Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
2 posters
One Piece Rpg :: 4 Deniz Rp :: East Blue
9 sayfadaki 10 sayfası
9 sayfadaki 10 sayfası • 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Nihayet ultra süper mükemmel planımı uygulamanın zamanı geldi. Bu zamana kadar sessizce avımı bekliyordum. Artık saldırı zamanı geldi! Keşke o zaman hiç gelmeseydi de bu devasa memeleri daha fazla dikizleyebilseydim. Neyse, yapacak bir şey yok benim de işimi yapmam gerekiyor. Ayrıca bir şeyler yapmazsam Zac ve Meirin tehlikeye düşebilir. "Yorokobi, benim gitmem gerekiyor. Az önceki ayak seslerini duydun. Bunun hakkında bir şeyler yapmalıyım. Burası sana emanet." dedim. Birkaç adım attıktan sonra tekrardan arkamı döndüm ve suratımda büyük bir gülümseme ile Yorokobi'ye baktım. Bunu neden yaptığımı bilmiyorum, içimden gelen bir şeydi. Normalde böyle şeyler yapmazdım ama neyse bunu düşünecek zaman şimdi değil.
Olabildiğince hızlı ve sessiz bir şekilde ayak seslerinin arkasından yürümeye başladım. Etraf karanlıktı, bu yüzden gitmeden önce Yorokobi'den bir el feneri almıştım. El fenerini tabii ki açmadım, bir elimi duvarda sürüklerken yürüyordum. El fenerini kullanırsam önümdeki adamlar kesinlikle beni fark eder. Ama böyle ilerlemeye devam edersem fark edilmeden arkalarından ilerleyebilirim.
Olabildiğince hızlı ve sessiz bir şekilde ayak seslerinin arkasından yürümeye başladım. Etraf karanlıktı, bu yüzden gitmeden önce Yorokobi'den bir el feneri almıştım. El fenerini tabii ki açmadım, bir elimi duvarda sürüklerken yürüyordum. El fenerini kullanırsam önümdeki adamlar kesinlikle beni fark eder. Ama böyle ilerlemeye devam edersem fark edilmeden arkalarından ilerleyebilirim.
Misafir- Misafir
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Ayberk birden bire tehlikenin farkına varmış ve adamları arkadan takip etmeye başlamıştı. Eline aldığı el feneri ile Yorokobi'yi yalnız bırakmış, önünde koşan adamları karanlıkta sessizce takip etmeye başlamıştı.
Ayak seslerinden anlaşldığı kadarıyla 20 kadar adam önünde ilerliyordu. Ama yankılardan dolayı emin olamıyordu. İleride bir yerde ise demirin taşa ve başka bir demire çarpma sesi geliyordu. Sonrasında 3 ayak sesi azalmıştı önde giden ekipten.
Zac daha ustalaşmadığı bir tekniğe hazırlanmıştı. Ne bu kadar hızlı hareket edecek vücudu vardı, ne de bu hareketi yapacak kadar tekniğe hakimdi. Bu yüzde duruşunu aniden değiştirirken sağ ayağ bileğini burkuyor ve dizlerinin üstüne düşüyor. Fırsattan istifade adam çekicini Zac'in kafasına sallıyor. Onu engelleyen tek şey ise Meirin'in uçurduğu 5 kılıç oluyor. Adam uçan kılıçları görünce geriye zıplıyor ve Meirine'e doğru yönelmeye başlıyor. Meirin önceki kılıçların biri hariç hepsini iptal ediyor ve yeni bir kopya oluşturup sağ elini adama doğru tutuyor. Sol eline aldığı kılıç ile adama doğru koşmaya başlıyor aynı anda. Adamın arkasında ki kılıç ilk olarak ulaştığı için adam arkasını dönüp onu karşılıyor. Kopya kılıç dağılıp yere düştüğünde Meirin onu iptal ediyor ve karşısında ki kılıç adama daha güçlü ilerliyor, bu sırada adamın solundan adama saplama hamlesi yapıyor. Adam sol eliyle kopya kılıcı karşılıyor, sağ elinde ki çekiç ile Meirin'in kılıcına karşılık veriyor. Meirin 2 metre öteye savruluyor ama en azından adamın sağ elini delmiş durumda. Kılıç ise hala içeride.
Ayak seslerinden anlaşldığı kadarıyla 20 kadar adam önünde ilerliyordu. Ama yankılardan dolayı emin olamıyordu. İleride bir yerde ise demirin taşa ve başka bir demire çarpma sesi geliyordu. Sonrasında 3 ayak sesi azalmıştı önde giden ekipten.
Zac daha ustalaşmadığı bir tekniğe hazırlanmıştı. Ne bu kadar hızlı hareket edecek vücudu vardı, ne de bu hareketi yapacak kadar tekniğe hakimdi. Bu yüzde duruşunu aniden değiştirirken sağ ayağ bileğini burkuyor ve dizlerinin üstüne düşüyor. Fırsattan istifade adam çekicini Zac'in kafasına sallıyor. Onu engelleyen tek şey ise Meirin'in uçurduğu 5 kılıç oluyor. Adam uçan kılıçları görünce geriye zıplıyor ve Meirine'e doğru yönelmeye başlıyor. Meirin önceki kılıçların biri hariç hepsini iptal ediyor ve yeni bir kopya oluşturup sağ elini adama doğru tutuyor. Sol eline aldığı kılıç ile adama doğru koşmaya başlıyor aynı anda. Adamın arkasında ki kılıç ilk olarak ulaştığı için adam arkasını dönüp onu karşılıyor. Kopya kılıç dağılıp yere düştüğünde Meirin onu iptal ediyor ve karşısında ki kılıç adama daha güçlü ilerliyor, bu sırada adamın solundan adama saplama hamlesi yapıyor. Adam sol eliyle kopya kılıcı karşılıyor, sağ elinde ki çekiç ile Meirin'in kılıcına karşılık veriyor. Meirin 2 metre öteye savruluyor ama en azından adamın sağ elini delmiş durumda. Kılıç ise hala içeride.
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Yasaklar... Yasaklar insanları korumanın ya da bazı şeyleri gizlemenin en basit yoludur. Bazı insanlara göre yasaklar veya kurallar çiğnenmek içindir; ama çoğu insan için bunlar aşmamaları gereken sınırlardır. Ben ikinci insanlardan oluyorum, en azından çoğu zaman... Bazı zamanlar ise babamın hayatıma koyduğu kural ve yasakları çiğneyebiliyorum. Mesela babamın dört deniz içeresinde herhangi bir tekniğin üçüncü formunu kullanma demesine rağmen, kullanmam gibi... Hani derler ya anne baba sözü dinlemeyenin sonu pek iyi olmaz diye, işte o söze kesinlikle katılıyordum artık. Zira üçüncü form için gerekli seviyede değildim, en azından gerçek bir dövüşte kullanabilecek kadar... Oysa basit bir tahtadan insan figürüne yaptığımda, çoğu zaman başarı oluyordum. Bazı zamanlarda ise bugünde olduğu gibi, ayağımı burkuyor idim adamım. Eğer Teğmen Meirin olmasaydı şu an tahtalı köyü boylamış bile olabilirdim. Onun araya girmesi ile hayatım kurtulmuş, üstüne üstlük rakip tekrardan onun kopya kılıçlarından birinden hasar almıştı. Ah, şu an ayak bağından farksız değildim ve bu bana çok koyuyordu.
Şu ana kadar bu üçlü ekibin en deneyimlisi olan ben, ayak bağından ötesi olamamıştım. Dostlarımın hasar görmesine sebep olmuş, yarı yaralı bir düşmanın işini bitirmekte zorlanmış ve şimdi ise başarısız bir teknik ile kendime hasar verip hem bana güvenen Yüzbaşı Gafas'ı hemde benimle sırt sırta dövüşen Teğmen Meirin'i yüzüstü bırakmıştım. Ben bu değildim ve bu olmadığımı kanıtlamam gerekiyordu. Evet, bir yıl kadar önce verdiğim kararlardan ötürü rütbem düşürülmüş olabilirdi ama şimdi tekrardan eski ben olmam gerekiyordu. Geçmişi bir köşeye atıp, eskisinden çok daha iyi olmam lazımdı. Hedeflerim vardı, banan inanan insanlar vardı. İmkansız değildi ama basit bir yolda değildi benim yolum, kesinlikle zordu. O yüzden güçlü ve güvenilir olmalıydım. İnsanlar canını bana emanet ederken tereddüt etmemeliydi ve bu tarz dövüşler kaybettiğim prestijim için önemliydi.
"Hadi ama, şu pası üzerinden at artık Zac!" Babamın sesi kafamda yankılanmıştı bir an... O sert yüz ifadesine rağmen, aşırı yumuşak olan ses tonunu kafamda canlandırabiliyordum. Elini omzuma attığındaki sıcaklığı ve ağırlığı omuzlarımda hissedebiliyordum. Hadi ama Zac... Babam doğru diyordu. Artık kendime gelip, gerçek bir denizci, gerçek bir Zac olmam gerekiyordu. Değersiz Zac olmamalıydım, Ateş Ejderi Zac olmalıydım..
Adamla aramda çok az mesafe vardı ve bana bu kadar yakın olmak, pekte akıl karı işi olmayacaktı rakibim için. Bir kılıç ustası olabilirdim ama bir kılıç ustasından çok daha iyi bir ateş ejderhası idim şu zamanlarda. Zira kılıç eğitimlerine ara verip, kendimi tamamıyla meyve yeteneklerime odaklamıştım. Zachariah'ın Z'si ile ne kadar da kılıç dövüşlerinde avantajlı olsamda, benim asıl olayım şu zamanlarda ateşti ve bu adamın ateşimin fazlasıyla içerisinde idi. Eğer sürpriz bir saldırı yaparsam, işi bitebilirdi. Ya da Teğmen Meirin için, rakibin işini bitirmek için bir avantaj doğardı. Dizlerimin üzerindeyken derin bir nefes alacak ve oldukça güçlü bir şekilde ağzımdan ateş salacak idim. Adamla aramda iki metre kadar fark vardı ve ateşim üç metreyi geçen bir mesafeye kadar ulaşıyordu. Bu güçlü ateş salınımın ardından küçük küçük ateş topları gönderecektim ağzımdan. Kısaca ağzım taramalı tüfek gibi işleyecekti. Küçük ateş topları, rakibin bedeniyle buluşacaktı ve rakibe göre bunu bir süre devam ettirecektim kesintisiz bir şekilde. Yoğun ateş hattında, sıkıntı çekecekti. Ya da Teğmen Meirin'e saldırı fırsatı doğacaktı.
Şu ana kadar bu üçlü ekibin en deneyimlisi olan ben, ayak bağından ötesi olamamıştım. Dostlarımın hasar görmesine sebep olmuş, yarı yaralı bir düşmanın işini bitirmekte zorlanmış ve şimdi ise başarısız bir teknik ile kendime hasar verip hem bana güvenen Yüzbaşı Gafas'ı hemde benimle sırt sırta dövüşen Teğmen Meirin'i yüzüstü bırakmıştım. Ben bu değildim ve bu olmadığımı kanıtlamam gerekiyordu. Evet, bir yıl kadar önce verdiğim kararlardan ötürü rütbem düşürülmüş olabilirdi ama şimdi tekrardan eski ben olmam gerekiyordu. Geçmişi bir köşeye atıp, eskisinden çok daha iyi olmam lazımdı. Hedeflerim vardı, banan inanan insanlar vardı. İmkansız değildi ama basit bir yolda değildi benim yolum, kesinlikle zordu. O yüzden güçlü ve güvenilir olmalıydım. İnsanlar canını bana emanet ederken tereddüt etmemeliydi ve bu tarz dövüşler kaybettiğim prestijim için önemliydi.
"Hadi ama, şu pası üzerinden at artık Zac!" Babamın sesi kafamda yankılanmıştı bir an... O sert yüz ifadesine rağmen, aşırı yumuşak olan ses tonunu kafamda canlandırabiliyordum. Elini omzuma attığındaki sıcaklığı ve ağırlığı omuzlarımda hissedebiliyordum. Hadi ama Zac... Babam doğru diyordu. Artık kendime gelip, gerçek bir denizci, gerçek bir Zac olmam gerekiyordu. Değersiz Zac olmamalıydım, Ateş Ejderi Zac olmalıydım..
Adamla aramda çok az mesafe vardı ve bana bu kadar yakın olmak, pekte akıl karı işi olmayacaktı rakibim için. Bir kılıç ustası olabilirdim ama bir kılıç ustasından çok daha iyi bir ateş ejderhası idim şu zamanlarda. Zira kılıç eğitimlerine ara verip, kendimi tamamıyla meyve yeteneklerime odaklamıştım. Zachariah'ın Z'si ile ne kadar da kılıç dövüşlerinde avantajlı olsamda, benim asıl olayım şu zamanlarda ateşti ve bu adamın ateşimin fazlasıyla içerisinde idi. Eğer sürpriz bir saldırı yaparsam, işi bitebilirdi. Ya da Teğmen Meirin için, rakibin işini bitirmek için bir avantaj doğardı. Dizlerimin üzerindeyken derin bir nefes alacak ve oldukça güçlü bir şekilde ağzımdan ateş salacak idim. Adamla aramda iki metre kadar fark vardı ve ateşim üç metreyi geçen bir mesafeye kadar ulaşıyordu. Bu güçlü ateş salınımın ardından küçük küçük ateş topları gönderecektim ağzımdan. Kısaca ağzım taramalı tüfek gibi işleyecekti. Küçük ateş topları, rakibin bedeniyle buluşacaktı ve rakibe göre bunu bir süre devam ettirecektim kesintisiz bir şekilde. Yoğun ateş hattında, sıkıntı çekecekti. Ya da Teğmen Meirin'e saldırı fırsatı doğacaktı.
Zachariah- Mesaj Sayısı : 111
Kayıt tarihi : 22/01/16
Nerden : Logetown
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Neden o adamın ölmesine izin verdim? Onu kurtarabilirdim, hayatını sona erdirmesine mani olabilirdim. Peki neden yapmadım? Aslında bu sorunun yanıtını biliyorum, sadece kendime söylemek istemiyorum. Onu ne kadar kurtarmaya çalışsam da en sonunda kendisini öldürecekti. Dilini ısırıp boğazına kaçmasına izin verebilirdi, nefes almayı kesip intihar bile edebilirdi. Bu kuklalar böyle şeyler için yaratıldı. Peki bunları yaratan adam kim, neyin nesi? Ben bu adamı durdurmadıkça az önceki adam gibiler çoğalmaya devam edecek. Gerçekten güçlü bir insandı, acaba onu nasıl zapt edip böyle bir köle haline getirebildiler?
Aklımda deli sorularla ve yavaş adımlarla önümdekileri takip ediyordum. Yaklaşık 20 kadar adam var önümde. Eğer herhangi bir ses çıkartacak olursam beni fark edebilirler, bu yüzden yavaş ve emin adımlarla hareket etmem gerekiyor. Birkaç adım attıktan sonra çıkardıkları seslerden dolayı önümdeki adamların köle olduğunu rahatlıkla anlayabildim. Başlarında üç- hayır dört kişi vardır büyük ihtimalle. Bu adamların bana denk olduğunu düşünmüyorum, onları rahatlıkla halledebilirim. Ayrıca önümde kurtarmam gereken yaklaşık 15 hayat bulunuyor. Eminim ki onları kurtardığımda sevineceklerdir. Hiçbir insan, düzeltiyorum hiçbir canlı, köle olarak yaşamayı hak etmez.
Birkaç adım daha attığımda üç kişinin ayak sesleri kesildi. Bu duruma göre iki ihtimal var. Birincisi üç köle hayatını kaybetti ama bu ihtimal pek olası değil. Eğer birileri ölmüş olsaydı çığlık sesi veya ona benzer bir şey duymam gerekirdi. Bu yüzden ikinci ihtimalin gerçekleştiğini düşünüyorum. İkinci ihtimal, beni fark ettiler ve üç gardiyanı geride bıraktılar. Dediğim gibi, benim için bu ve bunun gibileri haklamak çok basit olacak. Sağ elimdeki sopamı sıkıca kavrayarak ilerlemeye devam edeceğim. Sinsi moddan çıkıp normal yürüyüş moduma geçeceğim. Önümdekilerin beni fark edip etmemeleri umrumda değil. Nasıl olsa fark etseler bile yapabilecekleri bir şey yok. Dünyanın en güçlüsü olacak adamım ben!
Aklımda deli sorularla ve yavaş adımlarla önümdekileri takip ediyordum. Yaklaşık 20 kadar adam var önümde. Eğer herhangi bir ses çıkartacak olursam beni fark edebilirler, bu yüzden yavaş ve emin adımlarla hareket etmem gerekiyor. Birkaç adım attıktan sonra çıkardıkları seslerden dolayı önümdeki adamların köle olduğunu rahatlıkla anlayabildim. Başlarında üç- hayır dört kişi vardır büyük ihtimalle. Bu adamların bana denk olduğunu düşünmüyorum, onları rahatlıkla halledebilirim. Ayrıca önümde kurtarmam gereken yaklaşık 15 hayat bulunuyor. Eminim ki onları kurtardığımda sevineceklerdir. Hiçbir insan, düzeltiyorum hiçbir canlı, köle olarak yaşamayı hak etmez.
Birkaç adım daha attığımda üç kişinin ayak sesleri kesildi. Bu duruma göre iki ihtimal var. Birincisi üç köle hayatını kaybetti ama bu ihtimal pek olası değil. Eğer birileri ölmüş olsaydı çığlık sesi veya ona benzer bir şey duymam gerekirdi. Bu yüzden ikinci ihtimalin gerçekleştiğini düşünüyorum. İkinci ihtimal, beni fark ettiler ve üç gardiyanı geride bıraktılar. Dediğim gibi, benim için bu ve bunun gibileri haklamak çok basit olacak. Sağ elimdeki sopamı sıkıca kavrayarak ilerlemeye devam edeceğim. Sinsi moddan çıkıp normal yürüyüş moduma geçeceğim. Önümdekilerin beni fark edip etmemeleri umrumda değil. Nasıl olsa fark etseler bile yapabilecekleri bir şey yok. Dünyanın en güçlüsü olacak adamım ben!
Misafir- Misafir
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Ayberk stalk modundan çıkıp normal yürümeye başladıktan yarım dakika sonra ilerisinde bir adamın beklediğini görüyor. Adam duvardan çıkan kırmızı bir ışıkla aydınlanmıştı, aynı şekilde Ayberk'te. Diğerlerinin aksine bu adam kel değil ve üzerinde üniforma var. Üniformanın sol göğüs kısmında bir kartta Kupa ve Sinek kralı olan bir sembol vardı. Adam elinde mızrak tutuyordu. Boyu yaklaşık 180 cmdi. Ayberk ile arasında 2 metre vardı. İlerledikleri koridor ise 1 m genişliğindeydi.
Zac burktuğu bileğinin üzerinde ateş fırlatırken, Meirin'in adamın arkasına geçtiğini görüyor. Meirin adamı ateşe doğru yöneltmek istercesine umarsızca kılıcını sallıyor. O kadar acemice sallıyor ki adam tepki bir veremiyor. Arkasına ateşi alıp zıplayarak Meirin'in kafasına çekici vuracakken Meirin yok oluyor ve adamın solundan çıkıp adama kılıcıyla karnının üstünden kesik atıyor. Adam ateşten kaçamayıp sol elini de yakıyor.
Zac burktuğu bileğinin üzerinde ateş fırlatırken, Meirin'in adamın arkasına geçtiğini görüyor. Meirin adamı ateşe doğru yöneltmek istercesine umarsızca kılıcını sallıyor. O kadar acemice sallıyor ki adam tepki bir veremiyor. Arkasına ateşi alıp zıplayarak Meirin'in kafasına çekici vuracakken Meirin yok oluyor ve adamın solundan çıkıp adama kılıcıyla karnının üstünden kesik atıyor. Adam ateşten kaçamayıp sol elini de yakıyor.
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Ne gerizekalı adamım lan ben? Birazcık daha havalı olacağım diye gizlice saldırma fırsatını kaçırdım. Önemli değil, benim öyle ucuz şeylere ihtiyacım yok. Ne kadar zor bir durumda olursam olayım her zaman götü kurtarırım ben. En kötü baktım kaybediyorum, sizi deniyordum ayağına yatıp onların safına geçerim. Bana güvendikleri zaman ise direk arazi olurum ve denizciliğe geri dönerim. Eğer böyle olursa benim için sıkıntı olur. Amiralliğim birkaç yıl gecikebilir ve bunu da istemiyorum...
İti an çomağı hazırla diye buna diyorlar herhalde. Tam da tahmin ettiğim gibi iki tane orospu çocuğu saklanıyor. Ama bu durumu avantaj haline çevirebilirim. Nede olsa iki kişi daha olduğunu biliyorum, bunu adama söyleyerek ortaya çıkmalarını sağlayabilirim. Ortaya çıkmasalar bile söylediklerimin üzerine bana saldırmakta çekineceklerdir, bu kesinlikle benim yararıma oldu.
Daha önce karşılaştığımız kuklalardan daha farklıydı bu adam. En büyük farkı kel ve kör değildi! İkinci farkı ise üzerinde amblem bulunan bir üniforma giyiyor oluşuydu. Kupa ve Sinek kralı olan bir amblem, daha önce hiç böyle bir şey görmedim. Ya da gördüm ama hatırlamıyorum. Bilmiyorum, umrumda da değil.
Yaklaşık bir metre genişliğinde bir koridorda, elinde bir mızrakla bekliyordu rakibim beni. Adamın görüş menziline girdiğim anda konuşmaya başladım. "Sanırım sessizce geçmeme izin vermeyeceksin? Ya da verir misin? Verirsen çok mutlu olurum bilesin, biraz acelem varda." dedim suratımda büyük bir tebessümle. Suratımdaki tebessüm kendini sırıtmaya bırakırken "Diğer ikisi daha ne kadar saklanmayı planlıyor? Neden arkadaşlarına çıkmalarını söylemiyorsun?" dedim. Eğer etrafta kimse yoksa rezil olacağım. Umarım birileri vardır da çıkarlar... Eğer hiç kimse çıkmazsa hızlı bir şekilde adama doğru koşup sopamı kafasından yere doğru dikey bir şekilde savuracağım. Tabii ki bu arada etraftan gelebilecek saldırılara karşı dikkatli olacağım. Bu adamları en kısa sürede halledip diğerlerine yetişmem gerekiyor. Bekleyin beni en kısa sürede yanınıza geleceğim.
İti an çomağı hazırla diye buna diyorlar herhalde. Tam da tahmin ettiğim gibi iki tane orospu çocuğu saklanıyor. Ama bu durumu avantaj haline çevirebilirim. Nede olsa iki kişi daha olduğunu biliyorum, bunu adama söyleyerek ortaya çıkmalarını sağlayabilirim. Ortaya çıkmasalar bile söylediklerimin üzerine bana saldırmakta çekineceklerdir, bu kesinlikle benim yararıma oldu.
Daha önce karşılaştığımız kuklalardan daha farklıydı bu adam. En büyük farkı kel ve kör değildi! İkinci farkı ise üzerinde amblem bulunan bir üniforma giyiyor oluşuydu. Kupa ve Sinek kralı olan bir amblem, daha önce hiç böyle bir şey görmedim. Ya da gördüm ama hatırlamıyorum. Bilmiyorum, umrumda da değil.
Yaklaşık bir metre genişliğinde bir koridorda, elinde bir mızrakla bekliyordu rakibim beni. Adamın görüş menziline girdiğim anda konuşmaya başladım. "Sanırım sessizce geçmeme izin vermeyeceksin? Ya da verir misin? Verirsen çok mutlu olurum bilesin, biraz acelem varda." dedim suratımda büyük bir tebessümle. Suratımdaki tebessüm kendini sırıtmaya bırakırken "Diğer ikisi daha ne kadar saklanmayı planlıyor? Neden arkadaşlarına çıkmalarını söylemiyorsun?" dedim. Eğer etrafta kimse yoksa rezil olacağım. Umarım birileri vardır da çıkarlar... Eğer hiç kimse çıkmazsa hızlı bir şekilde adama doğru koşup sopamı kafasından yere doğru dikey bir şekilde savuracağım. Tabii ki bu arada etraftan gelebilecek saldırılara karşı dikkatli olacağım. Bu adamları en kısa sürede halledip diğerlerine yetişmem gerekiyor. Bekleyin beni en kısa sürede yanınıza geleceğim.
Misafir- Misafir
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Hayat ve onun zorluklarından bahsedip duruyoruz ya adamım... Aslında hiç düşünmüyoruz hayatın ne kadar kolay olduğunu! Evet adamım hayat o kadar kolay ki, hayatı zorlaştıran kendimizden başka kimse değil. Çoğu şeyin farkında olmadan gözlerimizin önüne çektiğimiz perdeden izliyoruz hayatı. İnandığımız gerçekler ve doğrularla yaşıyoruz; ama başkasının doğrularına veya gerçeklerine kulak asmıyoruz. Çok fazla şeyle savaşıyoruz ama en önemli savaşı kendimizle verdiğimizin bile farkında değiliz... Kendi kendimizi tüketiyor ve çevremize zarar veriyoruz... Ama en ilginci ne biliyor musun? Gözlerinin önündeki perdeyi aşıp, dünyayı gerçekliği ile yaşayanlara aptal ve uyumsuz gözüyle bakıyoruz; ama farklı ve aptal olanlar bizler değil miyiz? Bak, bu gerçeği bile göremeyecek kadar kalın bir perdenin arkasından yaşıyoruz hayatı. Ya görmek istediğimiz şekilde görüyoruz bu hayatı ya da göstermek istedikleri şekilde; neyse ne işte, fark eden bir şey yok... İkisi de aynı kapıya çıkıyor, biz bu hayatı olması gerektiği şekilde görmüyoruz! Olay bu işte adamım, olay bu!
Derin bir nefes almak istesemde adamım, buna pek vaktim yok gibiydi... Her an bir yerlerden başka düşmanlar çıkacak gibi hissediyordum. İçimi kaplayan o kadar çeşitli his vardı ki, bunlardan herhangi birine kapılıp gitsem ortaya çıkacak sonucu kestiremiyordum bile; ama sadece ve sadece tek istediğim şeyin Yüzbaşı Gafas'ı korumak ve onun güvenli bir şekilde kapıyı açıp, yolumuza devam etmek olduğuna emindim... Aslında çok şey istiyormuşum değil mi?
Rakibin, Teğmen Meirin ve benim beraberce hareket ederek yaptığımız saldırı dizelerinden sonra son geldiği konum, oldukça güzeldi doğrusu. Muhtemelen bizden fazlasıyla güçlüydü ama meyvelerimizin ve sayı fazlalılığından gelen avantajlarımızı oldukça iyi kullanıyorduk ve bunun sonucunda, rakibimizi teke tekte bizden ne kadar güçlü olsada köşeye sıkıştıra biliyorduk. İşte buna ekip işi diyorlar adamım! Senden güçlü bir insanı yenmenin iki yolu vardır: Ya kendine inancın yüksektir ve asla pes etmeyen bir adamsındır ya da sırtını yaslayabileceğin iyi ekip arkadaşların vardır. Cubis, Teğmen Meirin, Yüzbaşı Gafas, Kaptan Fumador ve Ayberk... Tüm bu insanlar çevremde olduğu sürece sırtımın yere geleceğine dair en ufak şüphem bile yoktu. Kazanacaktık biz! Değil mi?
Bileğimi burkmuş olmam benim aptallığımdı ama her işte hayır vardır diyerek bu olayı sineye çekmeyi tercih ediyordum. Şu an kendime kızmamın bir faydası olmayacağının farkındaydım zira, kendime kızma işi bu görevi tamamladıktan sonraydı.
Göz ucuyla Yüzbaşı Gafas'a bakıp, neler yaptığını hızlıca analiz ettikten sonra tekrardan gözlerimi rakibime çevirdiğimde, kafamda şimdi nasıl bir yol izlemeliyim diye düşünüyordum adamım. Sol ile sağ elleri gitmişti ve karnının üzerinden aldığı kesikten kanaması vardı... Ama bu kadarı onu durdurmaya yetmeyecek gibiydi. O yüzden düşünmeliydim, ne yapabilirdik?
İlk olarak dizlerimiz üzerinden kalkacak ve iki ayağımın üzerine basacaktım. Bileğimi denememe bile gerek yoktu fazla zorlarsam, sıkıntı olacağı meçhul idi. Sanırım şeytan meyvemi daha efektif kullanma vaktim gelmişti.
"Kasai Kasai No: Fire Ball!" Derince bir nefes alacak ve rakibimi hedef alıp, saldırımı onun üzerinde kullanacaktım. Dev bir ateş topu üzerine doğru geldiğinde, vereceği tepkiyi merak ediyordum doğrusu.
Derin bir nefes almak istesemde adamım, buna pek vaktim yok gibiydi... Her an bir yerlerden başka düşmanlar çıkacak gibi hissediyordum. İçimi kaplayan o kadar çeşitli his vardı ki, bunlardan herhangi birine kapılıp gitsem ortaya çıkacak sonucu kestiremiyordum bile; ama sadece ve sadece tek istediğim şeyin Yüzbaşı Gafas'ı korumak ve onun güvenli bir şekilde kapıyı açıp, yolumuza devam etmek olduğuna emindim... Aslında çok şey istiyormuşum değil mi?
Rakibin, Teğmen Meirin ve benim beraberce hareket ederek yaptığımız saldırı dizelerinden sonra son geldiği konum, oldukça güzeldi doğrusu. Muhtemelen bizden fazlasıyla güçlüydü ama meyvelerimizin ve sayı fazlalılığından gelen avantajlarımızı oldukça iyi kullanıyorduk ve bunun sonucunda, rakibimizi teke tekte bizden ne kadar güçlü olsada köşeye sıkıştıra biliyorduk. İşte buna ekip işi diyorlar adamım! Senden güçlü bir insanı yenmenin iki yolu vardır: Ya kendine inancın yüksektir ve asla pes etmeyen bir adamsındır ya da sırtını yaslayabileceğin iyi ekip arkadaşların vardır. Cubis, Teğmen Meirin, Yüzbaşı Gafas, Kaptan Fumador ve Ayberk... Tüm bu insanlar çevremde olduğu sürece sırtımın yere geleceğine dair en ufak şüphem bile yoktu. Kazanacaktık biz! Değil mi?
Bileğimi burkmuş olmam benim aptallığımdı ama her işte hayır vardır diyerek bu olayı sineye çekmeyi tercih ediyordum. Şu an kendime kızmamın bir faydası olmayacağının farkındaydım zira, kendime kızma işi bu görevi tamamladıktan sonraydı.
Göz ucuyla Yüzbaşı Gafas'a bakıp, neler yaptığını hızlıca analiz ettikten sonra tekrardan gözlerimi rakibime çevirdiğimde, kafamda şimdi nasıl bir yol izlemeliyim diye düşünüyordum adamım. Sol ile sağ elleri gitmişti ve karnının üzerinden aldığı kesikten kanaması vardı... Ama bu kadarı onu durdurmaya yetmeyecek gibiydi. O yüzden düşünmeliydim, ne yapabilirdik?
İlk olarak dizlerimiz üzerinden kalkacak ve iki ayağımın üzerine basacaktım. Bileğimi denememe bile gerek yoktu fazla zorlarsam, sıkıntı olacağı meçhul idi. Sanırım şeytan meyvemi daha efektif kullanma vaktim gelmişti.
"Kasai Kasai No: Fire Ball!" Derince bir nefes alacak ve rakibimi hedef alıp, saldırımı onun üzerinde kullanacaktım. Dev bir ateş topu üzerine doğru geldiğinde, vereceği tepkiyi merak ediyordum doğrusu.
Zachariah- Mesaj Sayısı : 111
Kayıt tarihi : 22/01/16
Nerden : Logetown
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Algı farklı bir şeydir. Ne kadar dikkatli olsakta, ne kadar farkında olsakta bir şeylerin, bazen sadece algıda yanımsama olabilir. Mesela yankı yüzünden 3 kişinin sesini duyduğumuzu sandığımızda aslında sadece 1 kişinin sesini duyuyor olabiliriz.
Ayberk'te böyle yanılmıştı işte. Karşısında ki adam gülerken sol elini ağzına götürdü. Sivri dişleri temiz yüzünde dolaşltı. Serçe parmağı yerinde değildi. Sağ elinde tuttuğu mızrağının sapını yere dayadı. Bu sırada Ayberk saldırmıştı, ama adam beklemeye devm ediyordu. Ayberk mızrak mesafesine girince mızrağını tek elle kalbine doğru savurdu. Ayberk son anda sıyrılsa da bu dar koridorda dez avantajlıydı. Hızı çok iyi değildi, menzili daha kısaydı ve adamın onu yenmek için acelesi yoktu.
"Söylesene. Gerçekten burada oyalanacak vaktin var mı?" dedi alay edercesine, Ayberk geri çekildiğinde.
Zac dönüp baktığında Gafas'ın hala kapıyla uğraştığını gördü. Tora Kin ise yerinden kalkıp o tarafa gidiyordu.
Zac saldırısını yaptığında adam gözleri kamaşarak bakakaldı sadece. Engellemek için çekicini savurdu, bu sırada Meirin uçurduğu kılıcıyla adamın bacağına yara açınca, adam ateş topunun içinde kaldı. Meirin'in bir kopyası adamın yanına gidip işini bitirmek üzereydi. Bu sırada arka kapı büyük bir gürültüyle arkasına düştü. Kapının arkasında bir masada mavi renkte garip bir meyve vardı. Üzerinde sarı çizgiler vardı.
Ayberk'te böyle yanılmıştı işte. Karşısında ki adam gülerken sol elini ağzına götürdü. Sivri dişleri temiz yüzünde dolaşltı. Serçe parmağı yerinde değildi. Sağ elinde tuttuğu mızrağının sapını yere dayadı. Bu sırada Ayberk saldırmıştı, ama adam beklemeye devm ediyordu. Ayberk mızrak mesafesine girince mızrağını tek elle kalbine doğru savurdu. Ayberk son anda sıyrılsa da bu dar koridorda dez avantajlıydı. Hızı çok iyi değildi, menzili daha kısaydı ve adamın onu yenmek için acelesi yoktu.
"Söylesene. Gerçekten burada oyalanacak vaktin var mı?" dedi alay edercesine, Ayberk geri çekildiğinde.
Zac dönüp baktığında Gafas'ın hala kapıyla uğraştığını gördü. Tora Kin ise yerinden kalkıp o tarafa gidiyordu.
Zac saldırısını yaptığında adam gözleri kamaşarak bakakaldı sadece. Engellemek için çekicini savurdu, bu sırada Meirin uçurduğu kılıcıyla adamın bacağına yara açınca, adam ateş topunun içinde kaldı. Meirin'in bir kopyası adamın yanına gidip işini bitirmek üzereydi. Bu sırada arka kapı büyük bir gürültüyle arkasına düştü. Kapının arkasında bir masada mavi renkte garip bir meyve vardı. Üzerinde sarı çizgiler vardı.
East Blue Anlatıcı- Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 17/01/16
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
İnanmak ve bu uğurda her şeyi yapabilmek asıl olaydır adamım... Kazanmaya çalışmakla kazanmaya inanmak arasında koca bir dağ kadar fark vardır. Bazı insanlar kazanmaya çalışır bazıları ise kazanmaya inanır; ama çok nadirleri vardır ki adamım onlar her ikisini de bir arada yapabilen kişilerdir. Onların kaderlerinde kaybetmek sadece dahada güçlenmelerine sebep olmak için yazılmışlardır... Bunun haricinde bu tarz insanların kaderinde kazanmak yazar.
Teğmen Meirin ve benim işbirliğim ile savaşıyorduk adamım. Biz bu savaşı sürdürürken ise Yüzbaşı Gafas hâlâ kapıyı açmakla uğraşıyordu. Doğrusu umutsuzluk içimi kaplamıştı o an, nedense hiçbir şekilde Yüzbaşı kapıyı açamayacakmış gibi hissediyordum; ama o sırada, Tora Kin'in ayaklanıp kapıya doğru yürüdüğünü gördüm. Evet, bu adamdan nefret ediyordum. Bir gün eğer istediğim mevkiye ulaşırsam, keskin adaletimi ilk tadacak kişilerden biriydi kesinlikle ama dürüst olmak gerekirse bu lanet adam kapıya doğru yöneldiğinde, kapıyı artık bir sorun olarak görmemiş, görememiştim. Zira ne kadar nefret etsemde, ne kadar kabul etmesemde bu adam güçlü ve şu an ki seviyemizin çok ötesindeydi. Kapıyı açmak onun için problem olmamalıydı. O yüzden kapıyı düşünmeyi bırakmış ve tekrardan önüme döndüğümde derince bir nefes alıp, saldırımı yaparak dövüşün sonunu getirecek hamlemi yapmıştım. Tabii dövüşün sonunun gelmesinde, Teğmen Meirin'in de büyük katkısı vardı. Son anda rakibin bacaklarına yaptığı hamle ile ateş topunun tam hasar vermesini sağlamıştı. Rakip ölüme doğru düşerken, ateşimle cehennemi çoktan yaşamaya başlamıştı ve acımasız teğmenin kopyalarından biri çoktan ona doğru yönelmeye başlamıştı..
Yüzümü kapıya doğru çevirdiğimde gördüğüm şey karşısında pek şaşırmamıştım. Aslında şaşırmıştım ama nedense içten içe kapının ardında bizi bekleyen şeyin bu tarz bir şey olduğunu hissedebiliyordum. Bir zamanlar bende bunlardan biri ile karşılaşmış ve yemiştim, şeytan meyvesi ile... Evet adamım, karşımızda bir şeytan meyvesi vardı. Masmavi tonlarının üzerine işlenmiş sarı çizgiler ile tadı çok güzel bir şeye benziyordu ama değildi! Hâlâ o tadı damaklarımda hissedebiliyordum. O iğrenç tadıyla, şeytanın meyvesi adını kesinlikle hak ediyordu.
Yavaş adımlarla kapının oraya doğru adımlarken, Tora Kin'in neden şimdi buraya kadar geldiğini anlayabiliyordum. Muhtemelen meyveyi o alacaktı; ama zaten şeytan meyvesi yemiş birinin, neden şeytan meyvesi arzuladığını anlayamıyordum. Zira şeytan meyvesi yemiş biri başka bir tane yemeye çalışırsa ne olacağı meçhul idi. Muhtemelen bu meyve, bu şeytan herifin başka birine kaptırmak istemeyeceği kadar işlevsel bir şeydi. Eğer bir şeytan meyvesi kullanıcısı olmasaydım, sırf bu adam bu meyveye sahip olmasın diye koşup koca bir ısırık alırdım, ama benim böyle bir durumum yoktu. O yüzden bu işle fazla ilgilenmeyecek idim.
"Dövüş sırasında hayatımı kurtardığınız için teşekkür ederim Teğmen Meirin..." Odaya doğru adımlarken ağzımdan çıkan sözler bunlar olmuştu. Bu kadına teşekkür etmem gerekiyordu. Vakti zamanında ne kadar aramızın bozuk olmasına sebep olacak şeyler yaşamış olsakta, bugün oldukça iyi bir ikili olmuştuk.
Odaya vardığımda etrafıma şöyle bir bakıp, şeytan meyvesi dışında odada başka bir şey olup olmadığını anlamaya çalışacaktım. Eğer ilgimi çeken bir şey göremezsem bir köşeye sinecek ve tek başıma oturacaktım.
Teğmen Meirin ve benim işbirliğim ile savaşıyorduk adamım. Biz bu savaşı sürdürürken ise Yüzbaşı Gafas hâlâ kapıyı açmakla uğraşıyordu. Doğrusu umutsuzluk içimi kaplamıştı o an, nedense hiçbir şekilde Yüzbaşı kapıyı açamayacakmış gibi hissediyordum; ama o sırada, Tora Kin'in ayaklanıp kapıya doğru yürüdüğünü gördüm. Evet, bu adamdan nefret ediyordum. Bir gün eğer istediğim mevkiye ulaşırsam, keskin adaletimi ilk tadacak kişilerden biriydi kesinlikle ama dürüst olmak gerekirse bu lanet adam kapıya doğru yöneldiğinde, kapıyı artık bir sorun olarak görmemiş, görememiştim. Zira ne kadar nefret etsemde, ne kadar kabul etmesemde bu adam güçlü ve şu an ki seviyemizin çok ötesindeydi. Kapıyı açmak onun için problem olmamalıydı. O yüzden kapıyı düşünmeyi bırakmış ve tekrardan önüme döndüğümde derince bir nefes alıp, saldırımı yaparak dövüşün sonunu getirecek hamlemi yapmıştım. Tabii dövüşün sonunun gelmesinde, Teğmen Meirin'in de büyük katkısı vardı. Son anda rakibin bacaklarına yaptığı hamle ile ateş topunun tam hasar vermesini sağlamıştı. Rakip ölüme doğru düşerken, ateşimle cehennemi çoktan yaşamaya başlamıştı ve acımasız teğmenin kopyalarından biri çoktan ona doğru yönelmeye başlamıştı..
Yüzümü kapıya doğru çevirdiğimde gördüğüm şey karşısında pek şaşırmamıştım. Aslında şaşırmıştım ama nedense içten içe kapının ardında bizi bekleyen şeyin bu tarz bir şey olduğunu hissedebiliyordum. Bir zamanlar bende bunlardan biri ile karşılaşmış ve yemiştim, şeytan meyvesi ile... Evet adamım, karşımızda bir şeytan meyvesi vardı. Masmavi tonlarının üzerine işlenmiş sarı çizgiler ile tadı çok güzel bir şeye benziyordu ama değildi! Hâlâ o tadı damaklarımda hissedebiliyordum. O iğrenç tadıyla, şeytanın meyvesi adını kesinlikle hak ediyordu.
Yavaş adımlarla kapının oraya doğru adımlarken, Tora Kin'in neden şimdi buraya kadar geldiğini anlayabiliyordum. Muhtemelen meyveyi o alacaktı; ama zaten şeytan meyvesi yemiş birinin, neden şeytan meyvesi arzuladığını anlayamıyordum. Zira şeytan meyvesi yemiş biri başka bir tane yemeye çalışırsa ne olacağı meçhul idi. Muhtemelen bu meyve, bu şeytan herifin başka birine kaptırmak istemeyeceği kadar işlevsel bir şeydi. Eğer bir şeytan meyvesi kullanıcısı olmasaydım, sırf bu adam bu meyveye sahip olmasın diye koşup koca bir ısırık alırdım, ama benim böyle bir durumum yoktu. O yüzden bu işle fazla ilgilenmeyecek idim.
"Dövüş sırasında hayatımı kurtardığınız için teşekkür ederim Teğmen Meirin..." Odaya doğru adımlarken ağzımdan çıkan sözler bunlar olmuştu. Bu kadına teşekkür etmem gerekiyordu. Vakti zamanında ne kadar aramızın bozuk olmasına sebep olacak şeyler yaşamış olsakta, bugün oldukça iyi bir ikili olmuştuk.
Odaya vardığımda etrafıma şöyle bir bakıp, şeytan meyvesi dışında odada başka bir şey olup olmadığını anlamaya çalışacaktım. Eğer ilgimi çeken bir şey göremezsem bir köşeye sinecek ve tek başıma oturacaktım.
Zachariah- Mesaj Sayısı : 111
Kayıt tarihi : 22/01/16
Nerden : Logetown
Geri: Kingu no Korosu-Zan'nin'na Shimei/Meirin-Ayberk-Zac
Vay amına koyayım ya! Adam çok mu dişli yoksa ben mi çok aptalım anlamadım valla. Şimdi az önce bunlar yirmi kişiydi, bunlardan üçü geride kalmamış mıydı? Niye şimdi böyle oldu? Ve bu piç niye bana pis pis gülüyor. Sapık mı acaba? Dişlere bak anasını satayım, it mi insan mı belli değil ama niye böyle oldu ki şimdi? Koskoca geleceğin amirali Ayberk Çırak yanılmış olamazdı, ee o zaman sorun ne? Dur bakalım yakında anlarız.
Düşündüğüm gibi iki tane oruspu çocuğu saklanmıyordu. Sadece tek bir rakibim vardı ve ona doğru saldırıya geçtiğimde sakinlikle beklemişti. Ve ben o uzunca mızrağının menziline girdiğimde kalbime doğru aniden mızrağını savurmuştu ama son anda kaçabilmeyi başarabilmiştim.
Adam düşündüğüm gibi kolay lokma değil beyler ama bende kolay lokma değilim. Rakibim ne kadarda avantajlı gibi gözüksede, geleceğin amirali olacak ben için kaybetmek mümkün bile değil, ama delikanlı bir şekilde doğruyu söyleyecek olursak rakibimde pek kolay lokma değil, o yüzden dikkatli olmalıyım. Daha önce de söylediğim gibi bu adam önceki karşılaştığımız heriflerden daha farklı. Bunu beni tahrik etmek için sarf ettiği cümlelerden bile anlayabiliyorum. Daha önceki rakiplerimiz insandan çok bir robot gibiydi ama şimdi gerçekten bir insana karşı dövüşeceğim, hemde sinsi bir tipe karşı.
"Sıkıntı yok kardeş sabaha kadar beklerim ben" dedim adamın konuşmasına karşı. Ardından beklemeye koyuldum. Bir kaç dakika sonra ise, "Sıkıldım. Benim adım Ayberk, senin ki ne?" diye devam ettim. Ardından çevreme şöyle bir baktım. Duvarlardan sızan kırmızı ışıkları biraz izledikten sonra: "Bu ışıklar nereden geliyor bu arada böyle?" diye sordum. Dezavantajlı olduğum için saldırmayıp rakibimi bekleyeceğim eğer saldırıya geçersem, bu sefer ölebilirim ve ölmek şu sıralar istediğim bir şey değil. Daha amiral olmam lazım! Bir kaç adım geri çekilip mesafeyi koruyup yerimde bekleyeceğim.
Düşündüğüm gibi iki tane oruspu çocuğu saklanmıyordu. Sadece tek bir rakibim vardı ve ona doğru saldırıya geçtiğimde sakinlikle beklemişti. Ve ben o uzunca mızrağının menziline girdiğimde kalbime doğru aniden mızrağını savurmuştu ama son anda kaçabilmeyi başarabilmiştim.
Adam düşündüğüm gibi kolay lokma değil beyler ama bende kolay lokma değilim. Rakibim ne kadarda avantajlı gibi gözüksede, geleceğin amirali olacak ben için kaybetmek mümkün bile değil, ama delikanlı bir şekilde doğruyu söyleyecek olursak rakibimde pek kolay lokma değil, o yüzden dikkatli olmalıyım. Daha önce de söylediğim gibi bu adam önceki karşılaştığımız heriflerden daha farklı. Bunu beni tahrik etmek için sarf ettiği cümlelerden bile anlayabiliyorum. Daha önceki rakiplerimiz insandan çok bir robot gibiydi ama şimdi gerçekten bir insana karşı dövüşeceğim, hemde sinsi bir tipe karşı.
"Sıkıntı yok kardeş sabaha kadar beklerim ben" dedim adamın konuşmasına karşı. Ardından beklemeye koyuldum. Bir kaç dakika sonra ise, "Sıkıldım. Benim adım Ayberk, senin ki ne?" diye devam ettim. Ardından çevreme şöyle bir baktım. Duvarlardan sızan kırmızı ışıkları biraz izledikten sonra: "Bu ışıklar nereden geliyor bu arada böyle?" diye sordum. Dezavantajlı olduğum için saldırmayıp rakibimi bekleyeceğim eğer saldırıya geçersem, bu sefer ölebilirim ve ölmek şu sıralar istediğim bir şey değil. Daha amiral olmam lazım! Bir kaç adım geri çekilip mesafeyi koruyup yerimde bekleyeceğim.
Misafir- Misafir
9 sayfadaki 10 sayfası • 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10
Similar topics
» Futatsu No Kingu[Zac-Meirin-Ayberk]
» A GRUBU(VINCE-MEIRIN-CLOUS-AYBERK-NIENDA)
» Valko Adası[Meirin][Bitti]
» [Karne] Meirin
» Ayberk Çırak
» A GRUBU(VINCE-MEIRIN-CLOUS-AYBERK-NIENDA)
» Valko Adası[Meirin][Bitti]
» [Karne] Meirin
» Ayberk Çırak
One Piece Rpg :: 4 Deniz Rp :: East Blue
9 sayfadaki 10 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz