Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
2 posters
One Piece Rpg :: 4 Deniz Rp :: East Blue
4 sayfadaki 10 sayfası
4 sayfadaki 10 sayfası • 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Gemi hız kaybediyordu sanki. Gemiyi uğuldatan pervaneler durmuştu. Denizin altında bir huzur vardı şimdi. Sadece sonsuz karanlık ve sıcak bir banyo. Birbirinin sırtını yıkayıp bir süre daha dedikoduya devam ediyorlar Meirin ve Yorokobi. Sıcak saunada 100 dereceye kadar ısınıp soğuk havuza atlayarak vücutlarını güçlendiriyorlardı. Sonrasında normal banyoya girip birbirlerinin sırtlarını keselemişlerdi.
Havluya sarılıp kıyafetlerini giymek için soyunma odasına geldiklerinde Yorokobi "Sanırım bu sıcak banyodan sonra bir uyku çekebiliriz." diyor kolunu boynunun arkasına alıp esnerken. Havludan kurtulan memeleri özgürlüklerini bir aşağı bir yukarı sallanarak kutlarken havlu kayıp düşüyor ve bir kahkaha koyuyor Yorokobi ve sarılıyor Meirin'e..
Zac'in söylediklerini dinlerken Gafas önce gülüyor sonra daha fazla gülüyor, en sonra Zac sorusunu sorduğunda ise bakışlarını aşağı indiriyor. Yanakları kızarıyor. "Şey nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum. Şey." diyor utanarak. "Lütfen bu aramızda kalsın ama sanırım, ben Teğmen Meirin'i..." diyor cümlesini bitirmeden kapı çalıyor ve Ayberk içeri giriyor. Çiçek ve çikolatayı verince Gafas'ın göz bebekleri büyüyor. "Ama, ama..." diyebiliyor ancak.
Ayberk koridorda yürümeye başlamış, yeni arkadaşına görevin başarılı olacağını söyleyecekken bir anons duyuluyor tüm gemide.
"Adaya varmamıza 10 dakika kaldı. Herkes görev yerlerine geçsin. Tüm motorlar yerimiz tespit edilmesin diye kapatıldı. Gemide tam bir sessizlik olmalı. Tüm rütbeliler yönetim odasına gelsin." diyor Kaptan Fumador'un sesi. Tüm odaların kapıları açılıyor. Herkes odalardan çıkıp görev yerlerine gitmeye başlıyor.
Yüzbaşı Gafas ciddileşip hemen ayağa kalkıyor ve Zac'e bakıp "Gidelim!" diyor ve koridorda Ayberk'i yakalıyorlar...
Havluya sarılıp kıyafetlerini giymek için soyunma odasına geldiklerinde Yorokobi "Sanırım bu sıcak banyodan sonra bir uyku çekebiliriz." diyor kolunu boynunun arkasına alıp esnerken. Havludan kurtulan memeleri özgürlüklerini bir aşağı bir yukarı sallanarak kutlarken havlu kayıp düşüyor ve bir kahkaha koyuyor Yorokobi ve sarılıyor Meirin'e..
Zac'in söylediklerini dinlerken Gafas önce gülüyor sonra daha fazla gülüyor, en sonra Zac sorusunu sorduğunda ise bakışlarını aşağı indiriyor. Yanakları kızarıyor. "Şey nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum. Şey." diyor utanarak. "Lütfen bu aramızda kalsın ama sanırım, ben Teğmen Meirin'i..." diyor cümlesini bitirmeden kapı çalıyor ve Ayberk içeri giriyor. Çiçek ve çikolatayı verince Gafas'ın göz bebekleri büyüyor. "Ama, ama..." diyebiliyor ancak.
Ayberk koridorda yürümeye başlamış, yeni arkadaşına görevin başarılı olacağını söyleyecekken bir anons duyuluyor tüm gemide.
"Adaya varmamıza 10 dakika kaldı. Herkes görev yerlerine geçsin. Tüm motorlar yerimiz tespit edilmesin diye kapatıldı. Gemide tam bir sessizlik olmalı. Tüm rütbeliler yönetim odasına gelsin." diyor Kaptan Fumador'un sesi. Tüm odaların kapıları açılıyor. Herkes odalardan çıkıp görev yerlerine gitmeye başlıyor.
Yüzbaşı Gafas ciddileşip hemen ayağa kalkıyor ve Zac'e bakıp "Gidelim!" diyor ve koridorda Ayberk'i yakalıyorlar...
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Oldukça huzur vericiydi. Yaşam ve ölüm arasında gidip gelmemek, sıradaki hamlemi düşünmek zorunda olmamak... Her an tedirgin bir biçimde tetikte beklememek ve belkide en önemlisi, yalnız bir şekilde vakit geçirmemek... Aradığım huzuru, denizin derinliklerinde yol alan bu deniz altının içindeki bir banyoda bulacağımı beklemiyordum. Yine de eski çağlarda yaşamış bir bilgenin söylediği gibi, iyi şeyler hep beklemediğimiz anlarda gelir. Bende de aynen bu şekilde olmuştu. İstediğim şey güç değildi. İstediğim şey para da değildi. Şan, şöhret, güzel yiyecekler veya şık kıyayetler de istemiyordum. İstediğim tek şey yanında rahat olabileceğim, geleceği düşünmeden eğlenebileceğim,dışlanma korkusu olmadan birlikte rahatça vakit geçirebileceğim birkaç arkadaşım olmasıydı. Bu isteğime giden yolu bugün açmıştım. İzumi-sensei, sonunda benim de bir arkadaşım oldu!
Saunadaki sıcak hava vücudumuzu uyuştururken, Yorokobi-san ile birlikte birbirimizin sırtını yıkamıştık. Sıcaklıktan dolayı terleyen vücutlarımızın üzerinden sıcak suyun akması,suyun omuzlarımızdan yavaşça kayıp belimize doğru ilerlemesi...Enfes bir histi! Üstelik yaptığımız dedikodular da cabası! Sauna yalnız başına gelmediğin taktirde oldukça eğlenceli bir yer olabiliyordu. Böyle bir şeyi tecrübe ettiğim için mutluydum. Sauna'dan çıkmamızın ardından kendimizi tekrardan soğuk suya bırakmıştık. Vücutlarımız kaynadığından bu sefer soğuk suda daha fazla kalabilmiştik. Yine de kısa bir süre sonra soğuk havuzdan çıkmak zorunda kalmıştık.
Oradan çıkmamızın ardından normal banyoya gidip birbirimizin sırtını keselemiştik. Eğlenceliydi. Yanımda biri olduğundan tüm bu sıkıcı aktiviteler bile bana eğlenceli geliyordu. Duş faslı hiç bitmesin istiyordum. Yine de sonsuza kadar yıkanacak değildik. Bir süre sonra havlulara sarılmış ve kıyafetlerimizi giymek için soyunma odasına gitmiştik. Kıyafetlerimizi giyeceğimiz sırada Yorokobi-san esneyerek artık uyuyabileceğimizi söylemişti. Esnerken havlusunu bıraktığından dolayı, Yorokobi-san'ın fizik kurallarına aykırı memelerini bir kez daha görmüştüm.Yine de artık bu duruma alışmıştım sanırım. Sabahtan beri kendileriyle pek çok kez göz göze gelmiştim sonuçta.
Yorokobi-san da böyle düşünüyor olacak ki, havlusunu yukarı çekmek yerine bir kahkaha attı ve bana sarıldı. Evet,sarıldı! Kim bilir en son ne zaman biri bana sarılmıştı? Teşekkürler Yorokobi-san, iyi ki varsın. Sen olmasan asla bu kadar güzel bir gün geçiremezdim.
Birbirimize sarıldığımız sırada hoparlörden bir anons sesi duymuştuk. Ses kaptan Fumador'a aitti ve adaya varmamıza az kaldığını,sessiz olmamız gerektiğini, bütün rütbelilerin yönetim odasına gelmesi gerektiğini söylüyordu. Artık eğlenceli zamanlar bitmiş ve iş vakti gelmişti. Yorokobi-san'a bakıp gülümseyerek: ''Sanırım uyku vakti başka bir zamana kaldı.Şimdi iş zamanı.'' diyeceğim. Ardından da ''Hadi giyinelim ve yönetim odasına çıkalım.Hem seninki de oradadır.'' diyecek ve hafif bir kahkaha atacağım.
Saunadaki sıcak hava vücudumuzu uyuştururken, Yorokobi-san ile birlikte birbirimizin sırtını yıkamıştık. Sıcaklıktan dolayı terleyen vücutlarımızın üzerinden sıcak suyun akması,suyun omuzlarımızdan yavaşça kayıp belimize doğru ilerlemesi...Enfes bir histi! Üstelik yaptığımız dedikodular da cabası! Sauna yalnız başına gelmediğin taktirde oldukça eğlenceli bir yer olabiliyordu. Böyle bir şeyi tecrübe ettiğim için mutluydum. Sauna'dan çıkmamızın ardından kendimizi tekrardan soğuk suya bırakmıştık. Vücutlarımız kaynadığından bu sefer soğuk suda daha fazla kalabilmiştik. Yine de kısa bir süre sonra soğuk havuzdan çıkmak zorunda kalmıştık.
Oradan çıkmamızın ardından normal banyoya gidip birbirimizin sırtını keselemiştik. Eğlenceliydi. Yanımda biri olduğundan tüm bu sıkıcı aktiviteler bile bana eğlenceli geliyordu. Duş faslı hiç bitmesin istiyordum. Yine de sonsuza kadar yıkanacak değildik. Bir süre sonra havlulara sarılmış ve kıyafetlerimizi giymek için soyunma odasına gitmiştik. Kıyafetlerimizi giyeceğimiz sırada Yorokobi-san esneyerek artık uyuyabileceğimizi söylemişti. Esnerken havlusunu bıraktığından dolayı, Yorokobi-san'ın fizik kurallarına aykırı memelerini bir kez daha görmüştüm.Yine de artık bu duruma alışmıştım sanırım. Sabahtan beri kendileriyle pek çok kez göz göze gelmiştim sonuçta.
Yorokobi-san da böyle düşünüyor olacak ki, havlusunu yukarı çekmek yerine bir kahkaha attı ve bana sarıldı. Evet,sarıldı! Kim bilir en son ne zaman biri bana sarılmıştı? Teşekkürler Yorokobi-san, iyi ki varsın. Sen olmasan asla bu kadar güzel bir gün geçiremezdim.
Birbirimize sarıldığımız sırada hoparlörden bir anons sesi duymuştuk. Ses kaptan Fumador'a aitti ve adaya varmamıza az kaldığını,sessiz olmamız gerektiğini, bütün rütbelilerin yönetim odasına gelmesi gerektiğini söylüyordu. Artık eğlenceli zamanlar bitmiş ve iş vakti gelmişti. Yorokobi-san'a bakıp gülümseyerek: ''Sanırım uyku vakti başka bir zamana kaldı.Şimdi iş zamanı.'' diyeceğim. Ardından da ''Hadi giyinelim ve yönetim odasına çıkalım.Hem seninki de oradadır.'' diyecek ve hafif bir kahkaha atacağım.
Misafir- Misafir
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Heh! Cidden bu karargaha düştüğümden beri, evet özellikle 'düştüm' diyorum çünkü gerçekten Logetown karargahı bayağı bayağı tuhaf bir karargah. Anlayacağın adamım, burası benim için bir cehenneme dönüşmeye başladı. Yavşak Han'dan tut, Anitor'a kadar bir çok insan ile çok şey yaşadım ve şimdi gram alakam olmayan bir aşk dedikodusu için koskoca Yüzbaşı'ya, Yüzbaşı Gafas'a hesap veriyorum oda tuhaf mıdır nedir konuşmam sırasında kademeli olarak gülüşlerini attırıp son sorduğum soru üzerine kızarıp utanıyor. Vallahi bunaldım, yemin ediyorum ergenlik hormanlarıma uyup kendi asacam artık, hayat çok zor! Hayır hayır... Hayat değil, bu karargah ve onların görevli insanları çok zor amına koyim. Tamam hayatta ucundan falan zor ama bu karargah başka bir seviye yeminlen. Tek bir düzgün adam Kaptan gibi duruyor ama ondanda şüphelenmiyor değilim hani, onunda bir tuhaflığı vardır kesin. Neyse doğru düşelim, doğru olalım.
Yüzbaşı Gafas, bayağı bayağı utanırken hiçbir şey anlamamış bir şekilde etrafıma bakıp, saçlarımı refleks olarak geriye doğru kaldırıyordum. Kızıl saçlarım koyu renklerle donatılmış odada ön plana çıkarken simsiyah gözlerim ise odayla ahenk içerisinde hareket ediyordu. Gerçi şimdi ne alakası var bilmiyorum ama babam vakti zamanında siyah renkte göz yoktur demişti. Aman neyse, aynaya bakınca bas baya benimki simsiyah görünüyor. Gördüğüme mi inanayım babama mı adamım? Sen söyle, neyse siktir et söyleme, heh! Niye biliyor musun babam haklıdır. Benim ki çok koyu bir kahverengidir. Evet evet kesinlikle öyledir! Neyse Yüzbaşı Gafas, en sonunda konuşmaya başladığında alışık olmadığımdan dolayı şaşkınlıktan gözlerim bir haftadır sıçmamış bir adamın boku kadar büyümüştü. Koskoca Yüzbaşı, benimle konuşurken şey gibi terimler kullanıp ne söyleyeceğinden emin olamıyordu. Yok canım sende! Uyudum rüya falan görüyorum da benim mi haberim yok amısına koyayım?
Hayır bu bir rüya değildi. Kendimi çimdikleyerek bunu teyit etmiştim. Yüzbaşı Gafas, konuşmasına devam ettiğinde ise söyleyeceği şeyin aramızda kalmasını rica edip, tam ağzındaki baklayı çıkartacaktı ki kapının çalması ile sözünü kesti ve içeriye giren Ayberk ile anlık olarak dikkatini üzerimden çekti. Ayberk elindeki çiçek ve çikolatayı Yüzbaşı Gafas'a verdiğinde aklıma Anitor geldi direk. Benim aksime Ayberk, Anitor'un isteğini yapmış gibi görünüyordu.
Gerçi onu bunu siktir ette anasını satayım karargah iyice aşk yuvasına döndü ha, başlayacam. Şu görevden sonra tayinimi isteyecem, sıçarlar baba! Yoksa bende kafayı yerim burada.
Yüzbaşı aldığı hediyeler karşısında afalayıp itiraz edecek gibi olsada edememişti. Bak sana yemin ediyorum bu işin sonunda Yüzbaşı Gafas lezbiyen çıkıp Teğmen Meirin'e aşık değilse benim her bildiğim yalan. J.J Anitor'da Elizabeth'e devam etsin bir zahmet. Kız lez çıktı adamım, lez! Valla tayini mi verecem ben, başka türlüsü yaş valla.
Aklımda deli düşünceler ile dalıp gitmişken bir süredir hareket etmediğini fark ettiğim denizaltının neden durduğunu Kaptan Fumador'un tüm deniz altında duyulan konuşması ile öğrenmiş olmuştum. Söylediğine göre adaya on dakika kalmış ve fark edilmemek için motorları kapamışlar. Ayrıca tüm rütbeliler yönetim odasında toplanacakmış, oh be sonunda pembe romandan çıkıp denizciliğe geri döneceğiz. Ayberk çoktan odadan çıkıp koridorda yürümeye başlamıştı. Bense yine Yüzbaşı ile odada baş başa kalmıştım. Neyse ki sonunda Yüzbaşı Gafas ciddileşip harekete geçmişti. Vallahi acıtasyon yapıp omzumda ağlayacak diye korkuyordum ben ama neyse ki öyle olmadı, verilmiş sadakamız varmış valla. Neyse, bir şey demeyecek ve sessiz sessiz yürüyecektim yönetim odasına doğru. Eğer düşündüğüm gibi bir lezlik varsa ortada, beni bağlamazdı valla. İşime bakacaktım ben, pek ilgilendirmiyordu beni. Gerçi onlarda gitsinler yani başka bir yerde aşklarını yaşasınlar, dimi kardeş?
Yüzbaşı Gafas, bayağı bayağı utanırken hiçbir şey anlamamış bir şekilde etrafıma bakıp, saçlarımı refleks olarak geriye doğru kaldırıyordum. Kızıl saçlarım koyu renklerle donatılmış odada ön plana çıkarken simsiyah gözlerim ise odayla ahenk içerisinde hareket ediyordu. Gerçi şimdi ne alakası var bilmiyorum ama babam vakti zamanında siyah renkte göz yoktur demişti. Aman neyse, aynaya bakınca bas baya benimki simsiyah görünüyor. Gördüğüme mi inanayım babama mı adamım? Sen söyle, neyse siktir et söyleme, heh! Niye biliyor musun babam haklıdır. Benim ki çok koyu bir kahverengidir. Evet evet kesinlikle öyledir! Neyse Yüzbaşı Gafas, en sonunda konuşmaya başladığında alışık olmadığımdan dolayı şaşkınlıktan gözlerim bir haftadır sıçmamış bir adamın boku kadar büyümüştü. Koskoca Yüzbaşı, benimle konuşurken şey gibi terimler kullanıp ne söyleyeceğinden emin olamıyordu. Yok canım sende! Uyudum rüya falan görüyorum da benim mi haberim yok amısına koyayım?
Hayır bu bir rüya değildi. Kendimi çimdikleyerek bunu teyit etmiştim. Yüzbaşı Gafas, konuşmasına devam ettiğinde ise söyleyeceği şeyin aramızda kalmasını rica edip, tam ağzındaki baklayı çıkartacaktı ki kapının çalması ile sözünü kesti ve içeriye giren Ayberk ile anlık olarak dikkatini üzerimden çekti. Ayberk elindeki çiçek ve çikolatayı Yüzbaşı Gafas'a verdiğinde aklıma Anitor geldi direk. Benim aksime Ayberk, Anitor'un isteğini yapmış gibi görünüyordu.
Gerçi onu bunu siktir ette anasını satayım karargah iyice aşk yuvasına döndü ha, başlayacam. Şu görevden sonra tayinimi isteyecem, sıçarlar baba! Yoksa bende kafayı yerim burada.
Yüzbaşı aldığı hediyeler karşısında afalayıp itiraz edecek gibi olsada edememişti. Bak sana yemin ediyorum bu işin sonunda Yüzbaşı Gafas lezbiyen çıkıp Teğmen Meirin'e aşık değilse benim her bildiğim yalan. J.J Anitor'da Elizabeth'e devam etsin bir zahmet. Kız lez çıktı adamım, lez! Valla tayini mi verecem ben, başka türlüsü yaş valla.
Aklımda deli düşünceler ile dalıp gitmişken bir süredir hareket etmediğini fark ettiğim denizaltının neden durduğunu Kaptan Fumador'un tüm deniz altında duyulan konuşması ile öğrenmiş olmuştum. Söylediğine göre adaya on dakika kalmış ve fark edilmemek için motorları kapamışlar. Ayrıca tüm rütbeliler yönetim odasında toplanacakmış, oh be sonunda pembe romandan çıkıp denizciliğe geri döneceğiz. Ayberk çoktan odadan çıkıp koridorda yürümeye başlamıştı. Bense yine Yüzbaşı ile odada baş başa kalmıştım. Neyse ki sonunda Yüzbaşı Gafas ciddileşip harekete geçmişti. Vallahi acıtasyon yapıp omzumda ağlayacak diye korkuyordum ben ama neyse ki öyle olmadı, verilmiş sadakamız varmış valla. Neyse, bir şey demeyecek ve sessiz sessiz yürüyecektim yönetim odasına doğru. Eğer düşündüğüm gibi bir lezlik varsa ortada, beni bağlamazdı valla. İşime bakacaktım ben, pek ilgilendirmiyordu beni. Gerçi onlarda gitsinler yani başka bir yerde aşklarını yaşasınlar, dimi kardeş?
Zachariah- Mesaj Sayısı : 111
Kayıt tarihi : 22/01/16
Nerden : Logetown
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Odaya girdiğimde karşılaştığım manzara beni oldukça fazla şaşırtmıştı. Zac oldukça ciddi bir şekilde duruyor(her zamanki gibi), Gafas ise kıpkırmızı bir suratla Zac'e bir şeyler diyordu. Hemencecik oradan çıkmam gerektiğini anlamıştım. Çiçekler ve çikolatayla beraber odadan çıkmak istedim fakat yapamazdım. Bizim sözümüz senettir, yapacağım dediysem yaparım. Hızlıca ortamı terk etmek için çiçekleri Gafas'ın eline sıkıştırıp kaçtım. Beni gördüğünde oldukça şaşırmıştı Yüzbaşı fakat yapabileceğim bir şey yoktu.
Şimdi kankama ne diyeceğim? Gafas'ın Zac'ten hoşlandığını söylersem eminim çok üzülür ve Zac'e saldırır. Direk reddettiğini söylesem nasıl olur? Yok, o zaman da çok üzülür... Buldum! Ona sadece gördüklerimi anlatırsam hiçbir sıkıntı çıkmaz. Yüzbaşı bana bir cevap vermedi sonuçta değil mi? Sessiz kaldığını söylersem eminim bir şekilde halledebilirim...
Kankamın odasına doğru yürürken bütün gemi bir sesle yankılanmaya başladı. On dakika içerisinde adaya varacağımızı ve dövüşe başlayacağımızı belirtiyordu bu anons. Ayrıca benim gibi rütbelilerin yönetim odasına gitmesini istemişlerdi. Adımlarımı birazcık hızlandırarak yönetim odasına doğru ilerlemeye başladım. Kısa bir süre sonra Yüzbaşı Gafas ve Zac'te bana yetişivermişlerdi. Üçümüz beraber yönetim odasına doğru ilerlemeye başladık.
Bu görev esnasında elbette ölen insanlar olacak fakat buna yapabileceğim bir şey yok. Gönül ister ki hiçbir kayıp vermeden bu savaşı sonlandırabilelim. Yine de benim elimden kimse can vermeyecek!
Şimdi kankama ne diyeceğim? Gafas'ın Zac'ten hoşlandığını söylersem eminim çok üzülür ve Zac'e saldırır. Direk reddettiğini söylesem nasıl olur? Yok, o zaman da çok üzülür... Buldum! Ona sadece gördüklerimi anlatırsam hiçbir sıkıntı çıkmaz. Yüzbaşı bana bir cevap vermedi sonuçta değil mi? Sessiz kaldığını söylersem eminim bir şekilde halledebilirim...
Kankamın odasına doğru yürürken bütün gemi bir sesle yankılanmaya başladı. On dakika içerisinde adaya varacağımızı ve dövüşe başlayacağımızı belirtiyordu bu anons. Ayrıca benim gibi rütbelilerin yönetim odasına gitmesini istemişlerdi. Adımlarımı birazcık hızlandırarak yönetim odasına doğru ilerlemeye başladım. Kısa bir süre sonra Yüzbaşı Gafas ve Zac'te bana yetişivermişlerdi. Üçümüz beraber yönetim odasına doğru ilerlemeye başladık.
Bu görev esnasında elbette ölen insanlar olacak fakat buna yapabileceğim bir şey yok. Gönül ister ki hiçbir kayıp vermeden bu savaşı sonlandırabilelim. Yine de benim elimden kimse can vermeyecek!
Misafir- Misafir
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Devasa gemiye sessizlik hakimdi. Koridorlarda yanıp sönen kırmızı ışıkları takip etmesi gereken alarm sesi yoktu. Bağırıp emir veren üstlerde yoktu. Sadece herkes görev bilinciyle yerine koşuyordu ve bunu ellerinden geldiğince sessizce yapıyorlardı. Ayberk, Zac ve Gafas 2. kata indiklerinde yolda Meirin ve Yorokobi ile karşılaşıyorlar. Gafas ve Yorokobi aynı anda kafalarını eğiyorlar ve yüzleri kızarıyor. Hep birlikte yönetim katına indiklerinde J. Anitor'un yönetim odasının karşısında tabelasız bir odanın kapısının önünde beklediğini görüyorlar. Ayberk'e 'okey mi?' anlamında ellerini yuvarlak yapıp gösteriyor. Diğerleri bunu hakaret olarakta anlayabilir pekala.
Gafas kapıyı çalıp yönetim odasına giriyor. Odada Kaptan Fumador ve Kaptan Hado dışında Ruta, Cubis ve 4 tane takım elbiseli adam daha olduğunu fark ediyorlar. Birden sağ tarafına doğru bakıp diz çöküyor Yüzbaşı Gafas. Diğerleri bir şey göremesede Ayberk o karanlıkta koltukta oturan bir adam görüyor. Sonra odada ki tüm ışıklar değişiyor. Tüm oda karanlığa gömülürken, karanlık bir güneş doğuyor. Sarı saçları ve mavi gözleri ışık saçarken koltuğun üzerinde bir adam görüyor hepsi.
"Özür dilerim efendim. Burada olduğunuzu fark etmedim." diyor Gafas gizemli adama.
"KinKinKin, bir korsanın önünde diz çökmenin doğru olduğuna emin misin Gafas? Ya da bir hükümet köpeği mi demeliyim." diyor gülerek.
"Siz ekselansları önünde saygımı göstermeliyim."
"Kesinlikle göstermelisin." diyor gizemli adam, yüzünde büyük bir gülümseme ile.
"Teğmen Meirin." diyor ellerini Meirin'in saçlarının arasında gezdirirken.
"Hala burnunu sokmaman gereken yerlere sokuyor musun?" diyor yüzünde aynı gülümseme ile.
"Ama sanırım sen neler olup bittiğinden haberdar değilsin." diye bitiriyor ve koltuğuna dönüyor, ışıklar normale dönüyor ama hala odada ki en parlak şey Tora Kin gibi görünüyor.
Gafas'ın işaretiyle masaya gittiklerinde masada bir harita görüyorlar. Bir hilalin içinde ki daire şeklinde çizilmiş adanın üzerine "Azuma Jigoku" diye not düşülmüş.
Hilal kısmı olan arka kısıma giriş imkansız yazılmış ve ön taraftaki yuvarlak kısımda ise 136 top olduğu not edilmiş.
"Haritada gördüğünüz gibi bu adaya giriş imkansız. En ufak bir hatada 136 top atışına maruz kalabiliriz. Ekselansları Tora Kin bizi onurlandırarak yardım teklif etti. Onun yardımıyla bu görev çok basit olacak." diyor Kaptan Fumador.
"Kaptan Hado ve odada bulunan 4 adamı kendi birliklerini yönetecekler. Biz Louge Town ekibi olarak Koramiral Dios'un edindiği bilgilerden ve bizim adaya gelmemizin asıl sebebi Devrimcilerin gizli silahını bulup yok edeceğiz. Kıyı kesiminde gizli bir girişin olduğu bilgisini aldık. Onu bulup içeri sızacağız." diye devam etti Kaptan Fumador. Ağzını açıp devam edecekken, Tora Kin araya girdi.
"KinKinKin. Shinrai de orada sanırım. Ha Fumador? Söyle, sağ gözün sızlıyor mu?" diyor
"Evet efendim." demekle yetiniyor yumruk yaptığı elini masaya koyarken.
Gemiyi yöneten asker gelip "Vardık efendim. Gemiyi yüzeye çıkarmamı ister misiniz?" deyip gergin ortamı dağıtıyor.
"Hemen." diye cevap veriyor Kaptan Fumador ve kapıyı açıp üst katlara ilerliyor. Kaptan Hado ve sonrasında Gafas'ta kapıdan çıkıyor...
Gafas kapıyı çalıp yönetim odasına giriyor. Odada Kaptan Fumador ve Kaptan Hado dışında Ruta, Cubis ve 4 tane takım elbiseli adam daha olduğunu fark ediyorlar. Birden sağ tarafına doğru bakıp diz çöküyor Yüzbaşı Gafas. Diğerleri bir şey göremesede Ayberk o karanlıkta koltukta oturan bir adam görüyor. Sonra odada ki tüm ışıklar değişiyor. Tüm oda karanlığa gömülürken, karanlık bir güneş doğuyor. Sarı saçları ve mavi gözleri ışık saçarken koltuğun üzerinde bir adam görüyor hepsi.
"Özür dilerim efendim. Burada olduğunuzu fark etmedim." diyor Gafas gizemli adama.
"KinKinKin, bir korsanın önünde diz çökmenin doğru olduğuna emin misin Gafas? Ya da bir hükümet köpeği mi demeliyim." diyor gülerek.
"Siz ekselansları önünde saygımı göstermeliyim."
"Kesinlikle göstermelisin." diyor gizemli adam, yüzünde büyük bir gülümseme ile.
- Ekselansları-Shicibukai Tora Kin:
"Teğmen Meirin." diyor ellerini Meirin'in saçlarının arasında gezdirirken.
"Hala burnunu sokmaman gereken yerlere sokuyor musun?" diyor yüzünde aynı gülümseme ile.
"Ama sanırım sen neler olup bittiğinden haberdar değilsin." diye bitiriyor ve koltuğuna dönüyor, ışıklar normale dönüyor ama hala odada ki en parlak şey Tora Kin gibi görünüyor.
Gafas'ın işaretiyle masaya gittiklerinde masada bir harita görüyorlar. Bir hilalin içinde ki daire şeklinde çizilmiş adanın üzerine "Azuma Jigoku" diye not düşülmüş.
Hilal kısmı olan arka kısıma giriş imkansız yazılmış ve ön taraftaki yuvarlak kısımda ise 136 top olduğu not edilmiş.
"Haritada gördüğünüz gibi bu adaya giriş imkansız. En ufak bir hatada 136 top atışına maruz kalabiliriz. Ekselansları Tora Kin bizi onurlandırarak yardım teklif etti. Onun yardımıyla bu görev çok basit olacak." diyor Kaptan Fumador.
"Kaptan Hado ve odada bulunan 4 adamı kendi birliklerini yönetecekler. Biz Louge Town ekibi olarak Koramiral Dios'un edindiği bilgilerden ve bizim adaya gelmemizin asıl sebebi Devrimcilerin gizli silahını bulup yok edeceğiz. Kıyı kesiminde gizli bir girişin olduğu bilgisini aldık. Onu bulup içeri sızacağız." diye devam etti Kaptan Fumador. Ağzını açıp devam edecekken, Tora Kin araya girdi.
"KinKinKin. Shinrai de orada sanırım. Ha Fumador? Söyle, sağ gözün sızlıyor mu?" diyor
"Evet efendim." demekle yetiniyor yumruk yaptığı elini masaya koyarken.
Gemiyi yöneten asker gelip "Vardık efendim. Gemiyi yüzeye çıkarmamı ister misiniz?" deyip gergin ortamı dağıtıyor.
"Hemen." diye cevap veriyor Kaptan Fumador ve kapıyı açıp üst katlara ilerliyor. Kaptan Hado ve sonrasında Gafas'ta kapıdan çıkıyor...
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Giyinmemizin ardından, Yorokobi-san ile birlikte banyodan çıktık ve yönetim odasına doğru ilerlemeye başladık. Koridorlarda yanıp sönen kırmızı ışıklar eşliğinde yürüyüp ikinci kata indik. İkinci katta ilerlediğimiz sırada Ayberk, Zachariah ve Yüzbaşı Gafas ile karşılaştık. Bu karşılaşma dün olsaydı olayı gayet normal karşılardım; fakat Ayberk'i gördüğüm gibi başımı Yorokobi-san'a çevirip hafifçe sırıttım. Yorokobi-san ise çoktan başını eğerek kızarmış yüzünü saklamıştı! Ahahahaha! Aşk güzel bir şey olmalı. Umarım ben de bir gün bana, Yorokobi-san'ın hissettiği şeyleri hissettirebilecek biri ile tanışırım. Yorokobi-san'a bakmayı bırakıp tekrardan diğer üçlüye baktığımda, Yüzbaşı Gafas'ın da yüzünün kızardığını gördüm. Hasta falan mıydı acaba? Yine de bunu pek takmadım. Klasik selamlaşmalardan sonra hep birlikte yönetim katına doğru yürümeye başlamıştık zaten.
Yönetim katına vardığımızda, yönetim odasının hemen karşısında garip görünümlü bir adam gördüm. Bu adamı ne karargaha ilk geldiğimde ne de kutsal ejder görevi sırasında görmüştüm. Kim olduğunu henüz tam olarak bilmediğim adam, Bize doğru bakıp elleri ile garip bir işaret yapıyordu. Bu yuvarlak işaretinin ne olduğunu çözememiştim açıkçası. Bu durum garibime gitse de Yüzbaşı Gafas bu duruma aldırmamış olacak ki, yönetim odasının kapısını çaldı ve içeri doğru hareket etti. Ben de az önce yaşadıklarımı boşverip onun ardından, diğerleri ile birlikte içeri girdim.
Yönetim odasına girdiğimizde çoğu rütbelinin bizden önce odaya varmış olduğunu fark ettim. Rotacımız Ruta, Aşçı Cubis ve dört takım elbiseli adam vardı odada. Ayrıca Kaptan Fumador ve Kaptan Hado da odadaydı. Odadaki insan sayısı, bizimle birlikte 13-14 kişi ediyordu. Ben odanın bu kadar kalabalık olmasından sıkılırken, sağ tarafına bakmakta olan Yüzbaşı bir anda dizlerinin üzerine çöktü. Sağ tarafa baktığımda bir şey görememiş ve yüzbaşının bu hareketine bir anlam verememiştim.
Derken bir anda tüm ışıklar söndü ve odanın her tarafı karanlığı gömüldü. Acaba elektrikler falan mı kesilmişti? Neler olduğunu anlamaya çalıştığım sırada, Yüzbaşının az önce baktığı tarafın parladığını fark ettim. Evet, sağ taraftaki koltukta oturan sarı saçlara, mavi gözlere, keskin yüz hatlarına sahip güzel kıyafetler giymiş; süper, über, hiper yakışıklı adam bir güneş gibi parlıyordu! Ne kadar da havalı bir girişti böyle! Eğer bu güzel girişten sonraki konuşmalarıyla ne kadar sinir bozucu biri olduğunu belli etmeseydi, ondan hoşlanabilirdim bile; fakat ne yazık ki öyle olmadı.
Kinkinkinkin şeklinde gülen adam, Önce Yüzbaşına bir korsanın önünde diz çökmesinin doğru bir davranış olup olmadığını sormuş, daha sonra aldığı cevap üzerine de Yüzbaşına gülmüş ve kesinlikle kendisine saygı göstermesi gerektiğini söylemişti. Ardından Yüzbaşına kaptanımızın yanına gideceğini söylemiş ve yanıma doğru yürümeye başlamıştı. Ne yapıyordu bu adam böyle? Sanki tüm yetki kendisindeymiş, buraların kralı oymuş gibi davranıyordu. Böyle tipleri hiç sevmiyordum.
Yanıma gelip tüm ihtişamı ile karşımda dikilen bu adam, bir anda elini benim saçlarım arasında gezdirmeye başlamış ve bana hala burnumu sokmamam gereken işlere karışıp karışmadığımı sormuştu. Bu soru üzerine şaşırmış ve olduğum yerde kalakalmıştım. Acaba bu adam benim hakkımda neler biliyordu? Daha da önemlisi hangi işe burnumu sokmuşum ki ben? Kutsal ejder görevinden mi bahsediyordu yoksa? Ne cevap vereceğimi düşündüğüm sırada neler olup bittiğinden haberdar olmadığımı söylemiş ve beni bırakıp koltuğuna geri dönmüştü. Neler oluyordu be? neden haberdar değildim ben? Yoksa kader yine beni yerin dibine çekmek için ağlarını örmeye başlamıştı da benim mi haberim yoktu?
Sinirli bir şekilde bu artist adamın koltuğuna geri dönüşünü izlerken tüm ışıklar geri gelmişti.Işıkların gelmesinin ardından, Yüzbaşı Gafas bizi masasının yanına çağırmıştı. Ben de hal ve hareketleri ile Ayberk-2 olduğunu ispatlayan bu adamı bırakıp masaya doğru hareket etmiştim. Masaya vardığımda masadaki harita ilişti gözüme. Haritada bir hilal vardı ve hilanin içinde çember şeklinde bir ada vardı. Adanın üzerindeyse ''Azuma Jigoku'' yazıyordu. Haritanın hilal kısmının olduğu tarafta girişin imkansız olduğu yazıyordu. Ön tarafta ise 136 top olduğu yazıyordu. Yoksa... bu 136 top dedikleri, devrimcilerin sahip olduğu top sayısını mı gösteriyordu? Yok artık! Eğer öyleyse bu adaya nasıl girecektik ki? Arka tarafa direkt imkansız yazılmıştı, ön tarafta ise 136 top vardı. Koramiral Dios bile buraya tek başına giremezdi kesin. Biz nasıl girecektik?
Ben endişeli bir şekilde bu düşünceler içinde boğuşurken, Kaptan Fumador sanki aklımı okuyormuşcasına bu konu ile ilgili konuşmaya başladı. Normalde adaya girmenin imkansız olduğunu; fakat bay egonun bize yardım edeceğini ve onun sayesinde görevin oldukça kolay bir şekilde halledileceğini söylüyordu Kaptanımız. Demek bu adam bu kadar güçlü biriydi.
Her neyse, kaptanımız konuşmasının devamında Kaptan Hado ve yanındaki dört adamın kendi birliklerini yöneteceğini, bizimse adadaki gizli bir silahı bulup yok edeceğimizi söylemişti. Bu gizli silahı ise kıyı kesimindeki gizli bir girişten girerek yok edecekmişiz. Kaptan Hado'nun anlattığı plan bana gayet mantıklı gelmişti. Sayımız hala onların üçte biriydi; fakat gizli bir girişten geçip sürpriz bir saldırı yaparak silahlarını yok edersek başarılı olabilirdik.
Kaptanımız konuşmasını bitirdiği sırada, bay egonun 'kinkinkin' şeklinde attığı kahkahalar tekrardan odayı kaplamıştı. Dışı güzel içi kötü olan bu adam, Shinrai diye bir adamın da orada olacağını söylemiş ve kaptanımıza sağ gözünün sızlayıp sızlamadığını sormuştu. Kaptan Fumador, her ne kadar bu sorudan memnun olmadığı yüzünden anlaşılsa da; soruya nazik bir şekilde, Tora adlı adamı onaylayarak cevap vermişti.
Derken içeri bir denizci girmişti ve Kaptana vardığımızı söyleyip gemiyi yüzeye çıkarmakla ilgili bir soru sormuştu. Kaptan Fumador ise hemen geminin yüzeye çıkarılmasını söylemiş ve kapıyı açıp üst katlara doğru ilerlemişti. Kaptan Fumador'u, Kaptan Hado ve Yüzbaşı Gafas takip etmişti.
Aklımda bir dünya soru vardı. Gizli silah dedikleri neydi? Onu nasıl yok edecektik? Bu sarışın adam kimdi böyle? Şimdi ne olacaktı? Diğerlerini takip edersem bu sorularıma bir cevap bulabileceğime inandığımdan ben de kapıya doğru hareket edecek ve Yüzbaşını takip edecektim.
Yönetim katına vardığımızda, yönetim odasının hemen karşısında garip görünümlü bir adam gördüm. Bu adamı ne karargaha ilk geldiğimde ne de kutsal ejder görevi sırasında görmüştüm. Kim olduğunu henüz tam olarak bilmediğim adam, Bize doğru bakıp elleri ile garip bir işaret yapıyordu. Bu yuvarlak işaretinin ne olduğunu çözememiştim açıkçası. Bu durum garibime gitse de Yüzbaşı Gafas bu duruma aldırmamış olacak ki, yönetim odasının kapısını çaldı ve içeri doğru hareket etti. Ben de az önce yaşadıklarımı boşverip onun ardından, diğerleri ile birlikte içeri girdim.
Yönetim odasına girdiğimizde çoğu rütbelinin bizden önce odaya varmış olduğunu fark ettim. Rotacımız Ruta, Aşçı Cubis ve dört takım elbiseli adam vardı odada. Ayrıca Kaptan Fumador ve Kaptan Hado da odadaydı. Odadaki insan sayısı, bizimle birlikte 13-14 kişi ediyordu. Ben odanın bu kadar kalabalık olmasından sıkılırken, sağ tarafına bakmakta olan Yüzbaşı bir anda dizlerinin üzerine çöktü. Sağ tarafa baktığımda bir şey görememiş ve yüzbaşının bu hareketine bir anlam verememiştim.
Derken bir anda tüm ışıklar söndü ve odanın her tarafı karanlığı gömüldü. Acaba elektrikler falan mı kesilmişti? Neler olduğunu anlamaya çalıştığım sırada, Yüzbaşının az önce baktığı tarafın parladığını fark ettim. Evet, sağ taraftaki koltukta oturan sarı saçlara, mavi gözlere, keskin yüz hatlarına sahip güzel kıyafetler giymiş; süper, über, hiper yakışıklı adam bir güneş gibi parlıyordu! Ne kadar da havalı bir girişti böyle! Eğer bu güzel girişten sonraki konuşmalarıyla ne kadar sinir bozucu biri olduğunu belli etmeseydi, ondan hoşlanabilirdim bile; fakat ne yazık ki öyle olmadı.
Kinkinkinkin şeklinde gülen adam, Önce Yüzbaşına bir korsanın önünde diz çökmesinin doğru bir davranış olup olmadığını sormuş, daha sonra aldığı cevap üzerine de Yüzbaşına gülmüş ve kesinlikle kendisine saygı göstermesi gerektiğini söylemişti. Ardından Yüzbaşına kaptanımızın yanına gideceğini söylemiş ve yanıma doğru yürümeye başlamıştı. Ne yapıyordu bu adam böyle? Sanki tüm yetki kendisindeymiş, buraların kralı oymuş gibi davranıyordu. Böyle tipleri hiç sevmiyordum.
Yanıma gelip tüm ihtişamı ile karşımda dikilen bu adam, bir anda elini benim saçlarım arasında gezdirmeye başlamış ve bana hala burnumu sokmamam gereken işlere karışıp karışmadığımı sormuştu. Bu soru üzerine şaşırmış ve olduğum yerde kalakalmıştım. Acaba bu adam benim hakkımda neler biliyordu? Daha da önemlisi hangi işe burnumu sokmuşum ki ben? Kutsal ejder görevinden mi bahsediyordu yoksa? Ne cevap vereceğimi düşündüğüm sırada neler olup bittiğinden haberdar olmadığımı söylemiş ve beni bırakıp koltuğuna geri dönmüştü. Neler oluyordu be? neden haberdar değildim ben? Yoksa kader yine beni yerin dibine çekmek için ağlarını örmeye başlamıştı da benim mi haberim yoktu?
Sinirli bir şekilde bu artist adamın koltuğuna geri dönüşünü izlerken tüm ışıklar geri gelmişti.Işıkların gelmesinin ardından, Yüzbaşı Gafas bizi masasının yanına çağırmıştı. Ben de hal ve hareketleri ile Ayberk-2 olduğunu ispatlayan bu adamı bırakıp masaya doğru hareket etmiştim. Masaya vardığımda masadaki harita ilişti gözüme. Haritada bir hilal vardı ve hilanin içinde çember şeklinde bir ada vardı. Adanın üzerindeyse ''Azuma Jigoku'' yazıyordu. Haritanın hilal kısmının olduğu tarafta girişin imkansız olduğu yazıyordu. Ön tarafta ise 136 top olduğu yazıyordu. Yoksa... bu 136 top dedikleri, devrimcilerin sahip olduğu top sayısını mı gösteriyordu? Yok artık! Eğer öyleyse bu adaya nasıl girecektik ki? Arka tarafa direkt imkansız yazılmıştı, ön tarafta ise 136 top vardı. Koramiral Dios bile buraya tek başına giremezdi kesin. Biz nasıl girecektik?
Ben endişeli bir şekilde bu düşünceler içinde boğuşurken, Kaptan Fumador sanki aklımı okuyormuşcasına bu konu ile ilgili konuşmaya başladı. Normalde adaya girmenin imkansız olduğunu; fakat bay egonun bize yardım edeceğini ve onun sayesinde görevin oldukça kolay bir şekilde halledileceğini söylüyordu Kaptanımız. Demek bu adam bu kadar güçlü biriydi.
Her neyse, kaptanımız konuşmasının devamında Kaptan Hado ve yanındaki dört adamın kendi birliklerini yöneteceğini, bizimse adadaki gizli bir silahı bulup yok edeceğimizi söylemişti. Bu gizli silahı ise kıyı kesimindeki gizli bir girişten girerek yok edecekmişiz. Kaptan Hado'nun anlattığı plan bana gayet mantıklı gelmişti. Sayımız hala onların üçte biriydi; fakat gizli bir girişten geçip sürpriz bir saldırı yaparak silahlarını yok edersek başarılı olabilirdik.
Kaptanımız konuşmasını bitirdiği sırada, bay egonun 'kinkinkin' şeklinde attığı kahkahalar tekrardan odayı kaplamıştı. Dışı güzel içi kötü olan bu adam, Shinrai diye bir adamın da orada olacağını söylemiş ve kaptanımıza sağ gözünün sızlayıp sızlamadığını sormuştu. Kaptan Fumador, her ne kadar bu sorudan memnun olmadığı yüzünden anlaşılsa da; soruya nazik bir şekilde, Tora adlı adamı onaylayarak cevap vermişti.
Derken içeri bir denizci girmişti ve Kaptana vardığımızı söyleyip gemiyi yüzeye çıkarmakla ilgili bir soru sormuştu. Kaptan Fumador ise hemen geminin yüzeye çıkarılmasını söylemiş ve kapıyı açıp üst katlara doğru ilerlemişti. Kaptan Fumador'u, Kaptan Hado ve Yüzbaşı Gafas takip etmişti.
Aklımda bir dünya soru vardı. Gizli silah dedikleri neydi? Onu nasıl yok edecektik? Bu sarışın adam kimdi böyle? Şimdi ne olacaktı? Diğerlerini takip edersem bu sorularıma bir cevap bulabileceğime inandığımdan ben de kapıya doğru hareket edecek ve Yüzbaşını takip edecektim.
Misafir- Misafir
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Sessiz ilerleyişim sürüyordu. Başından beri dediğim gibi adamım, az önce olanlardan sonra aklıma gelen tek şey lez bir yüzbaşının karargaha yeni gelmiş bir teğmene aşık olma kurgusuydu ve bu da beni pek alakadar etmiyordu. Yani, normalde bu yürüyüş sırasında Yüzbaşı Gafas'ı soru yağmuruna tutmam gerekiyorken, şu an sessiz bir şekilde ilerliyordum ve doğrusuda buydu. Bir denizci olarak belli başlı görevlerim vardı. Birde söz konusu ben olunca, bu görevler üç-dört katı kadar artıyordu. Anlayacağın adamım, ben bu tarz boş şeylerle uğraşamayacak kadar yoğun bir tempoda çalışan görev adamıydım. Koridor boyunca ilerleyişimiz, sessizlikle geçmişti. Ne şen şakrak Ayberk, ne lez yüzbaşı konuşmuştu. Birde geminin gizlilik moduna bürünüp tamamen sessiz moda geçmesi, denizaltına bindiğimden beri yüksek ses kirliliğine alışmış kulaklarımda tuhaf bir his bırakıyordu.
İkinci kata inmemiz ile birlikte, ölüm sessizliği anlık olarak bozulmuştu. Teğmen Meirin ve daha önce hiç konuşmadığım, karargahın erlerinin rüyalarını süsleyen Yorokobi-san ile karşılaşmıştık. Kısa bir selamlaşma faslının ardından, bizim taraftan Yüzbaşı Gafas'ın utanıp kafasını öne doğru eğdiğini karşı taraftan ise aynı tepkiyi Yorokobi-san'ın verdiğini fark etmiştim. Herkes bir stres içerisinde iken, ben biraz daha sakin olup gölgelerde kalan adam olduğumdan dolayı, üçüncü bir göz olarak rahatlıkla bunları görebildiğimi hissediyordum. Yüzbaşı Gafas'ın Teğmen Meirin'i görüp bu tepkiyi verdiğini tahmin edebiliyordum ama Yorokobi-san konusunda bir fikrim yoktu. Ya Yüzbaşı Gafas gibi bir lezdi ve oda Yüzbaşı Gafas'a ilgi duyuyordu ya da Ayberk idi bu güzel kadının avı. Ben değildim, bundan emindim adamım. Çünkü bu karargahta uzun zamandır vardım ve bir kere bile dönüp yüzüme bakmayan bu kadın, şimdi beni görünce utanıp başını eğecek değildi. Tekrardan harekete koyulmamızın ardından kısa bir süre sonra yönetim odasının bulunduğu kata varmıştık. O sırada, tabelasız bir odanın önünde duran Anitor dikkatimi çekmişti. Dik dik bakmamın ardından hızlıca kafamı çevirmiş ve ilerlemeye başlamıştım. O sırada kendisi el hareketleri ile bir şeyler anlatmaya çalışıyordu ama kime pekte anlamış değildim, merakta etmiyordum şahsen. Deliyle deli olamazdım hiç valla.
Yüzbaşı Gafas'ın önderliğinde her birimiz yönetim odasına girdik. Yavaş yavaş odanın içerisinde adımlarken, içeri girmemle birlikte Kaptan Fumador ve onun haricinde diğer kaptan ile onun emrinde olduğunu tahmin ettiğim dört adamı dikkatimi çekti. Dürüst olmak gerekirse takım elbisenin konseptini pek anlayamamıştım. Yani, bir denizci grubunun neden takım elbise giydiğini çözemiyordum. Bizim gibi bir karargahtan toparlanmış asker grubu değil miydi onlarda? Yoksa özel bir tim falan mıydı? Gerçekten bunu merak ediyordum işte; ama cevap için fazla materyal yoktu elimde. Bundan ötürü çok sürmeden bu düşünceyi rafa kaldırmış ve başka şeylere odaklanmıştım.
Ben bu takım elbiseli, karizmatik denizcileri süzmekle meşgulken Yüzbaşı Gafas'ın aniden diz çöktüğünü gördüğümde ilk anda fazlasıyla şaşırmıştım ama sonrasında odama geldiğinden beri aklı sağlığından şüphe duyduğum bu kadının neden kimsenin olmadığı bir tarafa doğru diz çöktüğünü pekte sorgulamamıştım. Tabii Yüzbaşı Gafas'ın, mahcup şekilde bir kaç kelime sarf etmesinin ardından aniden ortaya çıkan şahısa kadar, o an tüm cümleleri yutmuş ve ön yargılı bir şekilde Yüzbaşı Gafas'a yaklaştığım için kendime kızmıştım.
Uzun zaman önce, bir keresinde babam bana bir kaç cümle laf etmişti: "Evlat, bu hayatta çok ibne tipler vardır. Onları görür görmez sinsiliklerini hissetmen doğaldır; çünkü o kadar sinsi yapıları vardır ki kalplerinden taşıp, yüzlerine de yerleşmiştir sinsi yapıları." Demişti babam bana. Şu an, gerçekten karşımdaki bu adamın babamın söylediği tipte biri olduğunu sezebiliyordum. İç güdülerim tehlike alarmı verirken bu adama karşı, şaşkınlıktan mı yoksa adamın baskıcı yapısından mı bilmesemde yutkunmuştum. Yüzbaşı ile yaptığı ukala konuşması sonrası Teğmen Meirin'e yaklaşıp, yine o yavşaklıkta sürdürdüğü hareketleri anlık olarak elimi katanama doğru yöneltse de mantığım cehaletten gelen cesaretimin önüne geçtiğinde usulca elimi katana'dan çekmiş ve dikkatimi Kaptan Fumador'a çevirmiştim. Bu adam tehlikeliydi ve şu seviyede bulaşmamak en iyisiydi.
Shicibukai Tora Kin, biraz sakinleşip dikkatleri üzerinden çektikten sonra herkes masanın başında toplanmış ve Kaptan Fumador'u dinlemeye koyulmuştu. Bir kaç şeyi tekrar ettikten sonra Kaptan Hado ve ekibinin kendi başına hareket edeceğini, bizim Logetown ekibinin ise denizcilere ait olan gizli bir silahı yok etmekle görevli olduğunu söylemişti Kaptan Fumador. O sırada Tora, adlı denizci köpeği -aynı zamanda kutsal ejder, dünya ne kadar ilginç işte sen gör adamım- tekrardan araya girip Shira adında birinden bahsedip, Kaptan Fumador'un anılarını hatırlamasına sebebiyet vermişti. Aklıma direk odasındaki o poster gelmişti. Muhtemelen Kaptan Fumador'un gözünü kaybetmesine sebebiyet veren adamla posterdeki adam aynıydı ve bir devrimciydi. Kaptan Fumador'un devrimcilerden neden nefret ettiğini ve odama o kitabı ne amaçla bıraktığını şimdi daha iyi anlayabiliyordum.
Ben bunları düşünmekle meşgulken içeri aceleyle giren bir er adaya vardığımızı bildirip denizaltını yüzeye çıkartmak için onay istemişti. Kaptan Fumador, onayı verip erin ardından hızla yönetim odasını terk ettiğinde onu Yüzbaşı Gafas ve Kaptan Hado takip etmişti. Onlar yönetim odasını terk etmekle meşgulken ben planların işlendiği haritaya yakından bir göz atıp, bir şeyler anlamaya çalışacak ve herkes çıktıktan sonra dışarı çıkacaktım.
İkinci kata inmemiz ile birlikte, ölüm sessizliği anlık olarak bozulmuştu. Teğmen Meirin ve daha önce hiç konuşmadığım, karargahın erlerinin rüyalarını süsleyen Yorokobi-san ile karşılaşmıştık. Kısa bir selamlaşma faslının ardından, bizim taraftan Yüzbaşı Gafas'ın utanıp kafasını öne doğru eğdiğini karşı taraftan ise aynı tepkiyi Yorokobi-san'ın verdiğini fark etmiştim. Herkes bir stres içerisinde iken, ben biraz daha sakin olup gölgelerde kalan adam olduğumdan dolayı, üçüncü bir göz olarak rahatlıkla bunları görebildiğimi hissediyordum. Yüzbaşı Gafas'ın Teğmen Meirin'i görüp bu tepkiyi verdiğini tahmin edebiliyordum ama Yorokobi-san konusunda bir fikrim yoktu. Ya Yüzbaşı Gafas gibi bir lezdi ve oda Yüzbaşı Gafas'a ilgi duyuyordu ya da Ayberk idi bu güzel kadının avı. Ben değildim, bundan emindim adamım. Çünkü bu karargahta uzun zamandır vardım ve bir kere bile dönüp yüzüme bakmayan bu kadın, şimdi beni görünce utanıp başını eğecek değildi. Tekrardan harekete koyulmamızın ardından kısa bir süre sonra yönetim odasının bulunduğu kata varmıştık. O sırada, tabelasız bir odanın önünde duran Anitor dikkatimi çekmişti. Dik dik bakmamın ardından hızlıca kafamı çevirmiş ve ilerlemeye başlamıştım. O sırada kendisi el hareketleri ile bir şeyler anlatmaya çalışıyordu ama kime pekte anlamış değildim, merakta etmiyordum şahsen. Deliyle deli olamazdım hiç valla.
Yüzbaşı Gafas'ın önderliğinde her birimiz yönetim odasına girdik. Yavaş yavaş odanın içerisinde adımlarken, içeri girmemle birlikte Kaptan Fumador ve onun haricinde diğer kaptan ile onun emrinde olduğunu tahmin ettiğim dört adamı dikkatimi çekti. Dürüst olmak gerekirse takım elbisenin konseptini pek anlayamamıştım. Yani, bir denizci grubunun neden takım elbise giydiğini çözemiyordum. Bizim gibi bir karargahtan toparlanmış asker grubu değil miydi onlarda? Yoksa özel bir tim falan mıydı? Gerçekten bunu merak ediyordum işte; ama cevap için fazla materyal yoktu elimde. Bundan ötürü çok sürmeden bu düşünceyi rafa kaldırmış ve başka şeylere odaklanmıştım.
Ben bu takım elbiseli, karizmatik denizcileri süzmekle meşgulken Yüzbaşı Gafas'ın aniden diz çöktüğünü gördüğümde ilk anda fazlasıyla şaşırmıştım ama sonrasında odama geldiğinden beri aklı sağlığından şüphe duyduğum bu kadının neden kimsenin olmadığı bir tarafa doğru diz çöktüğünü pekte sorgulamamıştım. Tabii Yüzbaşı Gafas'ın, mahcup şekilde bir kaç kelime sarf etmesinin ardından aniden ortaya çıkan şahısa kadar, o an tüm cümleleri yutmuş ve ön yargılı bir şekilde Yüzbaşı Gafas'a yaklaştığım için kendime kızmıştım.
Uzun zaman önce, bir keresinde babam bana bir kaç cümle laf etmişti: "Evlat, bu hayatta çok ibne tipler vardır. Onları görür görmez sinsiliklerini hissetmen doğaldır; çünkü o kadar sinsi yapıları vardır ki kalplerinden taşıp, yüzlerine de yerleşmiştir sinsi yapıları." Demişti babam bana. Şu an, gerçekten karşımdaki bu adamın babamın söylediği tipte biri olduğunu sezebiliyordum. İç güdülerim tehlike alarmı verirken bu adama karşı, şaşkınlıktan mı yoksa adamın baskıcı yapısından mı bilmesemde yutkunmuştum. Yüzbaşı ile yaptığı ukala konuşması sonrası Teğmen Meirin'e yaklaşıp, yine o yavşaklıkta sürdürdüğü hareketleri anlık olarak elimi katanama doğru yöneltse de mantığım cehaletten gelen cesaretimin önüne geçtiğinde usulca elimi katana'dan çekmiş ve dikkatimi Kaptan Fumador'a çevirmiştim. Bu adam tehlikeliydi ve şu seviyede bulaşmamak en iyisiydi.
Shicibukai Tora Kin, biraz sakinleşip dikkatleri üzerinden çektikten sonra herkes masanın başında toplanmış ve Kaptan Fumador'u dinlemeye koyulmuştu. Bir kaç şeyi tekrar ettikten sonra Kaptan Hado ve ekibinin kendi başına hareket edeceğini, bizim Logetown ekibinin ise denizcilere ait olan gizli bir silahı yok etmekle görevli olduğunu söylemişti Kaptan Fumador. O sırada Tora, adlı denizci köpeği -aynı zamanda kutsal ejder, dünya ne kadar ilginç işte sen gör adamım- tekrardan araya girip Shira adında birinden bahsedip, Kaptan Fumador'un anılarını hatırlamasına sebebiyet vermişti. Aklıma direk odasındaki o poster gelmişti. Muhtemelen Kaptan Fumador'un gözünü kaybetmesine sebebiyet veren adamla posterdeki adam aynıydı ve bir devrimciydi. Kaptan Fumador'un devrimcilerden neden nefret ettiğini ve odama o kitabı ne amaçla bıraktığını şimdi daha iyi anlayabiliyordum.
Ben bunları düşünmekle meşgulken içeri aceleyle giren bir er adaya vardığımızı bildirip denizaltını yüzeye çıkartmak için onay istemişti. Kaptan Fumador, onayı verip erin ardından hızla yönetim odasını terk ettiğinde onu Yüzbaşı Gafas ve Kaptan Hado takip etmişti. Onlar yönetim odasını terk etmekle meşgulken ben planların işlendiği haritaya yakından bir göz atıp, bir şeyler anlamaya çalışacak ve herkes çıktıktan sonra dışarı çıkacaktım.
Zachariah- Mesaj Sayısı : 111
Kayıt tarihi : 22/01/16
Nerden : Logetown
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Anonsun ardından gemiye bir ölüm sessizliği hakim olmuştu. Birkaç dakika sonra ayak basacağımız kara parçası bir çoğumuzun hayatını kaybedeceği yer olacak. Benim kişiliğime çok ters bir görev. Ama bana bir seçme şansı verilse dahi bu göreve katılırdım. Sonuçta ben burada olsam da, olmasam da bir çok insan ölecek değil mi? Yapmam gereken iki şey var. Birincisi maksimum miktarda devrimci etkisiz hale getirmek. İkincisi ise koruyabildiğim kadar eri korumak. Bu görevde kendimi kanıtlayıp birkaç rütbe birden atlayabilirim. Kutsal Ejderleri korumak gibi basit bir görevden sonra bile rütbe atlamış adamım ben. Bunun gibi bir görevden sonra beni direk Amiral yaparlarsa şaşırmam.
Merdivenlerden inerken Suikastçı Teğmen ve Devasa Memeli Doktor'la karşılaştık. Birbirimizi gördüğümüz anda Yüzbaşı'nın ve Doktor'un suratları kıpkırmızı kesilmişti. Bunu görmemle beraber ortada dönen bütün olayı anladım. Yüzbaşı, Zac'in yanına ondan tavsiye almak için gitmişti. Zac uzun bir süredir karargahta olduğu için Yüzbaşı'yla arası iyi olmalı. Tavsiye aldığı konu ise Devasa Memeli Doktor! Bence ikisi birbirini seviyor ve bugün kavga ettiler. Bundan rahatsız olan Yüzbaşı Zac'e, Doktor ise Meirin'e yardım istemeye gitmişti. Eğer kankam bunu öğrenirse deli olur. Kankama başka bir şeyler sallamalıyım ama şimdi bunu düşünmenin zamanı değil.
Az bir şey daha yürüdükten sonra Yönetim Odasına vardık. Odaya ilk giren kişi Gafas oldu, ardından biz de sırayla içeriye girdik. İçeri girer girmez Yüzbaşı Gafas sağ tarafa doğru dönüp diz çöktü. Karanlıkların içinde bir adam olduğunu hemencecik anladım fakat bu adam kimin nesiydi. Koskoca Yüzbaşıyı bile önünde diz çöktürebiliyorsa eminim ki aşırı taşaklı bir elemandır. Ama sikimde değil, ne kadar taşaklı olursa olsun ben diz çökmem(Kutsal Ejderler hariç).
Karanlıkta oturan adam aşırı taşaklı olması lazım ki ne Teğmen, ne Yüzbaşı, ne de Kaptan onun dalga geçmesine karşılık veremedi. Keşke bana bir şeyler deseydi de ağzının payını verseydim... Konuşmalardan anladığım kadarıyla bu taşaklı adam aslında bir Schibukai'ymiş. Korsanlar arasındaki en taşaklı ikinci rütbe yani! Korsan olsaydım kesinlikle Schibukai olurdum. Gerçi benim gözüm o kadar düşük yerlerde değil. Korsan olsaydım amacım Korsanlar Kralı olmak olurdu!
Ben mal mal düşünürken Yüzbaşı bizi yanına çağırmıştı. Daha önce gördüğüm haritanın aynısıydı. Kaptan bize taktiğimizi, görevimizi açıklamıştı kısa ve öz bir şekilde. Görevimiz adada bulunan devrimcilerin gizli silahını yok etmekti. Söylemesi basit ama yapması zor bir görevdi. 2000 tane denizcinin arasına dalacağız, silahı bulacağız ve yok edeceğiz. Yok ebesinin amcığı! Gerçi dövüşsek hiç şansımız olmazdı bu görevde daha az kayıp verebiliriz.
Kaptan bize durumu açıkladıktan hemen sonra odaya bir er dalmış ve geldiğimizi söylemişti. Kaptan ve Yüzbaşı hemencecik odadan çıkmıştı. Yüzbaşının ardından Teğmen de kapıya doğru hareketlenmişti. Ben de hızlı adımlarla Teğmen'i takip etmeye başladım. Kapıdan çıkmadan önce Schibukai'ye seksi bir bakış atmayı da unutmadım tabii ki.
Merdivenlerden inerken Suikastçı Teğmen ve Devasa Memeli Doktor'la karşılaştık. Birbirimizi gördüğümüz anda Yüzbaşı'nın ve Doktor'un suratları kıpkırmızı kesilmişti. Bunu görmemle beraber ortada dönen bütün olayı anladım. Yüzbaşı, Zac'in yanına ondan tavsiye almak için gitmişti. Zac uzun bir süredir karargahta olduğu için Yüzbaşı'yla arası iyi olmalı. Tavsiye aldığı konu ise Devasa Memeli Doktor! Bence ikisi birbirini seviyor ve bugün kavga ettiler. Bundan rahatsız olan Yüzbaşı Zac'e, Doktor ise Meirin'e yardım istemeye gitmişti. Eğer kankam bunu öğrenirse deli olur. Kankama başka bir şeyler sallamalıyım ama şimdi bunu düşünmenin zamanı değil.
Az bir şey daha yürüdükten sonra Yönetim Odasına vardık. Odaya ilk giren kişi Gafas oldu, ardından biz de sırayla içeriye girdik. İçeri girer girmez Yüzbaşı Gafas sağ tarafa doğru dönüp diz çöktü. Karanlıkların içinde bir adam olduğunu hemencecik anladım fakat bu adam kimin nesiydi. Koskoca Yüzbaşıyı bile önünde diz çöktürebiliyorsa eminim ki aşırı taşaklı bir elemandır. Ama sikimde değil, ne kadar taşaklı olursa olsun ben diz çökmem(Kutsal Ejderler hariç).
Karanlıkta oturan adam aşırı taşaklı olması lazım ki ne Teğmen, ne Yüzbaşı, ne de Kaptan onun dalga geçmesine karşılık veremedi. Keşke bana bir şeyler deseydi de ağzının payını verseydim... Konuşmalardan anladığım kadarıyla bu taşaklı adam aslında bir Schibukai'ymiş. Korsanlar arasındaki en taşaklı ikinci rütbe yani! Korsan olsaydım kesinlikle Schibukai olurdum. Gerçi benim gözüm o kadar düşük yerlerde değil. Korsan olsaydım amacım Korsanlar Kralı olmak olurdu!
Ben mal mal düşünürken Yüzbaşı bizi yanına çağırmıştı. Daha önce gördüğüm haritanın aynısıydı. Kaptan bize taktiğimizi, görevimizi açıklamıştı kısa ve öz bir şekilde. Görevimiz adada bulunan devrimcilerin gizli silahını yok etmekti. Söylemesi basit ama yapması zor bir görevdi. 2000 tane denizcinin arasına dalacağız, silahı bulacağız ve yok edeceğiz. Yok ebesinin amcığı! Gerçi dövüşsek hiç şansımız olmazdı bu görevde daha az kayıp verebiliriz.
Kaptan bize durumu açıkladıktan hemen sonra odaya bir er dalmış ve geldiğimizi söylemişti. Kaptan ve Yüzbaşı hemencecik odadan çıkmıştı. Yüzbaşının ardından Teğmen de kapıya doğru hareketlenmişti. Ben de hızlı adımlarla Teğmen'i takip etmeye başladım. Kapıdan çıkmadan önce Schibukai'ye seksi bir bakış atmayı da unutmadım tabii ki.
Misafir- Misafir
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
"Ama bu böyle olmadı ki." diye sımarış bir gülüşle ayağa kalktı Tora Kin. Kaptan Fumador ve Kaptan Hado dışarı çıkmıştı. Konuşmaya başlayınca çıkacak olan Yüzbaşı Gafas durdu ve Tora Kin'e baktı.
"Sanırım bir Shicibukai olmama aldandınız. Ama ben bir Shicibukai'den öte bir Kutsal Ejderim. Yerinizi unutmayın pis insanlar. Önümde diz çökerek saygınızı gösterin, yoksa bu görevde bir kaç rütbeli eksik olacağız." dedi aynı şımarık gülüşle. Cümlesi biter bitmez sağ elini kaldırdı ve kafa hizanızda sola doğru kaydırmaya başladı. Ortam yavaşça kararırken birden karanlık tüm evrene hakim oldu. Size yaklaşan ayak sesini duyabiliyordunuz. Yüzbaşı Gafas'ın konuşmalarını da. Yere çarpan dizin sesini de duyabiliyordunuz.
"Gözleri beyaza döndü. Lütfen efendim saygısızlıklarını bağışlayın. Muhtemelen sizi tanımıyorlardı. Lütfen görüşlerini onlara geri verin." diye yalvarmaya başladı diz çökmüş Yüzbaşı Gafas.
"Herkes diz çöksün." diye devam etti.
Hiç bir şey göremiyordunuz hala. Ama diz çökme seslerini duyuyordunuz. Dizler geminin metal tabanına çarpıyordu.
Herkes diz çöktükten sonra gözleriniz geri açıldı. Karşınızda tüm ışıltısıyla Tora Kin duruyordu.
"Aa lütfen. Bir korsanın önünde diz çökmenize gerek yok." dedi ciddiyetsiz gülüşüyle. "Bir görevimiz var değil mi? Hadi gidelim!" dedi yavaş adımlarla odayı terk ederken. Yüzbaşı Gafas ayağa kalkıp peşinden gitti.
Herkes çıktığında gökyüzünde dolunay olduğunu fark ettiniz. Kıyı kesimi ışıl ışıldı. Görevi ilk alacağınız zaman Kaptan Fumador'un bu gece ay olmayacağını söylediğini hatırlıyorsunuz.
Kıyıya vardığınızda yukarıda ki duvara yerleştirilmiş topları fark ediyorsunuz. 136 topun arasına dizilmiş 36 tane ışık kaynağı ise ara ara sahili aydınlatıyordu. Işıklardan bir kaçı vurmuştu üzerlerine ama askerler farkına varmamış gibilerdi. Ayberk etraflarında neredeyse belli olmayacak bir bariyer olduğunu fark etti. Muhtemelen Tora Kin'in gücüydü bu.
Belli bir mesafe ilerledikten sonra Kaptan Hado elini kaldırdı ve sol tarafa doğru çekti. Kaptan Fumador ise sağa doğru ilerlemeye başladı. Bir süre ilerledikten sonra Logue Town ekibi, sol tarafta çarpışma sesleri duymaya başladılar. Kılıçlar bir birine değiyor, silahlar ateşleniyordu. İnsanlar çığlık atıyordu.
Taş kayalıları sol taraflarına almış sessizce yürüyorken Kaptan Fumador durdu. Etrafına baktı bir süre, sonra sol tarafta ki kayalığa bakmaya başladı. Ellerini kayalığın üzerine gezdirip bir şeyler arıyordu. Ayberk 50 metre ileride barut kokusu fark etti...
"Sanırım bir Shicibukai olmama aldandınız. Ama ben bir Shicibukai'den öte bir Kutsal Ejderim. Yerinizi unutmayın pis insanlar. Önümde diz çökerek saygınızı gösterin, yoksa bu görevde bir kaç rütbeli eksik olacağız." dedi aynı şımarık gülüşle. Cümlesi biter bitmez sağ elini kaldırdı ve kafa hizanızda sola doğru kaydırmaya başladı. Ortam yavaşça kararırken birden karanlık tüm evrene hakim oldu. Size yaklaşan ayak sesini duyabiliyordunuz. Yüzbaşı Gafas'ın konuşmalarını da. Yere çarpan dizin sesini de duyabiliyordunuz.
"Gözleri beyaza döndü. Lütfen efendim saygısızlıklarını bağışlayın. Muhtemelen sizi tanımıyorlardı. Lütfen görüşlerini onlara geri verin." diye yalvarmaya başladı diz çökmüş Yüzbaşı Gafas.
"Herkes diz çöksün." diye devam etti.
Hiç bir şey göremiyordunuz hala. Ama diz çökme seslerini duyuyordunuz. Dizler geminin metal tabanına çarpıyordu.
Herkes diz çöktükten sonra gözleriniz geri açıldı. Karşınızda tüm ışıltısıyla Tora Kin duruyordu.
"Aa lütfen. Bir korsanın önünde diz çökmenize gerek yok." dedi ciddiyetsiz gülüşüyle. "Bir görevimiz var değil mi? Hadi gidelim!" dedi yavaş adımlarla odayı terk ederken. Yüzbaşı Gafas ayağa kalkıp peşinden gitti.
Herkes çıktığında gökyüzünde dolunay olduğunu fark ettiniz. Kıyı kesimi ışıl ışıldı. Görevi ilk alacağınız zaman Kaptan Fumador'un bu gece ay olmayacağını söylediğini hatırlıyorsunuz.
Kıyıya vardığınızda yukarıda ki duvara yerleştirilmiş topları fark ediyorsunuz. 136 topun arasına dizilmiş 36 tane ışık kaynağı ise ara ara sahili aydınlatıyordu. Işıklardan bir kaçı vurmuştu üzerlerine ama askerler farkına varmamış gibilerdi. Ayberk etraflarında neredeyse belli olmayacak bir bariyer olduğunu fark etti. Muhtemelen Tora Kin'in gücüydü bu.
Belli bir mesafe ilerledikten sonra Kaptan Hado elini kaldırdı ve sol tarafa doğru çekti. Kaptan Fumador ise sağa doğru ilerlemeye başladı. Bir süre ilerledikten sonra Logue Town ekibi, sol tarafta çarpışma sesleri duymaya başladılar. Kılıçlar bir birine değiyor, silahlar ateşleniyordu. İnsanlar çığlık atıyordu.
Taş kayalıları sol taraflarına almış sessizce yürüyorken Kaptan Fumador durdu. Etrafına baktı bir süre, sonra sol tarafta ki kayalığa bakmaya başladı. Ellerini kayalığın üzerine gezdirip bir şeyler arıyordu. Ayberk 50 metre ileride barut kokusu fark etti...
- Rp Out:
- Diz çöktüğünüzü farz ettim. Çökmediyseniz rp'nizde belirtin, ona göre düzenlemeleri yapayım.
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Kaptan Fumador ve Kaptan Hado'nun dışarı çıkmasının ardından Bay Ego'nun sesini duyduk. Bay Ego; Scihibukai olmasına aldandığımızı,kendisinin her şeyden önce bir kutsal ejder olduğunu ve eğer önünde diz çökmezsek bizi öldüreceğini söylüyordu. O an oldukça şaşırmıştım. Kendisinden ''hükümet köpeği bir korsan'' olarak bahsetmesinden dolayı Bay Ego'nun Scihibukai olduğunu düşünüyordum zaten; fakat kutsal ejder? Yok artık! Henüz üçüncü görevimde, ikinci kez bir kutsal ejder ile karşılaşıyordum; fakat ne yazık ki karşımdaki kişinin Theuderic-sama ile alakası yoktu. Biri tam bir beyefendi iken öbürü narsist pisliğin tekiydi. Yine de yapacak bir şey yok. Madem karşımdaki kişi kutsal ejder, hemen önünde eğileceğim. Henüz ölmek için çok gencim çünkü.
Bay Ego'nun önünde eğileceğim sırada bir anda gözlerim karardı. Hiçbir şey göremiyordum. Hiçliğin, sonsuz bir karanlığın içinde hapsolmuştum. Korkuyordum, çok korkuyordum. Neler oluyordu böyle? Üzerime doğru gelen ayak sesleri içimi ürpertirken, Yüzbaşı Gafas'ın bizim için yalvarmaya başlaması korkumu daha da arttırıyordu. Ölecek miydik? Her şey burada bitecek miydi? Karınlığa karışıp kaybolacak mıydık? Ölmek istemiyorum. Karanlıkta kalmak istemiyorum. Bu belirsizlikten kurtulmak istiyorum! Derken bir anlığına Bay Ego'ya yalvarmayı bırakan yüzbaşımız bize diz çökmemizi söylemişti. Bunu duyduğum anda kendimi yere doğru bıraktım ve başıma gelecekleri beklemeye konuldum. Diz çökmemin ardından birkaç kişinin daha diz çöktüğünü duydum.
Daha sonra, renkler ve ışıklar geri geldi. Şükürler olsun! Tekrar görebiliyordum. Gözümün önüne çekilen bu karanlık perde kalkmıştı. Geri gelen gözlerimle gördüğüm ilk şey ise narsist bir pislik olan Tora isimli kutsal ejderin pis sırıtışı olmuştu. Pis pis sırıtan bu adam, bir korsanın önünde diz çökmememiz gerektiğini söylüyordu. O an: ''Hadi oradan! Bir anlığına diz çökmedik ve hemen kör olduk. Bizle dalga geçmeyi bırak! Genç ve tecrübesiz denizcileri korkudan titretmek hoşuna mı gidiyor? Aklım çıktı be! Bir an sonsuza kadar bu şekilde kalacağımı sandım; ama biliyorum. Senin gücün anca bize yeter. Bu yüzden iki kaptanın odadan çıkmasını bekledin değil mi pis kutsal ejder! Kaptanlarımız burada olsa seni bir güzel pataklardı!'' demek istesem de diyemedim. Çünkü hem söylediklerimde doğruluk payı yoktu hem de... böyle bir şeyi söyleyecek kadar cesur değildim.
Bu korku dolu dakikaların ardından denizaltının dışına çıktık. Gökyüzünde dolunay vardı. Ay ışığı, kıyı kesimini aydınlatıyordu. O an aklıma Kaptan Fumador'un sözleri geldi. Kaptanımız, görevin olacağı vakit gökyüzünde ayın olmayacağını söylüyordu; fakat dolunayı görebiliyordum. Bu kadar basit bir hesaplama hatasının yapılmış olmasına ihtimal vermiyordum. Bu işte başka bir terslik vardı. Yine de Kaptan Fumador'a güveniyordum. Bu yüzden sesimi çıkarmadan onu izledim.
Kıyıya vardığımızda, yukarıdaki duvarda duran yüzlerce topu gördüm. Bu yüzlerce topun arasına yerleştirilmiş pek çok ışık kaynağı vardı. Dolunayı da hesaba katarsak üzerimize yüzlerce topun yağması gerekiyordu; fakat oldukça rahat bir şekilde ilerliyorduk. Bunun nasıl gerçekleştiğine anlam veremiyordum. Nasıl bizi fark edemiyorlardı ki? Yoksa bay ego sayesinde mi bu kadar rahatça ilerliyorduk? Evet, evet. Kesinlikle bu işte onun bir parmağı vardı. Tek hareketiyle bizi karanlığın içine hapsedecek kadar güçlü olan bu adam, pek ala görülmeden ilerlememizi sağlayabilirdi.
Bunları düşündüğüm sırada, Kaptan Hado ve ekibi sol tarafa yöneldi. Bizim grubumuz ise Kaptan Fumador ile birlikte sağ taraftan ilerlemeye devam etti. Bir süre ilerlememizin ardından, Kaptan Hado'nun gittiği yerden gelen sesler duyduk. Kılıçların birbirine vurduğunu, silahların ateşlendiğini, ölmek üzere olan insanların attığı acı dolu çığlıkları duyabiliyorduk. Savaş başlamıştı. Muhtemelen biz de yakın zamanda dövüşün içine girecek ve pek çok can alıp pek çok da can kaybedecektik. Bu sırada, bir anda yürümeyi kesen Kaptan Fumador çevresini incelemeye başlamıştı. Gözlerini sol tarafımızdaki kayalığa sabitlemesinin ardından kayalığın yanına giden kaptanımız, ellerini kayalığın üzerinde gezdirmeye başlamıştı. Bir şey arıyor gibiydi. Muhtemelen yok etmemiz gereken silah ile ilgili bir ipucu arıyordu kaptanımız. Şimdilik sol elimi kılıçlarımdan kaliteli olanın üzerine atacak ve tetikte bekleyecektim. Kaptanım bir emir verirse ona uyacaktım.
Bay Ego'nun önünde eğileceğim sırada bir anda gözlerim karardı. Hiçbir şey göremiyordum. Hiçliğin, sonsuz bir karanlığın içinde hapsolmuştum. Korkuyordum, çok korkuyordum. Neler oluyordu böyle? Üzerime doğru gelen ayak sesleri içimi ürpertirken, Yüzbaşı Gafas'ın bizim için yalvarmaya başlaması korkumu daha da arttırıyordu. Ölecek miydik? Her şey burada bitecek miydi? Karınlığa karışıp kaybolacak mıydık? Ölmek istemiyorum. Karanlıkta kalmak istemiyorum. Bu belirsizlikten kurtulmak istiyorum! Derken bir anlığına Bay Ego'ya yalvarmayı bırakan yüzbaşımız bize diz çökmemizi söylemişti. Bunu duyduğum anda kendimi yere doğru bıraktım ve başıma gelecekleri beklemeye konuldum. Diz çökmemin ardından birkaç kişinin daha diz çöktüğünü duydum.
Daha sonra, renkler ve ışıklar geri geldi. Şükürler olsun! Tekrar görebiliyordum. Gözümün önüne çekilen bu karanlık perde kalkmıştı. Geri gelen gözlerimle gördüğüm ilk şey ise narsist bir pislik olan Tora isimli kutsal ejderin pis sırıtışı olmuştu. Pis pis sırıtan bu adam, bir korsanın önünde diz çökmememiz gerektiğini söylüyordu. O an: ''Hadi oradan! Bir anlığına diz çökmedik ve hemen kör olduk. Bizle dalga geçmeyi bırak! Genç ve tecrübesiz denizcileri korkudan titretmek hoşuna mı gidiyor? Aklım çıktı be! Bir an sonsuza kadar bu şekilde kalacağımı sandım; ama biliyorum. Senin gücün anca bize yeter. Bu yüzden iki kaptanın odadan çıkmasını bekledin değil mi pis kutsal ejder! Kaptanlarımız burada olsa seni bir güzel pataklardı!'' demek istesem de diyemedim. Çünkü hem söylediklerimde doğruluk payı yoktu hem de... böyle bir şeyi söyleyecek kadar cesur değildim.
Bu korku dolu dakikaların ardından denizaltının dışına çıktık. Gökyüzünde dolunay vardı. Ay ışığı, kıyı kesimini aydınlatıyordu. O an aklıma Kaptan Fumador'un sözleri geldi. Kaptanımız, görevin olacağı vakit gökyüzünde ayın olmayacağını söylüyordu; fakat dolunayı görebiliyordum. Bu kadar basit bir hesaplama hatasının yapılmış olmasına ihtimal vermiyordum. Bu işte başka bir terslik vardı. Yine de Kaptan Fumador'a güveniyordum. Bu yüzden sesimi çıkarmadan onu izledim.
Kıyıya vardığımızda, yukarıdaki duvarda duran yüzlerce topu gördüm. Bu yüzlerce topun arasına yerleştirilmiş pek çok ışık kaynağı vardı. Dolunayı da hesaba katarsak üzerimize yüzlerce topun yağması gerekiyordu; fakat oldukça rahat bir şekilde ilerliyorduk. Bunun nasıl gerçekleştiğine anlam veremiyordum. Nasıl bizi fark edemiyorlardı ki? Yoksa bay ego sayesinde mi bu kadar rahatça ilerliyorduk? Evet, evet. Kesinlikle bu işte onun bir parmağı vardı. Tek hareketiyle bizi karanlığın içine hapsedecek kadar güçlü olan bu adam, pek ala görülmeden ilerlememizi sağlayabilirdi.
Bunları düşündüğüm sırada, Kaptan Hado ve ekibi sol tarafa yöneldi. Bizim grubumuz ise Kaptan Fumador ile birlikte sağ taraftan ilerlemeye devam etti. Bir süre ilerlememizin ardından, Kaptan Hado'nun gittiği yerden gelen sesler duyduk. Kılıçların birbirine vurduğunu, silahların ateşlendiğini, ölmek üzere olan insanların attığı acı dolu çığlıkları duyabiliyorduk. Savaş başlamıştı. Muhtemelen biz de yakın zamanda dövüşün içine girecek ve pek çok can alıp pek çok da can kaybedecektik. Bu sırada, bir anda yürümeyi kesen Kaptan Fumador çevresini incelemeye başlamıştı. Gözlerini sol tarafımızdaki kayalığa sabitlemesinin ardından kayalığın yanına giden kaptanımız, ellerini kayalığın üzerinde gezdirmeye başlamıştı. Bir şey arıyor gibiydi. Muhtemelen yok etmemiz gereken silah ile ilgili bir ipucu arıyordu kaptanımız. Şimdilik sol elimi kılıçlarımdan kaliteli olanın üzerine atacak ve tetikte bekleyecektim. Kaptanım bir emir verirse ona uyacaktım.
Misafir- Misafir
4 sayfadaki 10 sayfası • 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10
Similar topics
» Futatsu No Kingu[Zac-Meirin-Ayberk]
» A GRUBU(VINCE-MEIRIN-CLOUS-AYBERK-NIENDA)
» Valko Adası[Meirin][Bitti]
» [Karne] Meirin
» Ayberk Çırak
» A GRUBU(VINCE-MEIRIN-CLOUS-AYBERK-NIENDA)
» Valko Adası[Meirin][Bitti]
» [Karne] Meirin
» Ayberk Çırak
One Piece Rpg :: 4 Deniz Rp :: East Blue
4 sayfadaki 10 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz