonuçta ben Amiral olacak adamım değil mi?
Tabii ki bunların hepsi benim hayal dünyamda yaşandı. Benim yaptığım şey ise diğerleri gibi diz çöküp beklemek oldu. Neyim ben enayi mi? Neden boşuna öleyim ki? Bugün önünde diz çöktüğüm adam, birkaç yıl sonra benim önümde diz çökecek. Bu işler böyle olum, gururmuş falanmış dersen adamı sikerler. Adam bir hareketiyle kör etti lan beni. O kadar taşaklı. Zaten adam Kutsal Ejder'miş, adamın götünden kan alır bu herif.
Kutsal Ejder Schibukai hazretleri artistliğini yaptıktan sonra hızlıca gemiden dışarıya çıktık. Kaptan Fumador gökyüzünde ay olmayacağını söylemişti ama götüm kadar dolunay vardı. Gizli bir görevde olan bizler için çok kötü bir durum bu. Birazcık ilerlediğimizde devasa duvara dizilmiş topları ve belli aralıklarla dizilmiş ışık kaynaklarını fark ettim. Işık kaynakları birkaç kez bize tutulmasına rağmen nöbet tutan askerlerin hiçte sikinde değildik. O an etrafımızdaki bariyeri fark ettim. Kutsal Ejder Schibukai hazretlerinin gücü olmalıydı bu bariyer.
Sahilde biraz daha ilerlediğimizde öteki karargahın Kaptan'ı elini kaldırıp sol tarafa doğru çekmişti. Bizim kaptanımız ise sağ tarafa doğru ilerlemeye başladı. Biz de onu takip ediyorduk tabii... Bir süre ilerledikten sonra sol tarafımızdan çığlık sesleri gelmeye başladı. Diğer grup dikkat dağıtmak için savaşmaya başlamıştı bile. Bizimde elimizden geldiğince hızlı bir şekilde ilerleyip görevimizi bitirmemiz gerekiyordu.
Çığlık sesleri azalmaya başlamışken kayalıkların yanına vardık. Kaptan bir anda durdu ve elini duvarda gezdirmeye başladı. Sanki elleriyle bir şeyler arıyordu. Bir gizli tuş gibi. O anda burnuma barut kokusu gelmeye başladı. Yaklaşık elli metre ötemizdeydi. "Yaklaşık elli metre ilerisi, barut kokuyor." dedim sakince ve Kaptan'dan gelecek emirleri beklemeye başladım.
Yüzbaşı Gafas'ın yalvarışlarını duyabiliyorum, metal zemine çarpan diz seslerini de duyabiliyorum. Benim aksime yanımda duran üç şahıs onurlarını bir kenara atıp bu korsanın önünde diz çökmüştü. Beynim dostlarımın başını belaya sokmamak için diz çökmemi, bir kerelik de olsa onurumu ve ideolojimi kenara fırlatmamı söylüyordu. Kalbim ise her şeye rağmen ayakta gururlu bir şekilde dikilmemi söylüyordu. Ucunda ölüm dahi olsa. Bilirsiniz ben biraz duygusal bir insanımdır. Yapacağım şey belli zaten değil mi?
"Senin, bir korsanın, önünde diz çökmeyi reddediyorum." dedim suratımda büyük bir sırıtmayla. Gerçekten kafayı yemiş olmalıyım. Karşımda benden kat be kat güçlü bir Schibukai dikiliyor ve ben onun dediklerine karşı geliyorum. Yine bir kumar oynuyorum. Geçen görevde de devasa bir canavara diklenmiştim. Bu sefer işler geçen ki gibi kolay olmayacak, içimde öyle bir his var. Ama önemli değil, kendimi bu kısa süre zarfında çok geliştirdim. Şuan göremiyor olsam bile duyabilirim, koklayabilirim, hissedebilirim. Bütün dikkatimi bana doğru gelecek bir saldırıya karşı savunmak için kullanacağım. Burada ölmeyeceğim. Sonuçta ben Amiral olacak adamım değil mi?
Tabii ki bunların hepsi benim hayal dünyamda yaşandı. Benim yaptığım şey ise diğerleri gibi diz çöküp beklemek oldu. Neyim ben enayi mi? Neden boşuna öleyim ki? Bugün önünde diz çöktüğüm adam, birkaç yıl sonra benim önümde diz çökecek. Bu işler böyle olum, gururmuş falanmış dersen adamı sikerler. Adam bir hareketiyle kör etti lan beni. O kadar taşaklı. Zaten adam Kutsal Ejder'miş, adamın götünden kan alır bu herif.
Kutsal Ejder Schibukai hazretleri artistliğini yaptıktan sonra hızlıca gemiden dışarıya çıktık. Kaptan Fumador gökyüzünde ay olmayacağını söylemişti ama götüm kadar dolunay vardı. Gizli bir görevde olan bizler için çok kötü bir durum bu. Birazcık ilerlediğimizde devasa duvara dizilmiş topları ve belli aralıklarla dizilmiş ışık kaynaklarını fark ettim. Işık kaynakları birkaç kez bize tutulmasına rağmen nöbet tutan askerlerin hiçte sikinde değildik. O an etrafımızdaki bariyeri fark ettim. Kutsal Ejder Schibukai hazretlerinin gücü olmalıydı bu bariyer.
Sahilde biraz daha ilerlediğimizde öteki karargahın Kaptan'ı elini kaldırıp sol tarafa doğru çekmişti. Bizim kaptanımız ise sağ tarafa doğru ilerlemeye başladı. Biz de onu takip ediyorduk tabii... Bir süre ilerledikten sonra sol tarafımızdan çığlık sesleri gelmeye başladı. Diğer grup dikkat dağıtmak için savaşmaya başlamıştı bile. Bizimde elimizden geldiğince hızlı bir şekilde ilerleyip görevimizi bitirmemiz gerekiyordu.
Çığlık sesleri azalmaya başlamışken kayalıkların yanına vardık. Kaptan bir anda durdu ve elini duvarda gezdirmeye başladı. Sanki elleriyle bir şeyler arıyordu. Bir gizli tuş gibi. O anda burnuma barut kokusu gelmeye başladı. Yaklaşık elli metre ötemizdeydi. "Yaklaşık elli metre ilerisi, barut kokuyor." dedim sakince ve Kaptan'dan gelecek emirleri beklemeye başladım.
Misafir- Misafir
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
"KinKinKin, buralarda becerikli birileri varmış!" diyor Tora Kin önce Ayberk'e sonra Kaptan Fumador'a bakıp. Kaptan Fumador'un yüzü biraz düşüyor ve 50 metre ileri gidiyor. Sonrasında tekrar duvarı yoklamaya başlıyor. Ama aradığı şeyi bulamıyor gibi görünüyor. Ay ışığı tam kayalıklara vuruyor, bazı çatlaklar görünüyor ama kimse Kaptan Fumador'un ne aradığını biliyor gibi görünmüyor. Tora Kin Ayberk'e bakıyor dik dik, Ayberk kayalıkların arasından süzen ışık parçası görünce gözleri büyüdü, daha ağzını açamadan Tora Kin "Aferin." dedi ve Kaptan Fumador'u kenara itip iki elini havaya kaldırdı ve arkada ki ay ışığı yok oldu. O zaman herkes duvardan çıkan ışıkları net olarak görmeyi başardı.
"Merak etmeyin, ayı yok etmedim. KinKinKin, sadece görünmez kıldım." dedi Tora Kin duvardaki sembollere bakarken.
"Hayır." dedi Kaptan Fumador. "Bu kadar basit olmamalı."
"Aferim Fumador-kun. Karanlık kısım tüm bu girişin kilit taşı. Eğer o kısmı yıkarsanız tüm girişte yıkılacaktır. Sonuçta burası gizli bir giriş değil, gizli bir çıkış. O yüzden karanlık kısma dokunmadan etrafından aşındırmalı ve içeri sığabileceğimiz kadar açmamız lazım."
"Peki efendim." dedi Kaptan Fumador ve Gafas'a kafasıyla işaret yaptı. Kafas yumruğunu açıp işaret ve orta parmağının orta kısmıyla kenardan duvara vurmaya başladı. Orta kısma ilerlememeye dikkat ederek kırdığı duvarda insan boyutlarında bir giriş açıp geri çekildi. Kaptan Fumador girdi önce, sonrasında Tora Kin'e baktı Gafas. Kafasıyla girmesini işaret etti Tora Kin. Gafas girdi sonrasında herkes ve Tora Kin en arkadan geliyordu.
İçerisi rutubetliydi. Ayberk uzakta damlayan su seslerini duyuyordu. Ön bahçede yaşanan savaşın sesleri yoktu artık. Mağarada yankılanan su damlamaları ve ayak sesleri hariç ses yoktu. Mağara tamamen karanlığa gömüldüğünde arkalarından birden bir güneş doğdu. Mağaranın neredeyse tamamı aydınlanmıştı şimdi. Duvarlarda parıldayan pek çok motif vardı.
Uzun bir yürüyüşün ardından genişçe bir mağaraya varılmıştı. Mağaranın ortasında oturan bir adam vardı.
Oturan adam Fumador'a doğru saldırdı. Fumador cebinden çıkardığı dartları adama fırlatırken Ruta hızla adamın önüne girip önünü kapatmaya başladı. Bu sırada en sağda ki adam Meirin'e doğru elinde ki demir sopasını salladı, Yüzbaşı Gafas araya girip sopayı yumrukladı ve sopa büyük bir gürültüyle yere çarptı.
"Merak etmeyin, ayı yok etmedim. KinKinKin, sadece görünmez kıldım." dedi Tora Kin duvardaki sembollere bakarken.
- Semboller:
Not: Karanlık kısım bir insan boyutunda.
"Hayır." dedi Kaptan Fumador. "Bu kadar basit olmamalı."
"Aferim Fumador-kun. Karanlık kısım tüm bu girişin kilit taşı. Eğer o kısmı yıkarsanız tüm girişte yıkılacaktır. Sonuçta burası gizli bir giriş değil, gizli bir çıkış. O yüzden karanlık kısma dokunmadan etrafından aşındırmalı ve içeri sığabileceğimiz kadar açmamız lazım."
"Peki efendim." dedi Kaptan Fumador ve Gafas'a kafasıyla işaret yaptı. Kafas yumruğunu açıp işaret ve orta parmağının orta kısmıyla kenardan duvara vurmaya başladı. Orta kısma ilerlememeye dikkat ederek kırdığı duvarda insan boyutlarında bir giriş açıp geri çekildi. Kaptan Fumador girdi önce, sonrasında Tora Kin'e baktı Gafas. Kafasıyla girmesini işaret etti Tora Kin. Gafas girdi sonrasında herkes ve Tora Kin en arkadan geliyordu.
İçerisi rutubetliydi. Ayberk uzakta damlayan su seslerini duyuyordu. Ön bahçede yaşanan savaşın sesleri yoktu artık. Mağarada yankılanan su damlamaları ve ayak sesleri hariç ses yoktu. Mağara tamamen karanlığa gömüldüğünde arkalarından birden bir güneş doğdu. Mağaranın neredeyse tamamı aydınlanmıştı şimdi. Duvarlarda parıldayan pek çok motif vardı.
Uzun bir yürüyüşün ardından genişçe bir mağaraya varılmıştı. Mağaranın ortasında oturan bir adam vardı.
- Oturan Adam:
Oturan adam Fumador'a doğru saldırdı. Fumador cebinden çıkardığı dartları adama fırlatırken Ruta hızla adamın önüne girip önünü kapatmaya başladı. Bu sırada en sağda ki adam Meirin'e doğru elinde ki demir sopasını salladı, Yüzbaşı Gafas araya girip sopayı yumrukladı ve sopa büyük bir gürültüyle yere çarptı.
- Sağdaki adam.:
- Ortadaki Adam.:
- Soldaki Adam:
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Açıkçası şu an neler oluyor hiçbir fikrim yok. Kaptan Fumador, duvarda bir şeyler ararken Ayberk bir anda elli metre ileriden barut kokusu aldığını söylemişti. Bense barut kokusunu hissedemiyordum. Bu sırada, Kutsal Ejderimiz önce Ayberk'e sonra da kaptanımıza bakmış ve Ayberk'i övmüştü. Demek ki gerçekten de elli metre öteden barut kokusu geliyordu.Helal olsun Ayberk! Yorokobi-san şu an mutluluktan eriyordur resmen. Böyle öne çıkmaya devam et ve karargahtaki tek arkadaşımı mutlu et!
Bu olayın ardından, Kaptanımız elli metre kadar ilerledi ve tekrardan duvarı yoklamaya başladı. Kaptan Fumador ellerini, ay ışığı sayesinde görebildiğimiz çatlaklara sahip duvarda gezdirirken ben ve diğer rütbeliler olaydan habersiz bir şekilde Kaptanımızı izliyorduk. Kaptanın bir türlü aradığı şeyi bulamaması da merakımızı arttırıyordu. Neden bu duvar bu kadar önemliydi ki? Acaba Valko adasındaki silah fabrikasının başında olan adamın yaptığı gibi,Kaptanımız da kütüphaneden bir kitap çekecek ve kütüphanenin arkasındaki gizli oda açığa mı çıkacaktı? Kısaca, aradığımız silah, bu duvarın içindeki gizli bir odada mıydı acaba? Ya da belki de silah, duvarın ta kendisidir!
Ben bunları düşünürken, Kutsal ejder Ayberk'i bir kez daha tebrik etti ve Kaptanımızı kenara itip ellerini havaya kaldırdı. Sadece bu kadarla kalsa yine iyiydi; fakat Bay Ego'nun ellerini kaldırmasının ardından arkamızdaki ay ışığı tamamen yok olmuştu! İş bununla da bitmemiş, ay ışığının yok olmasının ardından duvardan garip bir ışık çıkmıştı. Tamam, bu kadar yeter. Artık hiçbir şeye şaşırmamaya karar verdim. Duvarın içinden İzumi-sensei çıksa bile şaşırmayacağım. Bu kadar ilginç olayların art arda gelmesi beynimi yoruyor çünkü! Yaşadığımız dünyada bu kadar tanrısal güçlere sahip adamların olmasını bir türlü mantık çerçevesine oturtamıyorum.
Bu sırada, duvarda bulunan insan boyutundaki karanlık kısmın üzerindeki mavi renkli, yatay konulmuş fileli basketbol potasına benzeyen sembollere bakmakta olan Kutsal ejder gülerek; ayı yok etmediğini, sadece görünmez kıldığını söylüyordu. O an bu egoist adamın, istediği taktirde ayı yok edebileceğini düşünmediğimi söylersem yalan olurdu.
Bu sırada Kaptan Fumador, Yüzbaşı Gafas ve Bay Ego'nun konuşmalarını işittim. Yüzbaşı Gafas, duvarı direkt yıkmayı önerirken, Kaptan Fumador yıkıp geçmeni fazla basit kaldığını, daha karmaşık bir şey yapmaları gerektiğini söylüyordu. Bu sözlerin ardından da Kutsal ejder Tora-kin kaptanımızı tebrik etti ve duvarla ilgili birkaç bilgi verdi. Söylenilen şeyleri pek anlamamıştım. Tora denilen adamın da nasıl duvar ile ilgili bu kadar bilgiye sahip olduğunu bilmiyordum. Yine de tek anladığım şey, karanlık kısma dokunursak bütün duvarın çökeceğiydi. Bu yüzden karanlık kısma dokunmadan, duvarda bir insanın girebileceği büyüklükte bir delik açacak ve o şekilde ilerleyecektik.
Derken Yüzbaşı Gafas elleri ile duvarda girebileceğimiz bir delik açtı ve geri çekildi. Ardından da hepimiz sırayla içeri girip ilerlemeye başladık. İçerisi oldukça rutubetliydi. Kaptan Hado ve birliklerinin sesini duyamıyordum. Sadece yere düşen su damlalarının ve ayaklarımızın çıkardığı sesleri duyabiliyordum. Acaba oldukça garip bir yerde olmamızdan dolayı mı çarpışma seslerini duyamıyordum? Yoksa yukarıda savaş çoktan bitmiş miydi? Peki savaş bittiyse kim kazanmıştı? Çok zor geçmesi gereken görevimizin savaş kısmı başarıya ulaşmış mıydı acaba? Yoksa geriye, sadece bu rutubetli yolda ilerleyen bizler mi kalmıştık?
Bir süre daha yürümemizin ardından geniş bir mağaraya ulaşmış ve oldukça uzun kaşlara, bıyıklara ve sakallara sahip bir ihtiyar adam ile karşılaşmıştık. Adamın kaşları bile bembeyazdı. Oldukça yaşlı gözüken bu kel adamın üzerinde beyaz bir kıyafet, sırtında ise mavi bir pelerin vardı. Bizi görünce ayağa kalkan bu yaşlı adam, bir anda ayaklarını yere vurdu ve mağara titremeye başladı. Derken üç tane kel adam yanımızda bitiverdi! Adamların hepsinin gözlerinde karanlık vardı.Belli ki rakiplerimiz bu dört kişi olacaktı. Bu kadar kalabalık bir ortamda meyve yeteneklerimi kullanmam sıkıntılı olabilirdi. Birlikte dövüşeceğim denizcilere zarar verebilirdim.
Bunları düşündüğüm sırada, narsistin teki olan gıcık kutsal ejderimiz bir taşa oturmuştu ve uyuyacağını, ışıklar sönmeden dövüşümüzü bitirmemizi söylemişti. Of ama! Kutsal Ejder Tora, Egoistin tekiydi; ama eğer bize burada yardım etseydi kolayca işlerini bitirebilirdik. Neden bir anda kenara çekilmeye karar verdi ki? Acaba denizcilerle olan antlaşması sadece buraya kadar mıydı? Bundan sonrasına karışmayacak mıydı? Yoksa zor bir duruma düşmemizi ve ondan yardım dilenmemizi mi istiyordu? Böylece bizi kurtarıp kahraman olabilirdi. Evet! Kesinlikle bunu amaçlıyordu! Sırf gösteriş yapmak için ölümün kıyısına gelmemizi bekleyecekti!
Bu sırada yaşlı adam harekete geçmiş ve kaptanımıza saldırmıştı. Kaptan Fumador ve Rotacımız Ruta dövüşmeye başlamışlardı bile. Derken, sağdaki iri adam ben daha ne olduğunu anlayamadan demir sopasını bana doğru salladı. Neyse ki araya Yüzbaşımız Gafas girmiş ve adamın sopasını düşürmesini sağlamıştı. Artık bizim dövüşümüz de başlamıştı. Bu sırada Ayberk ve Yorokobi-san ile Zachariah ve Cubis-san'ın da dövüşmekte olduklarını gördüm.
Her şeyden önce burada, zorunlu olmadıkça meyve yeteneklerimi kullanmayacaktım. Geçen sefer Ruta'ya zarar vermiştim. Bu kalabalık ortamda da birine zarar vermek istemiyordum. Ayrıca onlar dört kişi iken biz sekiz kişiydik. Yani bir kişiye iki kişi düşüyordu. Bu durumda meyve güçlerimi kullanmadan da hayatta kalabilmeliydim.
Şu an rakibimizin sopası yerdeydi. ''Yüzbaşım gidelim'' dedikten hemen sonra kılıçlarımı çekip harekete geçecek ve iri adam sopasını alamadan aramızdaki mesafeyi kapatmaya çalışacaktım. Eğer adam sopasını alamadan ona yetişirsem iki kılıcımı aynı anda adamın göğsüne doğru savuracaktım. Eğer ben adama yetişene kadar adam sopasını alırsa, sadece sol elimdeki kaliteli kılıç ile adama saldıracak, sağ elimdeki kılıç ile de üzerime gelebilecek bir saldırıyı karşılamaya çalışacaktım.
Bu olayın ardından, Kaptanımız elli metre kadar ilerledi ve tekrardan duvarı yoklamaya başladı. Kaptan Fumador ellerini, ay ışığı sayesinde görebildiğimiz çatlaklara sahip duvarda gezdirirken ben ve diğer rütbeliler olaydan habersiz bir şekilde Kaptanımızı izliyorduk. Kaptanın bir türlü aradığı şeyi bulamaması da merakımızı arttırıyordu. Neden bu duvar bu kadar önemliydi ki? Acaba Valko adasındaki silah fabrikasının başında olan adamın yaptığı gibi,Kaptanımız da kütüphaneden bir kitap çekecek ve kütüphanenin arkasındaki gizli oda açığa mı çıkacaktı? Kısaca, aradığımız silah, bu duvarın içindeki gizli bir odada mıydı acaba? Ya da belki de silah, duvarın ta kendisidir!
Ben bunları düşünürken, Kutsal ejder Ayberk'i bir kez daha tebrik etti ve Kaptanımızı kenara itip ellerini havaya kaldırdı. Sadece bu kadarla kalsa yine iyiydi; fakat Bay Ego'nun ellerini kaldırmasının ardından arkamızdaki ay ışığı tamamen yok olmuştu! İş bununla da bitmemiş, ay ışığının yok olmasının ardından duvardan garip bir ışık çıkmıştı. Tamam, bu kadar yeter. Artık hiçbir şeye şaşırmamaya karar verdim. Duvarın içinden İzumi-sensei çıksa bile şaşırmayacağım. Bu kadar ilginç olayların art arda gelmesi beynimi yoruyor çünkü! Yaşadığımız dünyada bu kadar tanrısal güçlere sahip adamların olmasını bir türlü mantık çerçevesine oturtamıyorum.
Bu sırada, duvarda bulunan insan boyutundaki karanlık kısmın üzerindeki mavi renkli, yatay konulmuş fileli basketbol potasına benzeyen sembollere bakmakta olan Kutsal ejder gülerek; ayı yok etmediğini, sadece görünmez kıldığını söylüyordu. O an bu egoist adamın, istediği taktirde ayı yok edebileceğini düşünmediğimi söylersem yalan olurdu.
Bu sırada Kaptan Fumador, Yüzbaşı Gafas ve Bay Ego'nun konuşmalarını işittim. Yüzbaşı Gafas, duvarı direkt yıkmayı önerirken, Kaptan Fumador yıkıp geçmeni fazla basit kaldığını, daha karmaşık bir şey yapmaları gerektiğini söylüyordu. Bu sözlerin ardından da Kutsal ejder Tora-kin kaptanımızı tebrik etti ve duvarla ilgili birkaç bilgi verdi. Söylenilen şeyleri pek anlamamıştım. Tora denilen adamın da nasıl duvar ile ilgili bu kadar bilgiye sahip olduğunu bilmiyordum. Yine de tek anladığım şey, karanlık kısma dokunursak bütün duvarın çökeceğiydi. Bu yüzden karanlık kısma dokunmadan, duvarda bir insanın girebileceği büyüklükte bir delik açacak ve o şekilde ilerleyecektik.
Derken Yüzbaşı Gafas elleri ile duvarda girebileceğimiz bir delik açtı ve geri çekildi. Ardından da hepimiz sırayla içeri girip ilerlemeye başladık. İçerisi oldukça rutubetliydi. Kaptan Hado ve birliklerinin sesini duyamıyordum. Sadece yere düşen su damlalarının ve ayaklarımızın çıkardığı sesleri duyabiliyordum. Acaba oldukça garip bir yerde olmamızdan dolayı mı çarpışma seslerini duyamıyordum? Yoksa yukarıda savaş çoktan bitmiş miydi? Peki savaş bittiyse kim kazanmıştı? Çok zor geçmesi gereken görevimizin savaş kısmı başarıya ulaşmış mıydı acaba? Yoksa geriye, sadece bu rutubetli yolda ilerleyen bizler mi kalmıştık?
Bir süre daha yürümemizin ardından geniş bir mağaraya ulaşmış ve oldukça uzun kaşlara, bıyıklara ve sakallara sahip bir ihtiyar adam ile karşılaşmıştık. Adamın kaşları bile bembeyazdı. Oldukça yaşlı gözüken bu kel adamın üzerinde beyaz bir kıyafet, sırtında ise mavi bir pelerin vardı. Bizi görünce ayağa kalkan bu yaşlı adam, bir anda ayaklarını yere vurdu ve mağara titremeye başladı. Derken üç tane kel adam yanımızda bitiverdi! Adamların hepsinin gözlerinde karanlık vardı.Belli ki rakiplerimiz bu dört kişi olacaktı. Bu kadar kalabalık bir ortamda meyve yeteneklerimi kullanmam sıkıntılı olabilirdi. Birlikte dövüşeceğim denizcilere zarar verebilirdim.
Bunları düşündüğüm sırada, narsistin teki olan gıcık kutsal ejderimiz bir taşa oturmuştu ve uyuyacağını, ışıklar sönmeden dövüşümüzü bitirmemizi söylemişti. Of ama! Kutsal Ejder Tora, Egoistin tekiydi; ama eğer bize burada yardım etseydi kolayca işlerini bitirebilirdik. Neden bir anda kenara çekilmeye karar verdi ki? Acaba denizcilerle olan antlaşması sadece buraya kadar mıydı? Bundan sonrasına karışmayacak mıydı? Yoksa zor bir duruma düşmemizi ve ondan yardım dilenmemizi mi istiyordu? Böylece bizi kurtarıp kahraman olabilirdi. Evet! Kesinlikle bunu amaçlıyordu! Sırf gösteriş yapmak için ölümün kıyısına gelmemizi bekleyecekti!
Bu sırada yaşlı adam harekete geçmiş ve kaptanımıza saldırmıştı. Kaptan Fumador ve Rotacımız Ruta dövüşmeye başlamışlardı bile. Derken, sağdaki iri adam ben daha ne olduğunu anlayamadan demir sopasını bana doğru salladı. Neyse ki araya Yüzbaşımız Gafas girmiş ve adamın sopasını düşürmesini sağlamıştı. Artık bizim dövüşümüz de başlamıştı. Bu sırada Ayberk ve Yorokobi-san ile Zachariah ve Cubis-san'ın da dövüşmekte olduklarını gördüm.
Her şeyden önce burada, zorunlu olmadıkça meyve yeteneklerimi kullanmayacaktım. Geçen sefer Ruta'ya zarar vermiştim. Bu kalabalık ortamda da birine zarar vermek istemiyordum. Ayrıca onlar dört kişi iken biz sekiz kişiydik. Yani bir kişiye iki kişi düşüyordu. Bu durumda meyve güçlerimi kullanmadan da hayatta kalabilmeliydim.
Şu an rakibimizin sopası yerdeydi. ''Yüzbaşım gidelim'' dedikten hemen sonra kılıçlarımı çekip harekete geçecek ve iri adam sopasını alamadan aramızdaki mesafeyi kapatmaya çalışacaktım. Eğer adam sopasını alamadan ona yetişirsem iki kılıcımı aynı anda adamın göğsüne doğru savuracaktım. Eğer ben adama yetişene kadar adam sopasını alırsa, sadece sol elimdeki kaliteli kılıç ile adama saldıracak, sağ elimdeki kılıç ile de üzerime gelebilecek bir saldırıyı karşılamaya çalışacaktım.
Misafir- Misafir
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
- Müzik:
Valla adamım şu an dönen olaylar için benim şahsi fikrimi soracak olursan, keskin dürtülere sahip üç insanın arasında dönen bir düello bence bu. Tora-kin ibnesi, Kıdemli Uzman Başçavuş Ayberk ve Kaptanımız Fumador, keskin dürtüleriyle birlikte bir şey arıyor gibiydi. Daha doğrusu Ayberk ve Kaptan Fumador demek daha doğru olurdu çünkü Tora-kin bir şeyler aramaktansa bir şeyler arayan ikiliyi izliyordu. Bana göre çoktan Tora-kin gizemi çözmüş ve kendisi gibi bu ikilinin gizemi çözmesini bekliyordu. Zaten Ayberk ve Kaptan Fumador ortaya bir ipucu attığında Tora-kin direk övüyor ve pis pis gülüyordu. Doğrusu bana göre Kaptan Fumador hâlâ tam olarak ne aradığını çözememişti ve Ayberk bir şeyler arıyor gibi görünmüyordu; daha çok sadece keskin dürtüleri ile bizlerin aksine bir şeyleri fark ediyor ve bunu rapor ediyordu. Hızlı, dayanıklı bir insandım ama çok fazla güçlü veya iyi hislere sahip biri değildim. Bu konularda kendimi geliştirmem gerektiğini biliyordum şimdi ise bunu hızlandırmam gerektiğini gayet iyi anlıyordum. Ay ışığı kaptan Fumador'un yokladığı kayalıklara vururken hâlâ bir ilerleme kaydetmiş sayılmazdık. Sıkılmaya başlamıştım ki Ayberk'in gözlerinin fal taşı gibi açılması ile ortaya atılan Tora-kin ile bu sıkıntım kayboldu. Tora-kin devreye girip, Kaptan Fumador'u kenara itti ve ellerini tanrıya yalvarırcasına havaya kaldırıp, arkadan vuran ay ışığını yok etti. Şaşkındım... Nasıl bir meyve yemiş olmalıydı ki, böyle gizemli ve şoke edici bir güç kazanmıştı. Ellerini hareket etmesiyle insanları kör edebiliyordu. Yenilmez gibi bir güçtü. Nasıl durdurulurdu böyle bir güç cidden merak ediyordum.
Ay ışığının kaybolmasıyla birlikte kayalığın üzerinde belli bir sembol oluştu. Bu sembol'ün ne olduğunu anlamaya çalışırken Kaptan Fumador, Tora-kin ve Yüzbaşı Gafas arasında bir konuşma başladı. Yüzbaşı Gafas, duvarı yıkmak istediğini söylediğinde Kaptan Fumador bunu reddetti ve tekrardan Tora-kin tarafından aferini kaptı. Çok güzel bir şey sanki bir korsan bozuntusu tarafından övülmek. Şeytan diyor al emaneti sik adaleti ama neyse, adalet sikilecek bir şey değil korunacak bir şeydir. Tekrardan konuya dönecek olursak Tora-kin'in ufak bir açıklamasından sonra Yüzbaşı Gafas Kaptan Fumador'un talimatı ile duvarı çevreden kırmaya başlamış ve başladığı işi bir insanın girebileceği kadar büyük bir giriş açtığında bitirmişti. Önce Kaptan Fumador içeriye girmişti. Sonrasında bende sanıyordum ki Tora-kin bozuntusu girecek ama onun yerine Yüzbaşı Gafas girmişti içeriye daha sonrasında millet sırayla girdiğinde Tora-kin'in hemen önünde mağaraya girerken bulmuştum kendimi. Normalde denizaltıdan çıkıp adaya ayak bastığımızdan beri en arkada yürüyen bendim şimdi ise bu herifti. İlginçti valla, işkilenmedim değil adamım. Kesin bir işler çeviriyordu bu it herif.
Mağaradan zaman zaman su damlası sesleri duyuyordum. Onun dışında ses yoktu. Dışarıdan gelen mücadele sesleri de duyulmuyordu artık. Mağara tamamen karanlık olduğunda ve biz mağarada biraz yol ettiğimiz anda, arkamdan yükselen ışığın tüm mağaraya yayılışını hissettim. Tora-kin mağarayı meyvesiyle birlikte aydınlatıyordu. Gerçekten ilginç ve nadir bir meyve yemiş gibi görünüyordu bu eleman. Benim yediğim meyve ile onun yediği meyve arasında dağlar kadar fark var gibiydi. Bir meyve aydınlığı ve karanlığı kontrol etmeyi sağlarken diğeri ağızdan ateş çıkartmayı sağlıyordu. İkisi arasındaki potansiyel farkını anlamak için, düşünmeye bile gerek yoktu.
Mağaranın aydınlanması ile birlikte ilerleyişimiz hızlanmış ve mağaranın genişçe bir kısmına varmıştık. Bu kısıma vardığımızda yaşlı bir adam bizi karşılamıştı. Ayağını yere vurup ayağı kalkmasıyla önce mağara biraz sarsılmış ardından üç tane adam ortaya çıkmıştı. Her birinin kel olması ve gözlerindeki karanlık dokuyu hissedebiliyordum. Uzun bir aradan sonra bu benim ilk savaşım olacaktı. Tabii ben bunları düşünürken Tora-kin kestireceğini söylemiş ve ışık kaybolmadan önce bu adamları yenmemiz için bize on dakika vermişti. İçten içe gülerken, tek bir kez bile kullanmaya gerek duymadığım meyvemi ve onun şu an ki seviyesini buradaki herkese göstermek için can atıyordum. Evet, belki Tora-kin'in meyvesi ile karşılaştırdığımızda sönük kalıyordu ama kendi klasmanında hatırı sayılır bir saygınlığı olduğuna emindim bu meyvenin.
Kaptan Fumador ile aşırı güçlü olduğunu düşündüğüm yaşlı adam birbirine girerken, Kaptan Fumador'un destekçisi Ruta olmuştu. Meirin ile iri ve Ayberk gibi bir sopa kullanan tam birbirine girecekken araya giren Yüzbaşı Gafas ile birlikte başka bir takım daha belli olmuştu. Diğer takım ise Ayberk ile Yorokobi ikilisi oluşturmuştu. Ortadaki, kılıç kullanan adama karşı dövüşeceklerdi. Benim rakibim ise soldaki idi. Bana üç dört tane kart fırlattığında gözlerimi insanlardan çekip adama doğru döndüğümde ağzımdan ateş çıkartmaya ve kılıcım ile gelen kartları kesmeye hazırdım ama araya giren Cubis-san ile birlikte bu planım sekteye uğramıştı. Diğer herkes gibi oda bana hamle şansı vermeden düşmanla arama girmiş ve sözde benim kıçımı kurtarmıştım. Nereden çıkardığını anlayamadığım (aklıma tuhaf şeyler geliyor) bir kalkan ile kartları engellemişti.
Sayı avantajımız vardı; ama bu kadar geri planda kalmışken, herkese Jaye Z. Miller'ın oğlu, Henry Z. Miller olduğumu göstermem lazımdı. Tek bir hamlede dövüşü bitirmeyi deneyecek ve diğerlerinin rakiplerine sürpriz saldırılar yaparak tüm dövüşleri bitirecektim. Potansiyelim vardı ve bunu herkese göstermenin vakti çoktan gelmişti. Herkes geçmişime baktığında en zayıf halkanın ben olduğumu düşünüyordu. Ama öyle değildi, öyle olmadığına emindim. Şimdi patlama yaparak bunu kanıtlayacaktım. Aylardır boş durmadığımı, ne kadar geliştiğimi gösterecektim herkese.
"Cubis-san çömel!"
Eğer talimatıma uyup Cubis-san çömelir ise zaten menzilimin içerisinde olan rakibime doğru koşuşturacak ve katanamı kılıfından çekip çömelmiş olan Cubis-san omuzlarını basamak olarak kullanacaktım. Böylelikle ivme ve sıçrama mesafesi kazanacak ve havadayken bir ejderha misali ateş salacak idim. Ateş salmayı kestiğimde elimdeki kılıcı bir mızrak gibi tüm gücümle hâlâ havadayken fırlatacaktım. Ateşlerin arasından geçip gidecek katanayı son ana fark etmesi zordu. Dediğim gibi, ben zayıf halka değildim ve bunu kanıtlayacaktım bu adamı yenerek!
Ay ışığının kaybolmasıyla birlikte kayalığın üzerinde belli bir sembol oluştu. Bu sembol'ün ne olduğunu anlamaya çalışırken Kaptan Fumador, Tora-kin ve Yüzbaşı Gafas arasında bir konuşma başladı. Yüzbaşı Gafas, duvarı yıkmak istediğini söylediğinde Kaptan Fumador bunu reddetti ve tekrardan Tora-kin tarafından aferini kaptı. Çok güzel bir şey sanki bir korsan bozuntusu tarafından övülmek. Şeytan diyor al emaneti sik adaleti ama neyse, adalet sikilecek bir şey değil korunacak bir şeydir. Tekrardan konuya dönecek olursak Tora-kin'in ufak bir açıklamasından sonra Yüzbaşı Gafas Kaptan Fumador'un talimatı ile duvarı çevreden kırmaya başlamış ve başladığı işi bir insanın girebileceği kadar büyük bir giriş açtığında bitirmişti. Önce Kaptan Fumador içeriye girmişti. Sonrasında bende sanıyordum ki Tora-kin bozuntusu girecek ama onun yerine Yüzbaşı Gafas girmişti içeriye daha sonrasında millet sırayla girdiğinde Tora-kin'in hemen önünde mağaraya girerken bulmuştum kendimi. Normalde denizaltıdan çıkıp adaya ayak bastığımızdan beri en arkada yürüyen bendim şimdi ise bu herifti. İlginçti valla, işkilenmedim değil adamım. Kesin bir işler çeviriyordu bu it herif.
Mağaradan zaman zaman su damlası sesleri duyuyordum. Onun dışında ses yoktu. Dışarıdan gelen mücadele sesleri de duyulmuyordu artık. Mağara tamamen karanlık olduğunda ve biz mağarada biraz yol ettiğimiz anda, arkamdan yükselen ışığın tüm mağaraya yayılışını hissettim. Tora-kin mağarayı meyvesiyle birlikte aydınlatıyordu. Gerçekten ilginç ve nadir bir meyve yemiş gibi görünüyordu bu eleman. Benim yediğim meyve ile onun yediği meyve arasında dağlar kadar fark var gibiydi. Bir meyve aydınlığı ve karanlığı kontrol etmeyi sağlarken diğeri ağızdan ateş çıkartmayı sağlıyordu. İkisi arasındaki potansiyel farkını anlamak için, düşünmeye bile gerek yoktu.
Mağaranın aydınlanması ile birlikte ilerleyişimiz hızlanmış ve mağaranın genişçe bir kısmına varmıştık. Bu kısıma vardığımızda yaşlı bir adam bizi karşılamıştı. Ayağını yere vurup ayağı kalkmasıyla önce mağara biraz sarsılmış ardından üç tane adam ortaya çıkmıştı. Her birinin kel olması ve gözlerindeki karanlık dokuyu hissedebiliyordum. Uzun bir aradan sonra bu benim ilk savaşım olacaktı. Tabii ben bunları düşünürken Tora-kin kestireceğini söylemiş ve ışık kaybolmadan önce bu adamları yenmemiz için bize on dakika vermişti. İçten içe gülerken, tek bir kez bile kullanmaya gerek duymadığım meyvemi ve onun şu an ki seviyesini buradaki herkese göstermek için can atıyordum. Evet, belki Tora-kin'in meyvesi ile karşılaştırdığımızda sönük kalıyordu ama kendi klasmanında hatırı sayılır bir saygınlığı olduğuna emindim bu meyvenin.
Kaptan Fumador ile aşırı güçlü olduğunu düşündüğüm yaşlı adam birbirine girerken, Kaptan Fumador'un destekçisi Ruta olmuştu. Meirin ile iri ve Ayberk gibi bir sopa kullanan tam birbirine girecekken araya giren Yüzbaşı Gafas ile birlikte başka bir takım daha belli olmuştu. Diğer takım ise Ayberk ile Yorokobi ikilisi oluşturmuştu. Ortadaki, kılıç kullanan adama karşı dövüşeceklerdi. Benim rakibim ise soldaki idi. Bana üç dört tane kart fırlattığında gözlerimi insanlardan çekip adama doğru döndüğümde ağzımdan ateş çıkartmaya ve kılıcım ile gelen kartları kesmeye hazırdım ama araya giren Cubis-san ile birlikte bu planım sekteye uğramıştı. Diğer herkes gibi oda bana hamle şansı vermeden düşmanla arama girmiş ve sözde benim kıçımı kurtarmıştım. Nereden çıkardığını anlayamadığım (aklıma tuhaf şeyler geliyor) bir kalkan ile kartları engellemişti.
Sayı avantajımız vardı; ama bu kadar geri planda kalmışken, herkese Jaye Z. Miller'ın oğlu, Henry Z. Miller olduğumu göstermem lazımdı. Tek bir hamlede dövüşü bitirmeyi deneyecek ve diğerlerinin rakiplerine sürpriz saldırılar yaparak tüm dövüşleri bitirecektim. Potansiyelim vardı ve bunu herkese göstermenin vakti çoktan gelmişti. Herkes geçmişime baktığında en zayıf halkanın ben olduğumu düşünüyordu. Ama öyle değildi, öyle olmadığına emindim. Şimdi patlama yaparak bunu kanıtlayacaktım. Aylardır boş durmadığımı, ne kadar geliştiğimi gösterecektim herkese.
"Cubis-san çömel!"
Eğer talimatıma uyup Cubis-san çömelir ise zaten menzilimin içerisinde olan rakibime doğru koşuşturacak ve katanamı kılıfından çekip çömelmiş olan Cubis-san omuzlarını basamak olarak kullanacaktım. Böylelikle ivme ve sıçrama mesafesi kazanacak ve havadayken bir ejderha misali ateş salacak idim. Ateş salmayı kestiğimde elimdeki kılıcı bir mızrak gibi tüm gücümle hâlâ havadayken fırlatacaktım. Ateşlerin arasından geçip gidecek katanayı son ana fark etmesi zordu. Dediğim gibi, ben zayıf halka değildim ve bunu kanıtlayacaktım bu adamı yenerek!
Zachariah- Mesaj Sayısı : 111
Kayıt tarihi : 22/01/16
Nerden : Logetown
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Kutsal Ejder Schibukai Hazretleri'nin övgülerinin hedefi olduğu için çok mutluyum. Dememi mi bekliyorsunuz? O orospu çocuğu bir gün önümde diz çökecek. Bizim gibi bir adama bile boyun eğdirdi. Normalde delikanlılık yapıp artistlenirdim ama bu adam acayip güçlü bir abimize benziyor. Birazcık daha güçlendikten sonra hepsi köpeğim olacak zaten şimdilik sabretmem gerek... Duvardaki ışığı fark ettiğimde ne kadar harika olduğumu bir kez daha anladım. Ortamdaki hiç kimse, Kaptan dahil, ışığı göremezken BEN gördüm. Nasıl mı? Çünkü çok yetenekliyim. Bu kadar iyi hislere sahip olmam önümün açık olduğunu gösterir. Ben sadece kas gücüne güvenen enayilerden değilim. Benim beynim, gözlerim, kulaklarım, burnum var ve onları kullanmayı herkesten daha iyi biliyorum.
Işığı fark ettikten birkaç saniye sonra manyak ötesi efsane bir olay yaşandı. Kutsal Ejder Schibukai Hazretleri birden ayı yok etti! Bu olayı görür görmez meyvesinin olayını hemencecik anlayıverdim. Bu orospu çocuğunun gücü ışığı yok etmek. Ayı yok etmesinin başka bir açıklaması olduğunu sanmıyorum. Ay ve ışığı yok olduktan sonra duvarda ışığın sızdığı yerde devasa bir sembol olduğunu gördük. Yüzbaşı Gafas duvarı yıkıp içeri girmeyi planlamıştı. Bu yaptığı ufak plandan ne kadar salak olduğunu hemencecik anladım. Kardeşim, gizli mağaraların girişi veya çıkışı yıkılmaz! Eğer yıkarsan kesin bir boklar olur. Adamlar o kadar uğraşıp gizli bir yol yaptıktan sonra önlem almayacak mı sanıyorsun? Salak kadın...
Düşüncelerimi bir bir kelimelere dökmüştü Kutsal Ejder Schibukai Hazretleri. Yüzbaşı Gafas, adamı duyar duymaz mağaranın girişini oymaya başladı. Oyma işlemi bittikten sonra en önde Kaptan, arkasında Gafas, onun arkasında biz, en arkada ise Kutsal Ejder Schibukai Hazretleri olarak mağaraya giriş yaptık. İçeride damlayan su sesleri ve bizim ayak sesimizden başka hiçbir ses yoktu. Birkaç adım attıktan sonra birden arkamızdan bir ışık kaynağı yükseldi. Bu orospu çocuğunun gücünü meğersem yanlış anlamışım. İlk başta karanlığa hükmetmek, sonrasında ışığı yok etmek sanmıştım. Meğersem hiç alakası yokmuş. Bu orospu çocuğu direk ışığa hükmediyor. Bu sahilde nasıl bizi göremediklerini ve ayı nasıl yok ettiğini açıklıyor.
Uzun ve sessiz bir yürüyüşün ardından geniş bir mağaraya varmıştık. Mağaranın ortasında bir adet kel orospu çocuğu oturuyordu. Bizi görünce hemen ayaklandı ve sertçe yere vurdu. Mağara birden titremeye başladı. Sonrasında bir yerlerden üç adet kel orospu çocuğu daha atıldı önümüze. Kutsal Ejder Schibukai Hazretleri bunu görür görmez arkada bir taşa uzanıp az kestireceğini, ışık sönmeden önce on dakikamız olduğunu söyledi. Orospu çocuğu sanki bizden değilde karşı taraftan. İstese bu adamları beş saniyede falan halledebilir ama sikinde değiliz. Gerçi böylesi daha eğlenceli. Birazcık savaşmış oluruz.
Mağarada oturan adam hızlıca Kaptan'a doğru bir hamle yapmıştı. Kaptan onunla ilgilenmeye başlamıştı. Diğerleri de sırayla Meirin, ben ve Zac'e saldırmak için hareketlendi. Şansıma bana gelen orospu çocuğu en çok nefret ettiğim silahı, yani kılıç kullanıyordu. Hızlıca kılıcını bana doğru savurdu daha kaçmaya fırsatım bile olmadan Koca Memeli Doktor araya girmiş ve adamın koluna Gafas'ın ki gibi bir teknikle vurmuştu. Adamın kolu yukarıya doğru kalktı. Benim için çok güzel bir fırsat oluştu. Var gücümle sopamı kafasına doğru savurdum. Büyük ihtimalle hamleme tepki bile veremeyecektir. Eğer adamı yere serebilirsem Koca Memeli Doktor'a dönüp "İyi misiniz güzel bayan? O narin ellerinize bir şey olmadı ya?" diyerek adama vurduğu elinden tutup hafifçe öpeceğim. Hem görevimi yapıp hem de devasa memeleri olan bir hatunu benim yapabilirim. Var mı bu dünyada benden daha şanslı birisi?
Işığı fark ettikten birkaç saniye sonra manyak ötesi efsane bir olay yaşandı. Kutsal Ejder Schibukai Hazretleri birden ayı yok etti! Bu olayı görür görmez meyvesinin olayını hemencecik anlayıverdim. Bu orospu çocuğunun gücü ışığı yok etmek. Ayı yok etmesinin başka bir açıklaması olduğunu sanmıyorum. Ay ve ışığı yok olduktan sonra duvarda ışığın sızdığı yerde devasa bir sembol olduğunu gördük. Yüzbaşı Gafas duvarı yıkıp içeri girmeyi planlamıştı. Bu yaptığı ufak plandan ne kadar salak olduğunu hemencecik anladım. Kardeşim, gizli mağaraların girişi veya çıkışı yıkılmaz! Eğer yıkarsan kesin bir boklar olur. Adamlar o kadar uğraşıp gizli bir yol yaptıktan sonra önlem almayacak mı sanıyorsun? Salak kadın...
Düşüncelerimi bir bir kelimelere dökmüştü Kutsal Ejder Schibukai Hazretleri. Yüzbaşı Gafas, adamı duyar duymaz mağaranın girişini oymaya başladı. Oyma işlemi bittikten sonra en önde Kaptan, arkasında Gafas, onun arkasında biz, en arkada ise Kutsal Ejder Schibukai Hazretleri olarak mağaraya giriş yaptık. İçeride damlayan su sesleri ve bizim ayak sesimizden başka hiçbir ses yoktu. Birkaç adım attıktan sonra birden arkamızdan bir ışık kaynağı yükseldi. Bu orospu çocuğunun gücünü meğersem yanlış anlamışım. İlk başta karanlığa hükmetmek, sonrasında ışığı yok etmek sanmıştım. Meğersem hiç alakası yokmuş. Bu orospu çocuğu direk ışığa hükmediyor. Bu sahilde nasıl bizi göremediklerini ve ayı nasıl yok ettiğini açıklıyor.
Uzun ve sessiz bir yürüyüşün ardından geniş bir mağaraya varmıştık. Mağaranın ortasında bir adet kel orospu çocuğu oturuyordu. Bizi görünce hemen ayaklandı ve sertçe yere vurdu. Mağara birden titremeye başladı. Sonrasında bir yerlerden üç adet kel orospu çocuğu daha atıldı önümüze. Kutsal Ejder Schibukai Hazretleri bunu görür görmez arkada bir taşa uzanıp az kestireceğini, ışık sönmeden önce on dakikamız olduğunu söyledi. Orospu çocuğu sanki bizden değilde karşı taraftan. İstese bu adamları beş saniyede falan halledebilir ama sikinde değiliz. Gerçi böylesi daha eğlenceli. Birazcık savaşmış oluruz.
Mağarada oturan adam hızlıca Kaptan'a doğru bir hamle yapmıştı. Kaptan onunla ilgilenmeye başlamıştı. Diğerleri de sırayla Meirin, ben ve Zac'e saldırmak için hareketlendi. Şansıma bana gelen orospu çocuğu en çok nefret ettiğim silahı, yani kılıç kullanıyordu. Hızlıca kılıcını bana doğru savurdu daha kaçmaya fırsatım bile olmadan Koca Memeli Doktor araya girmiş ve adamın koluna Gafas'ın ki gibi bir teknikle vurmuştu. Adamın kolu yukarıya doğru kalktı. Benim için çok güzel bir fırsat oluştu. Var gücümle sopamı kafasına doğru savurdum. Büyük ihtimalle hamleme tepki bile veremeyecektir. Eğer adamı yere serebilirsem Koca Memeli Doktor'a dönüp "İyi misiniz güzel bayan? O narin ellerinize bir şey olmadı ya?" diyerek adama vurduğu elinden tutup hafifçe öpeceğim. Hem görevimi yapıp hem de devasa memeleri olan bir hatunu benim yapabilirim. Var mı bu dünyada benden daha şanslı birisi?
Misafir- Misafir
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Meirin sol elinde ki kılıç ile adama saldırmıştı, bu sırada adam elinin ucunda ki sopayı yere koyarak 2 metre zıplamış arkada ki Yüzbaşı Gafas ile Meirin arasına girmişti. Sopasını sol taraftan Yüzbaşı Gafas'ın soluna gelecek şekilde sallamıştı kafasına doğru. Yüzbaşı Gafas sağ kolunu dik bir şekilde yüzünü koruyacak şekilde tutup, sol eliyle de sopanın geldiği yere koymuştu. Sopa eline çarpıp yarım metre kadar uçurmuştu Yüzbaşı Gafas'ı. Adam Meirin'e sırtını dönmüş, yarım metre ötede yerdeki Yüzbaşı Gafas'a doğru zıplamış sopayı yere doğru vurmak için hazırlanmıştı.
Zac Cubis'e eğilmesini söyleyip koşması gerektiğini söylemişti, Cubis ise Zac'ın planını anladığında yüzünü buruşturup "Lanet olası." demişti eğilirken. Bu sırada Zac az önce Cubis'in elinde tuttuğu kalkanın aslında eli olduğunu görmüştü. Eli normale dönerken eğilen Cubis'in omuzu kalkan gibi bir forma dönüşmüştü. Zac zıpladığında bir trambolinin üzerinde zıpladığını hissetti ve ağzından çıkardığı ateşle rakibini hedefleyip kılıcını fırlattı. Adam elindeki bir kartı bir sallayışta 10 tane yapıp Zac'in sağına doğru fırlattı, kartlar falso alıp Cubis'e doğru gitti. Ateşten kaçmak içinde sola doğru kaçtı adam. Ateşlerin arasından gelen katana ise adamın sağında bir yere saplandı. Falsolu kartları son anda fark eden Cubis sol kolunu kalkana çevirdi, ama bir tanesi omuzuna saplandı...
Ayberk adamın kafasına doğru sopasını sallamıştı. Adam yukarı doğru dönen kılıcı durdurup sağına doğru kendi etrafında dönmüş ve Ayberk'in sopasını kılıcı ile karşılamıştı. Bu sırada sol ayağıyla Yorokobi'ye tekme atmıştı. Yorokobi 1 metre uzağa uçmadan önce adamın diz kapağının altına 2 parmağının ucuyla vurmayı başarmıştı. Adamın sol ayağı geçici olarak felç olmuştu.
Meirin Gafas sağ çarpazında 1 metre uzakta. Adam yarım metre tam karşında arkası sana dönük. Adam Gafas'a doğru zıplamış durumda.
Zac Adam sağ çaprazında. Kılıcın adamın yarım metre sağında, senin tam karşında. Cubis arkanda, omuzu yaralandı.
Ayberk, adam senin sopanı kılıcıyla durdurduğunda aranızdaki güç farkından dolayı yarım metre uzağa uçtun. Yorokobi 1.5 metre ilerinde, adam ise yarım metre ilerinde. Sol ayağını hareket ettiremiyor. Şu an elinde kılıcı yerdeki Yorokobi'ye doğru gidiyor.
9 dakika kaldı.
Zac Cubis'e eğilmesini söyleyip koşması gerektiğini söylemişti, Cubis ise Zac'ın planını anladığında yüzünü buruşturup "Lanet olası." demişti eğilirken. Bu sırada Zac az önce Cubis'in elinde tuttuğu kalkanın aslında eli olduğunu görmüştü. Eli normale dönerken eğilen Cubis'in omuzu kalkan gibi bir forma dönüşmüştü. Zac zıpladığında bir trambolinin üzerinde zıpladığını hissetti ve ağzından çıkardığı ateşle rakibini hedefleyip kılıcını fırlattı. Adam elindeki bir kartı bir sallayışta 10 tane yapıp Zac'in sağına doğru fırlattı, kartlar falso alıp Cubis'e doğru gitti. Ateşten kaçmak içinde sola doğru kaçtı adam. Ateşlerin arasından gelen katana ise adamın sağında bir yere saplandı. Falsolu kartları son anda fark eden Cubis sol kolunu kalkana çevirdi, ama bir tanesi omuzuna saplandı...
Ayberk adamın kafasına doğru sopasını sallamıştı. Adam yukarı doğru dönen kılıcı durdurup sağına doğru kendi etrafında dönmüş ve Ayberk'in sopasını kılıcı ile karşılamıştı. Bu sırada sol ayağıyla Yorokobi'ye tekme atmıştı. Yorokobi 1 metre uzağa uçmadan önce adamın diz kapağının altına 2 parmağının ucuyla vurmayı başarmıştı. Adamın sol ayağı geçici olarak felç olmuştu.
Meirin Gafas sağ çarpazında 1 metre uzakta. Adam yarım metre tam karşında arkası sana dönük. Adam Gafas'a doğru zıplamış durumda.
Zac Adam sağ çaprazında. Kılıcın adamın yarım metre sağında, senin tam karşında. Cubis arkanda, omuzu yaralandı.
Ayberk, adam senin sopanı kılıcıyla durdurduğunda aranızdaki güç farkından dolayı yarım metre uzağa uçtun. Yorokobi 1.5 metre ilerinde, adam ise yarım metre ilerinde. Sol ayağını hareket ettiremiyor. Şu an elinde kılıcı yerdeki Yorokobi'ye doğru gidiyor.
9 dakika kaldı.
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Lanet olsun! Ne yapıyorum ben böyle? Neden bu kadar dikkatsizim? Neden toplu halde dövüşürken mutlaka birilerinin başına bela açıyorum? Hiçbir ekip arkadaşıma zarar vermemek için, karşımdaki rakibe meyve yeteneklerimi kullanmadan saldırmaya kalktım; fakat planım ters tepti. Ben adama doğru koşarken, adam adeta uçtu ve üzerimden atladı! Korkutucu rakibimiz, üzerimden zıplamasının ardından da Yüzbaşına doğru, sopasıyla saldırdı. Yüzbaşı bu saldırıyı elleri ile karşılamasına rağmen yarım metre kadar arkaya uçmuş ve yere düşmüştü. Kısaca, bu sefer de meyve yeteneklerimi kullanmadığım için biri hasar aldı. Ne ironi ama!
Her şeyden önce, bu adam hakkında yanılmıştım. İkimizin birlikte rahatlıkla üstesinden geleeğimizi düşündüğüm adam, ikimize karşı baskın geliyordu. Bu durumda meyve yeteneklerimi kullanmamak gibi bir lüksüm yoktu. Eğer tüm gücümle savaşmazsam, muhtemelen yüzbaşından bile güçlü olan bu rakibe çizik bile atamazdım. Eğer sınırlarımı aşmazsam, sadece Yüzbaşı Gafas'a yük olurdum; fakat yük olan taraf değil de koruyan taraf olmayı istiyordum. Bu yüzden fırsat bulduğumda meyve yeteneklerimi de kullanacaktım.
Aklımdan bunları geçirdiğim sırada, adam bir anda Yüzbaşına doğru zıpladı. Aralarındaki mesafe çok azdı. Yüzbaşı bunu atlatamayabilirdi. Hemen ikisine doğru depar atacak ve araya girmeye çalışacaktım. Eğer araya girebilirsem, iki kılıcım ile üzerime gelen sopayı durdurmaya çalışacaktım. Yüzbaşı Gafas gibi elleri ile dövüşen üst düzey bir denizci, o sopayı elleri ile durdurmasına rağmen yere düştüyse kim bilir bana ne olacaktı? Sopayı kılıçlarımla durdurmayı başarsam bile sağlam bir hasar alacaktım muhtemelen. Yine de bana ne olacağı önemli değildi. Sonuçta Yüzbaşı benim dikkatsizliğim yüzünden o haldeydi. Bu yüzden ilk önceliğim araya girmek ve yüzbaşını korumak olacaktı.
Eğer ikisine doğru koştuğum sırada araya giremeyeceğimi anlarsam, kalitesiz kılıcımı adama doğru fırlatacaktım. Böylece -kami-sama göstermesin- Yüzbaşı hasar alırsa en azından ben de adama hasar vermiş olacaktım. İkisine doğru koştuğum sırada adam yüzbaşını bırakıp bana yönelmeye kalkarsa da, tıpkı araya girdiğimde yapacağım gibi iki kılıcımla kendimi savunacaktım.
Her şeyden önce, bu adam hakkında yanılmıştım. İkimizin birlikte rahatlıkla üstesinden geleeğimizi düşündüğüm adam, ikimize karşı baskın geliyordu. Bu durumda meyve yeteneklerimi kullanmamak gibi bir lüksüm yoktu. Eğer tüm gücümle savaşmazsam, muhtemelen yüzbaşından bile güçlü olan bu rakibe çizik bile atamazdım. Eğer sınırlarımı aşmazsam, sadece Yüzbaşı Gafas'a yük olurdum; fakat yük olan taraf değil de koruyan taraf olmayı istiyordum. Bu yüzden fırsat bulduğumda meyve yeteneklerimi de kullanacaktım.
Aklımdan bunları geçirdiğim sırada, adam bir anda Yüzbaşına doğru zıpladı. Aralarındaki mesafe çok azdı. Yüzbaşı bunu atlatamayabilirdi. Hemen ikisine doğru depar atacak ve araya girmeye çalışacaktım. Eğer araya girebilirsem, iki kılıcım ile üzerime gelen sopayı durdurmaya çalışacaktım. Yüzbaşı Gafas gibi elleri ile dövüşen üst düzey bir denizci, o sopayı elleri ile durdurmasına rağmen yere düştüyse kim bilir bana ne olacaktı? Sopayı kılıçlarımla durdurmayı başarsam bile sağlam bir hasar alacaktım muhtemelen. Yine de bana ne olacağı önemli değildi. Sonuçta Yüzbaşı benim dikkatsizliğim yüzünden o haldeydi. Bu yüzden ilk önceliğim araya girmek ve yüzbaşını korumak olacaktı.
Eğer ikisine doğru koştuğum sırada araya giremeyeceğimi anlarsam, kalitesiz kılıcımı adama doğru fırlatacaktım. Böylece -kami-sama göstermesin- Yüzbaşı hasar alırsa en azından ben de adama hasar vermiş olacaktım. İkisine doğru koştuğum sırada adam yüzbaşını bırakıp bana yönelmeye kalkarsa da, tıpkı araya girdiğimde yapacağım gibi iki kılıcımla kendimi savunacaktım.
Misafir- Misafir
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
O an tüm bir vücudumu kaplayan, kalbimin pır pır atmasına sebebiyet veren şeyin heyecan mı yoksa stres mi olduğundan emin değildim. Yanaklarım kırmızılaşmış, göz bebeklerim küçülmüş ve tüylerim diken diken olmuştu. Bu gerçekten ama gerçektende uzun bir aradan sonra, gerçek ve güçlü bir rakibe karşı olan ilk savaşım idi. Banka soygunu olayında iki tane çöp ile dövüşmekten başka bir şey yapamamıştım. Kutsal Ejder görevinde ise Meirin-san'ın tercihi ile geri planda kalmış ve ejderlerin şölenini izlemiştim. Ejderler demişken... Ne müthiş yaratıklardı değil mi adamım? Aynı hayallerimizdeki gibi, aynı babamın bize anlattıkları gibi, asil ve güçlü yaratıklar... Bir gün bir insan olarak bu ejderlerin mertebesine ulaşacağım ve insanlar bana bir ejder gözüyle bakacaklar. Sende buna şahit olacaksın adamım, tüm gerçekliğin ile şahit olacaksın ve bana gururla bakacaksın; fakat benim ve seninde bildiğin gibi adamım önce bu adamı yenmem lazımdı.
Cubis-san'a çömelmesini rica etmemin ardından, Cubis-san çömelmiş ve hamlemi büyük bir öngörü ile anlayıp sırtını kalkana dönüştürerek işimi kolaylaştırmıştı. Evet sırtını kalkana dönüştürmüştü diyorum çünkü gerçektende böyle yapmıştı. Az öncede bir yerinden kalkan çıkartmamış, kolunu kalkana dönüştürmüştü; zira oda benim gibi bir meyve kullanıcısıydı. Ve şu an eğer hislerim ve düşüncelerim beni yanıltmıyorsa müthiş bir ikili olmuş olabilirdik. Benim meyvem kullanıcısına müthiş bir saldırı gücü verirken Cubis-san'ın meyvesi ise savunma yeteneği veriyordu. Eğer doğru kullanırsak birbirimizi, bu rakibi yenmek bizim için pekte zor olmamalıydı; ama buna rağmen hamlem bir başarısızlık abidesiydi. Rakip düşündüğümden güçlüydü ve hem ateşimden hemde ateşlerin arasından giden katanam'dan sola kaçarak sıyrılmıştı. Bunu yaparken ise yanlış görmediysem eğer elindeki bir kartı on tane yapmış ve bana doğru göndermişti; fakat bana doğru gelen bu kartlar ilginç bir şekilde falso alıp Cubis-san'a yönelmişti. Muhtemelen kartlara bağlı görünmeyecek kadar ince ipler vardı. Cubis, ustalıkla çoğu karttı son anda fark ederek absorbe etsede bir tanesini es geçmişti ve omzuna saplanmıştı. İlk kan bizden akmıştı. Devamının ise kimden akacağı, tamamen bize bağlıydı.
"Hey Cubis! Eğer bir kart yarası ile sızlanıp ağlayacaksan geri çekilsen daha iyi, yoluma çıkarak bana zarar verirsin." diye hızlıca haykırmış ve pis pis gülmüştüm. Cubis'in gaza gelip, dövüşe ciddi anlamda dahil olması gerekiyordu.
Rakibim ile aramızdaki fark çok az, kılıcımla olan fark ise çok daha azdı. Ayrıca rakibim bir uzak dövüş ustasıydı. Yani dibine girersek Cubis-san'la bir ihtimal etkisiz duruma sokabilirdik bu elemanı. O yüzden ani bir hızla atılacak ve önce kılıcımı alıp, kılıcımı almamla dizlerimi hafifçe bükerek bir ivme kazanacaktım. Bu ivme ile birlikte öne doğru kendimi atacak ve kılıcımı hızlı hareket ile rakibime doğru savuracaktım. Bu hem rakibi kesmek hemde olası bir kart tehlikesi için savunma idi. Bu geniş çaplı, kıvrak kılıç hamleleri ile kartlar vücudumda ulaşmadan onları sektirebilir ya da kesebilirdim. Savurma işi bittiğinde ise, büyük bir ateş kütlesi çıkartarak ağzımdan çok yakınımda olan rakibimi yakmayı deneyecektim. Hiç hasar veremesem bile dikkatleri üzerime çekmiş olur ve Cubis-san'a sağlam bir vuruş için fırsat tanımış olurdum, eğer işe yaramış olursa hem benden hemde Cubis-san'dan sağlam birer hamle yemiş olurdu. Böylelikle, Cubis-san'dan akan ilk kanın intikamını almış olurduk.
Cubis-san'a çömelmesini rica etmemin ardından, Cubis-san çömelmiş ve hamlemi büyük bir öngörü ile anlayıp sırtını kalkana dönüştürerek işimi kolaylaştırmıştı. Evet sırtını kalkana dönüştürmüştü diyorum çünkü gerçektende böyle yapmıştı. Az öncede bir yerinden kalkan çıkartmamış, kolunu kalkana dönüştürmüştü; zira oda benim gibi bir meyve kullanıcısıydı. Ve şu an eğer hislerim ve düşüncelerim beni yanıltmıyorsa müthiş bir ikili olmuş olabilirdik. Benim meyvem kullanıcısına müthiş bir saldırı gücü verirken Cubis-san'ın meyvesi ise savunma yeteneği veriyordu. Eğer doğru kullanırsak birbirimizi, bu rakibi yenmek bizim için pekte zor olmamalıydı; ama buna rağmen hamlem bir başarısızlık abidesiydi. Rakip düşündüğümden güçlüydü ve hem ateşimden hemde ateşlerin arasından giden katanam'dan sola kaçarak sıyrılmıştı. Bunu yaparken ise yanlış görmediysem eğer elindeki bir kartı on tane yapmış ve bana doğru göndermişti; fakat bana doğru gelen bu kartlar ilginç bir şekilde falso alıp Cubis-san'a yönelmişti. Muhtemelen kartlara bağlı görünmeyecek kadar ince ipler vardı. Cubis, ustalıkla çoğu karttı son anda fark ederek absorbe etsede bir tanesini es geçmişti ve omzuna saplanmıştı. İlk kan bizden akmıştı. Devamının ise kimden akacağı, tamamen bize bağlıydı.
"Hey Cubis! Eğer bir kart yarası ile sızlanıp ağlayacaksan geri çekilsen daha iyi, yoluma çıkarak bana zarar verirsin." diye hızlıca haykırmış ve pis pis gülmüştüm. Cubis'in gaza gelip, dövüşe ciddi anlamda dahil olması gerekiyordu.
Rakibim ile aramızdaki fark çok az, kılıcımla olan fark ise çok daha azdı. Ayrıca rakibim bir uzak dövüş ustasıydı. Yani dibine girersek Cubis-san'la bir ihtimal etkisiz duruma sokabilirdik bu elemanı. O yüzden ani bir hızla atılacak ve önce kılıcımı alıp, kılıcımı almamla dizlerimi hafifçe bükerek bir ivme kazanacaktım. Bu ivme ile birlikte öne doğru kendimi atacak ve kılıcımı hızlı hareket ile rakibime doğru savuracaktım. Bu hem rakibi kesmek hemde olası bir kart tehlikesi için savunma idi. Bu geniş çaplı, kıvrak kılıç hamleleri ile kartlar vücudumda ulaşmadan onları sektirebilir ya da kesebilirdim. Savurma işi bittiğinde ise, büyük bir ateş kütlesi çıkartarak ağzımdan çok yakınımda olan rakibimi yakmayı deneyecektim. Hiç hasar veremesem bile dikkatleri üzerime çekmiş olur ve Cubis-san'a sağlam bir vuruş için fırsat tanımış olurdum, eğer işe yaramış olursa hem benden hemde Cubis-san'dan sağlam birer hamle yemiş olurdu. Böylelikle, Cubis-san'dan akan ilk kanın intikamını almış olurduk.
- Zac'ın kılıcını aldıktan sonra yapacağı hamle için bknz. :
Zachariah- Mesaj Sayısı : 111
Kayıt tarihi : 22/01/16
Nerden : Logetown
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Ohohohoho! Keller sağlam çıktı Rıza Baba. Hem kör, hem de kel olmalarına rağmen gayet iyi dövüşüyorlar. Hatta birisi bana gözlerinin olduğunu söylese şaşırmam. Bu heriflerin hislerinin en az benim kadar keskin olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca hayvan gibi kuvvetliler. Adamın kılıç darbesini sopamla bloklamama rağmen yarım metre kadar uçtum. Birde orospu çocuğu hem bana kılıç savurmuş, hem de Devasa Memeli Hatun'a tekmeyi geçirmişti. Devasa Memeli Hatun bir anda yere yapışmıştı. Fakat Devasa Memeli Hatun işe yaramaz hale gelmeden önce bana bir kıyak geçip adamın tek bacağını hareketsiz kılmıştı. Tek bacaklı bir orospu çocuğunun karşısında normalde rahatlardım fakat bu herif hem benden hızlı hem de benden güçlü. Tabii ki bu sebeplerden dolayı dövüşü kaybetmeyeceğim. Aramızdaki handikapı kapatmak için kafamı birazcık kullanmam yeterli olur.
Orospu çocuğu, kılıcını yerde iki seksen uzanan Devasa Memeli Hatun'a savurmaya hazırlanıyordu. Adama teşekkür etmem gerekiyor, bu yüzden artık ona orospu çocuğu olarak hitap etmeyeceğim. Beni siktir edip Devasa Memeli Hatun'a saldırmaya çalışması benim acccayip işime geliyor. Bu sayede hem adamı devirebileceğim hem de Devasa Memeli Hatun'u kurtarmış olacağım. Hem adamı yeniyorum hem de dünya kadar memeleri olan hatunu kendime aşık ediyorum! Daha iyi bir şey olabilir mi hiç?
Adam benden hızlı. Yani herhangi bir savurma hamlesi yaparsam büyük ihtimalle Devasa Memeli Hatun ölecek. Onu korumam gerekiyor, daha doğrusu kurtarmam gerekiyor. Şu an en iyisi bir saplama hamlesi yapmak. Ne kadar kılıçlardan nefret etsem de bir kılıç hamlesi yapıyorum. Sopamın ucuyla adamın eline vurursam eminim ki kılıcını düşürür. Ama ıskalama ihtimalim var. O yüzden bu planı şimdilik kenara alıyoruz. Hem aklıma daha iyi bir şey geldi.
Olabildiğince hızlı bir şekilde adama sokulacağım, ardından var gücümle adamın karnına sopamı geçireceğim. En kötü ihtimalle adamı birkaç metre uzağa fırlatabilirim. Eğer olurda vurduktan sonra adam hala kendinde olursa seri darbelerle vücuduna rastgele vurmaya başlayacağım. Adamı hallettikten sonra kadınla rahatlıkla ilgilenebilirim. Yanlış anlamayın, kadını sırf kocaman memeleri var diye kurtarmıyorum. Onu kurtarmamın sebebi ölmesini istememem. Aslında kimsenin ölmesini istemiyorum. Bu adamı çabucak halledebilirsem diğerlerine de yardıma gidebilirim. Göz ucuyla Zac'e baktığımda manyak gibi etrafa alev fışkırttığını gördüm. Zac'le beraber dövüşen çocuğun da omzu kanıyordu. Buradaki işimi bitirdikten sonra onlara yardım etmeye giderim herhalde.
Orospu çocuğu, kılıcını yerde iki seksen uzanan Devasa Memeli Hatun'a savurmaya hazırlanıyordu. Adama teşekkür etmem gerekiyor, bu yüzden artık ona orospu çocuğu olarak hitap etmeyeceğim. Beni siktir edip Devasa Memeli Hatun'a saldırmaya çalışması benim acccayip işime geliyor. Bu sayede hem adamı devirebileceğim hem de Devasa Memeli Hatun'u kurtarmış olacağım. Hem adamı yeniyorum hem de dünya kadar memeleri olan hatunu kendime aşık ediyorum! Daha iyi bir şey olabilir mi hiç?
Adam benden hızlı. Yani herhangi bir savurma hamlesi yaparsam büyük ihtimalle Devasa Memeli Hatun ölecek. Onu korumam gerekiyor, daha doğrusu kurtarmam gerekiyor. Şu an en iyisi bir saplama hamlesi yapmak. Ne kadar kılıçlardan nefret etsem de bir kılıç hamlesi yapıyorum. Sopamın ucuyla adamın eline vurursam eminim ki kılıcını düşürür. Ama ıskalama ihtimalim var. O yüzden bu planı şimdilik kenara alıyoruz. Hem aklıma daha iyi bir şey geldi.
Olabildiğince hızlı bir şekilde adama sokulacağım, ardından var gücümle adamın karnına sopamı geçireceğim. En kötü ihtimalle adamı birkaç metre uzağa fırlatabilirim. Eğer olurda vurduktan sonra adam hala kendinde olursa seri darbelerle vücuduna rastgele vurmaya başlayacağım. Adamı hallettikten sonra kadınla rahatlıkla ilgilenebilirim. Yanlış anlamayın, kadını sırf kocaman memeleri var diye kurtarmıyorum. Onu kurtarmamın sebebi ölmesini istememem. Aslında kimsenin ölmesini istemiyorum. Bu adamı çabucak halledebilirsem diğerlerine de yardıma gidebilirim. Göz ucuyla Zac'e baktığımda manyak gibi etrafa alev fışkırttığını gördüm. Zac'le beraber dövüşen çocuğun da omzu kanıyordu. Buradaki işimi bitirdikten sonra onlara yardım etmeye giderim herhalde.
Misafir- Misafir
5 sayfadaki 10 sayfası • 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10
Similar topics
» Futatsu No Kingu[Zac-Meirin-Ayberk]
» A GRUBU(VINCE-MEIRIN-CLOUS-AYBERK-NIENDA)
» Valko Adası[Meirin][Bitti]
» [Karne] Meirin
» Ayberk Çırak
» A GRUBU(VINCE-MEIRIN-CLOUS-AYBERK-NIENDA)
» Valko Adası[Meirin][Bitti]
» [Karne] Meirin
» Ayberk Çırak
One Piece Rpg :: 4 Deniz Rp :: East Blue
5 sayfadaki 10 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz